-->

24 Mayıs 2023

KENDiME YENi BiR BEN LAZIM

bloga ait olan "içten yazma hevesim" kaçtı ve artık bi şey yazasım gelmiyor. bi kaç gündür bunun sebebinin ne olabileceği üzerine düşünürken, bugün anladımki; aslında bu blogu açma dönemlerimdeki o dipsiz yalnızlığımı, öfkeli kırgınlığım ve çok ama çok masum kızgınlığımı yaratan asıl kaynağa dönmüş bulunmaktayım ve bu "geri dönüş" bana "artık bloga yazacak bir şeylerin kalmadığını, malzemenin bitmiş olduğunu" söylemiş oluyor.

yalnızlığım devam ediyor ama bu artık uçurumdan aşağı itilmiş bi yalnızlıktan çok entelektüel tercihten kaynaklı bir yalnızlığa dönüştü, öfkeli kırgınlığım geçmedi ama bu kaynağın ve etrafındakilerin kırgınlığımı anlayacak kapasitelerinin olmadığını anladığım için kendiliğinden dindi, çok ama gerçekten çok masum olan kızgınlığımsa zaten kimsenin umrunda değildi ve kendimden başkasına zararı yoktu diye "kes sesini lan" deyip susturdum onu da...
yani çıkış noktama dönüş; burdan gittiğimde ayakta kalmak için yarattığım kişiliğimin bi yanı olan "gay blog yazarı" tarafımın artık var olmasının bir anlamı kalmadığını söyleyip duruyor.
evet, gerçekten ihtiyacım kalmadı o "aşk yaşıyorum" adı altında bedenden bedene atlayıp duran ete doymayan gey karaktere. bu yüzden kendime ve ona; onsuz da yaşayabileceğimi, onu ve burayı yok etmeden fakat onun kadar cesur ve iyi niyetli başka bi karakteri burda yine hayata geçirmiş olarak  devam ettirebileceğimi göstereceğim. böyle bi çaba içine girmeye niyetliyim bakalım nasıl olacak.
hem zaten yıllar önce buradan giden o kişi artık şu anki ben değilim ve biliyorumki; içine atlayıp, ona yıllarca yaşattığım birbirinden farklı ve bazende hep aynı olan deneyimler sonrasında hızla değiştiğim-geçiş yaptığım onlarca gerçek karakterlerden sonra işte buraya yeni bir ben olarak döndüm ve ne yapmam, nasıl biri olmam gerektiğini zamanla kendime göstereceğim, göreceğim.
açıkçası şu anki benin, burada yaşayacağı veya neyi nasıl yaşayacağı hatta belki de burada yaşayıp yaşayamayacağına dair bile bi fikrim yokken, kalkıp burada nasıl davranması, ne yapması konusunda onu zorlamadan sakin bi hayatı ona yaşatabileceğimi düşünüyorum. en azından bu yeni beni götürebileceğim bi yeri yokken, öyle veya böyle bi şekilde onu burada yaşatabileceğim kadar yaşatmaya kararlıyım. bunu gidebileceği yere kadar denemeliyim. denemekten zarar gelmez. (bu düşünce bana oldum olası hep cesaret vermiştir.)
blog için yarattığım karaktere sokaklarda yaşattığım anıların benzerlerini burada yaşayacağımı düşünmüyorum ve doğrusu, o karakterin gerçeklikten yer yer kopuk ama her anlamda ayakları yere bassın diye verdiği çabayı çok değerli buluyorum. allahım, yaşamama yaşatmama izin verdiğin her şey için sana milyonlarca defa şükürler olsun. amin. 

19 Mayıs 2023

aktris artist arktis artis rol yapar sadece


bazen kendimi, en sessiz ve tek başımayken bile rol yaparken yakalıyorum. sokakta kedi severken, kuşlara yem atarken, dilencinin birine iki kuruş verirken, arkadaşımı dinler gibi yaparken ya da onunla konuşurken, annemle kavga ederken, ablamla konuşmadığım zamanlarda veya buraya yazı yazarken de. hatta internette zaman geçirirken ve hatta hiç internete girmediğim günlerde bile aslında girmediğime dair tüm varlığımı ortaya sürerek rol yaparken yakalıyorum kendimi.

her anım sahtelik kokuyor. fakat doğuştan koku körü olduğum için bunun farkına her zaman varmıyorum ve bu farkındasızlık, sahteliğimi devam ettirip götürüyor.
kendim olduğum tek an sanırım önceki aylara kadar uyumak üzere yatağa girdiğimde Allah'a beni iyileştirmesi ve tüm sıkıntılarımdan kurtarması için yalvarırkenki bendim ama o beni bile bi kaç hafta sonra, Allah'a çok iyi yalvarma rolüne çalışmış acemi oyuncu rolünde karanlık yatak odasında elleri açık yakaladım. üstelik o kadar güzel yalvarmıştıki, gözlerinden bi kaç damla gözyaşı bile akıtmayı başarmıştı. helal bana, tüm oscar'ları birer birer verin elime ve umarım allah rol yaptığımı anlamamıştır da bu yüzden yalvarmalarımın içine kattığım diğer isteklerimi de gerçekleştirerek beni şoke eder. çünkü güzel allah'ım şok etmeyi sever...

neden rol yaptığım üzerine düşünüyorum. yani yatak odasında, karanlıkta, battaniye altında ellerini açmış tek başına bi zavallı neden rol yapar. Allah iyi rol yapanın duasını mı kabul edecek. nedir olayım. 
kendim olduğum bi an var mı merak ediyorum. sanırım insan kendisi olmak dışında her şey olmaya çalışarak vaktini yedikten sonra ölecek bir yılan türünden başka bir şey değil. kendimizi, diğerinden tartışmasız bi şekilde üstün gören çok zavallı varlıklarız. yazık bize. 

13 Mayıs 2023

Ara kontrol 2

şurda başlamıştı: ARA Kontrol

....içeri götürüp, bu eve ilk yerleştiğimiz yıl aldığımız ikinci el yemek masasının üzerine koyup, onun gelip bana fırça atmasını beklemeye koyuldum.
Suratındaki nemrut ifadeden, işlerin böyle olacağını anlamıştım ve evet, o da asla değişmeyecekti. Değişmek istemeyeni, değiştiremezsin.
Az sonra çıktı geldi ve kavga etmeye başladık. O buydu ve ben de buydum. Kavga çıkarıp, bana hakaret ederek, gururumu toplayıp çekip gitmemi sağlayacaktı ama son 3 yıldır yaşadığım olayların toplamında, içimdeki benlerin karakter ve huyları dahil bir çok şeyin değiştiğinin farkında değildi. Gururun karın doyurmadığını yeni anlamıştım. Şimdiye kadarsa, gururun en zayıf yanım olduğunu ve bunu hiç saklama gereği duymadığımı belli edecek kadar da gururluydum...
Kavgasına eşlik ederek onunla kavga ettim ve birbirimize ağzımıza gelenle saldırıp durduk. O her cümlesinin sonunda kapıyı gösterip siktir olmamı söylerken, ben de "burası benimde evim, hiçbir yere gitmiyorum"larla karşılık veriyordum. Bu tavrımız uzayıp giderken ve ben hiç geri adım atmayacak gibi inada binmişcesine karşılık vermeye devam ederken, o bi anda içten bi şekilde tüm kızgınlığını yüklemiş halde oflayıp pofladı, anlaşılmaz şeyler söyledi ve sonra sakinleşip beni kovarak kapı dışarı edemeyeceğini anladı.
Bu yüzden olsa gerek bi kaç dakika sonra güzel sözler söyleyerek aklı başında insan numarasına yatıp, buranın kendisinin evi olduğunu söyledikten sonra çıkıp gitmemi söylediğinde, bende onun gibi güzel sözler söyleyerek aklı başında biri olduğumu gösteren davranışlarla gidecek başka yerim olmadığını kendimi acındırarak söylediğim "son kurşunumu" kalbine sıktım ama sikinde değildi ve "bana ne" diyerek karşılık verdi.
"Bana ne"siyle o an kurşunun onun taş kalbinden sekip, bedenimin herhangi bi yerine isabet ettiği için gerçekten canım yanmış gibi aniden ağlamaya başladım ve gidip diğer odadaki çanta ile valizimi toplamaya başladım. Gerçekten gidecek başka bi yerim olmadığı için son şans olarak, spontan başlayan bu ağlamayı kendimi biraz zorlayarak devam ettirmeye karar vermiş halde ağlarken bi yandan da sesim duyulsun diye çabalamaktan da geri kalmadım. ama umrunda değildi. Güya ağladığım için toparlanışımı biraz ağır alıyor ve o ağlamama dayanamayıp gelir diye düşünüyordum ama gelmedi.  Çanta küçük, valiz zaten fermuarlıydı. İnsan bu ikisini toplamak için ne kadar oyalanabilirdiki?
Toplamıştım ve işte geriye üzerimdeki şortu çıkarıp pantolonu giymek kalmıştı. Pantolonumu giymek için şortumu çıkardığımda geldi ve beni yarı çıplak görünce, kızgınlığı yok oldu. Oysa biliyorum, neden hâlâ toparlanıp gitmediğimi ve yalandan oyalanmamamı söyleyecekti. Ama oldum olsası iç çamaşırı sevmediğim için altımda bir şey yoktu ve şortu çıkardığım an çıplak kaldığım için o yanımda bitince, gözü gönlü sikimi gördüğünde açılmış, şimdi hafif yutkunup kovmaktan nasıl vazgeçeceğini kestirmeye çalışıyordu. 
Bense onun sikime iştahlı bakışını fark ettiğim için, içten gerçekçi ağlayışıma son vermiş ama bi an sonra kendimi zorlayarak numaracıktan da olsa ağlamayı devam ettirmeyi başarmıştım.
Numaram da işte, güya o yanıma geldiği için gözyaşlarımı saklamaya çalışıyordumdu. Gözyaşlarımı içime akıtma numarasını beceremedim ve zaten bu da onun sikinde değildi. Ben pantolonu bi ayağımdan geçirirken, o an üffledi ve "olm niye haber vermeden geliyorsun" diyerek açıkça sikimi gördükten sonra yumuşakçalaştığını göstermekten hiç utanmadı ve ben o esnada, pantolonu diğer ayağımdan da geçirmiş yukarı çekerken "evime gelirken niye haber vereyim ki?" deyip götüme geçirdim ama o esnada sikim ve taşşaklarım fermuarın arasında fil hortumu gibi salınmaya başladığı için o bu manzaradan gözünü alamadan "ya olm beni hiç düşünmüyosun. ya müsait olmasaydım, ya evde biri olsaydı" diyerek geri adım atmaya çalışıyordu. 
-evde biri olsaydı girmezdim zaten.
-her şey bu kadar basit yani offffğğğğ
-basit tabii. sanki atomumu parçalıyoruz ühühühühü
-senin için her şey basit bi oyun zaten" dedi ve ben o anda takım taklavatı içeri atıp pantolonu üzerime tam giyinmiş, fermuarı kapatmış, düğmeyi iliklemiştim. "Kovulduğum yerde durmam tavrım"la, ufak çantamı sırtıma, valizimi elime alıp odadan çıkmaya başladım ve içimden de "amına koyim çabuk bi şey yap durdur beni, nereye gideceğimki?"  adlı konuşmalar gerçekleştiriyor, fırk fırk diye burnumu çekip, kurumuş gözlerimden yaş gelmişde kurutuyormuşum gibi hareketler yapıyordum. 
Dış kapıya iki adım kalmıştıki "offf offf gel buraya gel" deyip sarıldı ve ağzımdan öpmeye çalıştı ama ben güya işte o istediği için gidiyordum ve "kalmak için, sevişecek kadar ucuz biri değildim numarası" çekmeye başlamıştım.
Numaram onun sikinde değildi ve ben ağzımı ağzından çektikçe o bedenime sardığı kollarına ait elleriyle yüzümü avuçlayıp öpmeye çalışıyordu. 1-2 hayır, ühü ühü yaptıktan sonra, bende güya aslında istiyormuşum ama az önceki onca kovulmanın ardından sevişirsem, gerçekten sevişmek istediğim için değil de kalmak için sevişmişim gibi algılanacağını düşündüğüm için sevişmek istememe rağmen sevişmiyormuşum gibi davranarak bi öpüp, bi başımı çevirerek olayı biraz uzattım ve sonra, o pes edip elimdeki valizimi alıp kenara bırakıp, beni odaya götürdü, sırtımdaki çantayı da kenara attık ve işte yatağa uzanmış, sanki ikimizde birbirimizi sevdiğimiz için sevişiyormuşuz gibi sevişmeye başladık. 
Oysa benim sadece gidecek yerim yoktu ve onunda gözü sikimle boyanmıştı.
Sonraki günlerde bazen onu geçmişimde bi aralar sevdiğim biri olduğu için, bazense sadece şu an gidecek başka bi yerim olmadığı için sevişmek zorunda olduğum için onunla sevişerek pansiyon borcumu ödeyen bir müşterisi olduğum gerçeğiyle geçti gitti.
Arada bi kaç gün onu sırf gidecek bi yerim olmadığı için onu siktiğimi çok belli ettiğime dayanamadığı için tekrar kovduğu olmadı değil ve bende o ara gerçekten gidip bi arkadaşımda kaldım.
O süre bounca yazmadım, aramadım ve o dayanamayıp tekrar yazıp eve davet edince kalkıp tekrar ona gittim, yine birbirimize mecburuz tavrımızla sevişip koklaşarak gecelerimizi geçirdik, yeni insani anılar biriktirdik, ben o arada gündüz hastanelerde tek başıma koşturdum, kontrollerimi oldum, raporlarımı aldım, ramazan ayı bitti, sonrasında bayramı geldi sakince geçti gitti, ailemdeki bireyler dahil hiç kimse arayıp bayramımı kutlamadı. İşlerimlerimi tamamladım ve ben memlekete dönerken, Öküz Herif'de gey seks lokasyonlarındaki tatillerinden birine doğru yola çıktı. 


11 Mayıs 2023

Ara Kontrol

Mart'ın 25'inde atladığım trenlerle İstanbul'a gitmiştim ve 1 ay süren tüm doktor koşuşturmacaları sonrası tekrar bindiğim başka trenler sayesinde memlekete, 3numaralıablam ve kendini hâlâ 18'lik çıtır sanan 85 yaşındaki annemin yanına döndüm. Zavallı olan bu iki kadından beni doğuranı, bu yaşında bile sokakta karşılaştığı herhangi bi erkeğin, onun buruşmuş amını sikmek istediğini sandığı için anında kara çarşafına sarınıp güya uzak kaçmaya çalışan dramatik hareketler sergilemekten geri kalmıyor. belki de aslında tekrar evlenip sikilse rahatlayacak ama...

Bu seferki doktor kontrollerimin nedeni SGK idi. Meğer benim gibi kronik hastalığı olduğu için "2 yıllık geçici malulen emeklilik" hakkını kullanan sgk'lılar, bu dönemin 1,5 yılını tamamladıkları zaman ara kontrole gitmek zorundalarmış ve bende SGK tarafından aranınca gidip kontrollerimi oldum. Çok şükür bir şey çıkmadı. Yani varsa bile yatağa düşünceye kadar haberim olmayacak. Çünkü doktorlar, velinimetleri olan benim gibi hastalarını başlarından bi an önce siktir etmek için o kadar hızlıca ve sırf resmi kayıtlara işlem yapıldığını düşmüş olarak iş yaptıklarını kanıtlama hakları var diye öylesine seri davranarak geçiştiriyorlardıki, mesailerini doldurup ay sonunda alacakları maaşı bi an önce cebe indirme telaşlarını saklama gereği bile duymuyorlardı. Bu sanayi tezgâhına dönüşmüş çalışma masalarının arkasındaki halleri yüzünden sıra bana geldiğinde kendimi, otomatik bi bantta düzenli bi şekilde geçmekte olan oyuncaklardan biri gibi, doktorumu ise kontrolörüm olarak hissetmekten geri kalamadım.
Bu yüzden, kovid döneminden bu yana özellikle sağlık çalışanlarına yapıştırılmaya çalışılan "kutsal meslek" etiketini götüme anlatsınlar. yada yapıştırsınlar.
Zaten hangi meslek kutsal değilki? Mesela bi orospunun kutsal bi iş yapmadığını kim söyleyebilir, ya da doktor ile sekreterine eli kolu poşetlerle dolu eşantiyonlarla gelen ilaç mümessilinin kutsal bi iş yapmadığını kim iddia edebilir? ya bir çöpçünün, garson veya kêrhâne kapısında asayiş sağlayan polis kardeşimizin?
Evet, her şeyin sanayileşmiş olduğu Tüm meslekler eşit derecede kutsal. Nazarımda biri diğerinden daha az veya daha çok kutsal değil. 
Buyrun, lütfen barkodu okunacak şekilde sağ kalçamdaki gamzenin biraz üstüne yapıştırın da sizden sonraki doktor rahat okusun...

Giderken ve gelirken trenle beleş yolculuk yaptığım için, son 1-2 yıldır yaptığım şeyi yapıp bi kaç saat süren TEK SEFERLİK ARKADAŞLIK'larla yine sosyalleşmekten geri kalmadım. Sadece trende gördüğüm, tanıştığım, her şeyi konuştuğumuz ve her şeyi trenden indiğimizde kendimizle beraber gözden kaybolarak yok ettiğimiz geçici arkadaşlıklar. Belki de aslında arkadaşlıkların en iyi türü-çeşidi budur. Tanıştığım insanların konuştuğumuz esnadaki davranışlarından, bu yaptığımızın onlar için terapi gibi bi şey olduğunu düşünmeye başladım. Geçici olsada, yargılanma korkusunun yaşanmadığı konuşulan bu anlardaki "insan insana" olmanın, karşımdakine iyi geldiğini düşünmeden edemedim. Belki de gerçekten insan, insana iyi geliyordur.
Karşımdaki insanlarda seviyorlar bu durumu. Sanki hayatlarının bundan sonrasında bi daha görmeyecekleri birine en mahrem anlarını anlatmak, ayıplanma ve dışlanma korkusu olmadan patronlarına-karılarına-kocalarına-çocuklarına-arkadaşlarına ve anne-babalarına karşı açık açık ağza almaya üşendikleri o birikmiş kin ve nefreti, yaşanması gerektiğine inandıkları ama yaşanmamış sevgiyi, merhameti, aşkı ve hatta boşuna geçip gittiği için mecburen yeri başka başka şeylerle doldurularak geçiştirilmiş onlarca yıllık hayatlarına üzüldüklerini zerre kadar bile olsa saklama gereği duymadan, dere kenarına oturup akan suya anlatır gibi rahatlıkla anlatmaya daha dünden hazır gibiydiler.
Konuşmalarımız sırasında derin derin oooohhhhh çeken bu insanların yüzlerini unuttum bile fakat içlerinde çok şey biriktiren bu zavallıların, kendilerini hiç tanımayan ve tanıştıktan sonra da ayrıldıklarında onları unutacak birilerine ihtiyaçları var gibiydi... 

Yola çıkarken, işimin en fazla 1 hafta süreceğini düşündüğümden pek bir şey almamıştım. Yanımda sadece eski otostopçu günlerimden kalan ufak mavi valize sıkıştırdığım oğlumun bebekliğinden kalma küçük yastığı, gece trende üşürsem üstüme örterim diye bi çarşaf, iki temiz çorap, terlik, diş fırçasıyla macunu, ufak tefek şeyler, sırt çantam ve işte onun içindeki ıvır zıvırlar. Birde termosum, 3 bardak su alacak kadar kapasitesi olduğu için Öğrenci Ketıl'ı adıyla satın aldığım ufak su ısıtıcısı, granül ve filtre kahve, bir kaç bitki çayı çeşidi, bunları demlemek için borosilkat denilen şeyden yapılan ufak demliği, 2 küçük kahve kupasını,  fındık fıstık çerez, yolda acıkırsam pahalıya almayayım diye yol öncesi 3harfli bi marketten aldığım 5 LT su, ekmek, labne falan. Zaten yenileceklerin çoğunu, İstanbul'a varıncaya kadar yiyip boka çevirdim. Yani bunlar sadece bi süreliğine mideme iş yükü oldular. Diğer öteberiler ise benimle cadde ve sokaklarda sürünmeye hazırdılar...

İstanbul'a varıncaya kadar sakindim ama indiğim anda biraz panikledim. Sahi nerede kalacaktım?
Hem gidinceye kadar panik yapsam bile ne bok değişecekti ki? Bu yüzden varış noktasına kadar kafama bi şey takmamayı öğrendim. Aslında hayatım boyunca da hep böyle yaşadım. Çünkü 2 dakika sonrasında neler olacağını bilmediğimiz bi dünyada yaşarken 2 gün sonrasını düşünerek şimdi paniklemek aptalca geliyor. Bu boşvermişlik veya onun gibi bir şey değil, bu daha çok kendini "küçük tanrı" olarak görmemeyi başarabiliyor olmakla alakalı. Aynı zamanda her şeyin değişebileceği ve benimde bu değişimlere hemen ayak uydurabilme yeteneğimin olması gerçeğini de hesaba katmalıyız... 

Trenden inmiş, valizim elimde, çantam sırtımda yol almaya başlarken, engelli kartımı göstere göstere binebildiğim tüm ulaşım araçlarını kullanarak Şişli'ye geldim ve eski bi hemşire arkadaşımı aradım. Çok umutlu olmadığım için "evinin müsait olmadığını" söylediğinde şaşırmadım. En azından şansımı denemiş olmak lazımdı ve işte denemiştim. 
Biraz oyalandıktan sonra, 20 yıl önce İstanbul'a ilk geldiğimde tanıştığım ve bi kaç ay sonra paramı çaldıkları için ayrıldığım ama yıllardır hep bi şekilde yolumuzun kesiştiği için telefon numaralarımızı sürekli verip birbirimizi kaydettiğimiz üçkağıtçı kardeşlerden Ali'yi aradım ve bu ara işletmekte olduğu, genelevvari yıkık dökük 3 katlı eski rum evinde kiralık boş odası olup olmadığını sordum. Sormaz olaydım. Çünkü o "valla travestiler yüzünden geçen ay mekânı polisler bastı moruk. bende artık bunlarla uğraşmaktan yorulup kapamak zorunda kaldım. hatta benim bile kalcak yerim yok, biliyorsun karıyla da ayrılmıştık. Allah'tan çocuk onda da rahatım ve bu yüzden sağda solda arkadaşlarda kalabiliyorum" dedi. Üzüldüğümü falan söyleyip kapadım ama aslında hiç üzülmedim ve zaten 2 gün sonra whatsapp güncellemesinde "gecelik kiralık odalar için irtibata geçin" cümlesini gördüğümde, ona üzülmediğim için kendi kendime sevindim bi kaç saniye sonrada "şerefsiz seni! numaranı siliyorum ve engelliyorum. sende beni sil ve bir daha herhangi bi yerde karşılaşırsak, hiç tanışmamış gibi selamlaşmayalım bile" diye yazdım, engelledim, sildim numarasını.

Neyse, onun "yerim yok" cümlesinin ardından bi kaç saniye daha gezindikten sonra sırt çantamı açıp diplerde bi yerde Öküz Herif'le yaşadığımız evin anahtarını aradım ve bulunca da Engelli Kartı'mın bana verdiği yetkiyle bulduğum ilk metro-metrobüs ve otobüse atlayıp eve gittim. 
Şükür evde yoktu, çünkü eğer olsaydı piç kapıyı açmazdı ve eve girmemek için elinden geleni yaptığı için de zevkten dört köşe olmuş halde bu başarısının şerefine bi otusbir patlatırdı. Fakat çok şükürki evde değildi.
Küçük odalardan birine yerleşip saatlerce dinlendim, öğleden sonra gibi kalkıp kendime kahve yaptım, dolaptan bir şeyler atıştırdım ve işte zaman su gibi akıp gitmişken saat 17:30 olduğunda mutfağın penceresinden yarı otopark, yarı bahçeli alana bakarken onun geldiğini görüp, elimde olmayan kontrolsüz bi sevinçle pencereden onun arabadan inişini, arka koltuktaki bilgisayar çantasını alışını, bagajdan mama çıkarıp bahçedeki kedilere verişini izledim ve sıra onun dikkatini çekeceğim ana geldiğinde, pencereyi açıp gülümsedim :)

Beni fark edip bi anlık donduğunda, suratının kirece dönmüşlüğünden öldüğü ilk anda, teninin nasıl görüneceğine dair fikir edinmiş olsamda,  gülümsemem hâlâ yüzümdeydi ve onun şaşkın bakışları bi kaç saniye daha sürünce "üff hadi hadi gel artık oyalanma yalandan" deyip, gülüşümün büyümesini önlerken içeri çekildim ve o da bu sırada bagajı kapayıp binanın arka tarafından dış kapıya doğru geliverdi. O gelirken, zili çalmasına fırsat vermeden kapıyı açtım ve kapıyı kapattığımda onun "olm nerden çıktın, ne oldu" sorularına "konuşuruz, hele bi geç de" deyip içeri aldım.
Şaşkınlığı hâlâ yüzündeydi lakin bedenindeki hareketler bu ani gelişmeyi nasıl olurda kazanca çevireceği üzerine zihnini bulandırmaya başlamıştı bile. Bu yüzden fırçalamasına izin vermeden "çay hazırladım, içer misin" deyip, sanki her şey dün kaldığı yerden devam ediyormuş gibi bir havayla mutfağa geçtim.
O güya şaşkınlığını atmaya çalışırken, 2 bardak çayı doldurdum ve

Devamı şu yazıda TIKLA