-->

31 Aralık 2019

yorgunluk

yoruldum.
her şey yolundaymış gibi yapmaktan, bi sıkıntım yokmuş gibi görünmekten, her an gülümsemekten yoruldum.
acı çekmiyormuşum gibi yapmaktan, bana bakan insanlara; kalbim sadece vücuduma kan pompalamak için varmış izlenimini vermekten, duygusal biri değilmişim gibi davranmaktan yoruldum.
mahsun kırmızıgül'ün de dediği gibi; yooooooorrrruuuuuullllldddduuuuuuum.

hiçbir şey yolunda değil ama sanki her şey yolundaymış gibi yapmaktan da yoruldum. aslında bunu için ekstra yaptığım bir şey de yok. sadece insanlar bana bakınca, her şeyimin yolunda olduğunu sanıyorlar. tabii bunda ağlayıp sızlamamamın büyük etkisi var. Ama ağlayınca da bi şeyin değişmeyeceğini bildiğim için ağlamadığımı ve ağlamanın salakça olduğunu kimseye anlatamıyorum ve onlarda her şey yolunda sanıyorlar ve böylece ben bi daha yorulmuş oluyorum.
ağlamadan öylece duran birini gördüklerinde, yaşamının zor olduğuna inanmıyorlar.
aslında onları nasıl inandıracağımı biliyorum ama yükseklik korkum var.

sıkıntıların kalıcı, mutsuzlukların geçici olduğunu insanlara anlatmaktan yoruldum.
sıkıntılarla yaşamaya çalışmaktan da yoruldum.
özetle her şeyden ve herkesten yoruldum. ama yine de yaşamaya devam edeceğim. çünkü hayatın sürprizlerle dolu olması hoşuma gidiyor. yorgunluğumu alan tek şey bu. elhamdürillah :)




28 Aralık 2019

erken zamanlarda aşk



erken zamanlarımda hiç kimseyi sevmedim.
kimse beni sevmedi.

karanlık ve soğuk bir mağaraya kapatılmıştı kalbim.
onunla beraber bende sessiz, kimsesizdim.
bu yüzden kimse sevmedi beni
bende kimseyi sevemedim o genç zamanlarımda.

ergenliğimin sonu, erişkinliğimin başlarında anladım sevgiye aç ve susuz bırakıldığımı.
anlamamdan hemen sonra adımı söyleyen tüm yabancı dudaklara ırmak ağzıymış gibi yapışmam,
tüm kasıklara, bi daha kalkmayacakmışcasına başımı koymam bundandı.

erken zamanlarımda hiç kimseyi sevmedim.
tüm o destansı dokunuşlarım boş ilk şehvetimdendi.

ergen zamanlarımda hiç kimse beni sevmedi.
tüm o destansı dokunuşları boş ilk şehvetlerindendi.


25 Aralık 2019

sevilerek sikismek

zaman hızla akıp gidiyor
ardında ise önüne kattıklarının artıkları kalıyor.

insan ne tuhaf bi yaratık.
yaratık. yarattık.

kendini tanımadığın oluyor mu hiç?
öylece aynada durup alışman için kendine baktığın.
dış görünüşünü sevmeye çalıştığın oldu mu hiç?
tüm çirkinliğine rağmen.

çirkiniz ve buna rağmen birbirimizi sevebiliyoruz.
bu çok değerli.
belkide sevginin, sevilmenin açlık yaratması bundandır.
sevginin dış görünüşten bağımsız olması muhteşem bir şey.

sevilerek sikişmenin değerini bilmeyenler şu an önüne gelenin ardından gidiyordur.
bu cümlenin içinde biraz acıma, biraz ondan, biraz da bundan var.
ama sevilmek yok.

sevildiğini bilmek, tüm dünyaya meydan okuyacak kadar güçlü hissettiriyor.
sevilin inşallah ve sevildiğinizi bilin.
bu blogu açtığımda sıfırı bile tüketmiştim.
burdaki "sıfır", parasız olduğuma dair olan rakamsal ifadenin karşılığına denk düşen sıfır değil. gerçek anlamda sıfırı tükettiğimin ifadesi olan sıfır.
yani hayatımda, kendimden başka kimsemin olmadığı anlamına gelen sıfır.

oysaki kocaman bi ailem vardı. hatta blogu açmadan 4 yıl önce evlenmiştim. bi oğlum vardı ve ben açtığım bloga, o günlerde yaşadığım saçmalıkları abarta abarta yazarken, oğlum 3 yaşındaydı.
ama ben onu, o beni göremiyordu ve görmek için elimden gelen bir şey de yoktu.
aslında istesem görürdüm. ama dışlanmışlığım hissini o kadar yoğun yaşıyordumki, canım yanmasın diye tutunduğum dalı bırakıp kendimi fırtınanın içine atıverdim.
evet, artık fırtınanın içindeydim.

doğrusu fırtınanın içinde miydim, yoksa fırtına  mı içimdeydi ondan hâlâ emin değilim. bi ihtimal fırtınanın ta kendisine dönüşmüştüm ve bu yüzden artık, dışlanmışlık yüzünden yanmakta olan canımın acısını hissetmiyordum.

tamam yalan söyledim. çünkü fırtınanın içine kendimi bırakmış olsamda, hatta fırtınadan bile daha güçlü olduğum için fırtınayı içime alıp ona dönüşsemde canım çok yanıyordu ama hiiiç hissetmiyordum.
hissetmek istemiyordum.
çünkü sevilmediğimi fark etmiştim ve oturup bu konuyu düşünürsem içişlerimin daha da karışacağını biliyordum. bu yüzden içişlerimi büyük bir baskı ile sindirip, dışişleri sorunuma dönüşmemesini sağlayarak hayatıma, kendimi koyvermiş olarak devam ettim.

o günlerde bu sıçtığımın blogunu açarak; aileme, topluma, hayata ve aslında belkide sadece kendime olan kızgınlığımdan dolayı nerdeyse her önüme gelenle sevişerek kendimi sakinleştirmeye çalışırken, aslında sakinleşemediğimi, sakinleşmemiş olduğumu şimdi görebiliyorum.




23 Aralık 2019

Gay Seks Hikayeleri

Bloga gelen ziyaretçilerin kaynağını merak edip baktığımda gördüm ki bir çoğu, çiçekli böcekli sevgi sözcükleriyle değil, Google'a yazdıkları hardkor gay seks hikayeleri, erkek gay sex hikayeleri gibi şeyler yazzzarak geliyorlar.
Bu durum karşısında biraz salaklaşsamda onları buraya çeken de benden başkası olmadığı için çok sıkıntı etmedim.
Gerçi bi kaç gün üzüldüm ama ne yapıyım. Oturup karrrralar bağlayacak da değilim ya!
Hem millet göt ve yarrağın birbirine sımsıkı sarıldığı anları görmek istiyorsa bende onlara bunu vermeliydim değil mi?
Evet! verrreceğim. Onlara bol bol gay seks hikâyeleri verreceğim. İşte yaşadığım seks dolu anlar:

İki Küçük Kahve Kupası: http://hayaterkegi.blogspot.com/2014/10/2-kucuk-kahve-kupas_31.html

Bayrağa Karşı:http://hayaterkegi.blogspot.com/2013/10/bayraga-kars-yatr-beni-trmala-beni-kas.html

Pasif Gibi Sevişmek: http://hayaterkegi.blogspot.com/2013/10/pasif-gibi-sevismek.html

Sen Sevdin Diye: http://hayaterkegi.blogspot.com/2013/11/sen-sevdin-diye-elma-da-seni-sevecek.html

Sarışın: http://hayaterkegi.blogspot.com/2015/12/gel-gel-sarsn-gel.html

Kafası Güzel: http://hayaterkegi.blogspot.com/2013/07/kafas-guzeldi-o-da-cok-guzeldi-gece-de.html

Karpuzcu ile: http://hayaterkegi.blogspot.com/2017/12/karpuzcu-ile-hayat-uzerine.html

İstanbul'da Evsiz Kaldım: http://hayaterkegi.blogspot.com/2017/12/istanbulda-evsiz-kaldm.html

Çalışmak Ayıp Değil: http://hayaterkegi.blogspot.com/2017/10/calsmak-ayp-degil-mi-kim-demis-ayp.html

Neden Bu Kadar: http://hayaterkegi.blogspot.com/2011/12/ne-guzeldi-yazsrken-beni-bana-bi-bok.html

İslamiyet: http://hayaterkegi.blogspot.com/2010/12/islamiyet-kara-carsaf-altndan-yukselen.html

Olmakta Olan: http://hayaterkegi.blogspot.com/2018/11/olmakta-olandan-gercege-kacmak-veya.html




21 Aralık 2019

Hayat Erkeği

üzgün değilim
kızgın değilim
sadece büyüdükten sonra farkettiğim için biraz kırgınım.

küçüktüm. çok küçük.
canım yandı, ama yandığının farkında değildim.
şimdi farkına vardım. canım şimdi çok yanıyor.

üzgün değilim. sadece kırgınım.
kızgın değilim. kırgınım.


15 Aralık 2019

yeter allahım. dur dur beni. bunun sonu yok ve sikimin gösterdiği yol boka bulanmamdan başkası değil. artık doğru yolu sen göster bana ya da yola sok.
ben yoruldum ve sen bana acımıyorsun. acı bana allahım. benim yolu bulacağım yok. bana yolu buldur. bana yoldaş ol. allahım bnei kendi başıma bırakma. beni sensiz bırakma. beni bu bok yolundan kurtar allahım. kurtaracak olan bi sensin ve artık beni kurtar.
içimdeki bu ibne sevdasını, bu göt ve yarak bağımlılığının bana yararı yok. beni daha kötü yapmaktan başja bi şeye yaramadı. ben bi sik yalamak için yaşamak istemiyorum. ben bi göt daha sikmek için yaşamak istemiyorum içimdeki bu hevesi başka yöne çevir allahım benim gücüm yetmiyor.

14 Aralık 2019

Hayatının Erkeği

Uzun zamandır erkekleri seski bulmuyorum. Bulamıyorum. Olay sadece bu da değil. Çünkü artık erkeklerle sevişmek gibi bir arzum da kalmadı.
Onlara baktığımda herhangi bir şey hissetmiyor, peşlerinden koşup yorulmak gelmiyor içimden. Dudakları, sakalları, gözleri, kocaman elleri, boyları ve o güzel posları. Hiçbir özellikleri artık beni çekmiyor ve gittikçe bu çekimsizlik artmaya da başladı.
Yani artık bir erkekle sevişmeyi arzulamıyorum ve sanırım böyle hissetmeyi ben istedim.

Bir kaç haftadır bu konunun nedenleri üzerine düşünüyorum ama bi neden bulamadım.
Sanırım tek neden; artık benim böyle hissetmek istememem olabilir. Başka bir şey aklıma gelmiyor.
Zaten erkekler yine aynı, ben yine aynıyım. Değişen tek şey; düşüncelerimin evrimleşmesi ve bununla beraber hayata farklı bakmaya başlamam olabilir.

Eskisi kadar otuziki de çekmiyorum.
Hatta bazen haftalarca hiç aklıma gelmediği de oluyor. Yani sikimi sadece çiş için yaratılmış olarak gördüğüm ve hatta görmeden sadece çişimi yaptığım günleri de yaşıyorum.
Eskiden popomu ellerdim, bunu da uzun zamandır yapmadığımı şimdi anımsadım.

Tüm bunların, tüm bu arzusuzluğumun ben istediğim için böyle şekillendiklerini biliyorum.
Ama bu şekillenmenin tam olarak nasıl hayatıma geçtiğini de bilmek istiyorum.
Konu üzerine düşünmemin nedeni bu.

Tabii sadece erkekler için değil, kadınlar için de aynı arzusuzluğu hissediyorum.
Yani özetle; sokakta görüp de iç geçirdiğim insanlara dair olan sevişme arzum yok olup gitti.
Bu gidiş iyi bir şey mi, kötü mü onu da bilmiyorum ve tabii açıkçasını söylemek gerekirse; bunun iyi mi, kötü mü olduğunu bilmek isterim.
Ama bilmiyorum.

Sikimin kalkmayışı, götümü ellemeyişim, kimseyi arzulamayışım falan dememden, iyice kuruyup kaldığım anlaşılmasın. Çünkü öyle bi şey yok ve olmadığı için de Canımıniçi ile seks yapıyoruz.
O konuda değişen bir şey yok. Zaten o doyumsuz ve hâlâ yer yer, benim sadece onu sikmek için dünyaya geldiğimi düşünmeye devam edip, bunu da bana açıkça belli ediyor. Bu konuda eskisi gibi alınganlık etmiyorum. Etmeye de hakkım yok. Çünkü bana et olarak değil, daha çok eş olarak, hayatının erkeği olarak bakıyor.

Bunu geçen aylarda anladım. Beni sevdiğinden, bana değer verdiğinden, hayatının erkeği olduğumdan, tek değer verdiği kişi olduğumdan emin oldum.
Demekki, insanın sözsüz olarak da bir şeyi anlayabildiği, gerçekmiş. Bu en güzel gerçeklerdenmiş.

Hayatının Erkeği olduğuma dair herhangi bir şey söylemedi, bir şey yapmadı. Sadece anladım.
Onun hayatının erkeği olduğumu; bana sarılmasından, beni öpmesinden, bana bakışlarından, beni gördüğünde parlayan gözlerinden, yüzüne yayılan o sıcak tebessümünden, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyişinden, başını sağa sola döndürmesinden anladım.
Gece uyurken elimi tutmasından, yatakta olmamıza rağmen sımsıkı sarılıp kendine çekmesinden, sarılmış değilsek bana doğru yanaşıp iyice yapışmasından, gece yarısı yatakta uykulu bi haldeyken beni öpmesinden, beni sevdiğini "seni çok seviyorum" diye sık sık dile getirmesinden de anladım.
Özetle; sevildiğini bilmek, değer verildiğini, değerli olduğunun hissettirilmesi, çok güzel bir duygu. İnşallah en kısa zamanda herkes yaşar...


09 Aralık 2019

aydınlanıyorum mu?

"bu sabah uyandığımda bilincimin yerinde olmadığını biliyorum.
"nerdeyim, ne yapıyorum, neden burdayım, aslında nerde olmam gerekiyordu" gibi onlarca soru üstüme üşüşürken, ağlamamak için kendimi zor tuttuğumu da biliyorum.

sonra yavaş yavaş kendime geldiğimi düşünerek yataktan çıkmaya çalıştım ama aslında kendime gelmemiştim. sadece kendi kendimi sakinleştirmeye çalıştığımı, kendimi bir şey yapmak zorunda bırakırsam daha iyi hissedeceğimi bildiğim için böyle hareket etmeye anlık olarak karar verip harekete geçtiğimi hatırlıyorum.
zaten hayat denilen şu saçmalık, eğer kendini bir meşgale ile uğraştırmazsan sana kafanı yediren boş bir bulmacadan ibaret değil mi?

neler yapabilirim diye ruh halimi karıştırırken "önce işemeliyim" diye düşünüp yavaş yavaş tuvalete gitttim. çünkü her sabah yaptığım bir şeyi yaparsam, alışkanlıklarımın beni bana hatırlatacağına inancım tamdı. bu yüzden sallana sallana kalkıp tuvalete yürüdüm ve vardığımda da hemen oturup işedim. sonra sikimin başını tutup peçeteyle kuruladıktan sonra kalkıp elimi yüzümü yıkadım."

bu cümleleri ne zaman yazdığımı bilmiyorum. ama büyük ihtimalle geçen haftaydı.
ondan sonraki günlerde bir kaç bilinç gidip gelmesi yaşadım.
yalan yok bol bol yaşamaya başladım.
bol bol yaşamaya başladığım için artık alıştığımı düşünüyorum ama biliyorumki alışmadım ve hâlâ o anlarda sol kolum bir ağırlığa dönüşür gibi oluyor.
gerçekliğe bağlı olmak, bağlanmak, gerçek kalmak. bunlar için çabalıyorum ve görüyorumki; belkide ben aslında yıllardır hastaydım ve hastalığımı çok iyi sakladım.
ya da işte bu yaşadıklarım ne ise, bunların su yüzüne çıkmaması için onları sürekli yeni anıların, yaşadığım anların altında hareketsizce kalabilecekleri şekilde hızlıca hayatın tadına bakarak, geçmişimi ardımda bırakıp bugünlere geldim.

bunların hepsi her neyse ne işte.
bildiğim bir şey daha varki, artık hayat hakkında daha farklı hissediyorum ve ne olduğunu biraz daha anladığımda, onun hakkında da yazacağım.

08 Aralık 2019

şu ki, bu ki, ne ki?

hayatımın içine mi ettim, yoksa başka bir şey mi yaptım bilmiyorum.
öylesine boş boş yaşıyorum ve bu çok can sıkıcı. heleki benim gibi sürekli çalışmaya alışmış biri için işsizlik, herkesin canını sıkmasından daha çok sıkıyo canımı.

evde oturmuş, öylece bu satırları yazıyorum. çünkü yapacak başka bir şeyim yok. 
bilmiyorum. olsa, yapar mıydım onuda bilmiyorum. ama en azından bi tercihle bir şey yapmamakla, bir şey yapmamak zorunda kalmak arasında fark olduğunu biliyorum. bildiğim budur. başkası değil.

tercih etmek değerlidir. belki de şu sıçtığım dünyasında en güzel şeydir. 
çünkü karar sadece sana aittir ve sorumluluk sadece senindir. bunun değerini bilmeyen minyonlarca insan var ve belkide hiçbir zaman farkına varamayacaklar.
-------
bu aralar iş aramaya başladığım için, sık sık iş görüşmelere de çağrılmaya başladım. 
gidiyorum, kahve içiyoruz. zaten kahvesiz iş görüşmesi olmaz. sonra işte muhabbet edip dönüyorum.
bazen lafı fazla uzattığım olmuyor değil. çok oluyor. 
şimdi böyle "lafı uzattığım oluyor falan" dedim ya, sanırım beni neden işe almadıklarını da anlar gibiyim.
ama en çok da az para istemediğim için almadıklarını biliyorum.
iş bulmak için az konuşmak ve az para istemek lazım. bunu yeni öğrendim. ama ben az konuşmam ve az para istemem. 

-------
canımıniçi'ne olan aşkım geçti. ona aşık olmadığımı geçen hafta fark ettim ve bir haftadır ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. 
sonra benm onun ney, onun benim neyim olduğunu düşünmeye başladım. 
düşündüm düşündüm düşündüm ama neyim olduğunu bi türlü bulamadım.
bir şeyim değildi belkide. hatta belkide hiçbir şeyim. ama ne olmadığını da bulamıyordum.
sonra bugün dışarda her zamanki gibi söylene söylene gezinirken, onun benim neyim olduğunu fark edip ona da dedim ki; senle aile olduk.

evet o artık benim ailem. o benim her şeyim. biz onunla birbirimizin her şeyi olduk.
belki de aşk budur. zaten aşkın ne olduğunu kim biliyorki. aşk ne ki. aşk bu ki.

03 Aralık 2019

çalışmak bir tercih mi?

İstanbul'a geldiğimden bu yana çalışmıyorum. Gerçi öncesinde de çalışmıyordum. Çok öncesinde ise (ki bu geçen yaz oluyor, yani 1.5 yıl öncesinin yaz sezonuna denk geliyorki o zamanlar) Antalya'da Bar Garsonu olarak çalışmıştım ve o zamandan bu yana bi daha çalışmadım.

O günden sonra çok şey değişti. Ortaköy Camii güzergâhından geçen Boğaz Köprüsü'nün altından çok sular aktı ama bende değişen pek bir şey yok ve olacağa da benzemiyor. Yani onca zamandır çalışmadım, çalışmaya da pek hevesim kalmadı.

Gerçi kendime çok da haksızlık etmiyeyim. Çünkü cümlenin doğrusu "hevesim kalmadı" değil, sadece boş beleş insanların iki kuruş verip, hayvan gibi çalıştırmaları karşısında zamanımı onlara verme hevesim yok ve olmasını da istemiyorum.

Yani aslında çalışmaya dair büyük bir hevesim tabiki var ve eminimki siktiri boktan bir işe bile girsem köpek gibi koştura koştura çalışacağım.
Ama artık bu köpek gibi çalışma hevesimi, siktiri boktan bir işteyken gerçekleştirmek istemiyorum. Emeğimi, zamanımı ve kendimi artık değersizlikler üzerine atmak istemiyorum. Bunun yerine daha dürüst, daha doğru, daha iyi insanlarla çalışıp emeğimi, zamanımı ve kendimi de onlar için ortalığa saçmak istiyorum.

Hem zaten kapağı Canımıniçi'ne atmışken, neden siktiri boktan bir işe girip kendimi bi boka yaramıyormuş gibi hissedeyim ki?
Evet kapağı ona attım ve açıkçası bu kadar rahat olmamın bi' nedeni de bu. Onunla olmasam, onun desteği olmasa bu kadar artist artist yazar mıydım bilmiyorum da.
Ama desteği var ve ben işte böyle artist aritst yazabiliyorum. Yani; şükürler olsun.

Bi de şunu da biliyorum ki; ben bi boka değil, bir çok boka yarayan biriyim ve o bokları bulup, onlar için kendimi paralarken, ay sonunda da karşılığını almış olarak yaşamak istiyorum. Yani tek bir boka bile yaraıyormuş gibi hissederek çalışıp yaşamaktansa, bir çok boka yarıyormuş gibi çalışıp yaşamak istiyorum. Bunu buluncaya kadar da, işte böyle artist artist iş görüşmelerine girip çıkıyorum.

Girip çıkıyorum dedim çünkü; bazılarının bana uymadığını daha görüşmenin en başından anlıyorum, bazılarının ise konuşma esnasında anlıyorum ve bunu anladığım içinde, görüşmenin sonunda yöneltilen "maaş beklentiniz nedir" sorusuna yüksek bir ücret söyleyip onların beni red etmelerini sağlıyorum. Sonra da herkes yoluna devam ediyor.
Yoluma devam ederken fark ettimki, iş görüşmelerine gire çıka profesyonel iş görüşmecisi olup çıktım. Evet profesyonel iş görüşmecisine dönüştüm. Benim iş görüşmeleri esnasındaki masaya hakimiyetimi görmelisiniz. Adeta masaya ben yaratıp onları da çevresine oturtmuşum gibi davranmalarımın filmi çekilse yeridir.
Bu sabah da bi iş görüşmesine gittim ve çalışma yerinin lokasyonu çok ters olması yüzünden, maaş beklentisi sorusuna 5.000 TL yanıtını verdim.
Bu rakam karşılığında, görüşmeyi yapan kişinin gözündeki ferin sönüşüne de o an şahit oldum. Evet bildiğin adamın gözünün feri söndü.
Üzülmedim değil, ama bence yinede ikinci bir maaş teklifi ile dönmelerini de bekliyorum bakalım.
Çünkü öyle bir muhabbet etmeye başladıkki, adeta eski iki kankaymışızda uzun zamandır görüşmüyorduka döndük.

Zaten bu muhabbet şeyim hepsinde oluyor. Lanet olasıca dilim durmuyor ve döndükçe dönüp beni karşımdakiyle kankaya çeviriyor. Oysa böyle olmaması lazım, çünkü bir iş görüşmesindeyimdir ve kendimi ağırdan satmalıyımdır.
Ama olmuyor ve doğrusu bu durum sikimde de değil. Yani sonuçta ben doğruları olan, iş ahlakı gelişmiş biriyim. Her boka rağmen beni alıp çalıştırırlarsa onlar da bende kazanacağız. Durum böyleyken neden dilimi suçlayayımki?
Suç beni işe olmayan onlarda, dilimde değil.

Yani özetle işsizliğimin nedeni aslında sadece ben ve doğrularım değil. Biraz da dilimin parmağı var bu işte. Ama ona rağmen kendime çeki düzen vermiyor ve bi anda masayı yöneten kişiye dönüyorum. Bakalım bunun karşılığı olarak şöyle kafamdaki gibi bir işe ne zaman sahip olacağım.

Oysa eskiden böyle değildim.
Eskiden sadece çalışmayı düşünürdüm ve yaptığım işin ne olduğu umrumda değildi. Sadece köpek gibi çalışayım yeterdi. Üstelik ne iş olduğunun öneminin olmaması gibi, ne maaş verdiklerinin de bi önemi yoktu.
Amacım sadece çalışmaktı.
Tam bir sadık köle gibi.
Köle olarak doğduğuma inanmışcasına çalışırdım. Ne iş olsa, ne iş verilse yapardım. Çünkü ben çalışmak, çalıştırılmak için doğmuştum.

Bu söylemim komik veya abartı gelmesin. Çünkü öyle hissediyordum. Üstelik bunu bilinçli olarak değil, farkında olmadan ama içselleştirilmiş bi şekilde sanki çalışmak için doğduğuma inanıyordum.
Sadece çalışmak için doğan insanlar sınıfı vardı ve ben o sınıfa aitmişim gibi yaşardım. Başka sınıflar olduğunu da bilmezdim. Aklım almazdı. O yüzden çalıştıkça çalışırdım. Efendilerim bana iyi çalıştın, aferin desinler yeterdi.

Ama demediler ve ben 20 yaşındayken büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü çalıştığım depoda, 2 tırdaki kolileri tek başıma depoya ellerimle dizmiştim ve karşılık olarak "aferin" denmesini beklerken, yaptığım işin bi öneminin olmadığı söylendi bana.
O gün kafama dank etti, ama ait olabileceğim başka bir sınıf aklıma gelmedi. O yüzden önümdeki 5 yıl daha köpek gibi çalışmaya devam ettim. Çalıştım, çalıştım, çalıştım ve sonra bi gün her şeyi bırakıp kendime bir yol çizmeye karar verdim. (bunu sonra anlatırım)

bu kararımdan sonraki ilk işsiz kaldığım zamanlarımı hatırlıyorum da, işsiz kaldığıma, bir iş yapmadığıma, bir işte çalışmadığıma inanamıyordum. Sanki bir makinenin parçasıydım ama kullanılmıyor ve kullanılmadığı için kenara atılmışım gibi hissetmiştim. Zamanla çalışmadan da yaşanabileceğini kavramaya başladığımda, kendime ve çalışmadan yaşanabileceğine inanamamıştım. Tabii en çok da kendime inanamamıştım. Ben nasıl olurdum ki çalışmıyordum. Ben çalışmadan nasıl durabilirdim. Durabilmiştim. Duruyordum.
İnanılır gibi değildi ama gerçekti. Ben çalışmıyordum.

Bu inanılmazlık durumu çok sonra kabullendiğim bir şey oldu ama hâlâ çalışmadan durabildiğime inanmadığım günlerim olmuyor değil.
Nasıl yetiştirildiysem artık, bunu içimden söküp atamıyorum.

Oysa aslında şimdide yine köpek gibi çalışırım. Ama sadece doğru işe zaman harcamak, doğru insanlarla çalışmak, doğru iş peşinde koşturmak istiyorum. Başka bi amacım yok. şimdilik.

Tabii aramaya başladığımdan bu yana doğru iş, iyi insan, dürüst çalışanların olduğu bir iş bulamadım ve bu sayede İşsiz Kral Tacı'nı hak ettim.
Tacı alsamda umudum sönmedi. Ama sabırsızlığım artmaya, beni daha sık tırmalamaya başladı. Çünkü yavaş yavaş anlıyorum ki; aslında milyonlarca insan için çalışmak, dünyayı daha katlanır kılan bir uğraştan başka bir şey değilmiş.
Çalışmak onların intihar etmeden yaşaması için bir uğraşmış.
Çalışmak insanların, kendisi gibi insanlarla tanışması için, içindeki iyiliği veya kötülüğü ortaya dökmesi için bir bahaneymiş.
Çalışmak birazda insanlık dışı yaşatılmış insanları insan yapıyormuş.
Tüm bunların toplamında şundan eminimki; bazılarımız için çalışmak, dünyaya katlanmak için bulduğumuz bi uğraştan başkası değil.

Bu sıkıcı işsizlik zamanlarımda, bende normal veya anormal insanlar gibi çalışmayı bi uğraş olarak görmeyi denemedim değil. Denedim, bir uğraş olduğunu düşündüm ve denedim.
Ama olmadı.
Çalışmak bir uğraş değil ve ben çalışmakla uğraşmak yerine, daha farklı şeylerle uğraşmayı tercih ettim. Ediyorum. Edeceğim.

ayrıca çalışmak benim için sadece bu anlamlara gelmiyor. bir çok anlamları var ve açıkçası, onlardan en ağır basanı da; çalışma, aslında toplumu sindirmek için dayatılan bir baskı biçimidir.
evet bir baskı biçimi olarak görüyorum. sadece devletlerin değil, ailemizin, eşimizin, arkadaşlarımızın, şuyumuzun buyumuzun baskı araçlarından biri.
bense baskıya gelemiyorum ve kendime başka yollar bulma arayışındayım.

tüm bunlara rağmen kendimi sakinleştirmek için bi yandan da düşünüyorum da, belki çalışmayı uğraş olarak görmek yerine, onu kafamda sosyalleşmenin yeni yolu olarak konumlandırmam daha doğru olacak. belki böylesi güzel olur. benim için.


01 Aralık 2019

bonkör

Herkese akıl vermek istiyorum. Önüme çıkan herkese, hiç üşenmeden bol bol dağıtarak akıl vermek istiyorum.
Ağız dedikleri organımdan tükürükler, balgamlar ve çıkabilecek ne kadar su varsa onların hepsini akıtarak sürekli akıl vermek istiyorum.Yani hiç susmadan, yorulmadan, yormadan ve hep doğru yolu göstererek akıl vermek istiyorum.
Hem akılsıza, hem akıllıya bol bol akıl vermek istiyorum. İşim bu olmalı. Dünyanın, bana ihtiyacı var. Dünyanın akıl veren birine ihtiyacı var.
Biliyorum dünyada benden çok var ama bence dünyanın bir tek bana ihtiyacı var.

Herkesi kolundan tutup doğrularıma sürüklemek istiyorum.
Çünkü daha gençken, yani sikim kalkmak için sürekli ama, sürekli ama, ama sürekli ama bahane ararken ve başını fermuarımdan çıkarıp dışarı kusmak için tüm bahaneleri kullanırken, bir göğüs ya da bol kıllı göt çatalına bile kalkarken, dimdik bi şekilde bana, yani sahibine bile iştahlı iştahlı baş kaldırırken ona uyarak çok ama fazla çok yanlış yaptım. Yanlışların hepsini öğretti bana. Sikimden öğrendim yanlış yapmayı. Sikim bana yanlışları yaparak öğretti ve geriye de kala kala doğrular kaldı. o yüzden herkesi kolundan tutup sikimin yanlışlarından uzağa, yani doğrulara sürüklemek istiyorum.
annnıyormusunuz.





28 Kasım 2019

aptal modern insan

hayat çok çetrefilli bir maceradan ibaret. ama onu basit görüyor ve öyle yaşamak için yırtınıyoruz. oysa basit değil ve basit yaşanılamıyor.
hayat zor. hayat herkes için eşit derecede zor. belki de hayatı çekilebilir kılan da bu eşit zorluğundan başkası değil.
---------------
bu aralar çok fazla düşünmeye başladım.
her şey üzerine ve her yaptığım üzerine. başka insanların davranışları, birbirleriyle olan ilişkileri de buna dahil.
üstelik bazen; her şey üzerine düşünmekten dolayı, kendim üzerime düşünmediğimi de düşünmüyor değilim.
bunun ortası var mı, varsa ortası nedir bilmiyorum.
---------------
sadece benim canımın değil, tanıdığım herkesin canının sıkıldığı bir dönemin yaşanıldığını düşünüyorum. ve üstelik bu bir kısır döngüden ibaret.
yani belli dönemlerde, belli ruhsal sıkıntıları yaşamaya başlıyoruz ve eğer o dönemin bitişinde kendimizi öldürmemişsek, sonraki rahatlık dönemine yetişip yaşamaya devam edebiliyoruz.
bunun üstesinden gelmenin yolu yok. bu böyle ve kabullenerek yaşamak zorundayız.
---------------
bu yazının ilk paragrafı geçen gün yazmıştım ve devamını getirmeyip öyle bırakmıştım. yazarken hayatın neden zor olduğunu belirttiğimi bilmiyorum. ama bence hayat zor değil. hayat çok kolay olduğu için biz onu zorlaştırıyoruz.
evet hayatlarımızı kendimiz için çekilir kılmaktan çıkarmak için elimizden geleni yapıyoruz.
yani hayat kolay, ama biz insanlar birbirimize zorlaştırıyoruz.
çünkü biz, kolayın değersiz olduğunu düşünen modern aptal insanlarız.


24 Kasım 2019

kendinden bile kacmak

bir kaç gündür aynada kendime bakamadığımı fark ettim. tıpkı eskisi gibi bir his bu. aynada kendime değil de sadece bir parçama bakıp hızlıca kaçtığım zamanlarıma döndüm. yani saçımı yapmak istiyorsam sadece saçıma bakıyorum, sakalıma bakmak istiyorsam sadece sakalıma bakıyorum ve sonra aynanın karşısından defolup hayatın içine karışıyorum.

ama gerçek şu ki aslında hayatın içine karışmıyorum oralarda bi yerde kayboluyor ve tuvaletlerden birinde işedikten sonra elimi yıkamak için lavaboya gittiğimde, kendimle göz göze gelmemek için hızlıca yıkayıp tekrar ortadan kayboluyorum.

evet işte eski ben oyum. yani kendini görmek istemeyen ve bunun farkında olmayan ben.
bunu ise bugün bir daha anladım ve gördümki; kendimden kaçıyorum.

neden kaçtığım hakkında ise hiçbir fikrim yok ama aynada kendime bakınca sanki o ben değilmişim gibi bir his beni alıp götürüyor. 
sahi aynadaki biz, aslında biz miyiz? biz değilsek kim?

fark ettiniz mi?
aslında kendimden, kendimle ilgili yazarken bile kaçıyorum. 
nasıl kaçtığımı fark etmediyseniz söyliyeyim; yazı tekil giderken bi anda çoğula bağlıyorum.
 işte yukarda söylediğim; hayatın, kalabalığın içine karışmak da böyle oluyor.
tuvalette bile kendimle başbaşa kalmamak için hemen kalabağlığın içine kaçıyorum.


23 Kasım 2019

hayatım zaten alt üsttü, ama herkes gibi olmaya karar verdikten sonra iyice içine ettim. şimdi dönüp hayatıma bakıyorum da; bir sığıntıdan öteye gidemedim.
üstelik yine kötü davranılıyor ve ben hiçbir yere kıpırdayamıyorum.

iyi olmak biz zayıflar için kötü. iyi olmayı bırakmalıyız. kendimizin iyiliği için.

20 Kasım 2019

yaşamamın anlamsızlığı üzerine

neden doğduğun, bu hengamenin içinde neden yaşamakta olduğun, tüm seninle ilgili veya ilgisiz olumsuzluklara rağmen neden yaşamaya devam ettiğin üzerine düşündün mü hiç?

bu aralar bunu düşünüyorum ve aslında bi işe yaramayanın teki olmama rağmen neden yaşadığımı sorguluyorum. sahi neden yaşıyoruz, neden dünyaya geldik. gönderildik. doğduk.
tüm bu aşama aşama ilerleyen ve birbirinin devamı niteliğinde olan deneyimleri yaşamamızın amacı ne?
bizim yaşama amacımız ne?
yani tüm bu savaşlar, sikilmeler ve sikmeler yani işte özetle sikişlerin, koşuşturmaların sonrasında ne olacak. sürpriz ne?
ben artık hayat üzerine düşünmekten, sokakta insanlara dalıp gitmekten yoruldum.
ben artık her boku, tüm bu milyonlarca yıllık denilen yaşamı veya işte her ne sikimse onu anlamak istiyorum. çünkü anlamsız anlamsız etrafa bakmaktan yoruldum.

tüm bunları düşünürken başım ağrıyor ve bazen sanırım bunları düşünürken ağlayasım geliyor ama tutuyorum kendimi.

aslında çok boş bi hayatım olduğunu düşündüğüm günlerdeyim. boş ve anlamsız bir hayatı yaşıyorum. yaşıyoruz.
hadi diyelim ben yanılıyorum ve aslında yaşamamızın bi anlamı, yaşamın bir anlamı var.
ama eğer anlamlı ise ben artık çok ama çok sıkıldım ve bu yüzden bi an önce o anlamlı hayatı yaşamaya başlamak istiyorum. artık boş bi işe yaramazın teki olarak yaşamak istemiyorum. sıkıldım bu boş boş yaşamdan.

ve evet, ağladım. gözüme toz kaçmadı.

19 Kasım 2019

gidip değişmiş olarak gelmeler

kafam şu daha önce adını "gerçekliğe bağlanma" olarak koyduğum şeyle beraber sık sık gidip geliyor ve artık bunu alışkanlık hakindeymiş gibi bazen günde bir iki kez yaşamama rağmen o ruh haline alışamadım. yani bu konu özelinde; şu an ne yapıyorum, ne yapmam lazım bilmiyorum. her şeyi algılamam değişti, değişiyor, değişim devam ediyor.
gördüklerim, hissettiklerim ve diğer her şey içiçe geçmiş değil ama bazen tüm bu farklı gerçeklik algım beni dehşete düşürmekten geri kalmıyor. yani özetle; çok korkuyorum.

bu yaşadığım farklı bir bilinç mi, yoksa aslında ne olduğunu bilmediğim için ben mi onu yeni bir bilinç durumu olarak görmeye veya adlandırmaya başladım bilmiyorum. ama bu her ne ise ve adlandırmam yanlışsa bile; bu yeni dünya algım, beni genel olarak insanlar üzerine bu derinlikte düşünmek için geç kaldığımı, artık bu saatten sonra onlara ve dünyaya bu bakış açısıyla bakmam gerektiğini geç fark ettiğimi de düşündürtüyor.

belki aslında dünyaya böyle bakmayı daha erken fark etmeliydim ama işte olan oldu ve yaşım 35'e vardı bile. ama şunu merak etmeden de duramıyorum; acaba tüm insanlar böyle bir bilinç yaşıyorlar mı? yaşadılar mı? yani hepimiz bu farkındalığı yaşıyor muyuz? yaşadınız mı? Bunu çok merak ediyorum. Lütfen yaşadıysanız bana yanıt yazın veya mail atın: hayaterkegi@gmail.com



12 Kasım 2019

ondan kaçma isteği

Hayatım ellerimin arasından kayıp gidiyor ve buna karşılık yaptığım tek şey etrafta gururlu bi şekilde gezinmeye devam etmek. Bundan başka yapacak çok şey var ama ne yazıkki henüz pes etmedim ve bir müddet daha dişlerimi sıkıp tırmanmış olduğum yere tırnaklarımı geçirmiş olarak, o son ana kadar beklemek. Yoksa sabretmek mi demeliydim.
Evet biraz daha sabredip, eski şaşalı görünen beş kuruşluk işlerimden birine kapak atmaya çalışacağım. Sonrasında ise belki hayatımın ellerimin arasından tamamen kaymasını önlemek için ufak bir işe girip, şaşaasız bir işe girip çalışmak olacak.
Sanırım bunu yapıcam. Çünkü o son ana kadar sabredip kafamın içindeki gibi bir işe sahip olmaya çabalayacağım.

Sabretmek falan filan demişken, umarım bu tanımlamalarımdan dolayı beş parasız birine dönüşmüş olduğumu anlamışsınızdır. Yani Canımıniçi'ne kapağı atmış olmaktan başka elimde hiçbir şey yok.

O da sağ olsun bunu her defasında "ben olmasam ne yapacaktın" diyerek suratıma vuruyor ama bu konuda gurur yapmayı bıraktığımdan beri içim rahat. Bu yüzden ona "yıllarca ben sana baktım, şimdi sıra sende. bana bakamayacaksan söyle" diye karşılık verip, sözlerini çıkardığı yere sokuyorum.
Evet ben ona baktım. Üstelik bana ihtiyacı olmamasına rağmen. Üstelik o beni sadece sömürmek için ona bakmamı istemesine rağmen. Çünkü aşıktım ve ona bakmamın, benim için bir tür hediye olduğunu sanıyordum. ama değilmiş.

kiracı bulamadığı bu yarı bodrum katındaki evinin kapısını açıp, bana saray yavrusu bir yuva sunmuş gibi davranmasa iyi.
ve tabii; ikimiz beraber yiyelim diye aldığı 1 ekmeği gösterip yüzlerce defa "ekmek aldım" demese daha da iyi olacak. ama ne yazıkki o, harcamasını karşısındakinin gözünün üstüne bir tuğla gibi vurmaktan başka bir şey yapmayan kaba saba cahil biri ve ben artık ona tamamen alıştığım için onun bu davranışları gözüme batmıyor. hatta bende iplemiyorum.

iplemiyorum dedim ama aslında yalan söyledim. çünkü bazen çok fazla tekrar ettiğinde sert bi şekilde karşılık vermekten kendimi alamıyorum ve bu yüzden analıkızlı ağız dalaşına girmiş oluyoruz. çünkü sabrımı fazla sınamış oluyor ve ben artık kibarlığı bir kenara atmış oluyorum.

sadece bu konuda değil. bir çok konuda kaba saba bir adam ve bu aralar çok fazla kavga etmeye başladık. üstelik hep aynı konularda ve aynı şekilde. sanırım bundan zevk alıyor ve kavgayı erkeklik gösterisinin bir parçası saydığından olsa gerek, aynı şeyi defalarca konuşmaktan yorulmuyor.
üstelik ona, tartışmakta olduğumuzun öncesinde konuyu etraflıca en kibar halimle anlatmış da oluyorum ama onun için fark eden bir şey olmuyor.
tüm bu çabalarımı yok sayıp kabalığa devam ettiğinde ise ben patlıyorum ve bu sefer de; neden bağıtıyorsun, sağırmıyım, neden böyle yapıyorsun, seninle bir şey konuşayamacak mıyız" gibisinden cümleler kuruyor.
sanki az önce hiçbir şey anlatmamışım gibi. sanki az önce konuyu sağlıklı bir şekilde konuşmak için çabalamamışım gibi. bu gibi anlarda çok üzülüyorum ve işte o zaman tüm kızgınlığım tavan yapıp, sesimi olabildiğince yükseltmiş oluyorum.

işte böyle böyle derken, tüm bu davranışlarından sonra ise hatalı benmişim gibi davranıp, beni suçlu hissettirecek kadar iyi davranmaya başlıyor. kafam onunla iyice güzelleşiyor ve işte o zaman, neden böyle yaptığını anlamaya başlıyorum.
çünkü onun evindeyiz ve onun borusunun ötmesi gerekiyordur.
o da borusunu öttürmenin farklı yollarını bulduğu ilk anda borusunu öttürüyor.
ama şu da bi gerçekki, ben sıkılmaya ve gittikçe ondan soğumaya başladım.

11 Kasım 2019

yaşadığım yeni gerçeklik bağlantısı üzerine



Ne yapacağımı bilmiyorum. Neler olduğunu, olacağını bilmiyorum. Kendimi bir girdabın içinde olmasına rağmen, canı sıkılan şempanze gibi hissediyorum ve tüm bunlara rağmen hayat üzerine düşünmekten geri kalamıyorum.

Sahi hayat nedir, ne oluyor, neden oluyor? Ne yapıyoruz, neden yapıyoruz, nasıl yaşıyoruz.
Kafam allak bullak ve düşünmek bazen beni olduğum yere kitleyip, bi anlığına dondurabiliyor.
Evet bildiğin donmak halinden bahsediyorum. O an ne yaptığım, nerde olduğumdan bağımsız bir donma hali.

Geçen bir iş görüşmesinde de bu donma halini yaşadım. Üstelik iş görüşmesindeki kişiler de bunu fark ettiler ve toplantı sonrasında bana "burdaydın ama donup kalmıştın" dediler.
Bende hatırlıyorum o donma anını ama hiçbir şey yapamıyordum. Öyle tüm olanları, olmakta olanı izliyordum. Üstelik bir kaç saniye sürse bile, şahit olanlar ve beni şoke etmişti.

O donma anından sonraki zamanlarda farklı yerlerde, farklı biçimlerde de aynılarını yaşadım ve öyle görünüyorki buna alışmalı, bu donmaları daha kontrollü bi şekilde atlatmalıyım.

3 gün önce yine yaşadım. Yine sol tarafım hafif bir uyuşmaya kapıldı, tüm gördüklerim, görmekte olduğum görsel hareketlilik yavaşladı, insanlar ve çevremi algılamam düştü, esmekte olan havayı iyice hissetmeye başladım ve hareketlerimin de ağırlaştığını düşünüyorum.
O anda karşıdan karşıya geçmekte olduğum için, bunun olacağını bildiğimi ve bu yüzden ışıklarda donup kalmak yerine bi an önce karşıya geçip o donmayı yaşamam gerektiğini de hatırlıyorum. Üstelik korkmadım, sadece alışkın ve zaten gittikçe alışmaya da başladım ve bu yüzden olsa gerekki o an, bunun gelip geçiciliğini de kabullendim. Bu sayede sakinliğimi korurken, gerçekliğe de bağlı kalmaya çabalıyordum.
Tüm bu anlardan sonra ise, bağlantım kopmadı ve bir kaç saniye sonrada yine her şey normal yaşam hızına döndü.

Şimdi artık alışkanlık derecem artmışken, bunun ne olduğunu tam olarak anladığım günlerimin de gelmesini sitiyorum. bir an önce


06 Kasım 2019

Sorunumuz ne dostum?

Evde oturmuş bu satırları yazarken, aslında hayatımın bomboş olduğunu ve dünyaya neden geldiğimizi düşünüyorum?

Sahi neden geldik, neden yaşıyoruz? Üstümüzdeki tüm bu cıvıltılı kıyafetleri, saçımızı kesip taramayı, göğüs uçlarımıza piercing takmayı, şuh bakış atmayı, bunları yazmayı neden icat ettik?
Sorunumuz ne, cevabımız nerde?
Bizden yüzlerce yıl önce yaşayan insanların soruları da aynı mıydı? Yoksa aslında daha mı akıllıca sorular soruyorlardı?

Seks bağımlılığımdan kurtulduğumdan bu yana hayatım düzene girdi. Ya da "düzen hayatıma girdi" mi demeliyim? Doğrusu düzen ne onu da bilmiyorum. Ama belki de demek istediğim şey; kendime daha çok zaman ayırmaya başladığım olsa gerek. birde diğer şeylere. yani seks yapmak dışındaki şeylere daha çok zaman ayırmaya başladım.

seksi bir yaşam amacı olarak görmüştüm. ya da onun gibi bir şey. ama şu bir gerçekti ki; aşk arıyor ayağında yemediğim yarrak, sikmediğim göt kalmadı. 
şimdi dönüp omzumun üstünden geçmişime şöyle havalı havalı bakarken, midem bulanıyor ve kendime yazık ettiğimi düşünmeden edemiyorum. keşke aşk'a inanmasaydım ve etimi "seni seviyorum" diyenlerin önüne atmasaydım.
oysa seni seviyorumlara çok susamıştım ve işte duramadım. kendimi, kendim olarak, içimden gelen olarak sunmaktan geri kalmadım. işimiz bittiğinde ise, kendi kendime öylece kaldım oralarda bi yerde. yani işte yazık etmişliğim hep böyleydi.

şimdi her şey geçti gitti. artık zırlamanın bi anlamı yok. o yüzden önüme bakmalı ve kendimi, birilerinin seni seviyorumlarına ihtiyaç olmayacak şekilde büyütmeye devam etmeliyim.
gerçi daha ne kadar büyüyeceğim onu da bilmiyorum. çünkü yaşım 35'e koşuyorken, büyümek kelimesini kurmak komik duruyor. ya da trajikomik mi demeliyim.

her neyse işte. yaşım, şairin yola çıktığı yaşa gelmişken, her şeye yeniden başladığım bir hayata gözlerimi açmış gibiyim. evet her şeye yeniden başladım. yeniden başlıyorum.
bu hep böyle olur. çünkü kaybedenler ayağa kalkıp yürümek zorundadırlar. düştükleri yerde, hiçbir şey olmamış gibi dikilip üstüne bulaşan tozları silkeleyip köşeyi dönmek için harekete geçmekten başka yapacak bir şeyleri yoktur. kaybedenler bunu iyi bilir. pes etmeyi bilmeyenler bunu iyi bilir. biz tüm pes etmeyi bilmeyenler bu yüzden genç bir bedene sahibizdir.

şimdi bile, bu yaşımda bile genç bedene sahip olmak dedim de, bu sabah aynada yüzüme bakıp, ne zaman yaşlanacağımı sordum kendime. cevap yok. çünkü insan kendisiyle baş başayken başka kimse olmaz orda. öyle tek başına durur ve bakar aynadaki kendine.
oysa bu yaşlarımı düşlediğim zamanlarımda, saçlarıma akların düşmüş olduğunu, yüzümün kırışmışlığını düşünür, bilgece bir görüntüye sahip olacağımı düşleyerek rahatlardım. 
ama olmadı. saçlarımda bir kaç önemsiz ak var, yüzümde ise hiç kırışıklık yok. suratım genç bir pezevengin görüntüsünden farksız. sahi ne zaman yaşlanıp o bilgece görüntüye kavuşacağım?
yoksa ben benjamin bottom muyum?


31 Ekim 2019

2015 yılında aldığım notlardan

20 Eylül 2015 saat 18:53'de şu notu yazmışım:

her şeyi mış gibi yaşamaya başladık
aşıkmış gibi,
kardeşmiş gibi,
anne-baba’ymış gibi.

her şeyi çoktan böyle yaşamaya başladık da, sevgiliymiş gibi yaşamaya kafam basmıyor.

gerçek olmadığını bildiğin bir şeyi nasıl yaşıyorsun, nasıl öyle davranabiliyor ve o halüsinasyona dayanabiliyorsun.

27 Ekim 2019

eksik benlik

sokakta gezinirken veyahut bir köşede oturmuş insanları izlerken ya da daldan kalkan kuşun kanadıyla beraber kendi kendime çırpınırken aklımdan geçen onca şeyi yazmak için niyetlenip buraya girdiğimde hepsini unutuyorum.
oysa gözlerim hâlâ ıslaktır, dişlerim hâlâ birbirine kenetlenmiş halde olduğu için gıcırdıyordur ama işte buraya girince, aklımdaki cümlelerin hepsini unutuyorum. yazamıyorum.

gergin bedenim, yavaş yavaş kendini bırakırken derin bir nefes alıp yeniden odaklanmaya çalışıyorum ama olmuyor. silinen silinmiştir zihnimden ve yarım yamalak bir kaç kelime hiçbir anlama gelmiyor.
caddedeyken aklımdan geçenlerin hiçbirini şimdi hatırlamıyorum. sokakta tek başınalığın verdiği o cümle kurma hevesimin hepsi çoktan kaybolup gitmiştir. ben şimdi cümlesiz olmama rağmen, içimde yanıp tutuşan bir yazma arzusuyla kavruluyorum.
olmuyor. hepsi sokakta kaldı.
orda köşe başında gördüğüm kadının adım atışında, mimiklerinde, göz renginde, üstüne atarcasına giydiği özensiz kıyafetlerinde kaldılar.
cümlelerim karşılaştığım adamın sık sakalında, beyazlaşmış saçlarında, buram buram yoksulluk kokan kıyafetlerinde, kim bilir ne zaman kopmuş olduğu için şimdi yarım kalmış olan işaret parmağında, temiz ayakkabılarında kaldı.

yani hepsi orda kaldılar. ait oldukları yerlerde kaldılar. o an kurulan, orda olan orda kalıyor demekki. sonra oturup o anı hayal ederek yazmak diye bir şey olmuyor.
oysa eskiden olurdu. öyle yapardım. oturur saçma sapan bir şeyi düşünerek onun hakkında uzun uzun yazardım. çoğunu öyle düşünmezdim ama öyle yazmak gelirdi içimden ve yazardım. şimdi ise olmuyor, yazamıyorum. belki de o bir yetenek idi ve ben o yeteneğimi kaybettim.
durum böyle ise bile bunun için üzülmüyorum. sonuçta doğduğumda yoktu ve ben büyüdükçe kendi kendime onu kazandırmıştım ve şimdi ise kayboldu gitti.
bu acıklı değil. bu hakkında üzülecek bir şey değil. hakkında üzüleceğim şey bu değil. hakkında üzüleceğim şey; o adamın yarısı kopmuş işaret parmağından başkası değil. çünkü doğduğunda parmağı vardı, tamdı. öylece önemsiz olarak duruyordu ama bir gün bir şeyler oldu ve yarısı kopup gitti. adam eksildi. adam eksik olarak yaşamına devam etti. ediyor.

bu bedensel eksiklikler hakkında düşünürüm. sakat insanlar hakkında, yüzünde derin bir kazanın izlerinin olduğu insanlar hakkında ve diğer talihsizler hakkında. bunları üzülecek bir durum olarak görürüm. onlar için üzülmeli ve güçlü durmalarına gerek olmadığını göstermeli, hayatlarını eksik olarak yaşayabileceklerini, eksik göründüklerini onlara söylemeliyiz. eksikliklerini saklamamaları için elimizden geleni yapmalıyız. yapmaya başladım.

23 Ekim 2019

deliliğini afişe etme isteği

Son zamanlarda hayatımda bi' sorun yokmuş gibi yaparak, her şey yolunda ve muhteşem bir hayatım varmış gibi bir görüntüyü sokağa yansıtarak yaşamaktan yoruldum.
Oysa hayatımdaki çoğu şey yolunda değil, çoğu bok gibi ve canım çok sıkılıyor. Örneğin; tamamen sıfırı tükettim. Hatta bu dönemimde Canımıniçi ve bir kaç arkadaşım olmasa, sokakta yaşamaya başlayacaktım. Bu iyi bir şey değil.

Örneğin; haftada bir oğlumla konuşmak dışında geleceğine yatırımım yok ve bu durum umrumda bile değil. Ne bileyim işte, bi şekilde yaşıyor ve annesi onun tüm sorumluluğunu aldığından bu yana aslında kafam rahat.
Ama bazen tüm bu rahatlık bile canımı sıkıyor. Çünkü onun aslında babasız büyüyor olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Umarım büyüdüğünde yaşayacağı mutsuzlukların nedeni olarak beni görmez.

Örneğin ailemle ilişkim gittikçe düzeliyor mu, yoksa aslında tamamen kesiliyor mu emin değilim. Ama şundan eminimki, artık aile bağımızdan dolayı kimsenin bana istediği gibi hesap sorma yetkisi olmadığını herkes kabullendi. Kabullenince ise, herkes kendi hayatını kurmaya başladı. Bu da iyi bir şey olmasına rağmen, bu konu hakkında düşündüğüm zaman içimde bir burukluk, bir kırgınlık hissi oluşuyor. Bunun nedeni, bir aile olarak parçalanmış olmamız olabilir. ve aslında parçalayan da benim. bu beni üzüyor, üzüldüğüm için de ayrıca üzülüyorum.

diğer bir konudan daha bahsedecek olursam; düzgün bir işe giremiyorum. düzgün bir iş ne onu da bilmiyorum. bu iş olaylarını çözemedim. düzenli bir işde çalışıyor olduğumu göstermek için sevmediğim yerde, sevmediğim insanlarla çalışmaya devam etmenin düzenli olması da canımı sıkıyor. oysa insan para için bile olsa sevmediği yerde, sevmediği insanlarla vakit geçirmemeli.

Neyse işte; yukarıda yazdıklarım gibi onlarca şey canımı sıkıyor ve durum şu ki; tüm bu yolunda olmamazlık da umrumda değil aslında. Ama neden bu cümleleri yazasım var ve yazdıkça da devam edecek gibi bi ruh haline büründüm bilmiyorum. sadece yazınca biraz daha iyi hissetme umuduyla yazdım. çünkü biliyorum. tüm insanlığın canı sıkılıyor.

Bunların dışında ise, Canımıniçi ile önemli önemsiz hemen hemen her konuda çok fazla kavga etmemize rağmen ayrılamıyoruz ve bu iyi bir şey. Çünkü onunla olan karşılıklı ilişki durumumuz artık sik ve göte dayalı bir ilişki değil, birbirini seven iki insanın, birbirine verdiği değere bağlı hâle geldi.
Evet bu böyle. Üstelik eski halinden tam kurtulmuş olmasa bile, bana karşı olan davranışlarının çoğunda artık yapmacıklık yok ve bu, bana onun beni sevdiğini düşündürtüyor. İçten içe böyle hissediyorum, hissettiriyor. Bende onu sevdiğimi biliyorum ve bunu ona hissettiriyorum. (şimdi yazarken fark ettim; bu aslında iyi bir şey ve belkide şu sıçtığımın hayatını çekebiliyor olmamın nedeni bu olabilir. yani sevdiğimi bilmek ile sevildiğimi bilmek durumu; hayatı, tüm bu keşmekeşliği, bıkkınlığı, sıkılganlığı yapaylığı benim için çekilir kılıyor..)

Tüm bunların toplamında ise; yinede her şeyi siktir edip, huniyi kafama geçirip sokaklarda öylece gezinmek istiyorum.
İşe yarar gibi değil, öyle bomboş biri gibi, işsiz güçsüz hiçbir boka yaramayan ama yinede yaşayıp giden biriymişim sokakları gezmek, yorulduğum zaman olduğum yere oturup, yorgunluğumu atıncaya kadar oturduğum yerde öylece kalmak istiyorum. Sanki sadece hunimle mutlu olabilir mişim gibi hissediyorum. Kimbilir belkide hepimiz bir anda hunilerimizi takıp sokağa çıkmalı ve tüm bu yolunda giden her şeyin aslında yolunda olmadığını birbirimize göstermeliyiz.

Çünkü bu dünya sağlıklı biri olmak ve sağlıklı kalmak için çabalayan sağlıksız insanlarla dolu. Ben onlar gibi değilim.
Ben sizin gibi değilim.
Ben yanınıza gelince sağlıksız olduğunuzu fark etmekten yoruldum.
Ben uzaktan bakınca da sizin sağlıksız olduğunuzu anlamaktan yanayım.
Sağlıksız olduğunuzda, sağlıksız biri olduğunuzu sere serpe göstermenizden yanayım. Çünkü öteki türlü hayatı yaşamaktan yoruldum.
Tüm bu sağlıklı biriymişim gibi görünmek üzere kurgulanmış dayatılan gündelik hayattan yoruldum.

yani sağlıklı değilken, sağlıksız olduğumu göstermekten çekinmeden yaşamak istiyorum. Çok şey değil istediğim, ama biliyorum istediğim gibi, tarif ettiğim gibi yaşayınca da sistemin dışına tamamen itilmekten korunmak için, sanki hiç yorulmamışım gibi yaşamaya devam ediyorum. Oysa bilin istiyorum. Yorulduğumu, yorgunluğumu bilin istiyorum.  Yoruldum, yorgunluğumu saklamaktan, kendi kendime herkes için düşünmekten, herkesten ve her şeyden yoruldum.
Tüm rollerden, tüm sağlıklı görünen insanlardan yoruldum. Beni yoruyorlar. Dünya bu şekliyle bir cehennem ve çekilir gibi değil. Ama çekmekten de kaçmak istemiyorum. İstediğim tek şey, dünyanın beni yorduğunu göstermek. Ama deli ilan edilmeden göstermek. Çok şey değil istediğim. Sadece sağlıklı biri olarak yorulduğumu afişe etmek istiyorum.

21 Ekim 2019

bir şey aramak

16 Ocak 2017, saat 21:49'da not olarak şunu yazmışım "Eski ben ile şimdiki ben’i düşündüm. O sürekli sevilmek isteyen ve etrafta sevmek için birini arayan beni."

Yukarıdaki notu yazmamın üzerinden nerdeyse 3 yıl geçmiş ve çok şükürki, artık sevilme duygum o kadar yoğun değil. Bununla beraber sevme duygumda da düşüş var. Yani özetle; artık, sürekli sevilmek ve sevmek için yanıp tutuşmuyorum. Sönmüş bir volkan gibiyim ve biliyorum ki; asla faaliyete geçmeyeceğim. Çünkü hem kendime, hem hayatına girdiklerime zarar veriyordum.
Tabii en başta kendime zarar verdiğimi söylemeliyim. Sırf kendime zarar vermemek için bile olsa o duygudan kurtulduğum için çok mutluyum.

Bu adsız duygudan kurtulma serüvenim ise kolay olmadı. Canım çok yandı, çok can yaktım.
Ordan oraya savrulmalarım, sürüklenmelerimin ne kadar yorucu olduğunu bi ben bilirim, bi de allah. Bu yolda beni yalnız bırakmayan ve her an yanımda olduğunu, beni hiçbir zaman yalnız bırakmadığını bildiğim allah. Her bokumu biliyor ve yediğim her boku onayladı. Çünkü tüm kararı bana bırakmıştı ve sonra anladımki; aslında o onaylamıyor,  onaylamak yerine bana "bu sadece senin hayatın ve canı yanan da sensin. Ben ise yanında öylece seni izlemekten başka hiçbir şey yapmayarak, savrulduğun yere seninle beraber gelip düşüşlerini, düşüşlerinin ardından yine ayağa kalkmalarını, sonra tekrar düşüşünü, ardından tekrar ayağa kalkmanı izleyip, o sıradaki bakış açını ve kendine isyan ediş tarzını not alıyorum" diyor.

Bunu anladıktan sonra, yani yukarıdaki notu yazdıktan tamda 1 yıl sonraki düşüşümün ardından tekrar ayağa kalkarken "nerde lan bu beni sevecek insan, nerde lan seveceğim insan" diye allah'a kafa tutarken anladımki,  allah çok sabırlı ve ben aslında onu bir insan gibi düşündüğüm için onunla konuşmaya çalışıyordum. oysa allah insan değildi. allah sadece allah'dı. yaratmış ve izlemeye başlamıştı.

böyle düşünmeye başladığım günlerde "allahım içimdeki bu enerjiyi başka bi şekle çevir, ya da tamamen yok et" diye dua etmeye başladım. çünkü etrafta deli gibi dönüp dururken, asıl istediğim şeyin ne olduğunu bilmediğimi kabullendim. kabullendim ve rahatladım. rahatladım ve sakinleştim. aramayı bırakıp, kendi içime çekildim. kendi içime çekilip, kendime zaman ayırmaya başladım. kendime zaman ayırınca da işte böyle sakin ve daha mantıklı birine dönüştüm.
beni mantıklı birine dönüşmem gerektiğine inandırdığın için sana şükürler olsun allahım.

16 Ekim 2019

yorgunum ve bilmediğim bi yere gitmek istiyorum

İnsan yeni bir bilince ulaşınca mı yaşlanıyor, yaşlanınca mı yeni bir bilince ulaşıyor ve tüm bunları siktir et; yeni bir bilince nasıl oluyor da ulaşıyoruz? 
Bu aralar bunları merak ediyorum ve merakım yüzünden kafamın içi, fırtınalı bir havada denize düşmüş kişinin, kocaman dalgaların küçücük bedenin üstüne düşüp durmasına rağmen sakinliğini korumaya çalışırken bi yandan da suyun yüzeyinde kalma çabasından başka bir şey değil. 

Önceki yıl yaşadığım ilk "gerçekliğe bağlanma halim"den bu yana çok şey değişti. Özellikle son 2 aydır bu durumu üst üste o kadar çok yaşamaya başladım ki, bu konuda sakinliğimi yer yer korumayı başardığım için bu duruma karşı bi alışkanlık halim bile peyda oldu diyebilirim. Hatta yer yer bu konu üzerinde düşünmeye başladığım anda "acaba şimdi yine o ruh halini yaşayabilir miyim?" diye içimden geçirirken, gerçekliğe bağlanmaya başlıyorum ve bulunduğum mekândan kopup tüm bedenimi kaplayan ama sol tarafımı daha çok baskı altına alan bi karıncalanma durumu yaşanıyor. Bu karıncalanmayla beraber, artan korku ve neler oluyor hissiyle beraber, bi yandan bilincimi kaybetmemeye odaklanarak, karıncalanmanın yoğun olduğu sol elimi kıpırdatmaya, parmaklarımla bi yerlere dokunmaya çalışıyorum. ama dokunurken hissettiğim şey tam bir dokunma değil ve hatta nasıl bir dokunma olduğunu şu an hatırlamıyorum bile. 
Ama şunu biliyor ve tam olarak hatırlamasamda eminim ki; farklı bir dokunma deneyimi yaşıyorum. Dokunmanın farklı bir hissini yaşıyorum. Yani şu an tuşlara basarken yaşadığım dokunma deneyimi değil, ruhsal ve fiziksel olarak farklı bir dokunma deneyimi.

Tüm bu yaşadığım deneyim her ne ise umarım bi an önce iyice alışır ve kendimce bunu çağırıp gönderirken, ne olduğunu da çözmüş olurum. O güne kadar ise kendimdeki bu şeyi anlamış,  başka insanlarda yaşıyorlarsa, onlar için de anlaşılır bir şey olarak onlarada sunmuş olurum.

------------

Bu belirsiz can sıkıcılıktaki konuyu geçip, herkes gibi akıp giderken yaşadığım hayata dönersek; Canımıniçi ile aynı eve yerleştik ve işte güzel güzel yaşayıp gidiyoruz. Gerçi çok da güzel diyemem, çünkü bazen birbirimize karşı çok kırıcı da olabiliyoruz. 
Bu gerekli mi gerekiz mi önemsiz, ama şu bi gerçekki; o an ne hissediyorsak bunu en yalın haliyle, ilk haliyle hissettiğimiz andaki rahatlıkla dile getiriyoruz. Yani; kemiksiz dillerimizin üzerine gelen halleriyle, yani hiç ama hiç düşünmeden, beynin en ilkel kontrollü haliyle çat diye karşımızdakinin kulaklarına döküveriyoruz. bıçaktan keskin cümlelerimizi.  

Bu bıçaktan keskin cümleleri birbirimize salladıktan sonraki anların bazılarında, her şeyi olduğu gibi bırakıp onu terketmek için yanıp tutuşmaya başlıyorum ve giyinmeye başladığımda beni durduruyor. Tabii bende o gitmek istediği zaman onu durduruyorum.
ve tüm bunlar bazen beni çok yoruyor.

10 Ekim 2019

Hayat bakışım üzerine




Artık eskisi gibi sokaklarda çok fazla vakit geçirmiyorum. Bunun yerine evden dışarı çıkmamaya ve eğer çıkacamsam da, olabildiğince bir uğraş için çıkmış olmaya çalışıyorum.

Böyle davranmamın nedeni kontrollü bir ben yaratmak ve var olan benin üzerine, değerli olan herhangi bir şeyler daha koyabilmek. Yoksa kendimi (bazen)günlerce kapılar ardına kapamamın başka bir anlamı yok.

Bu, uzaktan bakıldığında saçmalık görülen şekilde ve henüz buraya yazmadığım diğer farklı şekillerde davranmalarımın asıl nedeni hayatı anlama uğraşı içine dalmamın ta kendisi.
Çünkü hayata, dünyaya ait olan bir bilincin isteği olmadan gelmiş ve hâlâ yaşıyorsak onu anlamak en büyük görevimiz olmalı. Yoksa neden bu kadar hırpalanmayı kabullenmiş olarak yaşıyoruz ki?
Hiç kimse hayatı anlamış olmadan, hırpalanmayı hak etmiyor. Bilinmiş bir amaç, bir sebep için hırpalanmak, zorluklara göğüs germek... İşte bunlar bana ilham veriyor. Ya da "güç veriyor, güçlü kılıyor" mu demeliyim?

Tüm bu düşünmeler, kendini eve kapatmalar ve evden dışarı boğulmuş olarak atılmalar yorucu olsa bile, en azından hayatı anlamış olarak yaşamaya devam etmek istiyorum. Bunu hak ediyorum.
Böyle bir hayat yaşamayı hak ediyorum. Bu benim hakkım ve hayattan söke sike alacağım.
ve evet anlamadığım bir hayatı yaşamaktansa, en azından anlamaya çalıştığım bir hayatı yaşamayı tercih etmek daha mantıklı ve insanca. Aksi ise pek hayvanca ve evet kesinlikle insanlık dışı bir davranış.


04 Ekim 2019

herşeye rağmen "şükür" üzerine

Şu an içinde olduğum hayata bakıyorum. Durumuma, nerde olduğuma falan işte. Tüm bunlara bakarken gülümsemeden edemiyorum; çünkü hayatımda aldığım risklerden sonra hâlâ düzenli bir hayat kurmuş olmak, düzenli bir hayat kurmuş olmayı başarmış olmak gülünç geliyor.
Geçmişim, geçtiğim yollar, içinden geldiğim durum, her fırsatta beni hırpalayan çevreme rağmen işte ayaktayım ve sanırım önemli olan bundan başkası değil.

Durup tüm o yaşadığım hengamenin beni güçlü kıldığını söylemek ve bu söylemden yola çıkarak, yenilerini de eklemek isterdim ama aslında beni güçlü kılmadılar ve işte bugünkü güçsüzlüğümün nedeni, o gün yaşadığım hengamelerle beraber hırpalanmalarımın bugünkü yansımasından başkası değil.

Hayat zor, hayat herkes için zor. Ama ben zorluğunu görmemeyi tercih etmemeyi seçerek yaşayıp bugüne geldim. Çünkü önümde kocaman bir yol olduğunun bilincindeydim ve açıkçası ya yolda yürüyemiyor olduğumu kabul edip sürünerek de olsa ilerlemeye devam edecektim, ya da ezilmemek için yol kenarına çekilip ölümümü bekleyecektim.

Yaşadıklarım karşısında, güçlü bir inanca sahip olmayan bir müslüman olarak, pes etmemem gerektiğini hep biliyordum ve bu yüzden sürünmeyi kabul ederek, ilerlemeyi seçtim. Çünkü müslümanlık umutsuzluğu yasaklamıştır. Umutsuzluk, allahı red etmekten başkası değildir ve bu yüzden şöyle der; allaha inanıyorsan, asla umutsuzluğa kapılmamalısın.
Bende çocuksu müslümanlığımla her hâlükarda umutsuzluğu red edip sürünerek de olsa yola devam ettim.

Şimdi dönüp baktığımda, sürünmemin karşılığı olarak yol almak yerine, aslında  çoğu zaman sadece yerimden kıpırdamış olsamda, bu kıpırdanmalar bile o gün için aslında kendimi olumlu anlamda kandırmama yaramış ve bende zamanla topladığım gücümle ayağa kalkıp bir kaç adım atmayı başarmışım. Sonra her gün bir adım ata ata, o kirli geçmişimden, kirlerimi alarak kurtulmuşum.

Hâlâ çok ilerleyemediğimi biliyorum. Ama bunu bilmek bile bana farklı bir güçlü olma hissi veriyor.
ve şimdi dönüp geriye bakınca, iyiki her şeye rağmen yoldan çıkmadığıma, kenara çekilmediğime, sürünmeye devam ettiğime şükrediyorum.
Şükürler olsun.

02 Ekim 2019

bir hastalık hali olarak; yanlızlık


Galiba hayatım boyunca yanlızdım. Varlığından şimdi emin olduğum yanlız bırakılma durumumun nedenini bilmiyorum ama bilinçli olarak hep yanlız bırakıldığımı düşünüyorum.
Aslında neden yalnız bırakıldığım üzerine biraz düşünsem, onlarca neden sıralayabilirim. Ama bu konu hakkında pek düşünmekte istemiyorum. Çünkü düşününce canım çok yanıyor ve bende bir kaç gündür fark ettimki; aslında yanlız bırakıldığımı fark etmemek için, kabullenmemek için, kendimi yanlız olmadığıma dair ikna etmek için, kendimi sürekli ama sürekli bir şeylerle meşgul tutup durmuşum.
Üstelik bu yanlız bırakılma durumundan dolayı, oluşan yanlızlıktan kaçma refleksi sadece çocukluğumda gerçekleşmiş olsada, ben büyürken yetişkinliğime de bulaşıp kalıcı bir yanlızlıktan kaçma refleksi haline dönüşüp öylece bende kalmış.
Yani aslında hep kaçmışım ve kaçışım aslında sadece kendimden olmuş. Kendimle başbaşa kalmamak için olmuş.

Yanlız bırakılma dedim ama aslında belkide buna terkedilme demeliyim. Ya da başka bir adı vardır. Bilmiyorum ve bunun üzerine düşünmek istemiyorum. Çünkü düşünmek çok yorucu ve üzücü.
Bu aralar üzülmek istemiyorum.

29 Eylül 2019

hepsi bu

Artık içimde, gördüğüm her erkeğe aşık olmak veya hayatımın aşkıymış gibi onu elde etmek için çırpınırcasına peşinde koşmak yok.
Yani galiba kendimi, doğduğumdan bu yana içimde olan hastalıklı halimden kurtararak sıradan bir insana dönüştürdüm ve bu beni sadece kendisiyle kalmasına rağmen mutlu olmayı bilen biri yaptı.
Belki de hepimiz böyle yaşamalı ve kendi yalnızlığımızla yüzleşmeyi, sadece ama sadece kendimizle baş başa kalmayı, kendimizle vakit geçirmeyi öğrenmeliyiz. İlk zamanlarımız zor olsa bile bunu başarmak imkânsız değil, dediğim gibi sadece zor.

Gördüğüm her erkeğin hayatımın aşkı olduğu algısına ilk olarak ne zaman kapıldım bilmiyorum. Ama şimdi dönüp bakınca, bu takıntıya dönüşen ve gördüğü her erkeğe aşık olmak için fırsat kollayan hasta yönümün, ergenliğimin başlangıcından sonraki 1-2 yıllık süreye dayandığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü öncesinde içimde böylesine büyük ve beni sadece bunun peşinde koşturan bir his yoktu. Bu köle edici güçlü hissin yerine içimde, erkekleri sadece seksi veya karizmatik bulup yanından geçen daha sessiz ve bu beğeniyi normal karşılayan yönüm vardı. Hepsi buydu ve ben bununla mutluydum.

Ama ergenliğimin bitişindeki sıradan günlerden bir gün, amaçsız ve boş hayatıma anlam katmak için, erkeklere aşık olmaya karar verdim ve birazcık daha heyecanlı olsun diye; olayın benim kontrolümden çıkmasına izin verip, yolunu açmak için de elimden geleni yaptım.
İşte tam olarak orda bi yerde de, bu çabam beni aşıp, benden bağımsızlaşıp, beni tamamen ele geçirdi. Üstelik bende başlamasına rağmen, içimde olmasına rağmen onu kontrol etmekte zorlandım. Zamanla ise kontrolü tamamen kaybettim. Artık bir yamyam gibi, erkek bedeniyle yaşayan bir vampir gibi, sadece yakışıklı etiyle doyabilecek bir akbaba gibi ordan oraya dönüp durmaya başladım.

Tüm bu dönüp durmalar arasında, bazen kendime geldiğim olmadı değil. Geldim ve ne haltlar yediğimi görmek için dönüp yerdeki sperm kaplı çıplak bedenlere baktım. Önce onlara, sonra kendime, sonra onlara, sonra yine kendime acıdım.
Kendime her geldiğimde, yaptıklarımı anlatacak beni sabırla dinleyecek kimsem olmadığı için koşup buraya ve başka yerlere yazdım. Hepsi bu.

25 Eylül 2019

neydik ne olduk

Sevginin saf halini bulmak o kadar zorki, insan sadece onunla baş başa kalıncaya kadar, sabırsızlığından dolayı çıktığı arayışta, yolunun kesiştiği kişiler arasında yatmadık beden bırakmıyor.
Ve bu yatmalar insanı o kadar yoruyorki, karşısına doğru biri çıksa bile artık yorgunluğundan dolayı tanımak için ona fırsat bile vermek istemiyor.
İşte bu yüzden olsa gerek, artık "insanın her şeyden önce sabırlı olmayı öğrenmesi lazım. İnsana, her şeyden önce sabırlı olmasının gösterilmesi, öğretilmesi lazım." diye düşünmeye başladım.
Çünkü sabırsız yürekler taşıyor, onunla hayatı yaşıyor ve günün sonunda da sabırsızlığın verdiği yorgunlukla karşımıza çıkan ilk bedene; adeta bunu yapmaya mecburmuşuz gibi sarılıp uyuya kalıyoruz.
Uyanınca ise, yatmanın verdiği pişmanlıkla, belki iyi bir arkadaşı red etmiş olarak kaçıp gidiyoruz.
Bunu o kadar çok tekrar ediyor, tekrar tekrar ediyoruzki; artık yola çıkışımızın amacını bile unutuyor, sanki hayatımız; birilerinin yatak odasını görmek, onunla o yatakta koklaşırken ölmek olduğunu, sanki dünyaya; insanlarla yatmaya gelmişiz gibi düşünerek yaşamaya başlıyoruz.
Hayat bu değil. Hayat salt sevişmekten ibaret değil.
ve evet kötü bir hayata gözlerimizi açmışsak bile, iyi olanı bulmak, güzele ulaşmak için çıktığımız doğru yolda, kendimizi kaybetmemeliyiz.

22 Eylül 2019

saat kaçtı canım

artık dikkatimi toplayıp düzenli sıklıkta sıkıcı yazılar yazamıyorum. o gereksiz sıkıcı uzun yazılar yerine, öylecesine geçiştirdiğim iki cümlelik notlar şeklinde güncellemeri buraya atıp çıkıyorum. oysa eskiden ne de güzel destanlar yazardım. sonu gelmek bilmeyen yazıları zevkten kudurarak yazardım. yaşamadığım şeyleri önce kafamda kurgular sonra yazarken kurgular, baktım olmuyor bu seferde farklı zamanlarda, farklı şekillerde yani nerdeyse onlarca kez yazıp yayınlardım ve üstelik bu aptallığımdan büyük bi zevk alırdım.
şimdi artık zevk almadığım için yazasım da gelmiyor. kendimi zorlayınca ise bok gibi bir şeyler oluyor.
bok dedim de, durun bok hakkında yazayım;
sıçmak çok kötü değil mi ya?
34 yaşına geldim ve hâlâ bokumu yaptıktan sonra götüme su tutup yıkarken midem bulanıyor. çok iğrenç değl miyiz? yani düşünsenize uzaya giden bir insanlık seviyesindeyiz ama yinede bokumuzu yapıp, sonrada götümüzü elimizle temizliyoruz. bu konuya acil bi çare buluna.

sümük hakkında şikayetim yok. ona alıştım. artık midem bulanmıyor. ama yiyenlere alışamadım. alışmayacağım. alıştıramayacaklar.

bak yine sıkıldım ve düzenli bir yazı yazmaktansa şu an aklımdan geçenleri, yazasım geliyor. aklımdan saniyede binmilyonlarca düşünce geçerken yazmak istediğimi ise çoktan unutmuş oluyorum ve işte böylece kalıyorum.

şu an televizyonun sesini açıp, üst kattakilerin çıkardığı gürültüyü bastırmaya çalışıyorum. tabii artık bunu her akşam geç saatlere kadar yapmaya devam edeceğimi de söylemeliyim. çünkü komşularıma karşı olan tüm sabrım tükendi ve onlara gösterdiğim kibarlığı son zerresine kadar kullanıp tükettiler.

sanki üst katta 2019 yılında yaşamakta olan komşularım yokta, bunun yerine bir ahıra kapatılmış mağara insanları var gibi sürekli gürültü yapıyorlar, kendi aralarında bağıra çağıra konuşuyorlar, evde yürürken toynaklarında nal varmış gibi ses çıkararak yürüyorlar, sürekli ellerinden bir şey düşürüyorlar ve buna benzer daha nice şey.
bu yüzden sıkıldım ve artık herhangi bir müzik kanalını açıp yüksek sesle boş beleş pop müzik klipleri dinliyor ve izliyorum.

şu an üst katımdaki canım olmayan komşularım gürültü yaparken, benim evde de müzik son ses açık ve ben bu satırları yazıyorum. bu mücadelem onların gelip bana "müziğinden rahatsız oluyoruz" deyinceye kadar devam edecek. kapıya geldiklerinde hiç uzatmadan anında "özür dileyerek" koşup içerdeki müziğin sesini kısacağım ve böylece zaten onlar buraya gelinceye kadar kafalarında kurdukları "kavga edip, şunun ağzının payını yumruklarımızda verelim" diye düşünmüş olarak geldikleri için onları ters köşe yapmış olarak üst kata götdermiş olacağım.
çünkü insanlıktan nasip alamamışlara böyle yaparak ders verip, bir şeyleri fark ettirebilirisiniz. bu yöntem işe yaramazsa, başka bi yol bulacağım ama şimdilik bu yöntemden dönmek yok. bu strateji hep işime yaramıştır. her zaman her yerde işime yaradı. bazen bir şeyi uzun uzun anlatmaktan, bir şeyin anlaşıması için çabalamaktan böyle davranmak daha iyi ve kısa yol olur. ya da benim kısa yolum. çünkü hep işe yaradı. işe yaramayacağı güne kadar böyle devam edeceğim.

aklıma yeni konu gelmiyor ve ben işte böyle uzatıyorum.

günlerden cuma ve saat şu an 22:51
bu gecelik bu kadar yeter. her şeyin biteceğini bile bile bu çırpınmamız, bu yaşama uğraşımız neden. biraz bunun üzerine düşünüp, kendime ve diğer şeylere canımı sıkacağım.  çünkü bu can benim canım. canım canım canım.
"canım canım canım" ard arda okuduğunuzda içinizde bir sevme hissi belirdi mi?
bende belirdi. canım canım canım, canım canım canım.

20 Eylül 2019

adem havva ve ne bileyim işte

Üst katımızda bir hara olmadığından eminim ama çıkan seslerden dolayı gizli bir hara olmadığını da söyleyemem. Belki de gerçekten bir hara vardır ve hiçkimsenin henüz haberi yoktur. Yoksa bu kadar koşuşturmanın insana ait olduğunu söylemek için, üst katta oturanların koşuşturmalarına şahit olmak gerekir. Ben şahit değilim. Çünkü onlar üst katımda oturuyorlar ve ben başka hangi canlıların yaşadığını henüz bilmiyorum.
Umarım gerçekten bir hara vardır ve bu koşuşturmalar sadece atlara aittir.

Eve yerleştik iyice ve geçtiğimiz hafta internetten ikinci el bir yatak odası takımı da aldık. Kocaman çift kişilik yatağı temizledim, getirip salonun ortasına kurdum. Artık salonda yatıp kalkacağız. Çünkü üst katta hara varken, alt katta yatağın yatak odasında olması gerektiğini kimse bana söyleyemez. Hem yatak için yatak odası yapmak da ayrı bi saçmalık. Yatak için, yatak odası. Garip deği mi? Yoksa bir tek bana mı garip geliyor.

Yatak tamamken, küçük komidinler sağında soluna yerleştirilmişken, şifonyer diğer boş odada pencereye dönük öylece bir sanat eseri gibi tek başına beklerken, 4 kapılı koca gardropda kurulmayı ve gardropluk görevini yerine getirmeyi dört gözle bekliyor. Elbiseler girecek bir gardroba hasret kalmışken, dolabı henüz kurmamış olmak, onlara büyükbir işkenceden başka bir şey değil. Zavallı elbiseler, küf kokusuyla iyice hem hal olan tekstil ürünleri.

Adem'le Havvanın, cennetten kovulduktan sonra içgüdüsel olarak pipi ve kukularını örtmek için ilk hareket ettikleri andan bu yana çok şey değişti ve artık yapraklar yerini, binlerce liraya mal olacak ürünlere bıraktı. Ama benim için henüz çok da anlamlı değiller. Çünkü cennette çıplak yaşarken, dünyada giyinmek çok aptalca.
Dur yazı nereye gidiyorsun dur.
Neyse durduracağım kendimi ve yazıyı burda bırakacağım.

17 Eylül 2019

aynı anda sevme ve sevilme hali



Canımıniçi'yle artık birbirimizi seviyoruz. 
Ve üstelik bu sevme, karşılıklı olan türden. Yani aynı anda ve zamanda birbirimizi seviyoruz.
Severek öpüşmenin, severek dokunmanı, bakışmanın ve severek sikmenin nasıl bir his olduğunu uzun zamandır unutmuştum. Sadece severek değil, tüm bunların sevilerek nasıl yapıldığı, ne hissettirdiğini de unutmuştum, şimdi hepsini tek tek hatırlamaya başladım.
Tabii en güzeli de, sevme ve sevilme hallerinin aynı anda gerçekleşiyor olması. Bundan daha güzelinin olduğunu sanmıyorum ve olduğundan şüphelenmiyorum bile. Şu an çok mutluyum ve mutluluğumun sonsuza kadar sürmesini istiyorum. Sürdür ya rab.


12 Eylül 2019

kendi içine dalıp çıkmak

3 yıl önce her şeyden sıkılmıştım. Hayatım, yani bana ait olan yaşam, yani; her gün yeniden kalkıp yemeye başladığım saatler falan hepsi istediğim gibiydi. Ama içinde beni rahatsız eden bir şeyler olduğunun da farkındaydım. Bazen durup, beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu düşündüğüm olmuyor değildi. Fakat buna rağmen bulamıyor, bulamadığım için de, içimden "belkide sırf canım sıkılsın diye böyle davrandığımı, böyle hissettiğimi" düşünüp bu rahatsızlığımı boş veriyordum.

Beni sıkan şeyin ne olduğunu bilmiyordum, lakin işte bir şeyler vardı ve ben bunun ne olduğunu anlayamadığım için boş verip, günler boyunca ordan oraya dönüp dururdum.
Günler, beni derinden küçük küçük tırmalayan rahatsızlığımsı şeyle beraber hızla akıp giderken, ben de hâlâ, her defasında başka bir koyunda, her defasında başka biri koynumda olduğu için eğlendiğimi sanmaya çalışarak tüm boşvermişliğimle aşk adında bir bahaneye sığınıp yeni bir koyna, ya da yeni birini koynuma alıp günlerime devam ediyordum.

Sonra işte sıkıldım her şeyden, istanbul'dan, kendimden, etrafımdan, işlerden güçlerden, herkesin bitmek bilmeyen o koşuşturmacasından.
Belki de aslında her şeyden değil, sadece kendimden ve aşk adındaki arayışları bahane ederek girdiğim koyunlardan ve koynuma aldıklarımdan sıkılmıştım. Ama işte gerçek sebep her ne idiyse, içinde sıkılmışlık vardı ve beni çok sıkıyordu.

Sıkılmaktan çok ama çok sıkıldığım sıralarda Kıbrıs'da tam burslu yüksek okul kazanınca hemen toparlanıp yola çıktım. Çünkü burdaki her şeyden kaçmalı, herkesi ve kendimi geride bırakarak Kıbrıs'a kapaklanmalıydım.
Öyle oldu ve kapaklandım. İlk bir kaç hafta İstanbul'daki gibi bir hayat yaşamaya çalıştım ama baktımki aslında zaten kaçtığım şey bu yaşantımdı. Bunu fark ettiğimde biraz durgunlaştım. Durgunlaşmamı kaldıramayınca kudurganlaştım. Kudurganlığın beni iyice yorduğunu anlayınca ise etrafı tutulmuş akarsu gibi durağanlaştım.
Bir müddet bu durağanlığımı korumaya çalıştım ama olmadı. Çünkü etrafım taze etle sarılıydı ve ben uzak kalmak istesem bile onlar beni kendilerine, kendilerini bana çekiyorlardı.
İşte bu yüzden böyle de olmazdı.
Bunun üzerine bende oturup içime kapandım, allah'a beni şu boş erkek düşkünlüğümden kurtarması, eğer kurtarmayacaksa da en azından içimdeki enerjiyi başka bir yöne boşaltması için yalvarmaya başladım. Her gün aklıma geldikçe ona yalvardım.

Sonuçta yalvarmak insanın imanı derecesince içinde olan bir şeydir ve insan görünür, görünmez kalabalığın içinde olsa bile ağzını kapatıp sessiz bir şekilde içinden allah'a yalvarmaya devam edebilirdi.
allah'a yalvarmanın en güzel hâli de budur. Herkes öylece sana bakar, sen ise kendi kendine bakarsın. Nerde olduğunu, o an ne yaptığını, neden orda olduğunu, şimdiye kadar neler yaptığını ve kendinle ilgili önemli olduğunu düşündüğün önemsiz her şeyi düşünür düşünür düşünürsün.
düşünceler arasında kaybolup gittiğin her anın sonunda, biraz daha kendine gelip, imanın kadar yalvarırsın.

Yalvarmak, insanın güçlü olmasına rağmen aslında kendinden daha büyük ve asla yenilmeyecek bir güç karşısında her zaman zayıf olduğunu kabullenmesidir. Kendisinin gerçekte bir gücünün olmadığını ve bu bilinçten dolayı, daima kendisinin karşısındaki o güce muhtaç olduğunu, ruhsal anlamda elinden tutanının olması gerektiğinin bilincinde olmasıdır. Yalvarmak insanın kendini sevmeye başlaması demektir. Yalvarmak insanın güçsüz olduğunu kabullenip, nefes alan herkesin de güçsüz olduğunun farkına varmasıdır.

Yalvarmak şifaya davettir. Ben de yalvarmalarımın sonucu olarak şifamı buldum ve durağanlaştım. Şimdi İstanbul'a gelmişken, Kıbrıs'da yalvara yakara kavuştuğum durağanlığım devam ediyor ve doğrusu bu durum bazen korkutsada bitmesini istemiyorum. Çünkü özellikle burda şunu fark ettim ki; aslında durağanlığım sayesinde hayata daha farklı bakmaya başladım. Daha derin düşünmeye başladım. Üstelik derin düşüncelere dalmalarım günün farklı saatlerinde aniden kendiliğinden oluyor ve bu bazen beni korkutsada, hoşuma gittiğini de söylemeliyim.
Tabii bu derinliğin gittikçe daha fazla derinleşmeye başladığının da farkındayım. Tüm bu yeni derinlik ve düşünce şekli, biraz korkutmuyor değil. Fakat eski delilik karışımı durmayan harekettense, kendime zaman ayırıp dünya, hayat, insanlar, hayvanlar ve genel olarak yaşam üzerine düşündüğüm şimdiki durağanlığı tercih ederim. Bu durağanlık, etrafı kapatılan bir akıntının gidecek başka bir yeri olmadığı için, kendi alanı içinde bulduğu başka bir durağanlık.
Durağanlığın, güzel bir doğurganlık getirmesi duasıyla bu yazıyı da sona erdireyim.


06 Eylül 2019

zor ev

Öylece oturmuş ekrana bakınıyorum. Az önce kitap okumaya ara verip, film aradım ama ilgimi hak edecek bir şey bulamayınca koltuğa gömülüp bu satırları yazmaya karar verdim.
Koltuğa gömülmekten de anlaşılacağı gibi evdeyim.
Yıllar önce canımıniçi'ne, alınterini sürekli bankaya faize yatırmak yerine, fiyatı, krediye uygun pahalı beton yığması evlerin yarı fiyatı olan şu kenar mahallenin en kenarındaki evi almaya ikna ettiğim evdeyim.
Ev güzel mi değil mi umrumda değil. Sonuçta başımı sokacak bi yere ihtiyacım vardı ve işte ev bu ihtiyacımı fazlasıyla karşılıyor. Zaten şanslımızın bile en sonunda 2 metre uzunluğunda, 60 cm genişliğinde 30 cm yüksekliğinde bir yere gireceğimizi biliyorken, şimdilik nerde yaşadığımızın ne önemi var ki?
Özellikle de bu kadar sert bir parasızlık içindeyken.

Tamam parasızlığı çok dert eden biri değilim ve parasızlıktan dolayı formunu sonsuza kadar koruyacak biriyim ama bu yine de çok önemli değil. Çünkü yiyen yemeyen herkes ölüyor ve ardında sadece koca bir HİÇ bırakıyor.
Ardımızda koca bir hiç bırakacaksak, bu kadar hırslı bir yaşam sürüp bir şeylere sahip olmamızın ne anlamı var ki? HİÇ.

Bugünlerde böyle düşünürken, bi yandan da Canımıniçi'ne yapışıp kalmış bi asalak gibi yaşamamak için, iş de arıyorum. Yani karnımı doyursun yeter babında işlere bakıyorum.
Gidip geldiğim bir kaç görüşmem oldu ama henüz TIK yok.
Zaten başvurduğum işler, geçtiğimiz yıllarda şu mantar gibi her yerde aniden biten sosyal medya ajanslarından ibaret. Başka da işe bakmadım.
Onların dönemi de bitmek üzere. Yıllarca iş yapıyor gibi görünerek piyasanın kanını emdiler ama ne yazıkki artık zamanlarının bittiğini kabullendiler.
Yazık, yıllarca durmadan şişirdikleri balonun söndükten sonraki inik halinin üflenmemiş sik gibi olduğunu geç fark ettikler, geç kabullendiler. Şimdi ellerinde kalanı ne yapacaklarını düşünmekten, kafayı yiyorlar ve ortalığı "piyasa kötü" diye ayağa kaldırmaya çalışıyorlar.
Oysa hayır piyasa o kadar da kötü değil. Çünkü piyasa zaten böyleydi, siz hak etmediğiniz paraları toplayıp yiyordunuz ve şimdi maymun götünü açmışken size zırnık koklatmıyor diye piyasanın kötü olduğuna dair bir şeyler saçmalamaya başladınız.

Piyasa kötü değil. Piyasa hep böyleydi. Ben çocukluğumdan bu yana, piyasanın kötü olduğunu ve her yıl "piyasa bu yıl çok daha kötü" cümlesinin adeta ara verilmeden kulağıma söyleniryormuşcasına  tekrarlandığı haliyle büyüdüm. Yani piyasa; ya piyasa hep kötüydü, ya da patronlar her zaman açtı.
Piyasaya inanmıyorum. İnsanlara da.

Tabii bunları söylerken karnım yok, üstüm örtük, başımı ev adında bir yere sokmuş durumdayım. Belki canımıniçi'nin evinde olmasam, bu cümleleri kurmazdım.

Yukardaki cümleleri kurmayı bitirdiğim anda düşündüm de; ne kadar zorluk içinde kalırsam kalayım, yine de bi çıkış yolunu, yolumu bulurdum. Çünkü söylenmeyi ve ağlamayı sevmiyorum. Söylenmek, ağlamak yerine kalkıp bir şeyler yapmaya çabalarım ve sonunda yine güzel mi güzel bi yolumu bulur, hayatıma kimseye el açmadan devam ederdim.
Şimdiye kadar hep böyle yaptım. Çünkü ben zorluklar içinde büyüdüm, zorluklara karşı bağışıklığım var.  ve biliyorum ki; bi zorlukla karşılaşmadığımda, sanki bi terslik varmış gibi hissederim. Çünkü hiç rahat yüzü görmedim. Hep bir huzursuzluk hakimdi hayatıma, hep bir koşuşturmaca vardı etrafımda.


03 Eylül 2019

değişik

saat gecenin bi yarısı ve işte uyanığım. zaten bu ara uyuyamama sorunum çıktı. neden uyuyamadığımı da bilmiyorum. bilsem belki uyurdum.

yalnızım ve bu bedensel olmak dışında bir yalnızlık değil. yapayalnızım.

hayatıma bakıyorum, kendime, nerden gelip nereye gittiğime, başıma gelenlere, başına geldiklerime, diğer ıvır zıvır her şeye bakıyorum da bakıyorum. bakmak dediğim de düşünmekten ibaret.
düşünmek de bir tür bakmak mıdır acaba?

saat şu an 02:10 ve ucuz kahvemden bi fincan yapıp, onu da karşıma almış bi şekilde bu satırları yazıyorum.

canımıniçi'yle kavgalı olduğumuz için iki gündür eve gelmiyor. tabii gelmiyor diye bu; kavga etmiyoruz anlamına gelmez. çünkü whatsapp denilen meret var ve sağ olsun, onun sayesinde kavgalarımıza hiç ara vermeden devam edebiliyoruz.

salak adam, yaşı 40'a çıktı ve hâlâ çocukluk zamanlarındaki travmalarının izi olarak kalan kızgınlığından kurtulamadı. oysa yaş 40 olunca bu tür kızgınlıktan kurtulmak lazımdır. yoksa başa bela olur ve insanı çekilmez kılar. ben artık çekemiyorum.
keşke kurtulsa ve artık rahat etsek.
nasıl kurtulacağını defalarca söyledim ama beni dinlemiyor. gösterdiğim sessiz sakin yollara da hep arkasını dönüyor. oysa beni dinlese. beni bir kez dinlese ikimizde rahatlayıp uykuya teslim olacağız. ama dinlemiyor.

blogu aslında ağlamak için açtım. güya ne kadar yalnız olduğumu, yapayalnız olduğumu falan anlatacaktım ama yazasım kaçtı. onun yerine işte böyle şeyler yazacağım. ya da bakalım daha başka neler yazacağım.

Türkiyeye döndüm döneli eski tanıdıklara yazmaya başladım. bir kaçıyla görüşmeye başladık, bir kaçıyla görüştük geçtik gittik, bir kaçıyla plan yaptık, önümüzdeki günlerde buluşacağız. bir kaçıyla bir kaçıyla bir kaçıyla

hayat çok garip değil mi?
her şeyin boş olduğunu bile bile yaşamak çok tuhaf. neden kendimizi öldürmüyoruz anlamış değilim.
allah varsa bir an önce onunla tanışmalıyız. yoksa da zaten yoktur..
bu satırları yazarken düşündüm de; bence olmaması çok kötü :(
iyiki allah var ve yaşamak için bahanemiz oluyor.

bence yeteri kadar inançlı olsaydık intihar ederdik.
hepimiz. tek tek.
oysa inançlı değiliz ve bu yüzden intihar etmiyoruz. çünkü intihar edince yapacak bir şey kalmıyor....
ben niye böyle şeyler yazıyorum.
keşke eskisi gibi seks maceralarımı yazabilsem.
gerçi seks de yapmıyorum ki yazayım.
bıraktım o eski huyumu. o sırf kendimden kaçmak için başkasının kucağına atlamayı. iyi oldu. iyi geldi bana.
hem aids'den ölmeyeceğim de garantileşti.

artık düzenli yazmak istemiyorum. yani giriş, gelişme ve sonuçları olan yazı türlerinden gittikçe uzaklaşıp işte böyle daldan dala atlamalı kendi tarzımı oluşturacağım. belki de insanlar ilk yazmaya başladıklarında böyle yazıyorlardı ve sonra biri çıkıp "hayır böyle yazamazsınız! önce giriş, sonra gelişme ve son olarak sonuç'tan bahsetmelisiniz" diyerek herkesi hizaya getirdi.
ne saçma.

bugün küçük yavru bi kediye süt verdim. piç sütü içtikten sonra pencereden atladı gitti.

param yok diye niye üzülmüyorum.
derdim ne benim.
allahım beni niye değişik yarattın?
şu son cümleyi yazarken en büyük abim aklıma geldi. ergenliğimde, yani daha onunla yaşarken. ona göre yanlış bir şey yaptığım için bana kızdığında, tokat atmadan önce yüzüme tükürüp "ben ne yapıyım, allah seni değişik yaratmış" derdi.
sanırım ibne demek istiyordu. ya da buna benzemeyen başka bir şey. ama değişik olduğumdan emindi ve bu değişiği yaratan da allahtı.
allahım beni değişik yarattığın için sana şükürler olsun :)