-->

26 Şubat 2020

eylemlerimizin sonucu olarak ellerimizin boka bulanmasi

Bu aralar hayat ve onu yaşama şeklim üzerine, başkalarının hayatı yaşama şekilleri üzerine, yaşadığım olaylar ve takındığım tavırlar üzerine, başkalarının ve kendi davranışlarım hakkında, ailem hakkında, oğlum hakkında, eski eşim hakkında ve şimdiki eşim hakkında, annem ve ablamlar hakkında, babam ve abimler hakkında, yani aslında galiba her şey hakkında durmadan düşünüyorum.

Tüm bu düşüncelerimin beni yavaşlattığını ve gittikçe daha yavaş hareket ettirdiğinin de farkındayım ama elimden gelen tek şey düşünmek ve bende bunu yapıyorum. Çünkü yaşadıklarımız üzerine düşünmenin, dünyaya gelme amacımız olduğunu kabullenmeye başladım.
Dünyaya gelme amacımızın düşünmek olduğunu kabul ettiğimizde görürüz ki;  insanın asıl işi, her şey hakkında bol bol düşünmek olmalı. 
Düşünmek, gözlerini açılmamak üzere kapatıncaya kadar düşünmek ve düşüncelerinin çıktısı olarak da, düşünceleri doğrultusunda yaşamak gerekir.

Düşünmek güzel. Ama insan bu düşünme işinin bi yerinden sonra, kendini her şeyi bilen biri olarak ilan edip, güya boka sarmış olan dünyayı kurtarmak zorunda hissediyor ve bu yüzden her şeyin, herkesin hatalı olduğunu, doğru olanın ve yaşayanın sadece kendisi olduğunu sandığı yanlış bir evreye de girebiliyor. O yüzden düşüncelerimizin çıktıları üzerine de bol bol düşünmek ve eylemlerimizin ne kadar doğru olduğu veya genel olarak düşüncelerimizi şekillendiren doğruluklarımız üzerine de çok ama çok düşünmeyi atlamamalıyız. 
Yani özetle; düşünmek iki ucu boklu bir değnek ve değneği tutan eller boka bulanmak zorunda. Özetin özeti ise; boka bulanmak, ilk eylem. Hatta düşüncenin kendisinden bile önceki ilk çıktı, ilk eylem.

16 Şubat 2020

bitmişi sürdürme inadı veya sikindirik ilişkiler üzerine

Bazen, hayatına sağlıklı biri olarak devam edebilmek için cinsi farketmeksizin ilişkindeki bitmişi, tükenmişliği, yolun sonuna gelmişliği görmek için durup nefes almak ve hemen sonrasındaysa tüm olgunluğunla bitişi ilan etmek gerekir.
Çünkü sırf ortada yıllardır süren (arkadaşlık, aile, aşk) ilişkisi var diye çoktan bitmiş olan ilişkiyi inatla sürdürmeye çalışmak, ilişkinin taraflarına birbirinden nefret etmek dışında bir şey kazandırmıyor.
İşte bu yüzden, bitmiş olanı sürdürmenin gereksizliğini kabullenmek ve ilişkinin fişini çekip, yoluna ilk doğduğun andaki kadar yalnız devam etmek lazım. Sağlıklı olan budur ve bunun dışındaki her şey sağlıksızdır.

Bu aralar Öküz Herif'le yaşadığımız gerilimin nedenleri üzerine düşündüğümde, aklıma yukarıda yazdıklarımdan başka bir şey gelmedi ve açıkçası başka bir şey de olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü Öküz, Kıbrıs'tan döndüğümden bu yana onunla yaşamamla beraber, gerek bana karşı olan davranışlarıyla, gerek hitap etme şekilleriyle bana, kendi kafasında beni konumlandırdığı yer üzerine yeterince düşündürttü ve düşüncelerimin sonucunda gördümki; ben onun için sadece bir objeyim ve obje olarak değerim ise kocaman bi SIFIR'dan ibaret.

Oysa daha önceki ayrıl-barış'larımızdan dolayı, ikimizinde karşılıklı olarak kendimize dersler çıkardığını ve bu yüzden artık birbirimize (ki aslında çoğunlukla onun bana)eskisi gibi davranmayacağını düşünüyordum.
Düşünmüştüm ve gördümki çok büyük yanılmışım ve bu yüzden canım çok büyük sıkıldı.
Canımın büyük sıkılmasının nedeni; bir kez daha yanıldığımı görmek değil, bir kez daha aynı boku yiyip farklı bir tat beklememden kaynaklı. Tabii farklı bir tat beklememe neden olan oydu. Çünkü bu sefer bokunun farklı bir tadının olacağını kendisi söylemişti. Bende inanmıştım.

"İnanmıştım" dedim ama aslında inanmaktan başka çarem yoktu. Çünkü içimde ona karşı bitmek bilmez bi "doğru kişi" inancı var ve yaşattığı tüm hayal kırıklıklarına rağmen bu inancı söküp atamıyorum.
Oysa bu sikindirik beşpara etmez saf inancı söküp atsam, biliyorum ki her şey yoluna girecek ve ben önümü daha iyi görebileceğim. Ama galiba sökmek istemiyorum ve kahretsinki o da bunu bildiği için beni her defasında o inancımdan kıskıvrak yakalayıp nefesimi kesiyor.
Oysa bu sefer gerçekten çok yoruldum, olduğum yere çöktürecek kadar çok yordu beni. Sırf bu son defa yüzden artık ayağa kalkmamak ve çöktüğüm yerde öylece kalmak istiyorum.
Evet, bu sefer inatla ve tüm güçsüzlüğümle, olduğum yerde çökmüş olarak kalıp hayatıma bir müddet böyle devam edeceğim.


13 Şubat 2020

cins ilişki

bırak esen rüzgârla beraber dağılsın saçın, hayatın, sen
öylece kalsın bi köşede, tüm unutulmuşluğuyla
ve tüm değersizleştirilmişliğiyle.
bırak karışma, dağınık kal öyle.
-------

Şiir yazayım dedim ama yazamadım. Zaten şiiri de, sırf şiir yazmaya çalışanlar yüzünden sevemedim gitti. Yani benim gibiler yüzünden şiir sevemez oldum. Hem ne zaman sevmiştim hatırlamıyorum.

------

Çok boş biri olduğumu söyleyip duruyor Öküz Herif.
Hayatımın ne olacağını, bundan sonra ne yapacağımı vs vs vs sorup duruyor.
Oysa sorularının cevapları hakkında bi bilgim yok. Ben sadece onu seviyorum ve bildiğim tek şey bu.
Diğer şeyler için ise, bence çok düşünmeye gerek yok. Çünkü bi şekilde doğduğumuz için mecburen yaşayacak ve sonra mecburen öleceğiz. Yani işte bu yaşadığımız maceradan ölerek çıkmak dışında çıkış yapma şansımız yok. Bunu o da herkes gibi biliyor. Ama yinede herkes gibi oda yaşarken tedirgin, ürkek, çok ama çok korkarak, bitmek bilmez sorularla yaşamaya devam ediyor.
Aslında bu sorularına söyleyecek bir şeyim yok, ama tedirginliğini bana bulaştırmaya kalkışması aramızda şimşekler çakmasına neden oluyor ve biz aynı yatağın farklı uçlarına savrulmuş hâlde sabahlamış oluyoruz. Bu kötü gibi.

-------

Sürekli atıştığımızı söylemem yanlış olur. Ama evet bazen olur olmadık anlarda fena patladığımız olmuyor değil. Çünkü onu sevsemde sevmesemde beni değersiz hissettirmesine izin vermeyeceğimi ona da defalarca söyledim.
Durum böyle olunca, bir kaç laf sokmasından sonra Hz. Ali gibi Zülfikâr kılıcımı aldığım gibi üzerine atılıp onu paramparça ediyorum.
Tüm sinirim geçtiğinde etraf Kerbela Meydanı'ndan farksız değildir ve tüm olanlardan sonra ya o, ya da ben evden çıkıp bi yerlere gitmişizdir.

------

Tüm kavgalarımıza ve birbirimizden nefret edişlerimize rağmen onu sevdiğimi de söylemeliyim ve onunda beni sevdiğinden eminim. Çünkü kavganın ertesi günü yine aynı yatakta uyuya kalıp da gece uyandığımızda birbirimizi yalnız kalmamak için değil, gerçekten sevdiğimiz ve değer verdiğimiz için kollarımızın arasına almaktan geri kalmıyoruz.
Bazen o beni sarıyorken uyanıyorum, bazen ise ben onu sararken uyandırmış oluyorum ve bunun karşılığında küçük bir öpücük konduruyoruz birbirimize.
Hem zaten mutlu bi ilişki böyle bir şey değilse, başka nasıl olabilir ki?

11 Şubat 2020

Türkiye'de bir alt kültür olarak müslümanlık

Bugün Narmanlı Han'daki Caffe Nero'da otururken solumdaki masada kod yazıp duran birine ne iş yapıyorsun dedim ve muhabbet etmeye başladık. Muhabbetimiz iyice sarıp sarmaladığında, iş görüşmelerimin birinde bana yöneltilen "kiminle yaşıyorsun" sorusuna "erkek arkadaşımla" dediğimde, görüşmeye katılan herkesin şaşırdığını anlattığımda, o da benim erkek arkadaşım olduğunu öğrendiği için şaşırdı.
Çünkü klasik bildiği gay algısı dışında bir konuşma tarzım varmış ve görüntümde hiç gayce değilmiş.
Ona bir şeyleri çok abartmadan yaşamayı sevdiğimi, hayatı gay olarak değil, sadece insan olarak yaşamayı seçtiğimi vs vs söyledim ve o da beni anladığını söyleyerek muhabbetimizi devam ettirdi.
Konudan konuya atlarken, o da aslında namaz kılan biri olmasına rağmen, daha önce çalıştığı yerlerde kendisiyle imam, hoca vs diye dalga geçildiği için artık çalıştığı yerlerdeki insanlardan inançlı biri olduğunu sakladığını ve hele ki namaz kıldığını ise bir daha asla beraber çalıştığı insanlara söyleyemeyeceğini belirtti.
Bu sefer ben şaşırdım. Hem de çok fena şekilde şaşırdım. Çünkü, herkesin "% 99'u müslüman" cümlesini kurduğu bir ülkede, müslüman biri namaz kıldığını saklıyorsa, bence orada artık müslümanlık alt kültüre dönüşmüştür. Dönüştürülmüştür. Bunun bir başka bir açıklaması olamaz.


07 Şubat 2020

sigortalı bir iş

Resmi olarak otuzbeş yaşına girmek üzereyim ve gelip geçici olmasına rağmen kazık çakarcasına yaşadığımız şu hayatta sahip olduğum hiçbir şey yok. 
Bu iyi mi, kötü mü onuda bilmiyorum. Bilmek istiyor muyum, ondanda emin değilim. Öylesine, hiçbir şeyim olmadan yaşıyorum ve yaptığım tek şey yaşamak, yaşamak ve yaşamak.

Günün sonunda bir şeylere sahip olsamda, olmasamda öleceğimi biliyorum. Ama içimde bir ses "eğer olurda bi şeylere sahip olmadan, sağlıklı bi şekilde erken yaşta ölmeyip yaşlılığa yetişirsen ve işte tamda o sıralarda sağlığın bozulursa ne bok yiyeceksin?" diye sorup duruyor ve beni birazcık da olsa tedirgin etmeyi başarıyor.
Aslında bu soru sadece içimde yankılanıp durmuyor, aynı zamanda Öküz Herif'de sürekli "olm sigortan yok, şuyun buyun yok, ya bir şey olursa ne yapıcaksın" diye durmadan her gün soruyor da soruyor. 
Haklı da. Sahi bana bir şey olursa ne yapacağım?

Yapacak tek şey "henüz ayağa düşmemişken nalları iyice cilalayıp partlatmalı, havaya dikmeden önce ful bakımını yapmalıyım" diye düşünüyorum.
Bu yüzden bi an önce basitte olsa sigortalı migortalı bi işe kapak atıp, gözlerimi orda kapamanın bi yolunu bulmalıyım.
Bu aralar kafamda sadece bu var. Başka bir şey yok.


06 Şubat 2020

yazmak veya yazamamak

Eskisi gibi uzun uzun durmadan bir şeyler yazmak istiyorum ama yazamıyorum. Doğrusu şimdilik net olarak "yazamıyor muyum, yoksa yazmak mı istemiyorum" onu da anlamış değilim. Ama bildiğim bir şey var ki; artık bilgisayar başına oturduğum zaman eskisi gibi döktüremiyorum.
Bunun nedeni acaba benim kendi kendime uyguladığım otosansür mü, yoksa başka bir şey mi onu da anlamış değilim. 

Evet, az yazmamın nedeni olarak kendime otosansür uyguladığımı düşünüyorum. Çünkü yıllardır yazıyorum ve yazdıkça, beni tanımak isteyen bir kaç güzel insanla tanıştım. Tanışmaların hepsi güzel bitmedi. Veya "güzel devam etmedi" mi demeliyim?
Ama kısaca şunu demeliyim ki; tanıştıklarımızdan bir kaçıyla aramız kötü oldu ve onlardan birinin her önüne gelene, kimliğimi afişe ettiğinden haberim var. 
Allahtan çokta öne çıkan biri olmadığım için, bu yazıları yazanın kim olduğunu bilmeleri bir şey değiştirmedi. Ben yine yazmaya devam ettim, ama zamanla yazmalarımın sıklığı düştü, tarzı değişti falan filan.

Ayrıca blogu yazdığım için tanıştığım yaşlı bilge bir şair, Öküz Herif'i blogdan haberdar etmemi önermişti ve bende içimden "adam yaşlı bir şair ve tabiki bildiği bir şey vardır" diye düşünerek, şairle konuşmamızdan bi kaç ay sonra Öküz Herif'i blogdan haberdar ettim. Oda durmamış okumuş, okumaya devam etmişti. Hâlâ da ediyor.
Ama şimdilerde ve hatta daha o zamanlar yani ona söyledikten bir kaç hafta sonra bile, onu  blogdan haberdar ettiğime pişman olmuştum, pişmanım. Fakat yapacak bir şey yok.

Şimdi bunlara değinmenin sonucu olarak diyorum ki; askında yazıları yazanın ben olduğumu bilen insanlar olduğu için kendimi çok rahat yazmamaya odakladım ve bu da gittikçe benim daha az yazmaya itti. Çünkü yazdıklarımdan yola çıkarak bana kendilerince çeki düzen vermeye çalışan insanlar çıktıkça, ben yazmayı azalttım ve blogu yazanın ben olduğumu söylediğime pişman oldum.

Nedenler sadece bunlar da değil. 
Nedenler arasında, aslında benim artık sırf buraya yazmak için bir şeyler yaşamış olmayı bırakmış olmam da var. 
Evet acımasızca olacak ama eskiden; yani sikim her daim kalkık ve herkese meydan okumaya and içmiş bi halde etrafa bakınıp dururken, sırf buraya bir şeyler karalayabilmek için insanları kendi hikâyelerimin materyallaeri olarak kullanıyordum.
Sonra bir şeyler değişti bende, bir şeyleri değiştirdim kendimde ve bunun yanlış olduğunu, aslında sadece kendimi hırpaladığımı fark edip biraz durulmaya karar vermiştim. Çünkü yaptığım gerçekten yanlıştı ve yanlışlığı bilen tek kişi de bendim. Bana bunun yanlış olduğunu söyleyebilecek tek kişi bendim ve söyledim.
 Tüm bunları kendimce fark edip, hayatımı da sakinleştirmek uğruna odaklanarak yaşamaya karar verdikten sonra, yani sırf buraya bir şeyler yazmak için sikindirik gönül eğlencelerini yaşamayı bırakınca daha az yazmaya başladım. Daha az yazmak daha iyi geldi.

Birilerini metaryel olarak kullanmayı bırakmak isteğiyle beraber, başka bir nedeni de fark etmiştim. O fark ettiğim şey; daha kendine dönük, kendini tanıma odaklı sakin bir hayat yaşama isteğiydi. 
Bunu kabul ettikten sonra, çabalarım karşılığını vermeye başladı ve ben sakinleştikçe buraya da daha az yazmaya başladım. Karşılık buydu. Bundan daha güzel bir şey olamazdı. O zamanlar.

Dediğim gibi; zamanla buraya da az yazmaya başladım ve bu sayede; hayatımdaki o bitmez tükenmez koşuşturma, o her şeye verme veriştirme, her şey hakkında bir şeyler yazma ve hatta her şey hakkında küçük de olsa bir şeyler yaşama hevesimi yok ettim. Artık sakin bir hayatım vardı. Sakin bir hayata sahiptim. Bunun sonucu olarak bunlar hep benim buraya yazma hevesimi de azalttı.

Tüm bunlar, yani yazma isteğininin tetiklediği şeyleri hayatımda azalttım ve sakin bir hayata sahip oldum ama doğrusu şu ki; eskisi gibi yazmayı da özlemiyor değilim.
Evet özlüyorum ve yine o yazma sıklığını yakalamak istiyorum. Fakat yine sırf bir şeyler yaşama uğraşına girmek için değil. Gerçekten yaşadıklarımı yazmak veya düşüncelerimi dile getirmek için sık yazmak, yazma uğraşına kapılıp gitmek istiyorum.

01 Şubat 2020

iyiki iyiki iyi ki


milyonlarca insana rağmen
dünyam ne zaman ıssız bir yere dönüştü farkında değilim.
kendi başıma vakit geçirmeyi öğrenmişim.
dört yanımı saran bir yalnızlığın içine atıldığımdan habersiz yaşamışım, yaşıyorum. helal bana.

önceleri geveze bir bülbül gibi sık sık öten kapım şimdi bir duvar kadar sessiz
öyleki kendim kalkıp çalsam yine gıkı çıkmaz.
belliki o da benim gibi konuşmayı unutalı çok olmuş.
zavallı kapım.

ve tüm bunların çok öncesinde
yani her şey bir toz bulutuyken
sırtım, güvenip döndüğüm herkes tarafından delik deşik edildiğinde,
iyiki, iyiki, iyiki canım yanmayı bırakmış.