-->

30 Temmuz 2020

parçalandım ve her bir parçamı ayrı yere bıraktım

12 temmuz 2020 saat: 22:47
oldum olası, parçalanmış kalabalık aileler, birbirinden farklı yerlere dağılmış ve buna "gurbette olmak" adını veren insanlar üzerine, yeni bir düzen kurmak için doğdukları evden çok uzaklarda yaşayan ve bu yüzden farkında olmadan artık oralı olmuş olarak başka hayatlar kuran insanlar üzerine düşünmüş, yaşamlarını, hareketlerini, konuşmalarını çok ilginç bulmuşumdur. onları bu kararları almaya iten şeylerin ne olduğunu, neden herkese sırtını döndüklerini, anne ve babasız ve hatta onları ailesiz yaşamaya  iten şeyleri vs vs merak etmiş, bunun bi gizi varsa öğrenmeye çalışmışımdır.

bugün yine gurbette olmak ve parçalanıp dağılmış, hayat telaşı içerisinde birbirinden uzaklara düşmüş aile bireyleri, uzak yakın akrabalar, tanıdıklar üzerine düşünürken fark ettim; doğup büyüdüğüm çevre hep bu insanlardan ibaret. hepsi bi yerlere dağılmışlar. hepsi birbirinden yüzlerce kilometre uzaklarda bi yerlerde ekmeğini kazanmaya çalışıyorlar.

beraber top koşturduğum Faruk, sobe oynadığımız Leyla, kardeşi Fatih, çocukluk arkadaşım Remzi(ki kendisi daha 18 yaşında Zeytinburnu'nun bitirim delikanlısı olmuştu da, artık esrardan dökülen dişleri, solan benziyle tam bi hayalete dönüşmüştü de, çok şükür bi kaç yıl önce tanıştığı genç bi kadın, onu çekip çevirmeye ve en sonunda evlendiklerinde de alıp memleketine dönerek kendi ailesine katarak insan etmeyi başardı. yoksa çocukluk arkadaşım Remzi, belki çoktan ölmüş, ben de şimdi bir fatiha ile geçiştirmiştim bile), alt komşumuz Kadir, aynı sınıfta okuduğumuz M, şimdi memur olan C vs vs vs  herkes bi yerlere dağıldı, bir yerlerde yaşadı, sonra bi şekilde bir şeyler oldu doydukları yeri bırakıp doğdukları yere döndüler, yapamayınca yine çekip gittiler. Bazılarının artık gidecek yeri de yoktu, geldikleri yeri tamamen silip öylece kaldılar.

Tüm bunlar üzerine düşününce gördümki aslında bende onlardan biriyim. Kopup gelmişim, kopup gitmişim. bi yerlerde var olmaya, kendimi var etmeye çalışıyorum ve sanki onların mücadelesinden farklıymış gibi düşünerek yaşıyor yaşıyor ve böyle yaşadıkça, böyle düşündükçe kendimi ulvi bir yaşam sürüyormuş gibi düşünerek, onları parçalanmış, kendimi ise gayet beton gibi sağlam görerek yaşamaya devam etmişim. Meğer farklı değilmişim. Parçalanmış, terkedilmiş, terk ettirilmiş biriyim bende. Kibrimden, gururumdan olsa gerek kendim için hiçbir zaman böyle düşünmemiştim. Aklıma gelmemişti. ama doğrusu bu.

bu konu bi kaç aydır bi yerlerdeki basit çağrışımlar sonrasında kafamın içinde dönmeye başlıyor ve sonra kendimimi bu tür hayatları olan insanlar üzerine düşünürken buluyordum. oysa bende onlardan biriydim ama nedense kendimi hiç öyle hissetmiyordum. sanki onlar aşağıdalardı, onlar benden bi tık daha alttaydılar ve hafif üstten bi tavırla onları anlama çabası içine girerek düşünmeye devam ediyordum.
kendime dönüp bakamıyor muydum, bakmıyor muydum, bakmak mı istemiyordum sorun neydi bilmiyorum ama aslında onlardan farklı olmamama rağmen, sanki dağılan, kalabalıkta eriyip giden sadece onlarmış gibi görüyor, bunu bir tek onlara yakıştırarak hafif hayıflanarak düşünüp sonra unutuyordum.
böyle böyle düşünürken işte bi şekilde olayı kendime bağlayabildim ve gördümki aslında eriyip gidenlerden biri de benim.
güçsüz ince dalıyla tutunduğu ağacın gövdesinden, şiir gibi esen hafif bir rüzgârın ilk etkisiyle anında onu dünyaya getiren gövdeden kopup çooooook uzaklara savrulan ve bu savruluşunu da "yaşam mücadelesi" adıyla süsleyip, ait olabileceği, ait hissedebileceği ama asla bunları hissedemeyeceği bi yer ararken sahipsiz bir yaşam sürmeye alışmış zavallı bi yapraktım.
oysa kendim için hiç böyle düşünmemiş, hep başkalarının savrulduğunu düşünerek yaşamıştım. hep başka aileler parçalanmıştı, hep başkalarıydı yok olup giden, eriyip giden vs vs.
işte şimdi anladım. bende başkasıydım ve belki de bu başkalığı fark etmiş olduğum içindirki, bazen gün içinde hüzünlenip bi anda ağlamaya başlamam.
oysa ağlayacak hiçbir şeyim de yoktu ve neden durup dururken ağladığımı, ağlamak istediğimi düşünürdüm.
şimdi anladım neden ağladığımı. çünkü derinlerimde bi yerde gömdüğüm sahipsiz bedenim var. sahipsizliğe itilmiş, sahipsiz ilan ettirilmiş bi bedenim var. bunun farkında değildim. bunun bilincinde değildim.
belki de aslında içten içe farkındaydım ama üzerime toprak atmaktan başka yapacak bir şeyim olmadığı için her boş kaldığımda kendimi meşgul ve ayakta tutmak için kürek kürek toprak attım üstüme.  çok boş kaldım ve bu yüzden kendimi çok meşgul tuttum. sonuç olarak da çok toprak attım üstüme. yıllarca içime çok fazla toprak attığım için bedenimin ölüsünü iyice bastırmış ve bu yüzden kendime değil, başkalarına hüzünlenmişim. belki de kendime hüzünlenmek için başkalarını kullandım. ama her ne olduysa oldu ve işte hüzünlenmelerin sonunda düşen her damla, yağmurun toprağı yumuşatması gibi mezar taşına dönüşen kalbimi yumuşatıp zamanla mezarın çökmesine, ölümümün topraktan dışarı atılırcasına ortaya çıkmasına neden oldu.
şimdi onunla öylece baş başa kaldım ve ağlarcasına bakmaktan başka bir şey yapmıyorum.
ve evet, yaşlıların sebepsiz yere ağlamalarını şimdi çok iyi anlıyorum.

26 Temmuz 2020

baba oğul ve kutsal şeyhler üzerine

Oğlum önceki gün gitti. Yine birbirimizden 100'lerce kilometre kare, üçgen ve dikdörtgenlerce uzaklıktayız. Burdayken çok kavga ettik, çok didiştik, bana çok küfür etti, çok söylendi, söylendiği için üzerine çok gittim, kavga etmediğimiz boş anlarda onu çok sevdim, kendimi zorla öptürdüm, bu şekilde de onu çok hırpaladım, çok zorladım, çok zorladı, çok hırpaladı beni, birbirimizi.
Ama her şeye rağmen sanırım iyiki baba olmuşum, iyiki dünyaya gelmesi için annesine yardım etmişim.
O bu küçük yaşına rağmen, bana çok kızgın ve üstelik kızgınlığını kavga ettiğimizde "seni hiç sevmiyorum. sadece annemi seviyorum" diye tarif ediyor. Ama bana seni sevmiyorum deyişini bile sevdim, çünkü nefret edilmek bile bazen insanın kendini iyi hissetmesini sağlayabiliyormuş, onu yeni anladım.
Üstelik annesiyle tekrar birleşmemizi de istiyor ve bazen laf aralarında "annemle barışın" gibisinden kelimeleri yerleştirmekten geri kalmıyor. Bunun imkansızlığı üzerine olan konunun detaylarını anlatamıyorum ama eminim o gün geldiğinde bunu detaylı bir şekilde konuşacağız.

Onunla yılda en fazla 1-2 defa, bi kaç haftalığına yüz yüze görüştüğümüz için, öyle çok duygusal bir baba oğul ilişkimiz yok ve öyle görünüyorki olmayacak da. Duygusal baba oğul ilişkisinin aksine sanki kabullenilmiş mekanik bir ilişkimiz var. Yani dayatılmış bir baba ve oğul ilişkisi gibi.
Tabii çok da öyle abartılı olmadığını da söylemeliyim. Çünkü elimden geldikçe, onun istediği o klasik baba oğul ilişkisini değil de, daha çok ona şartların ve benim sunabileceğim baba oğul ilişkisini göstermeye, yaşatmaya çalıştım. O da sanırım bunu anladı ve bu yüzden yer yer beni çok zorlamadı.

Bu durumu ise ilk geldiği gün saçlarımı uzun görmesinden dolayı "hele buna bak. bu ne? niye saçın uzun" ve evin farklı köşelerinde benim tek başıma veya onunla çekmiş olduğumuz eski fotoğraflarımızdaki halimi gördüğünde "bak kısa saç çok güzel. sana daha çok yakışmış" cümlelerinden anladım. Telefonumda onunla çektiğimiz yüzlerce eski fotoğrafa bakarkende aynı cümleleri kurup durdu ve bende "şimdiye kadar hiç uzatmamıştım, hayatımda sırf bi kere saç uzatmış olayım diye uzattım. biraz uzun kalsın belki keserim" diye cevaplar verip durdum.

Sürekli saç uzunluğu ile ilgili sorular ve cevaplarla 2-3 gün geçirdikten sonra ise evde bulduğu küçük makaslardan biriyle yanıma gelip "baba hadi saçını keselim" dediğinde, saçımın uzun veya kısa olmasının aslında önemsiz olduğunu göstermek için "olur. ama çok değil az keselim, sonra ben berberde hepsini keserim" diyerek bi kısmını onun kesmesine izin verdim.
Saçımı kesip çöpe attığında sanırım biraz rahatladı. Zaten bende ona "saçımızı istediğimiz zaman uzatıp, kesebiliyoruz" diye cevap vermiştim ve saçımın uzunluğunun veya kısalığının ve hatta uzun saçın benim için bir öneminin olmadığını göstermiş oldum.
Bu konuda onunla aramızda böyle yumuşak bir geçiş yapmış olunca, sonraki günlerde bi kaç sefer daha söylenmesine rağmen gittiği güne kadar konuyu pek açmadı ve sanırım beni biraz da olsa uzun saçlı olarak kabullendi.
Oysa ilk günlerde, saçımın uzunluğuna bakıp "böyle gelme" (memlekete) diyordu :)

Henüz 12 yaşında olmasına rağmen, böyle düşünmesi biraz tuhaf olsada yapacak bir şey yok. Çünkü böyle konuşmasına ve düşünmesine neden olan annesi ve ne yazıkki çocuk üzerinde çok fazla baskı uygulayarak büyütmüş, büyütüyor, büyütecek.

Baskı altında olduğunu ise yanımda olmasına rağmen geceleri korkmuş olarak uyanmasından, tuvalete bile yalnız gidememesinden ve hatta geçen ay henüz memlekette annemlerdeyken bi gece aniden "kalbim sıkışıyor, nefes alamıyorum" diye kriz geçirircesine uyanıp, küçük kardeşimin onu hastaneye götürmesinden biliyorum. Doktor serum verip, sakinleştirdikten ve onunla yalnız başına gerçekleştirdikleri konuşmalarından bir kaç saat sonra eve göndermiş, ama kardeşime de "iyi ama, belliki çok baskı altında. içine kapanık bir çocuk" demiş.
Bunu kardeşimin eşi bana abartılı bir şekilde söylediğinde çok üzülmüştüm. Biraz ağlamıştım da.

Bu yüzden buna karşılık olarak bi kaç gün ne yapacağımı düşünmüş, sonra sakinleşince, kimseye bu durumdan haberdar olduğumu belli etmeden, onun tatil zamanı geldiğini ve her yaz olduğu gibi şimdide yanıma gelmesini söylemiş ve işte biletini vs aldıktan sonrada yanıma gelmesini sağlamıştım.

Zaten geceleri korkarak uyanmasının nedeni olarak sadece annesi ve annesinin yaşadığı çevreyi görmeye başladım. Çünkü henüz bu yaşında vakit namazlarını kaçırmamaya çalışması, kur-an-ı kerim sürelerini ezberlemiş olması, gündelik konuşmasında çok fazla dini kelimeler kullanmasından vs vs çok fazla dini eğitim verilmek suretiyle baskı altında tutulduğunu düşündüm. Oysa çok yazık. Dini eğitim denilen şey, bu yaşta bir çocuk için bu kadar abartılmamalıydı. Ama abartılmış ve bunu annesine de yazdım. Çünkü biliyorumki bu yaştaki dini olduğu söylenen ama müslümanlıkla alakası olmayan saçma sapan hurafelerden oluşmuş eğitim, ilerde çocuğun anne ve yaşadığı çevreden tamamen kopmasına, belkide kendini kaybetmesine neden olacak.

Bu zararlı, ama tüm zararına rağmen "din" adı verilen dinsiz eğitim, yüzünden çocukta, gece korkmaları, tuvalete yalnız gidememe, gece ev içinde bile rahat hareket edememesine neden olmuş. Bu yüzden, geldiği günden bu yana beraber uyuduk ve her gece o uyuduktan 2 saat sonra ben uyudum.
Geceleri korkarak uyandığında ona sarıldığımda çok rahatladı. Bazı geceler benim zor uyanmamdan dolayı sayıkladığında uyanıp ışıkları yakmamızla sakinleşebildi ve bana "baba sen niye çok zor uyanıyorsun" diye de fırçaladı.
Canım benim, keşke bunları yaşamana daha en başında izin vermeseydim ama biraz geç kaldım.

Bende kaldığı süre boyunca, annesiyle her gün konuştu. Bu telefon konuşmalarını her yapışında da yalnız kalarak yaptı. Bazı günler gizliden gizliye dinlemeye çalıştım ama sonra o beni fark edince konuşmayı kestiğini de gördüm. Bu yüzden bi kaç kez zorla yanına oturup ne konuştuklarını dinledim. buna karşılık telefon konuşmasından sonra bana "annemle konuşmak istiyorsan kendin ara konuş" demekten geri kalmadı.

Konuşmalarının ortasında yanına gitmiş olduğumda gördümki; annesinin ona namazlarını kaçırmaması gerektiğini vs vs gibi şeyler söylüyordu ve o ise çaresizce "kaçırdığımda akşamları hepsini birlikte kılıyorum" vs diye yalan söylüyordu.
Onu bu yaşında böyle bir konuda yalan söylemek zorunda bırakmış olması da tuhaftı. Bu yaşta çocuk, dünyada en çok sevdiği kişiye, ağır sorumlulukları olduğu öğretilmiş din gibi bir şey için yalan söylüyordu. Üstelik bunu çok rahat yapıyordu ve yalan söylediğinin de gayet bilincindeydi.

Tüm bu saçmalıklarına rağmen, umarım bu dönemlerini kazasız belasız atlatır. Çünkü çok ağır bir baskı altında ve benim gücüm bu baskıyı aşmasına şimdilik yetmiyor.
Ben sadece burada daha rahat olduğunu gözlemledim ve sanırım namaz kılmak vs gibi durumlarla onu yüz yüze bırakmadığım için biraz mutlu olduğunu da anladım.
Ama yine de annesine olan bağlılığı çok korkutucu. Aralarındaki ilişki anne oğul ilişkisinden, sahip ve sahip olunan ilişkisine dönüşmüş. Bu çok üzücü.

Bu baskı yüzünden ona farklı zamanlarda, farklı konular arasında belki ilerde benimle yaşayabileceğini vs gibi sözler söyledim. Ama net olarak "hayır, senle hiç yaşamayacağım. hep annemle kalacağım" gibi şeyler söyledi. Üstelik benim günahkar biri olduğumu da ekleyip duruyordu :)
Günahkar olduğuma ise, ilk geldiği günlerde, kötü adamların içki içtiğini söylediğinde ona karşılık olarak "bende içtim. bir şey olmadı" diye söylediğimde küçük bir şok geçirdi, sonrasında ise normal hayatımıza devam ettik. Çünkü içmek günahtı ve allah içki içenleri cezalandırırdı. Ama "allah ceza vermedi" dediğimde durdu öylece baktı bana :)
"Canım benim, bunlar günahsa bile sadece ben ve allah arasında" dediğimde biraz şaşalayıp "böyle konuşma" deyip durdu.
Umarım bu dönemleri kolayca atlatır ve iyice anormalleşmez.

Evde Öküz Herif'le beraber yaşadığımız için Oğlum'u havaalanından alıp o eve gelirken, evde ev arkadaşım olduğunu vs söylemiştim ve eve vardığımızda da Öküz'ü ev arkadaşım olarak tanıştırdım. Çok şükür iyi anlaştılar, beraber iyi vakit de geçirdik. Gittiği güne kadar da ona "abi" deyip durdu. Öküz'de onu sevdi.

Bir ara biz oğlum'la çok kavga ettiğimizde, Öküz bana çaktırmadan "bende senin gibi babasız büyüdüm" deyip, kendisinden bir şeyler anlatıp, onu anladığını, benim baba olarak onu çok sevdiğimi falan söylemeye çalışmış. Galiba anlamış da. ama sonra yine kavga ettiğimizde bana "seni hiç sevmiycem" demekten de geri kalmadı.

bir de tuhaf olan şu ki; geldiğinde hiç babası gibi hissetmemiştim ve hatta o da beni baba gibi hissetmemişti sanki.
ama beraber vakit geçirdikten bir kaç gün sonra, içimde onu yiyip bitirmek, sürekli sarılmak, sürekli öpmek, sımsıkı sarıp sağa sola deliler gibi sallamak hisleri oluştu ve tüm bunları da yaptım. o da hep güldü durdu. arada o da sarıldı. ama biliyorumki, bana onu terk ettiğim için oluşmuş olan kızgınlığı çok geçmedi. belki de geçmeyecekte. haklı da. ama bende haklıyım. ne yapıyım.

bakalım baba oğul ilişkimiz o çok daha büyüdüğünde nasıl olacak. ama şimdi şundan emin oldumki, onun bi an önce biraz daha büyüyüp, annesinden uzaklaşması lazım. yoksa kötü olacak.



21 Temmuz 2020

son pişmanlık neye yarar, her şeyin bedeli var

Oğlum büyümüş. Üstelik cümlede tek başına duran büyümek değil bu. Gerçek bir büyümekten bahsediyorum.
Büyüdüğünü, dün onunla bir kaç şeyi üst üste yaşadığımda fark ettim. Sonra uyurken oturup izledim ve gördüm. Kocaman bir ergen olmuş.
Geldiğinden bu yana ise, öncesinde gözümde nasıl bir yer edinmişse artık bi türlü büyüdüğünü görmüyordum. Göremiyordum. Çocuğun nerdeyse bıyıkları terleyecek ama ben hâlâ bebekmiş gibi davranıyordum, görüyordum ve bu benim elimde değildi. Çünkü o bir bebekti.

Onu bebek olarak görmemin nedeni tabiki yılda 1-2 hafta vakit geçirmemiz ve sadece telefonda konuşmamız olabilir. Bunu çok dramatize edip karıştırmaya gerek yok. Sonuçta yıl boyunca görmediğim bir oğlum vardı ve ben sadece kağıt üzerinde, kağıttan bir babaydım.
Spermlerimden hayat bulmuş olması, can vermiş olmam,  onun yaşayıp 12 yaşına gelmiş olması vs vs bunların şimdiye kadar önemi yoktu. Zaten olsaydı, yarrak peşimde koşacağıma oğlumun yanında olurdum. Ama onun yanında olmadım ve tüm sorumluluğunu annesinin almak istemesiyle beraber, bende dünden razı olup hemen verdim.

Bu anlamda kendime dönüp baktığımda sanırım kendimi çok ama çok vicdansız biri olarak görüyorum. Hatta acımasız, yarrak delisinin tekiyim bence.
bence ben götün kendisi, oğlumun kavga ettiğimizde dediği gibi; şerefsizin tekiyim.
(bu arada şeref neydi yav? cidden bilmiyorum ve anlamına da bakmadım. bakmayacağım. uğruna yaşayacağım kavramlarımın olmaması iyi bir şeydi galiba. kendimi öyle inandırmıştım ve işte bu inançla 35 yıl hızla geçti gitti. )

Aradan 35 yıl geçmesine rağmen, ben hâlâ büyümedim sanki. Üstelik bunu da yeni fark ediyorum. Yani oğlumla şu bir haftadır vakit geçirmeye başladığımızdan bu yana yeni fark etmeye başladım. Onun büyümüş olduğunu anladığımda, kendimin de kocamış olduğunu anladım. Ama şunu da söylemeliyim ki; ben her zaman için aslında onu büyük, büyümüş, bir birey olarak gördüğümü sanıyordum. Şimdi ise henüz yeni anlıyorumki; kendimi kandırmışım.
Ya da geçen yıldan bu yana o çok büyüdü ve ben 1 yıl sonra tekrar onunla vakit geçirmeye başladığım için büyüdüğüne henüz yeni şahit oluyorum.

Şimdi buraya ne kadar süslü cümleler, sikindirik şeyler yazarsam yazayım biliyorumki; hiçbiri onu büyürken yalnız bırakmış olmamın yerini almayacak. Bunun için üzgünüm.
Yani öyle kendimi kahretmedim tabii ama ne bileyim onun büyümüş olduğunu fark ettiğim o ilk anda içim dışım bi tuhaf oldu. Gözlerim nemlendi falan işte.

Oysa ilk gün geldiğinde oğlum gibi bile hissetmemiştim. Sanki yabancı biriyle selamlaşmışız gibi, alıp evime götürmüşüm gibi. Ama sonra laçka halimden dolayı yavaş yavaş yakınlaştık ve şimdi biraz daha iyiyiz. Üstelik baba oğul ilişkisi gibi bir şey olduğunu bile hissetmeye başladım.
Güzel, garip, muhteşem bir his. Her siki olan baba olmalı bence ve her amı olan da anneliği tatmalı. En az bir kez olsa bile.

Dün kavga ederken, ona çok kızdığımda "bana istediğin kadar kız, beni sevdiğini biliyorum" dediğinde çok mutlu oldum. O an kızgındım belli etmedim ama içimden kızgınlıkla beraber mutlu da oldum.
Bugün ise daha farklı yönlerini keşfediyorum ve öyle görünüyorki, ben aslında ne olursa olsun ondan uzaklaşmamalıydım.
ve evet son olarak; oğlumu hiçbir şekilde terk etmemeli, onun büyüyüşüne şahit olmanın bir yolunu bulmalıydım. tabi olmadı ve her şeye her zamanki gibi geç kaldım. geç analdım.


15 Temmuz 2020

oğlum geldi hoş geldi

Bi kaç gündür oğlum yanımda ve bu yüzden karışık duygular içindeyim. Gerçi bu duygular hep vardı. Yani hep karmaşıktım. Bu karmaşıklığı anlamadığım için oturup ağladığım zamanlarda olmuştu. Ama artık ağlamıyorum. Zaten nadir ağlarım. Çooook çok nadir.
Çünkü duygusal biri olsamda, gözlerime söz geçirebilen biriyim ve gereksiz ağlamalara karşıyım. Bu gereksiz ağlama, kendi ağlamam bile olsa karşıyım. Zaten kendime hep karşıyım. Karışırım.
Hem insan en çok kendine karışmalı. Hatta sadece kendine karışmalı, kendini karıştırmalı.
İç karmaşıklık iyidir. Benimki bana hep iyi geldi.

Oğluma dönecek olursak: çok sevgi dolu, çok merhametli, çok duygusal bir çocuk.
Bana karşı çok kızgın ve kızgınlığında çok haklı. Her fırsatta bana vurmaya çalışıyor, canımı yakmak için o küçük ellerinden geleni yapıyor.
Bu hareketlerini anlıyorum ve hatta bazen bana vursun diye onu bilerek de kızdırmıyor değilim. Ama şimdi oturup ona annesiyle ayrılma nedenimizi "erkeklere aşıktım ve annenle sevişirken bile aklımda gündüz karşılaştığım yakışıklı vardı. Bende buna daha fazla dayanamadım ve annenle olan kavgalarımızdan birinin ertesinde, bana çöp tenekesine bakar gibi baktığında ona karşı olan tüm saygım bitti ve bir kaç gün sonra her zamanki kavgalarında söylediği "ayrılalım"ı kabul ettim ve o da semerinden boşanmış gibi çekti gitti.
Hem zaten bu ilk gidişi de değildi. Çünkü öncesinde de beni defalarca terketmişti. Oysa ben beraber çıktığımız yolda, her boku da beraber kaşıklarız diye düşünmüştüm ama ne yazıkki tüm boklarda olduğu gibi boku kaşıklayan sadece bendim ve tencerenin dibine kadar da sıyırdım. Çünkü çok parasız kaldım. çok çektim. kendime hiç acımadım. çok çektirdim" diye açıklayamam. Belki ilerde açıklarım ama şimdi olmaz. Şimdi o küçük güzel kafasında her şey, biraz benim kötü biri olmam üzerine kurdurulmuş ve bende bundan şikayetçi değilim. işime geliyor.

İlk geldiği günlerde birbirimize yabancı gibi olsakta, şimdi daha iyi gibiyiz ve gittikçe daha iyi oluyoruz. E tabi bu da normal. Sonuçta yılda 1-2 defa birbirimizi gördüğümüz bir baba oğul ilişkimiz var ve bunun normalliği bundan kaynaklı. Ama yine de bu ilk günlerdeki yabancılık beni şaşırtmıyor değil. Her defasında şaşırıyorum. Her defasında.
Hele bu son gelişindeki ilk gün, oğluma baktığımda gördüğüm tek şey: orda küçük bir insanın olmasından başka bir şey görmüyor oluşumdu. Yani bu kimdi ki? Oğlum bu mu? ben babası mıyım? Baba mıyım?
E hani evladı için dünyayı yakmak, oğlu için ortalığı ayağa kaldırmak, şehri yakıp yıkmak hisleri vs vs nerdesiniz lan o hisler. yok.
Bu duyguların hiçbirinden eser miktarda bile içimde bir şey yoktu ve şaşırdığım şeyde galiba buydu.

Şimdi ise gelişinin üzerinden bi kaç gün geçti ve artık daha yakınız, daha baba oğul olduk, daha canciğer olduk.
çünkü babalık için gerçekten yanyana olmak, yanında olmak lazım. Bundan emin oldum. Eminim. ve evet şunu da anladım ki; telefonda konuşarak, hal hatır sorarak babalık olmuyor. olmaz.
ama elimden gelen de şimdilik bundan başkası değildi. napıyım.......

Annesiyle yaşadığı için, anne oğul ilişkileri çok karmaşık. Fazla bağımlılar birbirlerine ve bunu normalin üzerinde bulduğum için aynı zamanda korkutucu da buluyorum.
Umarım zamanla daha oturaklı ve güzel bi ilişkiye döner, zamanla daha gerçek anne oğul ilişkisine döndürürler. öteki türlüsünü düşünemiyorum ve doğrusu ruh sağlıkları içinde pek kötüye işaret.
zaten oğlumun, geçen yıl ile bu yılki davranışları arasında çok fark var. Garip bi davranış biçimi ve ruh hali var ve bu garip davranışların kaynağı olarak annesini görüyorum.
çünkü gittikçe yobazlaştı ve bu yobazlığı içinde boğulmakla kalmadı, etrafında oğlu olduğu için onuda çekip boğdu diye düşünüyorum.
müslüman olmasına rağmen, allah olarak oğlundan başkasını da görmüyor. tabii oğlunu allah olarak gördüğünden, ona tapındığından haberi de yok. "haberi olsa tapınmaz" diyeceğim ama ne yazıkki; haberi olsa daha sık ve gerçekçi bir tapınmaya dönüştürür.
neyse bu konu sıkıcı. kanal değiştiriyorum.

Oğlum bana geldiği zaman Canımıniçi ile de tekrar tanıştılar.
Zaten çocukluğunda da tanışıyorlardı. Hatırlıyor. Yaz aylarında bazen bende kaldığında da buluşup zaman geçiriyorduk. Ordan da biliyor.
Bi kaç gündür çok fazla zaman geçirdikleri için onu sevmeye de başladı. Abi diyor ona :)

Canımıniçi'de onu seviyor. Yaklaşımından, konuşmalarından, vakit geçirdikleri sıradaki davranışlarından bu rahatlıkla anlaşılıyor. Galiba kendisinin çocuk sahibi olamaması durumunu böyle doyurmaya çalışıyor.
Daha önce bi kaç sefer, çok duygusal anlarımızda bana "ya ne olacak böyle hayatım, ibnelik yüzünden evlenmedim de, çocuk mocuk da yok. ne olacak böyle" dediğinde "çocuk yapınca ne olacakki? ben yaptım ne oldu? ha çok istiyorsan bi kaç yıl sonra benim oğlan iyice büyüyecek mecburen alırım yanıma, ona babalık yaparız" deyip susturmuştum. bu sözlerim yüzünden bana biraz hak verir gibi de olmuştu.
sonuçta çocuk sahibi olmak çok ulvi bir şey değil. am ve sikin birbiriyle birleşmesinin doğal sonucu olarak gelişen mecburi bir evrim o kadar.


07 Temmuz 2020

kendi huzuruna ermiş bir çirkin ermiş

Uzun zamandır Canımıniçi dışında hiç kimseyle yakınlaşmadım, hiç kimseye dokunmadım, hiç kimseyle sevişmedim ve hatta sevişmeyi bırak, normalde gördüğüm an ölüp bittiğim yakışıklılıktaki herhangi birine karşı sevişme arzusu bile duymadım. yani tam bir sadakat temsilcisi olup çıktım.
hey sen teresa! gel bokumu ye, sonrada ağzını silmeden öylece karşımda dikil.

bunun böyle olmasını ben istedim. yani tüm o sevişme hissimin yok olmasını ve sikimin sadece çiş yapmak için yaratılmışcasına, bedenime yapışık kalmasını. tabii arada bazen Canımıniçi'ni severek sikmiyor değilim. hatta büyük ve gerçekten içten gelen bir istekle.
üstelik bunun tadı hiçbir şeyde yok. hatta sanki daha önceki sevişmeler pek tatsız ve anlamsızmış gibi hissettiğim de olmuyor değil. oluyor.
tabi her zaman isteyerek seks yapıyoruz anlamına gelmiyor bu. bazen sırf ben istediğim için o rıza gösteriyor, bazen de sırf o istediği için ben rıza gösteriyorum. hatta bazen hiiiiiiç ama hiiç istemeyerek de olsa seks yapıyorum. çünkü bir ilişkide olmak bunu gerektirir. bok.

şimdi dönüp arkamda kalana bakıyorum da; eskiden böyle değildi. değildim. 
sanki dünyaya sadece seks yapmaya gelmişim gibi yaşadığım o yorucu yıllar, o yorucu sevişmeler, o yoran insanlar. iyiki hepsinden ve o eski kendimden uzaklaşmışım.

o şekilde yaşadığım için, kendime çok yazık ettiğimi de düşünmüyor değilim. hemde çok ettim. ama başıma gelenlerin bir çoğuna da ben izin verdim. ben istediğim için başıma geldiler ve şimdi hâlâ zaman zaman ağrıtıyorlar.
Ağrılara rağmen kurtulmuş olmak, yani o ucuz ve basit seks makinesinden normal, kanlı canlı bir insana evrilmiş olmak da huzur verici. 
yine, yani kısaca; aslında huzursuzluğumu yarattığım gibi, huzura da kendi kendimi erdirdim.
ben bir ermişim. kendi huzuruna ermiş bir ermiş. (bu cümleyi başlık yapayım)

bu basamağa çıkmak için çok zorlandım, her yerim acıdı, yalnız bırakıldım, yalnız kaldım, yalnız bıraktım. çok ağladım. ağladım. ağladım. ağladım. hayır ağlamadım, gözüme töz kaçtı.
ve sonra anladım ki, huzur; tüm yaralarını, küçük dilinle yalamaktan başka bir şey değil. ağzın kuruyuncaya kadar kendi tükürüğünü, ağrıyan yerlerine merhem diye sürmekten başka bir şey değil. ve huzur, ilacın sende olduğunu bilmek değil, yarayı senin açmış olduğunu bilmektir. 

tüm bunları ben istedim ve oldu.
çünkü et olarak yaşamaktan sıkılmıştım. 
birinin bir kaç saatlik eğlencesi veya birine kendimi bir kaç saat beni iyi hissettirmesi için izin vermemin bir anlamı yoktu ve dibi de yoktu. 
dipsiz bir kuyuda gidip gelen bir et parçasına dönüşmüştüm. üstelik et çürüyordu. dünya dönüyor, kuyu daha da derinleşiyordu.
kendimi çok boş ve gereksiz biri olarak görmeye başlamıştım. şimdi bakıyorum da, sıkılmakta çok haklıydım. çünkü gerçekten yazık ediyordum kendime.
üstelik her eğlencenin bir aşkla biteceğine dair saçma sapan bir inancımda vardı. bu inancımdan eğlencelik diye buluştuğumuz kimseleye bahsetmiyordum, söylemiyordum ama davranışlarıma yansıyordu. çünkü ben aptaldım ve benim dışımdaki herkes benden akıllıydı.
insanın bedeninin arkasına saklanmak dışında saklanabileceği bir yeri de olmayınca ve bedeni o küçük ihtimalin gerçekleşme olasılığından dolayı kıpır kıpırken, insanlar nasıl anlamayacaklardıki.
anladılar ve kaçtılar. uzağıma.

iyi oldu. herkes için. özellikle benim için. çünkü yediğim her halt sonrası kendimi kötü hissetsemde, bunun gerçek olduğunu bildim ve öyle davrandım. hem beni istemeyene ne yapacaktım ki? zorla beni sevsin diye kalbine silah mı dayayacaktım. 
hem insanlar çirkin birini sevmezler. çünkü çirkinlerin sadece bedenen değil, ruhen de çirkin olduklarını düşünürler. bu yüzden ilk hevesten hemen sonra bi bahaneyle kaçarlar. siz ise orda kirli çarşafların üzerinde tüm çirkinliğinizle öylece kalırsınız.

çirkinlik bi yandan iyidir. çünkü hırpalanma oranınızı düşürür. yani kimse size fazla salça olmaz ve dünya siz çirkin olduğunuz için, size daha dürüst davranmak zorunda bırakır insanları. kaçıp gitmeleri de bu yüzdendir.

bu iyidir. ve siz zoraki bir ermişe dönüşüp kalırsınız. bu bir ermişlik mi, eriştirilmişlik mi? onu bilmem.