-->

27 Aralık 2020

kendini özgür bırak gitsin

Bir sabah gözünü açtığında 35 yaşında olduğunu görüp, öylece tavana bakakalıyorsun. Kimse sana mutsuzluk ve sevilmemişliğin de seninle beraber büyüyüp serpildiğini söylememiştir. Zaten sende on yıllar önceki o çocuk yaşlarında bunların farkında değildin.

Sahi küçük bir çocukken bunların farkına nasıl varacaktın ki?
Sen yıllar önce, henüz çocukken, o küçücük yüreğinin hızla giden bir arabanın içinde sana fark ettirdiği terkedilmiş biri olduğun hissini kabullenmiş ve buna karşılık canın yanmasın diye sürekli kendini bir şeylerle meşgul tutmuştun. O yüzden ne denilirse onu yaptın, ne gösterilirse onu öğrendin, ne söylenirse içine attın. Zaten yarrak kadar boyun ve türlü türlü huyunla başka ne yapacaktın ki?

Ne yapılacağını bilemediğinden, daha o yaşında, daha fasulye kadar boydayken, hepsini siktir edip kendini, zihnini, olmayan beynini gerekli gereksiz bir şeylerle meşgul tuttun, hep meşgul tuttun ve hep meşgul tuttun.
Çok da farkında olmadan yarattığın bu kaçma yöntemin, çalışkan olmana bağlandı.
Kimse seni karşısına alıp nedenini sormadı. Sen çalışkandın.

Sahi meşgul tutmayıp ne yapacaktın yarrağım. Kendini meşgul tutmayıp ne yapacaktın?
Tuttun işte ve 3-4 yıl dayanabildikten sonra bi gün yediğin dayağın etkisinin verdiği cesaret ve haklılık ile evden kaçtın. sokaklarda yatıp kalkmak ekranda göründüğü kadar renkli değil.
Geceleri hava soğuk olur. Küçük çocuklar için tehlikeli olur. Çok tehlikeli olur.

O yüzden 1 hafta sonra sokaklarda sürtmeyi bırakıp sike sike döndün, kaçtığın yere. Aynı terane, aynı huzursuzluk, aynı şeyler işte.

Sen kaçtığında şehir ardından yıkılmıştı. Sessiz sakin biri olduğun için asla evden kaçmayacağın söylenmişti ve bundan dolayı kaçış haberin o göt kadar küçük şehre hemen yayıldığında herkes kaçırıldığını, kaçırılıp öldürüldüğünü düşünmüştü. Bu yüzden de derelerde cesedin aranmış, ücra köşelerde sikilip atılmışlığın bile düşünüldüğü için bedenin aranmış, ikinci gün ise öldürülüp bi yerlere gömüldüğün kabullenilerek fatiha'n bile okunmuştu.
Evet.
Sen yaşarken ölümü kabullenilmiş basit bir et yığını,
Sen herkesin gözündeki o sırtından torbaları eksik edilmeyen yük eşşeği.
Sen ağzı var, dili yok uslu çocuk, sen sadece insan görünümlü nefes alıp veren bir canlıydın onlar için. 
Bu yüzdendir ki, kaçmanın sorununu çözmediğini, aksine o yaşta daha büyük bir sorun olduğunu kabullenip, çaresizce; herhangi bir sebepten dolayı dayak yediğin, hiç sevilmediğin, hiç sevilmeyeceğin, hep ötelendiğin, hep kenara kıyıya iteklendiğin ve mecburi olarak sana yedirilen her lokmanın sahiplerinin gözlerine battığı o yere döndüğünde, kimse sana neden kaçtığını sormadı, kimse neden uzaklara gittiğini, daha 14-15 yaşında neden evsizliği seçtiğini sormadı.
Kimsenin sikinde değildin. Dönüp geldiğinde ise sadece ölmemiş olmana sevindiler. Çünkü ölümünle başlarına bela olacaktın ve işte ölmeyip onları beladan kurtarmıştın.

Şimdi tüm o hengamenin üzerinden 10 yıllar geçti. Her şey bir toz bulutuna dönüştü. Diyeceğim o ki; sende şimdi boşuna kendine yüklenme artık. Çünkü senin suçun değildi sevilmemek, mutlu edilmemiş olmak, o çocuk bedeninin hiç kucaklanmayışı, başının okşanmaması. Bunlar elinde olan şeyler değildi. Onların elinde olan ama sana verilmeyenlerdendi.
Sıkma canını artık, geçti gitti hepsi. Bak şimdi kocaman bir yüreğin var. Kocaman bi adam oldun. Sıkma canını canım benim.
Sen masum bir iş gücüydün ve karnının doymasına karşılık olarak köpek gibi çalışman gerekiyordu. Hakkınla çalıştın ve karnını doyurdun. Hepsi buydu. Hepsi bu. Bak şimdi hayal olarak gelecek kadar uzaktasın o günlerden.

Hem kendini suçlamayı, kendine acımayı, acınılmasını beklemeyi de bırak artık.
Sen yanlış bir şey yapmadın. Sadece çocukluğunu içine atıp yaşadın ve bugününe geldin.
O günlerde ise sadece gerçek bir çocuktun. Sevilmediğinin bile farkında değildin. Sadece bir şeylerin eksik olduğunu, birinin elinden tutması gerektiğini, birinin elinden tutman gerektiğini, birinin başını okşaması gerektiğini en derinde bi yerlerde biliyor, hissediyordun fakat nasıl dile getireceğini bilmeden yaşayıp gidiyor, sevilmemişliğin açlığı da günden güne büyüyüp seni içine çekip etraftan saklıyordu.
Yani özetle; çocukluğunu, çocuk halini içine atarak iyi yaptın. Yapman gereken şey bundan başkası değildi. Bugüne kadar yapmış olduğun tek doğru şey bu bile olabilir. Yani sen yanlış bir şey yapmadın. Affet kendini. O zamanlar bir çocuktun, sadece bir çocuk.
Şimdi ise artık büyüdün. Gerçek bir yetişkine dönüştün.
Yaşayamadığın çocukluğun, yaşatılmayan çocukluğun hepsi geride kaldı. 
Şimdi sende o içindeki o orospuçocuğunu bırak gitsin.
Çünkü sen artık dünkü o ezik çocuk değilsin, sen artık 35 yaşındasın. İçine hapsedilmiş o çocuğu özgür bırakabileceğin yaştasın.
Bırak gitsin. Tutma içinde, bırak gitsin.



25 Aralık 2020

Bıktım, hatta fena şekilde bıktım şu "iyi ve güzel bir dünya var" alt metinli yazılardan, muhabbetlerimden, yediğim her kazığa rağmen bitmek bilmeyen o "acı çektim ama az ilerdeki köşeyi de dönücem" adlı durmadan umut pompalamaktan.

Dünya bok gibi bir yer ve gittikçe bulanıklaşan inancıma rağmen inadına inadına hâlâ cennete inanan biri olarak söylüyorum; bence dünya cehennemden başka bir şey değil. O yüzden lütfen ağlamayı kesin ve öteki dünyadan geldiğinizin farkına varın. Orda ne bok yediyseniz, burda onun hesabını ödüyorsunuz, orda kimin kuyruğuna bastıysanız burda onun adına ciyaklıyorsunuz ve diğer afili cümleler işte.

Yani özetle diyorum ki; Birazda kötü şeyler üzerine konuşalım mı?
Şu olmayacak olanlardan, kırılacak olan kalbinin alacağı şekillerden, tutmayacak olan sözlerden, sevilmeyeceğin aşklardan, dışlanacağın arkadaşlıklardan, aile kuramayacağından ve diğer kurduğun eciş bücüş hayallerinden.
Dünya böyle bir yer canım. O yüzden kemerini sıkı bağla ve fermuarını açanın önünde diz çökerek yükselmekten vaz geç. Za

17 Aralık 2020

bir intihar sekli olarak delirmek

Delirmenin kişisel bir tercih, yaşanılan çağdaki toplum düzeninden bir çeşit uzaklaşma yolu, hayatın yüklediği sorumluluk almaktan kaçış şekli, yani korkaklıktan kaynaklı bir ruh veya yaşam şekli olarak düşünürdüm. Ama bu son zamanlarımda, eskiye nazaran daha sık yaşadığım şu adını "gerçekliğe bağlanma" dediğim şey yani ruhsal veya psikolojik farkındalıklardan anladığım şu olduki; aslında delirmek, en basit tanımlamasıyla edindiğin yeni farkındalığın yaşattığı derin bir dehşet halinin yaşanmasıdır. Üstelik anlatmak için çırpınmana rağmen, doğru kelimelerin bir araya geldiği cümleleri kurmaktan acizsindir ve senden başkasının seni anlayamadığı gerçeği de ayrı bir dehşet yaşatıyordur.
Anlatamadığın bu yeni farkındalığın altında tek başına ezilirken, öylesine sessizleşirsinki bir yandan da tüm sakinliğini korumaya çalışarak her şey olup bittikten sonra "acaba diğer insanlarda bunu yaşamışlar mıdır, yaşıyorlar mıdır?" diye düşünerek senin gibi insanların da olabileceğini, tıpkı şu an senin yaşamış olduğun bu farkındalığı anlatmak için doğru cümleleri bulamaman gibi onlarında bulamadığı için susup, tek başlarına ezildiklerini düşünürsün. Yani böyle düşünürken bile aslında yalnız olmadığını, yalnız ezilmediğini düşünerek, dehşeti hafifletmeye, yaşadığını kendin için normalleştirmeye çabalarsın. Oysa normal değil. Kabullenmelisin. Çok acilen kabullenip, iyileşmelisin.
Ve akıllı kalmak kadar, delirmek de çok zordur. Üstelik delirmek, akıllı kalmaktan daha güçtür.

Eskiden delilere bakıp "ne güzel, hiçbir şeyi ciddiye almıyorlar, hiçbir şey umurlarında değil" derdim. Şimdi ise onları kendimce de olsa birazcık anlıyorum; Delirmek bir korkaklık hali değil. Bir rahatlık, bir umursamazlık veya başka bir durum değil, delilik bir çaresizlik halidir. Ve gerçekten bir yardım çığlığının vücut bulmuş halidir. Yani delilik ne övülecek, ne de sövülecek bir haldir. Delilik sadece bir acil yardım çağrısıdır.


15 Aralık 2020

siz oturabilirsiniz ama kişiliğiniz hep ayakta kalacak

Henüz daha 9-10 yaşındayken kimsenin seni sevmediğini düşündüğün için evden ayrılmaya karar verip, şehirlerarası yolda akşama kadar gidebileceğin kadar uzağa yürüyüp, karanlık bastırdığında da açlık, susuzluk ve korkudan dolayı geri dönüp onca yolu tekrar yürüyerek eve gittiğinde, evdekilerin senin yokluğunu bile fark etmediklerini görüp çocuk halinle üzüldün mü?

Henüz çocukken, yaşın daha 12-13 iken, bundan sonra en büyük abin ve yengenle yaşayacağını söyledikleri için seni alıp başka bir şehre götürdüklerinde, orda gözlerini henüz açmışsın gibi bir şekilde şaşkınlıkla etrafa bakınırken ailen tarafından terk edildiğini düşündün mü?
Üstelik terk edildiğin için üzülüyor olmandan, günlerce süren çocuksu mateminden dolayı küçücük boyunu, çehreni ve bakışlarını saran sessizliğinin kimsenin dikkatini çekmediğini, bunun aksine uslu bi çocuk olduğunu düşündüklerini fark ettin mi?

Sonraki 3. gün ise aslında sadece iş gücü olarak görüldüğünden dolayı çalıştırılmaya başlatıldın mı?

Sabahın köründe kalkıp, akşama kadar köpek gibi çalışmana rağmen, kahvaltıda bir bardak fazla çay içtin diye, 3-5 zeytin ve bir parça fazla ekmek yediğin için yengen tarafından hakarete uğradın mı?
ve üstelik bu hiç bitmeyen bir şeye dönüştüğü için, sen henüz bir çocukken doymak için yengenden gizli gizli bir şeyler yemek zorunda olduğunu anlayıp, yıllarca ona yakalanmadan karnını doyurmak zorunda kaldın mı?
ve yine üstelik şu an 35 yaşına gelmiş olmana rağmen, görmekte olduğun rüyalarda yengenden gizli gizli yemek yediğin oluyor mu?
O çocuk halinle elinden gelenin en iyi haliyle çalışmana rağmen, az çalıştığın bahanesiyle dayak yediğin oldu mu?
Ya da önemli veya önemsiz bir sebepten dolayı en ufak bir kızgınlıkta dahi kalabalığın içinde yüzüne tükürüldüğü ve bu tükürülmeler sen 18 yaşına bastığında evden kaçıncaya kadar devam etti mi?

Arkadaşın olmasına izin verilmediği için tüm çocukluğunu tek başına geçirdiğin oldu mu?

Sürekli bağırıp çağrıldığı için, sürekli tokatlandığın, aşağılandığın için şimdi oturmayan bir kişiliğe sahip olduğunu düşündüğün oldu mu?

Sürekli aşağılanarak büyütüldüğün için kendinin sıfırdan aşağı olduğunu sandığın ve hatta bir insan olmadığını düşündün mü?
Tüm o değersizleştirici yaşanmışlıklarını aşmak için, bu yaşında bile elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor musun?

Henüz küçük bir çocuk olmana rağmen, o günlerde yaşamakta olduklarını hak ettiğini düşündüğün oldu mu hiç? Küçük bir çocuksundur ama aslında hak ettiğin için yüzüne tükürüldüğünü, dövüldüğünü, çok yemek yediğin için sofradan kovulmayı, sofrada delici bakışlarla kalk denilmeyi hak ettiğini düşündün mü hiç? Ben düşündüm. Çok düşündüm. Küçük bir çocukken böyle şeyleri çok ama çok düşündüm. 

14 Aralık 2020

bir eşya olarak dildo ve mutluluk

Son bi kaç aydır Öküz Herif'le yaşadığımız gerilimli günler, sürekli bana "evimden siktir ol git" demesi ve benim bunun karşılığında gidecek bir yerimin olmaması yüzünden çektiği siktirleri sineye çekmem,  ailemi özlediğimden dolayı aradığımda annemle olan muhabbetlerimizin sürekli "karınla yine deneyin, yazık oluyor oğluna, bak kocaman oldu, büyüdüğünde sana hesap soracak" demesi, benimde zaten bu konu özelinde ara ara vicdanen duyduğum rahatsızlık, yaş aldıkça beyazlayan saçlarımın beynimde oluşturduğu baskı, kafamın içinde sürekli var olan kardeşlerimle bile bi aile kuramamış olma düşüncesinin dönüp durması, karımla güya kurduğum ailenin ise bir boka yaramamış olması vs derken bir anda "acaba eski karımla yeni bir hayat kurabilir miyiz?" diye düşünmeye başladım ve işte onunla oturup konuşuyorduk.

Beraber yaşadığımız süre içerisindeki yanlışlarımızdan, o süre içerisindeki uyumsuzluğumuzdan, onun tabiriyle zıt karakterler olmamızdan bahsettik.
Evet çok zıttık. Onun gittikçe İslam olduğunu düşündüğü ama aslında İslam ile alakası olmayan sapkın bir müslümanlık anlayışını hardcore benimseyerek yaşamaya başlamış olması, oğlumuzu bu küçücük yaşta "mekruh, hazreti cibril" gibi kelimeleri rahatlıkla telaffuz edecek kıvama getirmiş olması, kendisinin gittikçe yalnızlaşan hayatını ve yaşadığı çevre içerisindeki "kocasından ayrılıp baba evine dönmüş kadın" bakış açısının ağırlığını hafifletmek için din adı altında hurafeleri sorgulamadan hayatına aktarması vs dine olan sorunlu bakış açısını gözler önüne seriyordu.
Zaten muhabbetimiz esnasında da bir kaç cümlesinde bana "dinsiz bir yaşam sürdürdüğümü, dinden çıktığım" gibi cümleler kurduğunda, ona "ben allah ile arama, annem dahil kimsenin girmesine izin vermediğim bir müslümanlık yaşıyorum" diyerek cevap verdim ve o bu cevabım üzerine, zaten kocaman olan gözlerini iyice açarak bana dehşet içinde baktı.
Gözleri daha da büyüyüp, yüzünün yarısını kaplarken "çünkü günah veya sevap yaşadığım ne varsa bana ait olsun, sadece benim kararlarım olsun istiyorum. Allah'a da başkasının hesabını vermek istemiyorum" diye devam ettirdim ve o bu sözlerim üzerine kocaman bir yutkunmayı çenesini bile örten başörtüsünün altında saklamayı başaramayarak zorla yuttu.

Bu 2-3 saat süren eski hesap defteri muhabbetimiz esnasında, 2010 yılındaki ayrılışımızdan bu yana ikinci defadır oturmuş onunla şimdi tekrar bir araya gelebilir miyizleri konuşurken, onun sarf ettiği cümlelerleden, bakış açısını netleştiriyor, bi yandan da olurda bir araya gelirsek onunla aramızda açılmış olan milyarlarca kilometrelik farklılığı nasıl kapatacağımızı düşünüyordum.
Düşündüm düşündüm düşündüm ve konuşurken bi yandanda düşünmeye devam ediyordum.

Gördüğüm kadarıyla o şimdi daha da içine kapanıp kalmışken, ailesinin ona verdiği imkanlarla yeterli bir hayat sürdürürken, başörtüsünün altına saklandığı bir hayat yaşamayı dindarlık sanırken, müslümanlık olmayan ama belki bunu nasıl red edeceğinini de bilmediğinden mecburi bir sapkın müslümanlık hayatı yaşarken ve aslında din olmayan şeyleri vicdanını ve çevresindeki insanların ağzını susturmak için tüm içtenliğiyle dibe batarcasına yaşarken, olurda biz bir araya gelirsek aramızdaki farkı nasıl kapatacaktık?
Sahi kapanabilir miydi?
Onunla olan bu çok farklı bakış açılarımızı nasıl değiş tokuş edecektik veya nasıl uyum sağlayacaktık?
Üstelik ben beş parasız bi biseksüeldim ve onada biseksüelliğimden ayrı bir konu olan parasızlığımı "son 4 yıldır doğru dürüst çalışmadım ve kazandığımıda zaten hep yedim" dediğimde o bana "hiç mi paran yok" diye sordu ve ben karşılık olarak "sadece 15 bin liram var" dediğimde o bana "15 lira ne ki? ev kurmaya kalkışsak ona bi koltuk takımı bile gelmez" diye cevap vermişti.
Bu cevabı da o günden bu yana kafamın içinde şimdi dahil milyonlarca defa dönüp durmuşken biz onunla nasıl bir araya gelebilirdik ki?
Sahi işin bir de bu boyutu vardı değil mi? yani 15.000 TL'ye koltuk takımı alıp onunla da yetinmeyi bilmeyen biriyle biz yapabilir miydik?
Onun deyişiyle "üstelik oğlumuz için de bir araya gelmemeliydik. Biz anlaşabilir miyiz, asıl mesele bu olmalıydı, asıl önemli olan bu olmalıydı geriye kalan hiçbir şeye bakmamalıydık" da diyordu.
Bunları ve daha bilmem neler neleri konuşmuştuk ve benim aklımda kala kala 15.000 TL'lik koltuk takımı kalmıştı.

Oğlumuz için bir araya gelemezdik, ama 15.000 TL'lik bi koltuk takımı için bir araya gelebilirdik. 
Direkt böyle dememişti ama söyledikleri üzerine düşüne düşüne şimdi bu sonuca varmıştım.
"Bir yuvam olsun istiyorum" diyordu ama yuvasını sadece eşyadan ibaret görüyordu. Oysa zaten aramızda eksik olan sevgiyken, birbirimizi sevebilir miyiz, birbirimize şefkat gösterip, merhamet edebilir miyizi düşünmek, konuşmak lazımken, konuştuğumuz ve beni düşündürttüğü şeye bak.

Tüm çulsuzluğumla ona koltuk takımı alacaktım ve o, biz şimdi tekrar bir araya gelip mutlu olabilir miyiz konusunu değil, "o paraya koltuk takımı gelir mi"kiyi düşünüyordu.
Haklıydı. Koltuk takımı gelmezdi ve bende Öküz Herif'den yediğim siktirleri yine düşünmeye başlamıştım. Sineye çekmeli miydim? Böyle bir bakış açısına sahip biriyle tekrar bir araya gelmeli miydim?
Yani onunla hiçbir ortak noktamız yokken, pardon! "Tek ortak noktamız ikimizinde erkeklerden hoşlanmasıydı" bunun dışında ortak noktamız yokken ve ben yediğim siktirlerden dolayı artık hayatımdaki tek erkekten de vazgeçmeyi düşündüğüm o raddeye gelmişken, eski karımla artık hiç ortak noktamız kalmayacaktı ama işte tüm bunlara rağmen mutlu olabilir miydik? Yani hiçbir ortak noktamız kalmadığında kurduğumuz bu yeni hayatta mutlu olabilir miydik? 
Hayır olamazdık.
Üstelik oğlumuz da büyüdü ve hatta geçen gün onu kızdırdığımda bana "seni babalıktan red edebilseydim red ederdim" dedi :)
Ona edebileceğini söylediğim de "keşke edebilseydim" diye cevap verdi.
Şimdi ben tüm bu yaş almış olma psikolojisinin yarattığı baskı, öküz'den yediğim siktirleri sineye çekememelerim, annemin tekrar deneyin ısrarları karşılığında bu hengameye düşmüşken ve dibime kadar mutsuzluktan kaynaklı huzursuz günler geçirirken, acaba bir kadınla tekrar yuva kursaydık mutlu olabilir miydik diye düşündüğümden ve şu an hatırlayamadığım daha binlerce hatta on milyonlarca nedenden dolayı bu kargaşayı yaşarken, o sadece koltuk takımını düşünüyordu.
Üstelik o da mutsuz olduğunu, ailesiyle yaşamasına rağmen bunun çok zor olduğunu söylüyordu ama işte yinede düşüncesi buydu.
Yıllardır ayrı olmamıza ve bir türlü tek başımıza ayrı ayrı mutlu olmayı beceremiyorken, bir çok nedenden dolayı tekrar bir araya gelip 15.000 TL'lik koltuk takımına oturursak mutlu olabilir miydikki?
Şimdi sadece bunu düşünüyordum. 
Üstelik aklımda, onun şöyle cümleler kurması hayaliyle onun karşısına gelmişken;
"-siktir et parayı pulu, biz bir araya gelelim. ben senin her haline razıyım
-boşver evleri arabaları, ben seninle kuru ekmeğe talibim
-tamam şimdilik hiçbir şeyin olmayabilir ama zamanla yaparız, huzurumuz olsun yeter."
o bu cümlelerin hiçbirini söylemedi. Sadece düzenlik aralıklarla tozunu alabileceği eşyalar istiyordu, hizmetini yapacağı bir takım mobilyalara dalıp gidiyordu, konu komşuya göstereceği şeyleri düşlüyordu. Bu durum hem kendim için, hem onun için çok acınasıydı. Ama ne yapabilirdim ki? O benim eşyalarla mutlu olamadığımı bilmiyordu, kendisinin de mutlu olamayacağından haberi yoktu.
Ve bence eşyalarla mutlu olabilirim diyenler, kendilerine dildo alarak mutluluğa ilk adımı atabilirlerdi. ama o bunu da bilmiyordu. zaten benimde aklıma şimdi bu cümleleri yazarken geldi. 


13 Aralık 2020

acı çektiğimi göstermek istiyorum
çünkü acımı hep sakladım
hep güçlü durdum
geçilemez bir dağ, sert bir kış, aşılamaz bir deniz gibi durdum

12 Aralık 2020

kayıp

Bi gün çok erken yaşlarda,
Henüz kimsenin seni ciddiye almadığı ama senin herkesi ciddiye aldığın o çok masum zamanlarda
İçinde bi yerde kayboluyorsun.
Henüz küçük bir çocuksundur
Küçücüksündür. küçücük.
Sen kaybolursun, hiç kimse farkında varmaz.
Kaybolmuşluğun, kaybolmanın ne olduğunu sen bilmezsin.
sen sadece kaybolduğunu bilirsin.
Kaybolmak senin için bir anlamdan uzak, sadece bir varlıktır, ilerde öğreneceğin bir kelimedir.
Kayıpsındır ama ordasındır da.
Çünkü herkes tüm boşluğuyla, koca hiçliğiyle, içindeki hiçsizliğiyle sana bakıyordur
ama gördükleri tek şey bir et yığınıdır
Orda olmadığını anlamazlar.

Kimsenin senden haberi yok, tek başına tüm kalabalığa karşı yaşıyorsun.
Tüm kalabalığa karşı yalnız, tüm kalabalığa karşı tek başına.
Önceleri, yani henüz çok erken zamanlarında bunun farkında olmazsın.
Böyle yaşadığının, yaşamının, debelendiğinin, hiç farkında değilsindir.
Hayat denilen şeyin bu olduğunu sanarak yaşarsın. yaşarsın. yaşarsın ve zaman akıp gider.

11 Aralık 2020

hakkimda hayrlisi

bir erkekle yaşamak için ölüp bittiğim günler, haftalar, aylar, yıllar falan hepsi geride kaldı. sırf bir erkekle yaşamak için tüm hayatımı alt üst etmiş olmama da acıyorum. yazık ettim kendime. zamanıma. ruh halime. psikolojime. her bokuma yazık ettim.
artık bir erkekle yaşamak için yanıp tutuşmuyorum. çünkü bir erkekle yaşamak boka bulanmaktan başka bir şey değil. üstelik ne yaparsan yap, zamanını alıp seni yormaktan başka bir şey vermiyor eline. bu çok acınılası bir durum ve bunu anlamak için yıllar geçmesei gerekiyor. hatta bunu anlamak için yıllarını vermen gerekiyor. 
özetle; işte bak ben anladım ve karşılığında yıllarımı verdim. siz vermeyin ibneler.
bakın şimdi tüm ateşim söndü, bende küle döndüm. keşke güle dönseydim. ama olmadı. 
yıllar önce yola güle dönüşmek için çıkmıştım ama ne yazıkki küle döndüm. (bu uyaklı cümleden edebi şeyler çıkarmaya çalışıyorum. çünkü yapacak daha iyi bir şeyim yok. saat gecenin yarısı ve ayaklarım üşüyor olmasına rağmen inatla oturmaya devam ediyorum. keşke doğalgazın parasını ben ödeseydim de eskiden olduğu gibi, üşüdüğüm zaman açabilseydim. ama ne yazıkki parasını ben vermiyorum ve bu yüzden açmaya hakkım yok. nerden nereye geldim. resmen kül olduğumun başka bir kanıtı)

yorulduğum şey bir erkekle yaşamak falan da değil. yorucu ve her şeyde bi kusur bulup, bunu sürekli yüzüne çarpan, kusur bulmak içn her şeyi didik didik eden bir insanla yaşamak.
aslında olay hep böyleydi ama ben görmemeyi seçiyordum. zaten başka ne yapabilirdimki? çünkü kusur bulmak istesem, araya eser miktarda karışan olumlu şeyleri de hiç görmeyecek, cehennemden farksız olan hayatımı cehennemden daha beter bir ad bularak isimlendirmek zorunda kalacaktım.
her neyse işte, tüm bu yorgunluğu edebi bir şekilde anlatmak yerine şunu söylemeliyim ki; ben çok yoruldum. artık iyi bakarsam iyi görürüm, iyi konuşursam iyi olur, güzel bakarsam güzel görür adlı kendi kendimi oyalayıp durduğum kandırmacalarımdan da gına geldi. o kadar yoruldumki; kendimden bile kaçasım var. kendimi bile terk edesim var. 
artık yaşım 35 oldu ve ben incir çekirdeğini bile doldurmayacak kadar önemsiz bir şey için yorulmak istemiyorum. ben artık kendi kabuğuma çekilip ordan bir müddet yaşamak ve sonra günüm geldiğimde azraile ellerim havada sessizce teslim olmak istiyorum. ben çok yorgunum. yolun yarısında bu kadar yorulduğum için pes etmek bana yakışmadı ama ne yapıyım; elimden başka bir şey de gelmiyor.
belki de hakkımda hayrlısı budur.