-->

28 Haziran 2023

Birazda Gerçekler Hakkımda Konuşalım mı? 3

başlangıcı: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/06/birazda-gercekler-hakkmda-konusalm-m.html

---sekiz--ve--dokuz---
14 yıl önce şuraya https://hayaterkegi.blogspot.com/2010/10/her-ibne-asker-dogar.html  yazdığım konulardan biri olan ablamın (bu ablam 3numaralı ablam oluyor) bana para vermesi konusu, yıllar boyunca durduk yere öylesine ve tamamen nedensiz, yersiz ve zamansız ve üstelik çok alakasız anlarda aklıma gelip gelip öylece durmuştur. O anın içinde, özelinde ne bok vardı, neden aklıma gelirdi bilmez, anlamazdım ama o da bıkmadan usanmadan aklıma gelmeye devam ederdi ve işte ben 13 yıl önceki aklıma gelişlerinden birinde ortaya çıkan huzursuzluğu yok etmek için, onu tutup "..Sonra baktım bu soğuk rüzgarların dineceği yok, evden tekrar ayrılmaya karar verdim. Ama kararım yersizdi. Çünkü cebimde beş kuruş  para yoktu. Son paramı aileme dönerken harcamıştım. Evde altı üstü bir hafta kaldım ve bir hafta sonrasında ablamdan, varsa bana bi miktar para vermesini istedim. Oda sadece 50 tlsi olduğunu söyledi ve getirip verdi. Ablamı tanırım, çok iyi kalpli, çok iyi düşünceli ve elinden geleni yapan biridir. 50 tlsi olduğunu söylediyse doğru söylemiştir. Zaten çalışmıyordu başka parası olamazdı da. 50 tlyi verdiğinde gitmek için aldığımı biliyordu. Hiç sesini çıkarmadı. Evdeki huzursuzluğun farkındaydı, parayı verirken gözlerinde adeta gitmeme razı olmaktan başka seçeneği yokmuş gibi bir bakış takınıp parayı vermişti. Parayı verdiğinde gözlerinin dolduğunu hatırlıyorum, ama oda başka seçeneğim olmadığını biliyordu, buna rağmen sırf benim kendimi iyi hissetmem için gülümsediğini hiç unutmam. O an, şimdi gibi hala aklımdadır. Ablamın, o an beni rahatlatmak için, zoraki olarak ortaya çıkardığı ve gittikçe büyüyen gülümsemesi, hayatımda gördüğüm en içten gülümsemelerden biri olmuştu. Zaten gülümsemesinden başka yapacağı hiçbir şeyi yoktu. Çaresiz, bana ışık olmasını umud ettiği bir gülümsemeydi o.  Parayı alırken bende o rahatlasın, bir sorunum olmadığını, kafamın rahat olduğunu düşünsün diye gülümsedim. Bide ablamdan parayı alırken ‘’çarşıya gidiyorum, bi ihtiyacın var mı? sanada alıyım’’ dedim ‘’yok saol’’ dedi. ‘’tamam, ben çıkıyorum. Parayı bi kaç güne kadar sana geri öderim’’ dedim. Böyle söyleyerek aslında onun yanıldığını, bi yere gitmeyeceğimi ifade etmeye çalışıyordum. Oysa yanılmıyordu. Parayı aldıktan birkaç saat sonra hiç kimseyi görmeden şehirler arası yolculuk yapan araçların kullandığı yola çıkıp İstanbul otobüsüne bindim. Otobüse bindiğimde kendime baktım da, sahip olduklarımın envanteri; kemik yığını üzerindeki beş para etmez bedenim,  onun üzerinde ise siyah kot ve tişörtüm vardı...cümleleriyle buraya yazarak yok etmiş, kocaman rahatlamış ve ardından da tamamen unutmuştum.

Şimdiyse, daha doğrusu 2 yıl önceki mecburi eve dönüşümden bu yana ise, ablam ve annemin davranışlarında tuhaflıklar görmeye, fark etmeye başlamış lakin bu negatifliklerin kendilerinden elle tutulacak kadar kesin bi şekilde emin olamadığım için, tüm fark edişlerimin kendi kuruntum, onları aklıma kötü insanlar olarak kazımaya çalışarak karşısına alma uğraşı içinde bulunan şeytani bi yanım olduğunu düşünmüş ve kendimce vardığım bu kanı sonrasındaysa, buna karşılık olarak aslında yapmam gerekenin, onlara dair negatiflikleri öne çıkarma içindeki şeytani yanımı alt etmenin başta ben olmak üzere, herkes için daha iyi olacağı sonucuna varıp negatiflikleri en aza indirecek şekilde davranmaya-iletişim kurmaya özen göstermiştim. (yani hiç iletişim kurmamak gibi)
Günler-haftalar-aylar-yıllar geçti ve işte geçtiğimiz ay içerisindeki bir kaç mecburi iletişim esnasında yine aynı negatif şeyler tekrar edip edip durdu ama ben bunların çoğalmaması için verdiğim kararın arkasında durarak iletişimimizi olabildiğince sınırlamaya devam ettim.
Fakat sınır denilen bu şey ne ablamın, ne de annemin amında değildi ve konuşma ile tavırlarından dolayı ablamla aramızda 20 yıl önce gerçekleşen bu 50 TL mevzusu, annemle ise aramızda 25-30 yıl önce ara ara gerçekleşip duran "ben senin çocuğun muyum?" konusu yine aklıma takılmaya başladı.
Ablamla aramızda gerçekleşmiş olan bu para alma konusu aynı şekilde önceki hafta sürekli ve gün atlamaksızın yine aklıma geldiğinde ve bu 3numaralıablamın yan odaya gidip kapıyı kapattıktan sonra,  geçen sonbahar evlenip giden 2numaralıablamla gerçekleştirdiği "yok valla hiçbişi yapmıyorum. kendisi bir şeyler yapıp yiyor. öyle sebze mebze uğraşıyor. hiçbir şey yapmayacam da, zaten dayanamaz mutlaka gider. gidecek gidecek" cümleli telefon konuşmasına kulaklarımla şahit olunca, hemen o anda 20 yıl önceki 50 TL mevzusuna şöyle bi geri çekilip bakma ihtiyacı duydum ve gördümki; 13 yıl önce buraya yazdığım o paragrafın hepsi yalandı.

Yani; evet o para mevzusunu biraz değil fazlasıyla süslemiş püslemişim ama aslında yazıyı tüm o iğrenç yapay süslerden arındırırsak, geriye "ablamın parayı bana verirken, bi an önce siktir olup gitmem için vermiş olması"ndan başka bir şey kalmıyor. (o yazıyı süsleme amacımsa; o dönem yine yalnızdım, evden kovulmuştum, istanbul'da yeni hayat kurarız diye taşınmıştık ama karım oğlumuzu alıp anasının amına kadar giderek beni terk etmişti, bi ajansta bulduğum ufak tefek sosyal medya işim zaten sallantıdaydı vs vs tüm bunların yarattığı çaresizlik-yalnızlık acısının dozajını düşürmek için kendimi durdurmadan her gece gaybarlara atıp birinin kollarında bir kaç saatliğine de olsa şefkat arıyordum ama tüm bunlardan haberleri olmadığı için kimsenin sikinde değildim ve herkes beni arkasına almak için can atıyorken tüm bunlardan duyduğum iç sıkıntısını atmak için gelip buralara sayfalarca yazıyı döşeyip duruyor, bir kaç gün sonra gelip bazılarını siliyor ama sonuçta içimi rahatlatmış, sıkıntımı daha da derine gömerek günü kazasız belasız geçirmeyi başarmış oluyordum.
O günleri öyle atlatmıştım lakin işte şimdiki dönüşümden 2 yıl sonraki bu hafta kulaklarımla şahit olduğum ablamın bu demir gibi katı gerçeğinden sonra, yıllar önce içime sakladığım o eski gömülerden birini bulmuştum ve şeytani yanımdan esinlendiğini söylediğim kuruntularımın aslında kendi yanılsamalarım olmadığından şimdi yüzde100 emin olup SEVİNEREK rahatlamıştım. İşte bak ablam kötüydü, ben değil.

Annemle olan konumuzsa, onun bana, çocukluğumda dahi olsa benim de onun bi evladı olduğum hissi ve davranışıyla hiç yaklaşmamış olmasıydı. 25 Haziran 2023 günü kurduğu cümleler ve söylediği "sen artık iyisin, ne istiyorsun" cümlesiyle dayanamadım ve ona "hadi şimdi kuduruğun tekiyim, laf dinlemiyorum falan ama aslında sen beni, daha küçük bi çocukken de hiç sevmiyordun. sevmedin. ben hep 2numaralıablamı annem sanıyordum. annemin sen olduğunu okula giderken fark ettiğimde bunu sana "anne ben kimin oğluyum, gerçekten senin oğlun muyum" diye sormaya başladığımdaysa, sen her seferinde kahkahalar atarak "hayır sen benim oğlum değilsin. yolda bulduk. seni terk etmişlerdi acıyıp aldım" derdin. neden beni sevmiyordun?
-seviyordum, hatta çok seviyordum. sen doğduğunda çok cefa çektim. o koca kış soğuğunda doğmuştun ve geceleri sana baktığım için uyuyamazdım bile.
-bebekliğimden bahsetmiyoruz, bebekliğimde beni sevip sevmediğini bilmiyorum. 2 numaralıablamın söylediğine göre de zaten sen bebekliğimde de bana hiç bakmamışsın, hep o bakmış bana. ve zaten onu annem sanmam da bundan olsa geerek.
-aa olur mu öyle, seni büyütürken ne kadar cefa çektiğimi bi allah biliyor
-boşuna yalan söyleme. hiç bakmamışsın bana. açlıktan saatlerce ağlarmışım ama sen yinede doğru dürüst emzirmezmişsin. hatta gider konu komşunun çocuğunu emzirirmişsin. zaten eski mahalledeki bi kaç kişiyle süt kardeşliğimde bundan değil mi?
-yook be öyle bi kaç sefer süt verdim, annelerinin sütü azdı mecburen verdim
-konuyu dağıtma, beni niye hiç sevmedin
-seviyordum vallahi de billahi de seviyordum.
-sevmiyordun. sevmedin de. bu yüzden annelik de yapmadın. çocukken bunu fark edip "anne ben senin oğlun muyum" diye sorduğumda da bana "seni orda burda bulduk" gibi şeyler söyleyip dururdun.
-aa olur mu öyle şey. söylemem ben öyle bi şeyler
-söylerdin. farklı zamanlarda defalarca sorduğum olmuştu ama sen yinede bana; seni orda burda bulduk, çingeneler seni terk etmişti, sahipsizdin aldım eve getirdim gibi şeyler söyleyip dururdun. ben o zamanlar küçücük çocuktum ama sen böyle şeyler söylediğinde yine de çok üzülürdüm. yıllar içinde bunların kendi kuruntum olduğuna kendimi inandırıp sakinleştim ama 2 yıl önceki dönüşümden bu yana uğradığım açık haksızlıklara da göz yumup hatta evden gitmem için de çabalamaya başladığında anladımki sen kötü birisin...

(tüm bu olanları, hissettiklerimi ve emin olduğum kötülüklerini onunla konuşunca, o henüz ölüp cehenneme gitmeden önce söylemiş olduğum için rahatladım ve geçmişin kendi çarpık kuruntularım olmadığından tamamen emin olup çok çok sevindim. annem ise konuşmamız boyunca elindeki şişlerle çorabını örmeye devam ediyordu. onun için önemsiz bir vızıltı gerçekleşmişti o kadar. çünkü; annem kötü biri, ben değil.
daha küçük bi çocukken anneme "ben senin oğlun muyum" diye sormamı da 13 yıl önce buraya yazmıştım: https://hayaterkegi.blogspot.com/2011/05/cennet-annelerin-ayaklar-altndadr-peki.html )

bu yazının devamı: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/07/birazda-gercekler-hakkmda-konusalm-m-4.html

20 Haziran 2023

“Demek yazar olmak istiyorsun” ha!

Charles Bukowski'nin bu şiirinden yeni haberdar oldum. Sikimde de değil aslında ama madem yazar olmak istememesine rağmen, sürekli;
kitap çıkar.
bu yazdıkların ne zaman kitap olacak? 
çoğu "yazarım" diyenden daha iyi yazıyorsun, bunları değerlendir mutlaka" gibi gibi şeyleri sık sık duyduğum için ve tüm bu söylenenlere rağmen, sanki işte ben bu şiir gibinin anlamındaki derinlikten dolayı yazdığımı düşündüğüm için şiiri buraya alıyorum;


Demek yazar olmak istiyorsun- Charles Bukowski

"her şeye rağmen içinden fışkırmıyorsa bırak yapma.

kalbinden ve aklından ve ağzından

ve ciğerinden gelmiyorsa, bırak yapma.

 

bilgisayar ekranına bakarak saatlerce oturman gerekiyorsa

ya da daktiloya gömülerek sözcükler arıyorsan, bırak yapma.

 

para için yapıyorsan ya da şöhret,

bırak yapma.

 

yatağında kadınlar olmasını istediğin için yapıyorsan,

bırak yapma.

 

orada oturmak ve tekrar tekrar yeniden yazman gerekiyorsa,

bırak yapma.

 

sırf üzerine düşünmesi bile zor iştir,

bırak yapma.

 

başka birisi gibi yazmaya çalışıyorsan, unut gitsin.

içinden gürleyerek çıkmasını beklemek gerekiyorsa,

o halde sabırla bekle.
içinden gürleyerek çıkmazsa, başka bir şey yap.

 

ilk, karına okuman gerekiyorsa

ya da kız arkadaşına,

ya da erkek arkadaşına,

ya da ana babana,
ya da herhangi birine,

olmamışsın.

 

çoğu yazarın olduğu gibi olma,

kendine yazar diyen binlerce insan gibi olma,

sıkıcı ve duygusuz olma ve yapmacık,
kendini sevmeyle harcanma.

 

dünyanın kütüphaneleri senin gibiler üzerine uykuya dalmak için esnemiştiler.

onlardan olma.

bırak yapma.

 

ruhundan roket gibi çıkmıyorsa,

durgun olmak seni delirtmiyorsa ya da intihar ya da cinayet,

bırak yapma.

 

içindeki güneş ciğerini yakmıyorsa,

bırak yapma.

 

zamanı geldiğinde ve seçilmiş olursan,

kendiliğinden gelecektir ve gelmeye devam edecektir

sen ölene kadar ya da içindeki ölene kadar

başka yolu yok ve hiç olmadı."


İngilizceden çeviren Oğuz Tecimen

şiirin çevirisi ve kaynağı: https://bianet.org/bianet/sanat/252237-demek-yazar-olmak-istiyorsun-ha  



13 Haziran 2023

Birazda Gerçekler Hakkımda Konuşalım mı? 2

bu  yazı, bu linkte başlamıştı: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/06/birazda-gercekler-hakkmda-konusalm-m.html

----altı---ve-----yedi----
Beyin ameliyatı sonrasındaki iyileşme belirtileri göstermeye başladığım ilk günlerde Öküz Herif benimle görüşmeyi kesmeye çalışıyordu ve her zamanki gibi; devasa okyanusta, üstüne çıkıp su yüzeyinde kalacağı ufak bi tahta parçası arıyordu. Oysa gecenin bi yarısı geçirdiğim kriz yüzünden hastaneye getiren de ta kendisiydi ve şimdi tüm ahlaki değerlerden arınmış olsa bile, bunu nasıl yapacaktı ki?
Onunla olan yıllardır süren tanışıklığımızda bana kendine dair farkına vardırdığı ilk şey "karşımdakinin zorlu geçen gerçek kötü günleri sikimde değil. ben, insanların sadece iyi anlarında yanında olup enerjisini sömürerek kendime yakıt sağlayacak, karşımdakini; her konuda ve anda sürekli söylenerek sanki bitmeyen ve hep sürmekte olan büyük bir kaos varmış gibi psikolojik olarak zayıf düşürerek kendimi güçlü kılacak, muhatabımın yaşamaya dair olan tüm ümitlerini yok etmek için elimden geleni yapacak olan o kişiyim. şimdi tüm enerjini yok etmiş ve seni ruhsal olarak sakatlayıp sürünmekten bile aciz halde bırakmış olmama rağmen def ol git ve hayatındaki her şeyi tekrar yoluna koyduğunda gel, sikini ağzıma sokup yüzüme patla"ydı.
Onun bu yönünü ona söylediğimde, kabul edip yanlış yaptığını söyleyerek düzeleceğini umardım ama tam tersi olur ve o, bu yönünü hemen red etmeye başlayarak, iğne ucu kadar bile olsa gözükmeyecek şekilde onu yanlış anladığım iddiası'nın arkasına saklanıp, bunu sonsuza kadar tekrar edip durarak beni, onu yanlış anladığıma ikna ederdi. 
Aslında ikna etmezdi ama; onca başarısız aşk denemesi, yaşanan tüm terk edilme türleri, kimsesiz kalmışlık hissinin verdiği nereye ve kime ait olduğum sorusunun sürekli kafamda dönüp durması falan filan tüm o bu başarısız yaşantılardan çıkarılacak ders ne olacaktı ki? Şimdi elimde olan tek mal da buyken ve barışmamız; uzun tartışma esnasında soluklanmak için sakinleştiğimiz ilk anda onun gelip beni öpmeye çalışması ve bu gerilimi sert bi seksle taçlandırıp en sonunda da sikimi ağzına sokup içinde bi kaç saniye gidip geldikten sonra boşalacağım andan hemen önce çıkarıp yüzüne attırmama bağlıysa, neden bu kadar uzatayım ki? 
Hem şimdi onu bırakıp gitsem bile, bulduklarım da bundan farklı mı olacaklar?
Kadın veya erkek hepsi ama hepsi aynı boklardı ve güçlü bi dejavuya dönüşen bu tekrarları başkalarıyla da yaşamamış mıydım? Sıkıldım bu yeni bulduğum insanlarla da aynı şeyi yaşamaktan. Kendimi tekrar etmekten. Hem madem tekrar olacaktı, oyuncuyu değiştirmektense, tekrarı da aynı oyuncuyla yapmak daha iyiydi.
Bir de aslında Öküz'ün de kimi kimsesi yokken, ben onu bu dehşetengiz yalnızlığıyla baş başa bırakacak kadar kötü biri de değildim. Varsın gerçekten kavga etmiş, kötü şeyleri yapıp söylemiş olalımdı. Bunların hepsi bana, ona, bize yani insana aitken ve kafam ona dair her zaman olduğu gibi şimdi yine karışık, barışmamızsa; onun suratına patlamama bağlıyken, neden bir şey olmamış gibi yüzüne gözüne attırarak tekrar barış imzalamayacaktık ki? Öyle yapardık ve barışırdık.
Ama şimdi bu hastane olaylarım sırasında uzayıp giden ciddi koşuşturmalar içinde onun "iş yoğunluğum başladı" diyerek benimle o sıralar görüşmeyi kesmesi, bi kaç gün sonra geldiğindeyse, onu görmenin verdiği sevinçle içim içime sığmazken, o ise hastalığıma rağmen (onun bu yönünü henüz geçen ay anladım ve onun yıllardır süren ilişkimizdeki bazı çok tuhaf hareketlerini, daima negatiflikten yana olan garip davranışlarının gerçek nedenlerini şimdi anlayabildiğim için yazıyorum. bu yönünü ona da geçen ay söyledim)yüzümde gördüğü mutluluk yansımasının acısıyla kıskançlık ateşinde kavrulup, tüm kıskançlığıyla açtığı saçma konular arasında alakasız bi şekilde "öleceğinden korkuyor musun, hiç bundan kurtulamayacağını düşündün mü" diye sorarak bilinçli bi şekilde modumu düşürüp bunu da yüzümden okuyuncaysa anında, sanki hiçbir şey söylememiş, yapmamış gibi başka bi konuya geçerdi.
Bu davranışları sıklaştığında, kuzenim bu yaşadıklarımdan habersiz bi şekilde hastaneden taburcu olduğumda kendisinde kalmamı istedi ve Öküz Herif'e de kuzenim zaten sürekli "yok yok, sizin ev bodrum katı olduğu için çok rutubetli, evin havası çok kötü. taburcu sonrası bi süre bende kalacak" deyip durduğu için o süreci, ben de sanki mecburmuşum gibi numara yaparak atlattım ve taburcu olduğumda kuzenimde yaşamaya başladım. 
Bu süreçte ise Öküz Herif benimle görüşmeyi bıraktı. Aramadı, sormadı ve ben radyoterapi-kemoterapi aylarıma geçiş yapmış oldum. Arada bazen birbirimize yazıyor, sanki iletişimi kesmemişiz gibi davranıyorduk ama üzerinden kazasız belasız bi yük olan beni atmış olduğu için mutlu olduğunu saklayamıyordu ve bende iyi olduğumu, iyi hissettiğimi söylerdim. Bunun üzerine o hemen iş yerindeki problemlerinden bahsetmeye başlardı. Yanisi; ona uzak olmam, enerjimi sömürmesine engel değildi. Ama kahretsindiki ben bu öküzü aklımdan çıkaramıyordum da.

O günlerde benimle yüz yüze olarak tamamen görüşmeyi kesmesi ama onu düzenli aralıklarla sikecek birini bulamadığında tekrar bana yazması falan derken iş uzayıp gitmişti. Bu yüzden onun beni terk etmeye gücü yokken ve her zaman olduğu gibi beni, bu en aciz anımda bile hiç görmeye gelmemesi, yazışırken sürekli kızdırıp kavgaya bağlamasıyla anladımki; aslında beni, onu terk etmeye zorlamaya çalışıyordu. Çünkü kendisi hiçbir zaman terk edemezdi ve terk ederse, dönemezdi.
Avuç avuç ilaçlarla yaşadığım o günlerimde canımı yakmak için elinden geleni yapıyordu lakin bende inat edip tümörüme rağmen, bu sefer onu terk eden ben olmadım ve hatta beni, radyoterapi seansım sonrasında onu sikmem için gelip beni eve götürdüğü o tek bi gün, salonun ortasında durup ona "birileriyle görüştüğün çok belli" dediğimde "e ne yapsaydım, durumun ortada aylardır seks yaptığımız yok. iş stresimi biliyorsun, sensiz daha ne kadar tutayım kendimi" dedi. 
Cümlesi üzerine öylece suratına bakakaldım ama o hemen kahve falan yapmaya koşup olayı kapattı. Haklıydı, aylardır kanser tedavisi gördüğüm için onu sikememiştim ve o da mecburen birini bulmak zorundaydı. Sahi biz böyle ne olacaktık?
O sıralar ailem de artık memlekete dönmemi ve zaten bi ihtimal tedavimin memlekette daha iyi geçeceğini, daha sağlıklı besleneceğimi falan gibi saçmalıkları söyleyip duruyorlardı. Aileme karşılık Öküz Herif ise burda kanser olan partnerinin yerine bi an önce kendisini sikecek yeni birilerini bulma telaşıyla günler bir bir devirerek yaşamayaa devam ediyordu.  
O gün onda kaldım ve zaten amacı seks olduğu için yaptık, sabah ise kahvaltıdan sonra çıkıp hastaneye gittim, seans sonrasındaysa kuzenime geçtim, Öküz Herif ise ne aradı, ne sordu..
Belli işte, bunun beni terk edecek gücü yoktu. Daha doğrusu son nefesime kadar onu ne kadar sikersem kendine o kadar kâr sayıyordu ve bende bunu çoktan anlamış ama buna rağmen belki insani tarafının sözünü dinleyip düzelir umuduyla salağa yatmaya devam ediyordum.
Ama işte en sonunda yine yazışmaya başladık ve ben onun beni hiçbir zaman açıkça terk edemeyeceğini-bunu yapamayacağını anladım-kabullendim ve "ailemin beni ısrarla memlekete çağırdıklarını" abartarak Öküz Herif'e söyleyip durdum.
Ki zaten çağırıyorlardı da, ama öyle yana yakıla değil. Daha çok yarım ağız ucuyla söylerlerdi ve ben Öküz Herif'in değişmeyen bu davranışları sonrasında kararımı netleştirip, onların ağız ucuyla "gel" demeleri üzerine radyoterapi seanslarım bittiğinde anında dönmeye karar verdim. Bu yüzden de hafta sonu kalkacak olan uçağa biletimi aldım ve bir kaç parça eşyamı almak için Öküz Herif'e gittim.

Salonun ortasında öylece durmuş, ailemin davetini biraz abartılı cümlelerle güya çok ısrar ediyor olduklarını söyleyerek ona özet geçiyordum ve o gözlerimin içine, özetin bi an önce bitmesini ister gibi bakmaya devam ediyordu. Çünkü konuşacak bir şey kalmadığında, seks yapacaktık ve ben onun bu iştahlı bakışlarını fark etmiş olduğum için anlatmakta olduğum özeti uzattıkça uzatıyordum. En sonunda dayanamayıp sarıldı ve "hadi hadi tamam. madem gideceksin naaapalım. demekki hayrlısı böyleymiş. git onlar sana daha iyi bakarlar" dedi bana sarılıp sikimi avuçlayarak az sonraki seksin içine çekmeye çalıştı ama ben "biliyorsun rahatsızlığım devam ediyor ve buna bağlı çok fazla ilaç kullanıyor olduğumdan bu aktraksiyonları yaşayamıyorum" dedim, fakat o karşılık olarak "ayyy şimdi de başımıza bu mu çıktı" dedi hiç acımadan.
Ona göre sanki onu sikmek istemediğim için kanserimi bahane ediyormuşum.
Evet, o bunu tüm ruhsuzluğuyla pat diye söyledi ve ben o anda hemen acı çekerek rahatladım. Çünkü onu gerçekten sikmek istemiyordum. Hem elimde kanser olmuş olmak kadar haklı bi neden varken ve ben insanlara ısrarla "hayır hasta değilim, çok iyiyim" dememe rağmen onlar benim hasta olduğumu söyleyip dururken, artık bu hastalığın nimetlerinden hastanın kendisi olan benim faydalanmaya sıram gelmiş olamaz mıydı?
evet gelmişti ve işte hastalığımı öne sürerek seks yapmak istemiyordum.
sonuç olarak tartışmayı ben kazandım, bi kaç parça eşyamı aldım ve onu sikmeden, içinde ukde bırakmış olarak memlekete bizimkilerin yanına dönmüş oldum.
Zaten onlardan uzakta kanser olduğumdan dolayı çektikleri vicdan azaplarını hafifletmek için telefonda söyleyip durdukları yapay "gel gel gel"lere sığınıp bu sefer de memlekete dönmezsem, bi daha böyle bi fırsat siktin sene elime geçmezdi ve ben de zaten bundan sonra ne kadar haklı olursam olayım artık hiçbir şekilde dönemezdim.
Hem ben Öküz Herif için harcadığım tüm çabama rağmen kanser tedavisi görüyorken bile onun için basit bi tokmakçıdan öteye geçememişken ve yıllardır ona dair beslediğim umutlarım şimdi tamamen sönmüşken önüme çıkan bu Eve Dönüş kartını burup çöpe atarsam, bi daha böyle bi fırsat elime nah geçerdi. Hayır hayır hayır bu kartı çöpe atamazdım ve bu yüzden hemen ilk uçakla dönmeliydim. Döndüm.
Eve dönüşümün ilk haftası dolduğundaysa ailem dediğim bu orospuçocukları bana "ne zaman döneceksin" minvalinde sorular sormaya başladılar ve sonrasındaki günler, haftalar, aylar da hep böyle devam etti.
Oysa ilk zamanlar dönmek için yanıp tutuşurken, sonraki günlerdeki davranışlarıyla anladımki; bu orospuçocukları kanser olduğum için olsa gerek eskisi gibi artık açık açık kovamıyor bu yüzden kavga çıkarıp, beni daima diken üstünde tutmaya çalışarak gururuma yenik düşüp onlara karşı da pes edip gitmemi sağlamaya çalışıyorlardı. Bu yüzden sonraki haftalarda onların beni zorlamaya çalıştıkları gibi bende onları zorlamaya başladım ve artık hiç çekinmeden, olabildiklerinden daha fazla açık ve net bi şekilde "git" dediklerindeyse rahatlayıp sevinçten ağladım. Ağlamamı tabiki de kovuluyor olduğum için üzülmeme bağlamışlar ve ağladıktan sonra toparlanıp gideceğimi sanıyorlardı ama hiçde öyle olmadı. bi kaç gün hem sevinçten, hem üzüntüden ağladım ve sakinleşip hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ettim. Hepsi şok geçirmişlerdi çünkü gideceğim gün için geri sayım yapar gibi davrandıkları çok belliydi ama ben bi türlü gitmiyordum. Evet gitmeyeceğim lan. Şimdi kanser olduğum için, sizin sırf ele güne ayıp olmasın diye ağız ucuyla "buraya gel, gel, gel" demelerinizi, kulağıma doldurup gelmiştim ve elimdeki tek haklı neden şimdi buyken ve tüm ahali, benim kanser olduğum için ailemin beni eve getirdiğini biliyorken, bende kanser denilen bu illetin ekmeğini burda sizinle beraber yiyeceğim piçler. 
Beni hayal kırıklığına uğrattınız ama vallahi de kızmadım. Aksine eve döndüğümde bile beni sürekli kovup kovup içimizde ne var ne yok, açıkça ortaya döktüğümüz için çok sevindim. Ayrıca kendimi de OSCAR'ı hak eden bu anlık yazılan senaryoya ayak uydurabildiğim için hep tebrik ettim.

Devamı: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/06/birazda-gercekler-hakkmda-konusalm-m-3.html

08 Haziran 2023

Birazda Gerçekler Hakkımda Konuşalım mı?

 ----Bir---
18 yaşımda olduğumu fark etmeden 18 yaşında olduğum zamanlarımdaki sikik günlerden herhangi birindeki o gün, bir kaç saat arayla 1numaralıabimden iki defa dayak yediğimde ağladım ama bi yandanda; artık bundan sonra ne kadar büyük bir yanlış yaparsam yapayım dayak yemişliğimin karşılığı olarak çok haklı bi konuma geçtiğimi anlamış olduğum için dayak yediğime sevindim.
Sahi eğer ortada fol yok yumurta yokken sırf hakaret ediliyor diye ortadan kaybolsaydım yıllar sonra bi gün tanıdıklardan herhangi biriyle baş başa ve yüz yüze kaldığımız o ilk fırsatta bana "evden neden kaçtın" diye sorduğunda, kendimi nasıl temize çekecektim ve zaten dayak yemek canıma tak etmişken bunu kaçma nedenim olarak saymayıp ne yapacaktımki? 

Evet işte şimdi tam sırasıydı ve yengemin "ağlama bir şey olmaz, abindir" demesinin ardından, hemen "ya ben size ne yaptım, bana hep kötü davranıyorsunuz. bugün beni iki defa dövdü" diyerek zırlamaya devam ettim. Zaten sırf "ağlama" denildiği şimdiki anda, her zamanki gibi hemen ağlamayı kesersem ve yine her zamanki gibi hiç söylenmezsem, haklılığımı bi daha nasıl dile getirecektim ki?
Ihhh olmaz! ağlamaya devam etmeli ve o an aklıma gelmiş olduğu için beni sevindirmekte olan "evden kaçma fikri"ni de evirip çevirip, kafamın içinde bi yere güzelce oturtmalıydım. Oysa üzerine çok düşünmeye de gerek yoktu ya! Çünkü dayak yemiştim ve artık elimde, evden kaçmak için KOCAMAN haklı bi nedenim vardı. Kaçınca ne olacaktı falan filan boş ver; Allah büyüktü ve kervanı yolda düzülürdü.
Bu yüzden abim beni dövdükten bi kaç saat sonra, beni dövdüğüne sevinmiştim ve ertesi gün gardropdaki bi miktar parasını alıp evden kaçtım.
Ve evet şimdi aradan 20 yıl geçmişkenki bu hafta içerisinde, uzak akrabamız olan bi adamın sorduğu "ee sen çocukken de uslu biri değildin hep evden kaçardın. Sahi niye kaçmıştın?" dediğinde, ona çaktırmadan o kadar sevindimki, nerdeyse sorusuna cevap vermeyi bile atlayıp sevinçten havalara uçacaktım ama kendimi tuttum ve hemen gözlerimi hafifçe buğulandırıp yüzüne bakarken "ee ne yapsaydım? abim beni dövüyordu. günde iki defa dövdüğünde artık dayanamadım kaçtım" diye yanıtladım ve onun yüzü kireç rengine döndü.
İşte ben insanı böyle sikerdim. Gerekirse 20 yıl beklerdim ama mutlaka sikerdim.
özetle; evet, abim beni 18 yaşımdayken dövdüğünde çok sevinmiştim.

-----iki----
Askerlik öncesiydi ve cebimdeki bi kaç metelikle beraber bi şekilde kendimi zar zor memlekete doğru yol alan bi otobüs dolusu kaybedenin arasına atmış, dağ taş aştıktan sonra eve dönmüştüm. Amacım sadece bakınmaktı. Neler olduğu, olacağı falan gibi şeyler işte. Anlarsınız ya. (anlamazsınız aslında)
bunu niye yazdım bilmiyorum. devamını getiremiyorum.

-----üç-----
Askerlik sonrası doğduğum memlekete dönüp evlenmiş, karıyla beraber bi çocuk yapmış halde ailemle yaşayıp gidiyorduk. Bu küçük şehir, bu küçük insanlar, bitmeyen zebanilikleri, lavsız cehennem sokakları. Hepsi üzerime üzerime gelirken, buraya göre biri olmadığımı biliyordum ama şimdi bu evlilik, bu çocuk, bu benin toplamı olan şu hepimiz ne yapacaktık ki?
Bu kokuşmuş şehirdeki tek şansım, doğduğumdan bu yana koku almıyor olmamdan başkası değildi. O yüzden susup kalmalı ve neler olacağını görmeliydim. Ama zaman hızla geçiyor, içime sığmayan ben "koca dünyada, sadece bi noktadan ibaret bu şehirde herkesin beraberce yok olmaktan başka yaşayacak macerası yok" diye durmadan söyleniyor ve ben sırf evlenmiş olduğum için buraya mıhlanmış gibi olduğum yerde inatla kalmaya devam ediyordum. 
Tüm ellerin kanayıncaya kadar alkışlamasına layık olan bu çabam, insanlaşmış bu hayvanların sikinde veya amında değildi. Tüm var'ları yok'ları soluklandıkları bu yerden ibaretti ve dünyanın büyüklüğü umurlarında değildi. Oysa onların toplamından daha çok allah'a inanan ben, dünyanın büyük olarak yaratılmış olmasının bi sebebi olduğuna olan imanımla yerimde duramıyor, nasıl olurda bu kokuşmuşluktan kurtulabileceğimi düşünüp duruyordum. Sonra işte o fırsat her gün birazcık daha arta arta kendini iyice belli etti ve Zebanim olan 2numaralıabim beni "siktir git" diyerek evden kovdu.
Açıkçası siktir edildiğimde hiç üzülmedim. Çünkü zaten gitmek istiyordum ama şimdi bu evlilik,  bu çocuk, bu anne, bu ablalar falan offff bunları bırakıp hangi yüzle kimin cehennemine gidecektimki?
Yapamazdım yani, öyle ortada fol yok yumurta yokken çekip gidemezdim. Bunlara bakan bendim ve bunları böyle sebepsiz bi şekilde yüzüstü bırakamazdım. Bu yüzden 2numaralıabim kendi evinden gelip, beni benim evimden kovduğunda zil takıp oynayacak kadar sevinçliydim.
Çünkü artık bu siktiğimin kokuşmuş şehrinden gitmeye dair çok çok çok haklı bi nedenim vardı ve bende toplanıp gittim. Evden kovulduğumda her şey kötü gidiyor gibi davranıyordum ve öyle de hissediyordum ama açıkçası siktiğimin kokuşmuş bu küçük cehenneminden kurtulup bi ihtimal dünyanın geri kalanını görme fırsatımı yarattığı için de allah'ıma şükretmeye başlamıştım bile. hâlâ da şükrediyorum :))
salaklar beni kovdukları-kovulduğum için gittiğimi sandılar ama oysaki ben sadece kovulduğum için yapacak hiçbir şeyi kalmamışta bu yüzden gidiyormuşum gibi yapmıştım:)

----dört---
Evden kovulduğumda, karımla İstanbul'a yerleştik ama 10 gün sonra beni terk etti ve 6-7 ay sonraki zorla getirişimden sonraki mızmızlanmalarında anladımki, aslında o da bi ayak bağından başkası değildi. Ya oğlum? Hayır aslında ayak bağı değillerdi ama dünyanın kendisine hizmet etmesi için yaratıldığını sanan biriyle evli olmak, kafası karmakarışık 25 yaşında eğitimsiz bi biseksüel için zordur. O yüzden İstanbul'da beraber yaşadığımız yıllar boyunca, annesini bana tercih ettiği için evimizi, oğlumu alarak terk etmeleri bana nefes gibi geliyordu. Zaten siktiğimin salağı defolsun gitsindi. Ayrıca oğlumuza da benden daha iyi bakacağı kesindi. O yüzden öyle "oğlumsuz yapamam, onsuz yaşayamam" yalanlarına ve salya sümük ağlamalarıma gerek yoktu ama buna rağmen tutamazdım kendimi ağlardım bazen.
Öte yandan beni her terk edişinde de çok sevinirdim. Çünkü artık bi erkekle yakınlaşmaya hakkım olurdu ve bu hakkı bana o vermişken de benden, onun geri dönüşü dışında hiç kimse bu hakkı benden alamazdı. Bu yüzden o gittiğinin daha ilk akşamında soluğu gay barlardan birinde almaya başlardım ve o dönünceye kadar da her akşam ortama yeni düşmüş taze bi yarrak olarak, vicdanım zerre kadar bile olsa sızlanmadan, sikim büyük diye bana hayran kalan yakışıklı adamların dudaklarında, bi kaç gün sonra sırf erken boşalıyorum diye terk edildiğim sevgili adaylarımın yanında soluklanmaya devam ederdim. yanisi; Karım beni terk ettiğinde öyle kendimi parçalarcasına üzülmezdim, gay barlara gitmeye hakkım var diye düşünerek sevinçten çığlık atardım ve istanbul'daki 3üncü yılımızdaki son terk edişindeyse zaten artık kararımı vermiş, bi daha peşinden gitmeyerek kendimi bir erkekle yaşamaya ikna etmiş halde günleri bir bir devirmeye başlamıştım. Üstelik o beni terk edip dururken, bu kadarı da yeterdi. Artık herkes kendi yoluna bakabilir, ömrünü istediği gibi harcayabilirdi. En azından yaşam akıp gitmeye devam ediyorken, çok geç kalmadan bunu denemeliydik. denemeliydim. denedim.

-----beş-----
Karımla ayrılmamızdan sonraki yıllarda, kendimi bi erkekle beraber yaşamaya o kadar odaklamıştımki, insanların benim gibi düşünmediklerini, yaşamadıklarını, hayata böyle bakmadıklarını bi türlü anlayamıyordum. Ama lafı uzatmadan hemen söylemeliyim ki; Durmadan Peşinde Koştuğum Yarrak Bağımlıları, Daha İlk Görüşmemizden Sonra Onlara Aşık Olduğum İçin Bana Sevgi Kırıntısıyla Bile Olsa Karşılık Vermediklerinde; Üzülmedim ve içimden "demekki aradığım kişi bu değilmiş" diyerek hüznümü toplayıp, yeni bi aşk macerası yaşamak için doğru yola çıktım.
Zaten herkesin saatlerce sikilmek istediği bi dünyada, ben bi kaç saniye gidip geldikten hemen sonra boşalan biri olarak bile hayatlarında var olmayacaksam ve bana "hadi boşal" denilince boşalacağım etten bi alet gözüyle yalnız bakacaklardıysa, varsın telefonlarıma cevap vermesin, bi yerde karşılaştığımızda beni tanımazlıktan gelsinlerdi falan. İşte tam da bu yüzden, aslında beni aramadıklarında, telefonumu cevaplamadıklarında veya sıkış tıkış mekânlarda mecburen karşı karşıya kaldığımızda bile tanımazlıktan geldiklerinde üzülmüyordum ve hatta tam aksine "hayatımın bundan sonraki kısmını mutlaka bir erkekle yaşamak" adlı fokus modumdan dolayı onları hayatımdan çıkaramayacak kadar zayıflamış biri olduğumdan dolayı onlar beni yok saydıklarında mutlu oluyordum.

devamı: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/06/birazda-gercekler-hakkmda-konusalm-m-2.html