-->

26 Mayıs 2019

iyinin kötüye dönüşmesi üzerine

İnsan yeterince büyüdüğünde değiştiğini de görebiliyormuş ve üstelik değişimini kendisi isteyerek tetikliyormuş.
ve değişirken; değişmeye olan inancı kadar da acı çekiyormuş. 

Şu önemsemediğim ve aslında başlangıç olarak sadece farklı bir macera, yeni bir deneyim olsun diye içine gözü kapalı daldığım okul hayatı sayesinde değiştim. Hem de çok. 
Üstelik bu değişimimin tümü için "iyi" veya "doğru bir değişim" diyemem. Çünkü tümü iyi ve doğru bir değişim değil. 
Kötüye doğru da değiştim ve son zamanlarda; gittikçe, daha da kötü birine dönüşmeye başladığımı düşünmekten kendimi alamıyorum. 
Kendimi alamasamda kötülük yapmaya devam ediyor, elime geçen fırsatları değerlendirmekten bir an bile geri kalmıyorum. Bunun nedeni; kötülük yapmayı sevmiş olmam olabilir. 

Kötülük yapmayı sevmiş olma olasılığıma rağmen, vicdanım bazen sızım sızım sızlayıp sesini çok çıkarmaya başlayıp beni bastırmayı başarsa da, onu "sus, çünkü kötülüklerimin nedeni iyi niyetli olmamdan ve daha az çatışma yaşanmasını sağlama çabasından başka bir şey değil. Üstelik bak neler olduğunu sen de gördün! insanlar kağıt üzerindeki gibi yaşamıyor, davranmıyor ve her şey kağıtlarla ispat edilemiyor. bazen ispatlanamayan yanlışlar ve kötülükler de var ve bunlar karşısında susmak, haksızlığın yayılmasına neden olmaktan başka bir şey değil. güçsüz olan haklı da, haksız güçlü'nün karşısında adaleti sağlamanın yollarını araştırmalı, gücü nispetince adaletin yerini bulması için elinden geleni yapmalı " diyerek susturuyorum.

Böyle diyerek onu sustuyorum ama doğrusu şu ki, vicdanım sussa bile aklım konuşmaya ve fikir yürütmeye devam ediyor. Yani; içim bir cehennem yeri, ateşe attığım tüm iyi niyetli düşüncelerim çığlık çığlığalar. 

Günümün çoğu; kafamda yanmakta doğru düşünceler, dışında ise hâlâ yaptıklarımın kötü olup olmadığını tartışan sesler eşliğinde akıp gidiyor. 
Yani kendi kendime olan tartışmalarımdan dolayı; bazen vicdanım, bazen aklım üste çıkıyor. Ama hangisi üste çıkarsa çıksın, hangisi diğerini bastırmış olursa olsun, ben yaptığımın iyi veya kötü olduğundan emin değilim. Ne olduğunu bilmiyorum, ama hareketsiz kalmanın bana ve diğer insanlara zarar vermeye devam ettiğinin de farkındayım. Bu yüzden hareketsiz kalmaktansa, içimde yaşanan onca tartışmanın sonrasında bir karara varıp eyleme geçiyorum.

Eylemlerim sonucunda iyi mi, kötü mü oluyorum bilmiyorum ama şu an yazarken şu fikre kapıldım; sonuçta eylemlerim nedeniyle birileri zarar görüyor ve bu görülen zarardan dolayı, kötülüğü yarattığımı düşünüyorum.
Hem zaten kötülük bu değilse, yani eylemlerimizden dolayı biri zarar gördüğü için buna kötülük demiyorsak, kötülük daha başka ne olabilir ki?
Evet kötüyüz ve haklı nedenlerimizin olması, bizi kötülükten ayrı koyamaz. 

Kötülüğü devam ettirme nedenlerimiz haklılığımız olsa da, bizim iyilikten ve iyi biri olmaktan çok uzaklaştığımız gerçeği de her sabah aynada, gün içinde ise çektiğimiz selfielerimizde gözlerimizin içine bakmaktan geri kalmıyor. 
Tüm bunların sonunda şundan tekrar emin oldum ki; kimse kötü veya iyi biri olarak doğmuyor. Kötü olmayı da, iyi olmayı da biz seçiyoruz ve eylemlerimizin sahibi olduğumuz için; iyi veya kötü biri oluyoruz. 
Şimdi bunca zırvalamadan sonra son zamanlarda yaptığım kötülüklerden birinden ve zamanım kalırsa diğerinden, kendimce nedenleriyle birlikte kısaca bahsetmek istiyorum:

Sınıfta bi çocuk herkesin parasını bi şekilde alıyordu ve üstelik sadece sınıftaki insanların değil, okuldaki bi kaç kişinin de parasını dolaylı olarak alıp, onları yüzüstü bırakmıştı. Benim hakkımda da olur olmadık şeyleri söyleyip, arkamdan bi kaç sağlam dedikodu yaymaktan da geri kalmamıştı. (para karşılığı seks yaptığım gibi)Tabii belki hafife alınabilecek küfür ve hakaretler de cabası.

Bir kaç sefer gidip medenice; aramızda tatsızlık yaşanmaması ve bu konuşulanların unutulması için konuştum. Ama dinlemedi. Bende bu yüzden; iletişim kurmamamız ve benimle uzaktan yakından bir cümle kurmaması, benden olabildiğince uzak durmasını söyledim ve gayet medeni bir insan gibi yola geleceğini düşünerek konuşmamızı noktaladım. O ise; önce beni dövmekle tehdit etti, sonrada siktir çekti. 
Dövme tehditi esnasında küçük bi şok yaşamadım değil. Yaşça benden küçük, ama bedensel olarak baya iri yapılıydı ve eğer dövseydi gerçekten çok sağlam bi şekilde dövebilirdi. 
Onun beni güzelce pataklaması sırasında, ona iki yumruk sallamak dışında başka hiçbir şansım yoktu ve bunlar yanıma kâr kaldığında, ağzım ve burnum çoktan yer değiştirmiş olurdu. Bunu göze alamadım, çektiği siktirle karşısından defolup gittim.

Aradan bir kaç ay geçip tekrar benim hakkımda dedikodu ve hakaretler edince ve üstelik küfürlerinden birine ben şahit olunca ise hiçbir şey yapamayacağımı bildiğim için, hakaretlerini duymazlıktan gelerek ordan sessizce uzaklaştım.
Bunu yapmaktan başka çarem yoktu, çünkü hem suçlu, hem güçlüydü. Zaten günümüz kabul edilmemiş ama herkes tarafından sessizlikle karşılanan ahlak anlayışı da onu haklı görüyordu. Gidip yasal veya ahlaki olarak hakkımı arasam komik duruma düşecektim. 
Durumu anlattığım insanlar da bana "kulağını tıka, duymazlıktan gel" demekten başka bir şey söylemiyorlardı. Çünkü onlar hayatları boyunca karşılarına, hakkını arayan biri çıktığında böyle söylemişlerdi. Çünkü büyük ihtimalle onlara da böyle söylenmişti. Yani devam edip gelen bir ahlaksız alt kültür anlayışı vardı ve sadece sözlerle kulağa dökülerek nesilden nesile aktarılıyordu.

Bu en büyük ahlaksızlıktı. Çünkü yazılı ve görülen her şey ahlak üzerineydi, herkes ahlaklı yaşıyordu ama aslında ahlaksızlık üzerine bir hayat kurulmuş, insanlar yazılı ahlak kurallarına göre değil, yazılı olmayan ahlaksızlık kurallarına göre yaşıyorlardı. 

Ahlak üzerine, iyilik üzerine yazılanlar ise raflarda yerini alıp, kalabalıklara hitap edildiği zaman raflardan indirilecek boş cümle topluluğundan başka bir şey değildi. onlar sadece insanın kendinin ne kadar iyi biri olduğunu anlatacağı zaman raflardan indiriliyordu. Bunu çok geç anlamıştım ve hayat yolunun yarısını aşmıştım bile.

Bu süreçte insanlar birer bencil korkağa dönüşmüşlerdi. ve işte bende yavaş yavaş onlara dönüşüyordum.  dönüşmek zorunda olduğumu henüz anlamıştım. çünkü yalnızlıktan ve herkese doğruyu söyleyip onları bu doğruluk takıntım yüzümden kendimden uzaklaştırarak haksızlıkların devam etmesine neden oluyordum. Bunu şimdi fark etmiştim. Biraz geç olmuştu. Çünkü yolun yarısını çoktan aşmıştım. 
Yaşım artık iyice geçmek üzereydi ve ben hayatı, iyi biri olmaya çabalamak, iyi biri olarak kalmayı başarmaktan ibaret sanıyorum. ama şimdi fark etmiştim ki; iyi biri olmak ve iyi biri olmaya çabalamak, kendini küçük bir tanrı olarak görmekten başka bir şey değildi. 
Zaten kalabalığın içine girip, kötülere bakarak içindeki en derin noktada "ben iyi briyim ve siz kötülerden üstünüm" demek kibirden başka bir şey değilse neydi? Kibirli iyiliktense, adil bir kötülükten yana olmanın zamanı gelmiş geçiyordu. Yani; kendim için yalnız bile olsa, artık bir şeylerin değişmesinin zamanı gelmişti. 

Toplumu suçlamanın ve suçlayıp durmanın kimseye bir yararı yoktu. Toplum hep böyleydi. Sürekli olarak kulaklarını tıkadığı için sağırlaşıp kalmıştı. ve bence toplum için gerçek kokuşmuşluk, işte o zaman başlıyordu. Yani kulağını tıkayıp yoluna devam etmek, ahlaksızlığın kaynağından başka bir şey değildi. 

Böyle düşünmeye başladığım günlerde, topluma tekrar uymamaya ve kendimce doğru olanı, iyi bir insan olarak kalmayı kararlaştırarak bana yapılan ama yapılmasına rağmen görünmeyen haksızlığın kaynağına gidip konuştum; olayın yanlışlığını, yaptığının ahlak dışı olarak tanımlandığını ve bunu yapmaması gerektiğini anlatmaya çalıştım, haksızlığını yüzüne vurursam belki titreyip kendine gelir dedim ama olmadı. Üstelik bunun tersine, kendisinin hak yiyen ve bunu umursamayan biri olarak tanımlamasından hoşnut bile oldu. Öylece bakınıp uzaklaştım ve iletişimimizi tamamen kestim.

Sonraki günlerde bunun gibi bir kaç olay daha yaşadım ve dikkat ettimki aslında oldum olası hep böyle olaylar yaşıyordum. İnsanların hepsi yaşıyordu ve çoğu insan bu tür durumlar karşısında kendilerini sessizliğe gömerek yok etmekten başka bir şey yapmıyorlardı. 
Çünkü haklı olsalar bile güçleri yetmiyordu. 
Çünkü toplum sessizce güçlünün yanında durmayı tercih ediyordu.
Çünkü toplumun kafası parayla ve güçle karışmıştı. 
Haklı olan zayıf kişi, kimsenin umrunda değil. 

Toplum, Zayıf Haklı'nın ezilmesinin tek nedeni olarak da, yine Zayıf Haklı'nın kendisinin olmasından başka bir neden görmüyordu. Çünkü bu durum işlerine geliyordu. 
bu yüzden de sessizce, haksızlığın devam etmesine rıza gösteriyor, bunun kendilerine direkt olarak yönelmemiş olduğuna şükredip evlerine dönüp uyuyorlardı. Ama bence bu yanlıştı ve bir şekilde zayıf haklının, hakkını koruması da gerekecekti. Peki bu nasıl olmalıydı?
Bu konu üzerine aylarca düşündüm, düşündüm ve düşündüm. 
Saçlarımdaki akların arasına bir kaç yeni beyaz arkadaş daha katıldığında kararımı vermiştim:
Eğer toplum, sırf güçlü olduğu için haksız kişinin yanında duracaksa, eğer toplumun tercihi, haksız kişiyi yanlış bulmasına rağmen sessiz kalmaksa; Zayıf Haklı Kişi'nin hakkını araması için sessizce hareket ederek Hem Suçlu Hem Güçlü'ye kötülük yapmasından başka çaresi yoktu. 

Bu düşünce aklımda dönüp dururken, Hem Suçlu Hem Güçlü Kişi insanlardan çarptığı parayla kendisine bir araç alıp korsan taksicilik yapmaya başladı. 
Aracını da geceleri yurdun önüne park ediyordu. 
Bir gece yurda dönerken, onca aracın içinde onun aracının hangisi olduğunu, plakasına adını yazdırmasından fark ettim. Arabasıyla bir kaç gece daha üst üste karşılaştıktan ve sürekli adını plakaya yazdırmasına bakıp gülümsedikten sonra bi gün yolun üstüne park edilmiş aracın önünde geçerken elim kapısına gidip çekti ve kilitlememiş olduğu için kapı hemen açılınca, içine bakıp kapı gözünde Hem Suçlu Hem Güçlü'nün pasaportunu görünce alıp çantama atarak yola devam ettim.

Pasaportu çantamdayken bir kaç gün ne yapacağımı düşündüm ve bu arada o da, sınıfta diğer çocuklardan birine pasaportunun kaybolduğunu, bu yüzden bazı işlemleri halletmek için dersten erken çıkması gerektiğini söyleyip duruyordu. 
Önce acıdığım için götürüp tekrar arabasına bırakasım gelmedi değil. Sonuçta bir sürü masrafı olacaktı ve aslında yazık olurdu. 
ama bir kaç gün sonra yine kaba saba ve çirkin hareketleri olunca pasaportu boş bir arsaya atıp kurtuldum. Vicdanımı da böylece susturabildim.
Ertesi gün yine geçerken yine arabasının kapısını açtım ve pasaportun yerinde bi paket sigara duruyordu, pakedi alıp kapıyı kapadım ve içinden bi tane çıkarıp yaktıktan sonra üfleye üfleye içip bitirdim. Evet rahatlamıştım.

Keşke bunu yapanın ben olduğumu, nedenleriyle beraber ona anlatabilsem. Ama biliyorsunuzki bunu anlatamam ve anlatmaya çalıştığım ilk anda, dünyam bir süreliğine kararabilir. Bunu karamasını göze almayacağım ve elimden gelen her fırsatta ona zarar vermeye devam edeceğim. Çünkü adaletin kör ve topal olsa bile er geç yerini bulması için, hep yardımcısı olacağım. 
Evet topluma ahlaklı biri olarak, kalarak ve kalmaya çabalayarak meydan okuyamam, ama bu şekilde meydan okuyamayacağımı da kimse söylemedi. 
Tek üzüldüğüm nokta, çekmekte olduğu cezanın nedenini bilmiyor olması. Bunun da yolunu bulacağım. Çünkü herkesin neden dolayı ve ne kadar ceza aldığını bilmeye hakkı var. Bunu bilirse iyi biri olmaya çabalamayacağını söyleyemeyiz. 
Tamam çok uzattım ve burda kesiyorum.

06 Mayıs 2019

ne hakkında yazdığımı bilmiyorum


Travesti Sesli'yle; arkadaşlığımızdaki kabalıkları, bana söz verip sözünde durmaması ve günlük konuşmalarımızda bile sürekli yalan söylemesi gibi nedenlerden dolayı uzun zamandır görüşmeyi kesmiştim. 
Ama güzel küçük göt kadar bi yerde olduğumuz için sürekli karşılaşıyorduk ve bende karşılaştığımız zaman, o selam vereceğimi sanıp gözlerimin içine enik gibi bakmaya başladığında, başka bi yöne dönüp onu görmemiş gibi yapıyor veya yanından, o "önemsiz" biriymiş gibi hissettirerek geçip gidiyordum.
Çünkü bunu hak ediyordu. Çünkü bütün yalancılar bu davranışı hak ederler. Heleki kendilerine onlarca defa şans verilip, affedildikten sonra hâlâ yalan söylüyorlarsa, bunu onlarca defa yaşamayı da hak ederler. 

Aradan bir kaç hafta geçip de, onu etrafta yine amaçsız ve boş bir arayış içinde koştururken görmemle, ona olan kızgınlıktan kaynaklı öfkem, yerini acıma duygusuna bırakmaya başladı.
(Zaten ciddi ciddi kızmayı da bi beceremedim gitti. Tabi kızmakla beraber, kin tutmayı da iyice bi öğrenmem lazım, ama konumuz şimdi bu değil.) bunun üzerine onu gördüğüm zaman; sisli bi havada, iki şeritli yolda saatte 85 km hızla birbirlerine doğru yol alan iki araçtaki kuzen şöförlerin karşılaşıp geçmeden önceki o kısacık süre içinde, birbirlerine gülümsemeleri gibi, bende onu gördüğüm zaman tebessüm etmeye başladım ve o da bundan bile cesaret alarak gelip özür dileyince, arkadaşlığımız hiç kesilmemiş gibi ama eskisine nazaran biraz daha oturaklı bi şekilde tekrar başladı.

Arkadaşlığımızın yeniden kurulmasıyla beraber, eski samimiyete kavuşmaya başladığımızın bir kaç gün sonrasında, bu eskisine benzeyen samimiyetten cesaret alıp, bi kaç defa yalan söylemeye kalkıştığında, onu yakaladım ve ciyaklamasını duymazlıktan gelip, önceki uyarılarımda olduğu gibi "diğer insanlarla nasıl bi ilişkin ve iletişiminin nasıl olduğu beni ilgilendirmiyor. benimle olan ilişkinde ya sus, ya da hiç yalan söyleme" tarzında uyarılarda bulununca birazcık geri adım atıp, ağzından çıkanlara biraz daha dikkat etmeye başladı. 

Arkadaşlığımız yeni şekliyle ilerlemeye başlayınca bu son halini biraz daha sevdiğimi söylemeliyim. Ama bilirsiniz işte; huylu huyundan vaz geçmez. alışkanlıklar insanı terk etmez, insan alışkanlıklarını terk eder ve terk etmesi için de istemesi lazım. 
O ise terk edemiyor; çünkü hayatının bi kaos içinde olması, sürekli koşturarak, sürekli bi işler çevirerek, sürekli bir gelgit içinde, bir kapandan diğerine yakalanmadan kaçmaya çalışarak yaşamayı seviyor. Bunu ona defalarca anlattım ama ne yazıkki değişen bir şey yok. Bundan o kadar memnunki, hayatına aldığı veya hayatına girdiği insanların da onun gibi sorunlu olduğunu göremiyor.

Üstelik sadece arkadaşlıkları değil, sevgilileri de böyle oluyor. Sürekli sevgili değiştirmeye başladı ve korkarımki, bu hızla beni bile geçecek.
Çünkü kendi sorunlarına eğilip, nerden gelip nereye gittiğini, gitmek istediğini ve hatta neden yolda olduğunu düşünmek yerine; bu anlamda en küçük bir düşünce kırıntısının dahi zihninde yer almasına izin vermiyor, kendi sürekli yeni insanlarla meşgul tutup ordan oraya savrulup duruyor.

bunu ona "biliyorum, büyük ihtimalle herkesten sakladığın ve saklamaya çabaladığın büyük bir sorunun var ama nedense bunu çözmek yerine, kaçıp duruyorsun" diye söylediğimde hemen kendini diğer insanlarla karşılaştırıp "sorunum yok, bak herkes benim gibi yaşıyor. onlardan koşturuyor, o zaman onların da mı sorunu var" diye soruyor. sorusuna "evet, onların da sorunu var ve herkes sorunlarından kaçarken, işte bak böyle saçma sapan bi hayat yaşıyor. bunu bende yaşadım ve büyük ihtimalle hepimiz yaşıyoruz. ama senin sorunun benimkinden bile büyük olabilir" cevap verince "zaten sana göre herkes sorunlu. kimse sağlam değil" diye karşılık verip, konuşmamızı iyice bok bulamacına dönüştürüyor.
Ama artık bi yerden sonra pes edip, onunla uğraşmayı da bıraktım. Sonuçta onun velisi değildim, annesi-babası-abisi değildim. Arkadaşıydım ve onunla olan arkadaşlığımız aslında onun, kendisini oyalayacak bir arkadaş bulmak, hatta; canlı bir oyuncak bulmuş olmasından başka bir şey değildi.

İnsanlara hep böyle bakıyor. İnsanlar onun için zaman geçirilecek birer canlı oyuncak olmaktan başka bir şey değiller. 
Üstelik sadece arkadaşlıklarında değil, genel olarak sevgilileri, fuckbody'leri, tek gecelikleri bile onun için bundan fazlası değiller ve olamayacaklar da.
Onun böyle olduğunu uzun zaman önce fark etmiştim ve zaten tartışmalarımızın başlangıç noktası da hep bu oluyor. Tartışmalarımız bi yere varmak yerine ikimizin arasının kötü olmasıyla noktalanınca ise; artık buna son vermeye karar verdim ve aramızdaki iletişimi gittikçe düşürdüm. Artık buluşalım dediğinde işim var diyorum veya kısa bir an ayırıyorum.
buluşunca ise kafamın içini, alt üst etmiş halde beni bırakıp gidiyor.

Onun kafasının içinde bir şeyler eksik veya fazla. Bunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey varki; sorunlarını başka insanların omzuna yükleyip, hadi bana çözüm bul demekten zevk alıyor.
Sorunlarından, başka insanları ortak ederek kurtulmayı alışkanlık edinmiş.
Sorunlarından; onları ya hiç görmemeyi, ya da oturup ağlamayı seçerek kurtulmayı seçiyor.

Bu zavallılığını gördüğümde dayanamıyorum ama elimde gelen tek şey olan; kendi deneyimlerimden yola çıkarak öğüt vermekten başka bir şey de yapamıyorum. 
Elimden bu geliyor ve o sadece sümük ve gözyaşlarıyla kalıyor.
Umarım tüm bunları atlatıp sağlıklı bir insana dönüşür.