-->

24 Mart 2023

suspus

 Yazı şurda başlamıştı: 2016'nın son aşıkı

...Biri, önceki cümlede "ağırdan satılmak" falan dedi ama nerdeee?  kendini ağırdan satmak kim, ben kimdim? Ben; yediği türlü bokları temize çekmek için uydurulan "kendin olmak"ı abartmış o yüzsüzün ta kendisiydim. Bu yöntemler, kendini kandırmak için kurtuluşu dışarda arayan piçlerde yalnız işe yarardı. Ben de değil.  Çünkü ben; duyguları tanımlanamayan ucubeydim ve işte bak, kendim olmayı seçerek değil, kendimi bile dinlemediğim için gidiyordum. Böyle anlarda ve zamanlarda sözüm kendime geçmezdi. Asla sözümü dinlemezdim. 

Piç yazar diye beklemiştim ama yazmıyor, etmiyordu. Gezecek pasaj da kalmamışken ona doğru, yani Dünyamın Merkezi'ne doğru yürümeye başladım. Zaten ben yürümesem bile oraya çekilecektim. Ayaklarım da kontrolümden çoktan çıkmış beni ona kavuşturmaya yemin etmişcesine düşünmeden hızlı hızlı adımlanıyorlardı ve bak işte gelmiş kapısını çalıyordum;
-knock knock knock" kapıyı sırıtkan tebessümüyle açtı
-gel, hoş geldin. bende çıkıyordum
-çıkmana gerek kalmadı
-çıkalım çıkalım. evde kalınca kuduruyoruz
-ben değil, sen kuduruyorsun
-ahaha bu ne şimdi
-çoğul konuştun :) 
-onu anladık. dur kafamı sikme
-götünü sikemiyorum, bari kafanı sikeyim
-bu esprileri sevmediğimi söylemiştim
-ya üff hemen de bozulma. ee hadi sen giyin, ben çişimi yapayım, çıkarız" dedim ve tuvalete girip suyu açtım. Piçin etkisi altına girmemek elimde değildi ve etkisinden kurtulmak için osbir çekiyordum. Kapıyı açıp baksa rezil olacaktım ama yapacak bir şey de yoktu. Neyseki onunla seviştiğimizi düşünmeye kendimi vermiştimki, çok da uğraşmama gerek kalmadı.
Her zamanki gibi erken boşaldığım için, erken toparlandım, çişimi yapmışım gibi sakince çıktım ve o hâlâ hazırlanmamıştı.
-ee giyinmemişsin
-çıkarız ya acelen ne
-acele değil de, işte ben hemen çıkarız sandım da 
-gel buraya gel
-nereye :)
-gel öpeyim bi tane" dediğinde, az kalsın canımı verecektim ama çok şükürki, az önce osbir çektiğim için sakindim ve bu yüzden yanağımı uzatıp öpmesini bekledim. Öpmedi. Dönüp yüzüne baktım fakat suratındaki ifadeden bir şey anlamadım ve ortalığa sinmiş olan gizli gerginliği yok etmek için uzanıp yanağından öperken "bayramın kutlu olsun" deyip işi şaklabanlığa vurarak da geçiştirmek istedim.
Öpüşümle beraber ne yapacağını şaşırmış halde bi an duraladı ve sonra altta kalmamak için sımsıkı sarılıp sağ yanağımdan uzunca öptü. Açıkçası o anın bitmesini hiç istemedim. Kendimi yüzyıllardır bu öpücüğü bekleyen Kurbağa Prens gibi huzurla dolmuş halde, kollarının beni sarışından memnun olduğumu belli edercesine hafifçe kıpırdadım ve yarım bağlı kollarımla sarabildiğim kadarıyla onu sardım. Hayret, yatak dışında ve siklerimiz inikken sarılmıştık. sarılabiliyorduk.
Üstelik bu haldeyken aradan bi kaç saniye daha geçmişti ama siklerimiz de hâlâ tık yoktu. Yani en azından bende bi kıpırtı yoktu... 

Kokumu içine çekmeye mi çalışıyordu ne yapıyordu anlamadım ama bi ara sanki ağzını burnunu saçlarımın arasında gezindirdiğini hissettim ve kendimi daha bi ona bırakmışım gibi derin derin nefes alıp verdim. Meğer huzurun başkenti falan denilen gizli şehir bacaklarının değil, kollarının arasındaymış ve bu şehre ilk defa giriş yapmış bi yabancı gibi, hangi tarafa gideceğimi bilmeden sokağın başında ona dayanmış halde öylece bekliyorduk.
Bu halimiz biraz daha uzasın ama her saniyemiz bir asra dönüşsün diye dua edecektimki, uyanır gibi bi anda hareketlenip benden ayrılarak çarçabuk giyinmeye başladı. nooluyoruz amına koduğumun dengesizi noluyorsun?

Konuşmadan giyindi, çıt çıkarmadan çıktık.
Az önce aniden büründüğü sessizliği sokaktada devam ediyordu ve benim için sanki İstiklal'in kalabalığı bile ortadan kaybolmuş gibiydi. 
Bi kaç haftadır tanıdığım benden 3 yaş genç olan bu adamın dengesizliklerine alışmıştım ama bu hali ilkti ve ne yapacağımı kestiremeden, bilmeden yürüyüş hızımızı onun ayarlamasına izin vermiş olarak ara sokaklara geçerek amaçsızca yürümeye devam ediyorduk. bi kaç sokak daha geçmiştikki, içimden "eeeehh sikerim böyle aşkın ızdırabını" deyip sessizliği "gel cihangire gidip çay içelim" diyerek bozdum, karşılık olarak pısırıkça "olur" diyerek beni şaşırttı.
Gittik oturduk. Çaylar geldi. İçerken, bir şey desin diye höpürdettim tık etmedi, aptal aptal konular açmaya yeltendim hepsini daha en başından kapattı. Sessizce oturmaya devam ettik. Lan amınakoduğumun salağı, bi anda bağır çağır, bir şey söyle yap, et, ne bu sebepsiz ani durgunluğun. Yok ama çıt yok. Bi şey mi yaptım acaba diye düşündüm ama ondan gizli osbir çekmiş olmak dışında kırdığım bi pot da yoktu, ki zaten pot'umdan da haberi yoktu. 
Bi kaç muhabbet açma denememi de savuşturunca, onu dengesizliğiyle baş başa bırakmaya karar verdim ve bu yüzden onun gibi sessizliğe gömüldüm. İkinci çayları, garsonumsu davranarak çay parasından fazla bahşiş koparmaya çalışan kahvenin sahibinden kaş göz işaretiyle istedik. Çaylar geldi, kalabalığın aksine sessiz sakinliğimizi devam ettirerek içmeye başladık.
Az sonra çayım bittiğinde, onunki yarılanmıştı ve sanki farkında değilmişim gibi kalkıp çay paralarını verip "artık kalkalım" dedim ve onun beni izleyen sert bakışlarını üstümden çekmesini söyler gibi, onun bana bakması gibi dik dik ona bakmaya başladım. Ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacakki, bakışlarını başka yöne çevirdi ve çayın dibini kafaya dikip kalktı. Bi kaç yıl önce oturduğum eski evimin olduğu sokağa doğru yürümeye başladım ve o da peşimden geldi. Şaşırmıştım.
-3 yıl önce burda oturuyordum. şu aşağı sokakta.
-iyi güzel" dedi. Durdum "dilersen meydana yürüyelim orda ayrılırız. sen yorgunsun, bende eski arkadaşları bi göreyim" dedim 
-olur" dediğinde meydana doğru yürüdük ve vardığımızda "kendine iyi bak, görüşürüz" dediğim gibi cevap vermesine fırsat vermeden elimi uzattığımda o da bilinçsizce uzattı, sıkıp ayrıldım.

Karşındakinin seni hiçbir zaman sevmeyeceğini anlayıp kabullendiğin andaki o isimsiz duygu, yani her gün milyonlarca platonik aşık tarafından yeniden yeniden yeniden yaşanılarak keşfedilen ve platonikler dışında hiç kimsenin yaşamadığı için ne olduğunu bilmediği ve bu yüzden henüz taşaklı veya taşaksız çevreler tarafından adlandırılmamış olan o isimsiz his, tıpkı canlı bir gülün koparılıp tuğla kadar kalın bi kitap arasında kurutulunca güzel bir anıya dönüşeceğine olan inanç gibi saçma, ama gülün sapına kadar gerçek olan o duygu.
İşte şimdi ona teslimim.
Offf! bu bi kaç gün yüzümden ve gözümden eksik olmayacak olan donukluk offf!
Offf hoşlandığın kişi tarafından sevilmeyeceğini defalarca deneyimlemek offf!

Devamı gelir..

23 Mart 2023

Bi öyle, bi böyle

  Şurda başlamıştı: 2016 AŞK SEZONUM


..dışarı çıktığımda ortalık, hayata burada tutunmaya karar vermişlerin bahtının rengine, sıcaklık ise yaşamaktan vazgeçen bedenlerin soğukluğundaydı. Havanın ürperten karanlık serinliği içinde ilerlerken, belediyenin gözünü 2 kuruş karşılığında kapattığı o 2 gecede alelacele dikilen kaçak yapılara göz atmaya devam ederek duvarlardaki sloganvari şeylere bakıyordum.
Kim olduğu tamamen önemsiz ve öldüğü andaysa siluet olarak kahramanlaştırılacak mahalle sakinlerinin, açıkça ve açık olduğu kadar da acımasızca ölüme çağrıldığının saklanmadığı bu sahte cesaret verme amaçlı sloganvari şeyler, bana bir köpeğin, diğer köpekleri uzak tutmak için kendi alanını belirlemesi amacıyla işemesinden farksız geliyordu.
Birinde ALLAH'lı cümleler, birinde TEK YOL DEVRİM'den ibaret yumruklu eller, diğerinde AŞK ÖRGÜTLENMEKTİR gibisinden çiçekli böcekli kalabalık kelimeler, aylar yıldızlar, üç hilaller, 6 oklar, 5 başaklar ve daha neler neler olan bahçe duvarları, sokak kapıları, çöp kutuları, konteynırları ve işenmeye uygun diğer yerler.
Sloganların yazıldığı boyaların rengi çoğunlukla aynıydı. Biraz tipografi bilgisi olan veya o çevrenin kaybedenlerinden biri olsaydım, hiç çekinmeden yazıların aynı kişi tarafından yazıldığını söyleyebilirdim ama boğazıma dolmuş olan balgam beni, burnumdan nefes alıp vermeye mecbur bıraktığından dolayı yazılara detaylı bakmamı önlüyordu ve bir kaç çöp öbeğini daha geçtikten sonra dayanamayıp ciğerlerimin tam kapasitesini kullanacak kadar oksijeni burnumdan çekip tüm gücümle HÖĞĞĞĞKKKK diye tükürüp yürümeye devam ederken, şimdi de "şu bi kaç saatlik günlerin toplamında yediğim boku düşünüp ne yaptığım, nasıl biri olduğum" üzerine düşünmeye başlamıştım.
Yani daha geçen hafta göt sikerken, aradan 3-5 gün geçmeden göt vermiştim, bugünse fındık kırıyordum.
nooooluyor lan bana, ne bu yanar dönerlik.
 
"Son günlerde ne yaptığım hakkında içime dalmışken" az ilerde, belli saatlerde ortaya çıkan tipleri görüp kendime geldim. Yani göt vermişim almışım, am sikmişim yalamışım ne fark ederdi. Şimdi bunların zamanı değildiki. Hem bunlar kafa rahat ve hayatında bi sorun yokken düşünülecek şeylerdi. Şimdiki öncelik; burdan kaportayı çizdirmeden çıkmaktı. Bedeninle hangi bokları yediğinin, ne yaptığının falan önemi bundan sonraki meseleydi.
Onlara aramızdaki mesafe kapanmaya yakın hafif yavaşlamış halde tırsa tırsa yürümeye başladım. Sikinin Boyu Uzun Olan Kısa Adam olmanın en güzel yanlarından biri, herkesin sizi basite alıp sataşmaya bile gerek duymamasıdır. Sataşsalardı ne yapacağımı bilmiyordum ama herhalde şu an boyumdan büyük sikimin bi işe yaramayacağı çok açıktı ve güzel bi dayak yiyeceğimden iyice emin olduğum ilk anda sallayabildiğim kadar yumruk sallayıp bunların yanıma kâr kalması için elimden geleni yapardım. Çünkü ben hep böyle yaparım. Yani gücüm kadar mücadele eder, onu tüketinceye kadar da yenilgiyi kabul etmem. Tükendiğimde de kabul etmem ya neyse şimdi durduk yerde dayak yemenin hiç sırası değildi. Bu yüzden gerçek içtenliğimle, Allahıma beni uzun sikli, kısa boylu yarattığı için teşekkür ederek yürümeye devam edip ilerledikçe rahatladım ve bir sonraki sokakta, yaktığı ufak ateşin başında ısınma numarası yapan bi kaç adamın yanında geçerken, beni süzmeye başladıklarını farkettiğim ilk anda aciz bi zavallı yer cücesi olduğumu belli etmek istercesine öksürmeye başladım. İşin güzel yanı şuydu ki, 3 saniye sonra öksürüğüm gerçeğe dönüşüp durmak bilmedi ve ben iyice acınacak hale geldiğimde, bana açıkça bakıp ne yapabileceklerini düşünürlerken öksürüğümü durdurabildiğim ilk anda yürümeye devam edip z sonra Çağlayan Adliye Sarayı'nın önünde bittim ve durup modern dünyanın dayattığı "ADALET'İN BİLE SARAY'DA ARANMASI GEREKTİĞİ" düşüncesine gülümsedim. (bu cümle oldu mu emin değilim ama devam edeyim)
Adaletsizliğin demir soğukluğu kadar gerçek ve somut haliyle sokaklarda, adaleti sağlamalarını beklediklerimizin ise hiç utanmadan adını SARAY koydukları sımsıcak binalardaki deri koltuklarda oturuyor olması çok garipti. Hâlâ garip. Hakkımızı aramak ve almak için bir sarayda oturanlara ihtiyaç duyulması ve bunun da gerçekleşmesi için kapısından girdikten sonra karşımıza çıkan herkese para ödemek zorunda kalmamız komik değilse daha ne olsun. Bence tüm insanlık olarak garip bir şeyin içine attık kendimizi ve bu garipliğin tartışmasız derecede tuhaflığına rağmen, bunun üzerine düşünmüyoruz bile.

Adalet sağlanması için inşa edilen sarayın karşısındaki fakir durağından metrobüse binip ordan aktarma yaparak geldiğim evime girdiğim anda rahatladım ve bi bok böceğinin yuvasının bokla çevrili olmasına karşın neden orda öylece huzurlu bi şekilde yaşadığını anladım. Burası bana ait sıçışlarla zar zor inşa ettiğim yuvamdı ve rahatlama nedenim de bundan başkası değildi.
Kapıyı kitledim, çırılçıplak kalıncaya kadar soyunduktan sonra tüm ilkelliğimle içerde gezindim, mutfak tezgahının üzerindeki bulaşıkları toparladım, etraftaki çamaşırları makinesine attım, threesome kahve için ocağa biraz su koydum, perdeyi kenara çekip kendi varoş mahallemin siluetini izlemeye daldım.
Sessizlik sinir bozucuydu ve bu yüzden kalkıp arka fonda gürültü yapsın diye televizyonu açtım, gidip kahvemi kupaya doldurup içmeye başladım, dolaptan atıştırmalık bir şeyler yedim, az önceki devam eden ilkelliğimle yatağa uzanıp uyuya kalmış olarak ertesi gün öğleden sonra uyandım.

Uyandığımda, aklımda dün tanıştığım Çirkin Olduğu İçin Kimsenin Onunla İlgilenmediği ve Tüm İlgilenilmeyenlerin Yaptığı Gibi Sevgiye Olan Açlığını Karşısına İlk Çıkanın Önüne Yatarak Karşıladığı Öğretmen vardı ve ona tüm doğal insani yanımın verdiği acıma duygumla "günün nasıl geçiyor" mesajı attım. Kaltak mavi tık atıp bıraktı ve ben de mesajı, numarasını ve dün ondayken çektiğim sanatsal tüm fotoğraflarımızı silip hayatıma devam etmeye karar verdim.

Karnım aç olduğu için makarna yapıp yedim. Televizyonda bi bok yoktu biraz bakınıp kapadım.. Kitaplıktaki kitaplara dadandım ama bugün pek tatsızlardı. Camdaki sinek bokları iyice sertleşmişlerdi, çamaşır ve bulaşık makinesi yıkanmak için bekleyenlerle doluydu. Sevilmeye olan açlıkla yanıp tutuşan dünden beri çıplak bedenimi kanepeye uzandırmış öylece tavana bakıyordum ve tam da bu anda Nemrut "selam, naber" diye yazdı. Evet, o yazmıştı ve ben bi şok yöntemiyle dondurulmuş yoluk tavuk gibi öylece kalakaldım.
Piççç ne yapıyorsun sen ya, niye azcık yerine gelmiş olan dengemi bozdunki şimdi. 2 gündür ona sarmamıştım diye yazmadıysa bende ben değilim. Ama olsun, ben ben değilken bile aslında kendim olmaktan başka bir şey olamayanın ta kendisiyim ve şoku atmaya karar verince ruhumu toplayıp;

-iyilik çok şükür. senden
-iyi bende
-hayret dün gelmedin
:)
-mailden sonra geleceğini düşünmüştüm
-:)))) sen gelme dedin.
-ee bugün ne yapıyorsun
-biraz iş yoğunluğu var yaw, ona bakıyorum
-yarın
-yarına kadar değil ya, bugün akşama yakın biter
-bu tarafa gelirsen haber et
-tamam
-görüşürüz
-görüşürüz" dedim ve bu konuşmamız sıradan bi şekilde başlayıp bitmiş olsa bile, şu an içimde yüzyıllardır uyumakta olan bi yanardağın yeryüzüne kavuşması sonrasındaki o büyük coşkusuyla önüne çıkan her şeyi yakıp yok ettiği sevinç patlaması vardı.
Kafayı yememek elde değildi ve bu yüzden hemen, onunla olan öpüşmeli sahnelerimizi göz önüme getirerek osbir çekip sakinleştim.

Bir saat bile sürmeyen sakinleşmem bittiğinde bana para kazandırarak dilenmemi önleyen, karşıma çıkanlara ve Allah'a bile kafa tutmamı sağlayan işime bakıp yapılması gerekenleri yaptım, sonrasında evi toparladım, bu arada makinelerdeki şeylerin hepsi yıkandı, bir şeyler atıştırdım ve hâlâ çıplak olan kısa bedenime uygun tişört ve pantolonu giyip, sırt çantasıyla birlikte kendimi kapıya attım.
Dışarı çıktığımda, içimde Nemrut'la olan az önceki mesajlaşmadan kaynaklı caddeler ve sokaklar boyu koşma sevinci vardı ama karnını doyurmak için durmadan çırpınıp duran bu varoş mahalleye DÜN AKŞAM FINDIK KIRIP, ŞİMDİ Bİ İHTİMAL MUZ YEMEYE KOŞAN Bİ GÖTVERENİN SEVİNCİ fazla gelirdi diye düşünerek kendimi tuttum.  

Az sonra bindiğim otobüsün en arkasına doğru ilerleyip kendimi, hayatımın bi şeyi olmasını canı gönülden istediğime götürmesi için boş koltuklardan birine bıraktım.
Bu saatlerde mahallemizden Taksim'e giden az olurdu diye otobüs benim sevincimden yoksun olduğunu yüzlerinden tek tek okuduğum bi kaç kişiyle yalnız ilerliyordu ve duraklar boyu süren inen-binen eşitliğinin gözetilmesine dikkat ediliyormuşcasına yol almaya devam eden otobüsün camından dışarıya bakıp, kendim ve şu anki hevesim üzerine düşündüm. 
Nemrut'a büyük bir hevesle gidiyordum ama biliyordumki o beni büyük bi hevesle beklemiyordu. Ben, sadece kendi dünyamda yaşayan ve karşımdakini, onun inadına inadına severek, sevmeye devam ederek değiştirebileceğime olan o kuru yanılgıya kapılmış ıslah olmaz bir obsesifromantiktim.

Taksim'e geldiğimde, Nemrut'a henüz gelmemişim gibi yaparak "işim bitti. bi saat kadar sonra o tarafta olurum" diye yazdım ve onun yazacağı mesajı hemen görmemek için telefonu uçuş moduna alıp kapadım. 
Etrafta, kafamın içinde o varken gezinip durdum ve bir saat kadar sonra telefonu açıp baktım ama mesaj yazmamıştı ve işte yalanımla beraber yere çakılmıştım. Kırılan gururumu alıp starbucks'lardan birine oturup işe baktım ama yine yazmadı. Ordan kalkıp İstiklal boyunca dizilen tüm pasajları gezerek oyalandım, piç hâlâ bir şey yazmıyordu.
Kalkıp evine mi gitsem acaba? 
Hayır, olmaz. Kendimi bi seferlik de olsa ağırdan satayım. Belki alır.

DEVAMI: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/03/suspus.html

20 Mart 2023

bu bu bu bu nedir bu

Yazının başını okumak için tıkla: 2016 AŞK SEZONU

...bilmiyordum işte. İnsan nasıl severdi, nasıl sevilirdi?
en savunmasız ilk çağlarımdaki tartışmasız hakkım olan o masum sevgiden bile haberdar edilmeden büyütülmüş halde içine itildiğim ergenliğim sırasında okuduğum şiirler ve kitaplarda amacın okuyanı kıskandırmak için uzun uzun detaylandırılarak anlatıldığı algısı veren, her yerde bas bas bağırdığı için dinlemek zorunda kaldığım şarkılardan duyduğum, karşısına oturtulduğum televizyonda gördüğüm bi kaç dakikalık uzun bakışmaları, elleri dokundurup kaçırmaları izleyerek varlığından haberdar olduğum, büyüdükçe adını koymaya çalıştığım, osbir çekmeyi öğrendikten sonraki aralardan birinde sanki adı değişen ve bu yüzden de kafamı hepten karıştıran bu şey neydi? 
Keşke bu şeyin, kendisinden habersiz benim gibiler için bi şekli şemali, severken yapılacaklar- sevilirken yapılmayacaklar gibisinden listeleri, sevgiye ve sevmeye nasıl başlanacak ve bitişi nasıl olacak gibisinden herkesçe kabul edilmiş mutlak doğru kuralları olsaydı da en azından göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitmiş olan çocukluk döneminin hemen ardından içinde debelenirken kendimi bulduğum ergenliğimde beni biraz rahatlatsaydı. Ama şekli şemali de yoktu, yapılacaklar veya yapılmayacaklar listeside.
Bu ammına koduğumun sevgi denilen en basit, en temel ihtiyacımız olan şeyi bile, sanki doğduğumda kör olmam yetmezmiş gibi, üstüne birde zifiri karanlıktaki kalabalığın içine terk edilmiştim ve buna rağmen kendi kendime haberdar olduğum BU ŞEY'i el yordamıyla aradım durdum. Bu sırada elime geçen, eline geçtiğim her şeyi ve kesi sorgusuz sualsiz sevip durdum ama gördünüz işte olmadı, olmuyor.

Ben artık çok karşılıksız saf sevgiyle sevdiğim için benden kaçanların koşarken söyledikleri o "arkadaş olarak sevmek" olayındanda yoruldum ve çok bıktım. biliyorumki, bana en iyi arkadaş benden başkası değil. çok iyi arkadaşlık ediyorum kendime. bu yüzden de artık kalabalığın içinden siktiğim biri çıksın ve "gel buraya orospuçocuğu gel! al, sana bırakıyorum kendimi. sende bana bırak kendini de, olsun bitsin artık" desin istiyorum ama kimse demiyor. Madem kimse demiyor, tam burda durup soluklanayım...

Bu düşünceler arasında kendimi uykuya teslim ettim ve sabah uyandığımda normal bi bok gibi geçen zamanlarımdaki günlere dönüş yapmışcasına yaşamaya başladım. O gece uyumadan önce kafamla beraber düşünerek aldığım karar, sonraki günlerde de gerçekten işe yaradı ve Nemrut aklıma geldiğindeyse bi şekilde zihnimden uzaklaştırmayı becerdim. Çok zorlandığımda ise onu kafamdan silmek için bi kaç kişiyle yakınlaşmanın iyi geleceğini düşünerek harekete geçtim, kurbanlarımı ince eledim sık dokuyarak seçtim ama açıkçası yalnız kaldığımızada yakınlaşamadım. Hatta yakınlaşmaya çalıştığımın daha ilk saniyelerinde sanki midem bulanır gibi olmuştu.
Bi kaç deneme daha sonrasında yine aynı mide bulantısına kapıldığımda, artık kimseyle yakınlaşma olaylarına girmeyeyim diye, evde çok kalmamaya ve o ara yapmakta olduğum işi "uzaktan çalışma şartı"yla almış olmama rağmen şirket ofisine gidip orda çalışmaya, adım gibi gereksiz olduğuna emin olduğum toplantılara katılmaya, kapitalist ortamın havasını iyice soluduğumdaysa eften püften sikindirik raporlar hazırlayıp işyerindekilere sunumlar yapmaya başladım. Eminim o ara çalıştığım şirket beni çok çok çalışkan sanmıştır.
oysa durum hiç de böyle değildi ve tokatlanarak sikilip sokağa atılmış bir göt acısı çektiğim için çok çalıştığımı kim bilecekti ki?..

"Kendini işe vererek oyalanma" durumu bi kaç günlüğüne de olsa gerçekten işe yaradı, fakat günlerden birinde ayaklarımın beni alıp yine İstiklal Caddesi'ne getirdiğini fark ettiğimde anında olduğum yerde çakılmışcasına durdum. Aklım son anda uyanarak bedenimi Galatasaray Lisesi'nin ordan döndürüp Taksim'e çıkarmasa, eminim kollarım ellerimle bi olup kapısını çalacak, açılan kapının ardından "kahven var mı" demekten geri kalmayacaktım. Çok şükür bunu da atlatmıştım ve içimden "madem bu taraflara geldim, biraz etrafı gezineyim" deyip yanmaya başlayan sokak lambalarını izleye izleye meydanda turlarken sarhoşun birinin bi anda önümde düşmesiyle koluna yapıştım ve benimle beraber yanımızdan geçen kadının biri de diğer koluna yapışıvermişti.
Adamı bi torba patates gibi yolun ortasından çekip, sakin bi kenara bırakmaya çalışırken kadınla da konuşmaya başlamış ve yaklaşık bi dakika içinde de yarı sürükler vaziyette getirmiş İsmet İnönü'nün ayaklarının dibine sermiştik.
Adam bir şeyler geveler gibi olduğunda "işimiz bitti" dercesine birbirimize baktık ve ben o esnada içimden "ulan dünya gözüyle canlı kanlı bi amcık görmeyeli 3-4 yıl oldu. acaba hâlâ kadınlara ateş edebiliyor muyum?" diye düşünürken dalıp gittiğimin bilmem kaçıncı saniyesinde, kadın dik dik gözlerime bakarak "çok piç birine benziyorsun" dedi ve ben yarı gülümser, yarı sırıtır hâlde;
-çok değil yav az piçim
-bence çok piçsin
-öyle diyorsan öyle olsun. zaten bu ara kim ne derse kabul ediyorum. fark etmez, çok piç olduğumu da kabul edeyim. 
-hımmmm ilginç
-ne yani "piç değilim" deyip tartışmayı uzatacağımı mı sanıyorsun?
-yani evet, biraz öyle olmalı aslında. 
-iyi hadi uzatalım; yanılıyorsun hiç de piç değilim. çok uslu, efendi mi efendi biriyimdir.
-ahahaha hiç numara yapamıyorsun.
-çok mu belli oluyor ya
-ehh çok belli olmuyor ama ben artık insan kurdu sayılırım
-kurda benzemiyorsun.
-espri yapmayı bilmiyorsun.
-ya evet. numara yapmaya çalıştığımda bir şey yapamıyorum. doğal olduğum zaman güzel yapıyorum her şeyi
-mesela ne yapıyorsun
-mesela ne istersen
-akşam için bi planın var mı
-yok ya, ne planı? ben plansız doğmuşum.
-dilersen bana gidip bi plan yapalım
-burda yapalım, sana gidip planı hayata geçirelim
-olur.
-ama para vermem
-bende vermem" dedi "ahahahaha" diye aynı anda katıla katıla tüm içtenliğimizle güldük ve yarım saat sonrada, Çağlayan Adliyesi'nin arkasındaki varoş mahallelerden birinde olan evine gittik.
-Otur istersen. çişim geliyor, dışarda yapamıyorum. sabahtan tutuyorum. gelicem" deyip kapılardan birini açıp girdi.
O tuvalet dediği yere girdiğinde bende 2+1 ufak mutfaklı, küçük balkonlu evine aceleyle göz attım; Duvarlarda anı niyetine asılmış bi kaç ergenkenki fotoğrafları, sağda solda eften püften şeyler yüzünden verilmiş bi kaç plaket, aptalları daha çok çalıştırmak için uydurulmuş madalyamsı kurdelalı bi şeyler, etrafta gezinen siyah bi kedi ve sıçtığı kumluğu, ev ilk yapılırken boyanmış olmakla ödüllendirilmiş soluk duvarlar, yer yer is izleri, bekâr hayat göstergesi olan yemek artıkları ve ekmek kırıntılarıyla kaplı masa, yine masa üzerinde tıka basa izmarit dolu 2 kültabağı, masa etrafında kedi çizikleriyle dolu suni deri kaplı bi kaç sandalye, köşede bir çekyat, karşı duvara monteli koca tv, pencere kenarında düzensiz sulandıkları için yaprakları solmaya başlamış saksıda bi kaç çiçek, yerde ise çekyatın rengine yakın olduğu belli ama kirlendiği için "beni çöpen atın" diye bağıran uzun ucuz bi halı vardı. Benim etrafa göz atmam bittiğinde o da tuvaletten çıktı ve;
-girmek istersen buyur
-yok ya, erkeklerin sıvı boşaltım kanalları dışarıya doğru olduğu için kadınlara oranla çişlerini daha uzun süre tutabiliyorlar
-aaa bunu bilmiyordum. böyle bir şey mi var?
-yoktu. şimdi uydurdum ama uydurduğum anda bana da mantıklı geldi.
-demiştim "çok piçsin" diye
-evet, malı gözünden tanıyorsun" dedim ve konuşma aldı başını gitti.
Evine yakın olan ilkokullardan birinde öğretmenmiş, aslında hiç böyle biri değilmiş ama bu ara fazla gerginmiş ve enerjisini atmaya çok ihtiyacı varmış falan. hem onca bacak kadar arsız piçle uğraşmak onu çok yoruyormuş. kendini bildi bileli çocukları seviyormuş ama aileleri bu çocukları çok şımarttığı için laf dinleyen yokmuş ve bu da sinirlerini hoplatıyormuş
-bilmem. benim bi tane tek var. ona da annesi bakıyor
-aa evli misin.
-eskiden kadının biriyle evliydik ve beraber yaşıyorduk. 2013'de oğlumu son defa alıp gittiğinde, önceki gitmelerim gibi yapmaktan vazgeçip peşinden gitmedim ve bizim olay askıda öylece kaldı. yani resmi olarak boşanmadık ve devlet kağıtlarına göre hâlâ evliyim. ya sen?
-sence bu ev, evli bi kadının evi gibi mi duruyor?
-hayır yani evlilik falan, sevgili durumları bunun gibi bir şey yok mu veya ne oldu
-yok ya. o bahsettiklerin bana göre değil. bi kaç deneme yaptım, arada hâlâ oluyor ama ıhhhh hepsi reklam arasına alınmış kısa festival filmleri gibi kalıyor. açıkçası artık kimseden beklentim de yok
-çirkin olduğun için mi?" sorusu kontrolsüzce bi anda ağzımdan çıkıverdi ve o bunu çoktaaan kabullenmiş olarak;
-dürüst olmana sevindim. güzel olmadığımı bende kabulleneli çok oldu. durum böyle olunca en azından arada bazen özgürce seks yapıp, yarrak ihtiyacımı gideriyorum.
-boşuna dememişler "dünya kadar malın olacağına, fındık kadar amın olsun" diye :)
-ahahaha orası öyle ama işte her şeye rağmen insan biri yanında olsun istiyor beee. bazen "acaba gerçekten sadece çirkinliğimden dolayı mı yalnızım, kimse girmiyor hayatıma, girende 5 dakka sonra arkasına bakmadan kaçıp gidiyor" diye düşünmüyor değilim ama okulda bir sürü güzel kadın var onlarda hep yalnızlar ve üstelik hayatlarına gelip geçici kimseyi de almıyorlar, alamıyorlar
-yani bende çok anlamadım bu ilişkileri falan. bu durumlar karışık. güzellik, yakışıklılık falanla da bitmiyor, zenginlik fakirlikle de alakalı değil. bi şey var ama anlamadım. bulursam söylerim
-diyosun
-dedim bile. boş ver sende, sıkma canını. ben yeterince sıktım da ne oldu.
-yakışıklı çocuksun
-hee yakışıklıyım.
- ama boyun kısa. allahtan boyun kısa yoksa bu boyla böyleysen ohooooo boyun da olsa ortalığı ateşe verirdin. 
-ahaha yok ya, ben hep duygusal kısımda takılıyorum. yani seks falan güzel, bazen sadece seks aradığım da oluyor ama içinde sevgi olmayan seksler beni bi garipleştiriyor. kendimden iğreniyorum
-ee biz şimdi nasıl yapcaz
-bir şey yapmak zorunda değiliz. tanıştık, hesapsız kitapsız muhabbet ediyoruz. bu bile yeter bana. benim için birini samimiyetiyle, içtenliğiyle tanımak seksten bile daha zevkli.
-hayır ben yapmak istiyorum. hadi hadi hadii çok konuşma
-eminsin değil mi
-niye geldin o zaman
-ya tamam bende yapmak istiyorum. zaten kaç yıldır kadınlarla olmadım. hem makine çalışıyor mu denemiş oluruz :) 
-bir şey sorucam ama benim gibi sende açık ol; gay misin?
-valla ne olduğumu bende bilmiyorum artık
-gaysin gey
-bilmem. yani sonuçta uzun zamandır kadınlarla olmadım. öyle çok canımın çektiği de olmadı açıkçası. sadece bi kaç yakınlaşma denemesi yaptım ama çok yapmacık davrandıkları için flörtleşmeyi kesiyorum
-bir çok erkek böyle. ama bilmediğiniz şey şu ki; biz güzel veya çirkin farketmeksizin tüm kadınlar böyleyiz. yani nazı mazı severiz. yoksa başka nasıl ve niye çekelim sizi
-ya doğrudur da, ben sevmiyorum ve sanırım biraz da bu yüzden erkeklerle olmayı tercih ediyorum.
-nasıl yani
-ya işte kadınlar çok naz tuz ediyorlar, sikilmek isteseler bile bunu "orospu damgası" yememek için söylemiyorlar falan bir sürü formalite olaylarınız var. ama erkek erkeğe yakınlaşmalarda böyle şeyler yok. herkes ne istiyorsa açıkça söyler ve olay ilerleyecekse ilerler, ilerlemeyecekse ilerlemez olduğu yerde durur. gerçi benimkileri ben çok karıştırıyorum ama benim erkek-erkeğe olaylarım bile kaba taslak yinede böyle ilerliyor.
-seninki niye karışıyor
-ya ben duygusal bi bağ oluşacağını hissetmeyeceksem kimseyle yakınlaşmıyorum, yakınlaşınca da duygusal muygusal ne varsa üstlerine bocalayıp sıçıp batırıyorum.
-hımm
-yani öyle işte
-şimdi biz bir şey yapamayacak mıyız?
-yaparız ya. dedim ya 3-4 yıldır kadınlarla olmadım ve "yapabilir miyim"i görmek istiyorum.
-deneme tahtası mıyım
-eğer kalkış gerçekleşirse, uçuştan memnun ayrılma garantisi var
-iyi peki. bakalım ne kadar mahirsin." dedi ve kenardaki çekmeceden ufak bi poşet ot çıkardı, usul usul sigara kağıdına sardı, yakıp içerken;
-hadi yanıma otur. şu meret olmadan bi şey yapamıyorum." oturdum ve yorgun ela gözlerine, hayatımız gibi dağınık saçlarına bakıp, yaşından çok önce çökmüş havasına dalıp ikimizi düşünmeye başlayacakken, yüzüme cigarasının dumanını üfleyerek beni uyandırdı.
-al sende çek bi kaç fırt
-sağ ol
-al al daha iyi yaparız
-hııhh ben bisküvi çocuğuyum. alkol bile almıyorum ki bunu içeyim
-bu alkol gibi değil, daha zararsız
-doğrudur belki ama ben bi bok yiyeceğim zaman kafamın yerinde olmasını önemsiyorum. ve bide  o boku nasıl yediğimin farkında olarak yemek istiyorum
-üff amma abarttın ha. başka şeylerle karıştırıyorsun. cigara uçurmaz, seni yumuşatır. 
-doğrudur ama yine de olmaz.
-iyi tamam, ben içceyim rahatsız olmazsın değil mi?
-yok be, koku almadığım için olmam.
-he tamam. sana piç miç dedim ama hiç öyle değilsin. 
-bilmemki. piçsem piçimdir ama bence çok efendi bi adamım. kimse olduğum halimdeki değerimi bilmiyor. tanıştığım, hayatıma giren herkes beni şu anki halimden uzağa götürme, başkalaştırma derdinde.
-boş ver sen kendin ol. kimse için bir şey olmaya değmez" dedi cigarasını kanardaki küllükte söndürdü ve biz girdik birbirimize.

Bi kaç öpücük, biraz oramıza buramıza dokunma, gereksiz birbirimizi pohpohlama çabası eşliğinde kondom ortaya çıktı ve birleştiğimizin bilmem kaçıncı saniyesinde boşalıp, yaşından çok önce yer çekimine yenik düşmüş olan memelerinin arasına yığılıp kaldım. 
-bu kadar mıydı?
-evet.
-ee hani kocaman bi şey bu. nasıl bu kadar kısa sürüyor
-sürenin başlangıç ve bitiş toplamını belirleyen şey, yarrağın büyük veya küçük olmasıyla alakalı değil.
-ne peki?
-bilmiyorum valla. yıllardır önümde duruyor ama bende tam olarak çözemedim bunun olayını 
-olmaz böyle olmaz. hadi kalk bir şeyler atıştıralım tekrar yapalım" dedi, bende gülerek fazla mayalandığı için leğenden taşan ekşi hamura dönüşmüş memelerini iyice aralayıp tam ortasından öptükten sonra başımı kaldırıp "tamam" dedim, acıyarak güldü bana.

Yarım saat sonra ikinci defayı deniyorduk ve az önceki belirsiz heyecanımdanda bi şey kalmamıştı. Artık sertleşmek de sorun değildi ve o, gözlerimin içine "bu sefer kesinlikle memnun edeceksin beni" dercesine bakarak bir şeyler söylüyordu. Anladığım kadarıyla, FAKBADİ olarak takılan rahat heteroseksüellerin seks esnasında birbirlerini gaza getirmek için kullandığı yöntemlerden birini uygulamaya çalışıyordu. 
Biraz komik bulup tebessüm ederek gözlerimi kapadım ve memelerini avuçlayarak işime devam ettim. Bu sefer bencede gerçekten iyi gibiydim. Ben bile kendime şaşırdım. Az sonra "artık boşalıcam" dediğimde "tamam" dedi ve çok geçmeden boşaldığımda hemen çıkıp tuvalete girdim, işeyip çıktım ve o;
-bu sefer iyiydi. 
-ehh işte
-zevk almadın değil mi
-zevk değil de, işte dedim ya karşımdakine duygusal bir şey hissedemeyince, onunla seks yapmak işkence gibi oluyor. 
-bence duygusallığa çok takma
-haklısında, ben bu mereti herkesle, her önüme çıkanla yapamıyorum hatta yapmak da istemiyorum. zaten bence sadece, gerçekten sevgi beslediğimiz birileriyle yapınca tam olarak zevk alıyoruz. öteki türlüsü ise gereksiz yükten başkası değil.
Ben bu cümleleri kurarken, o bi cigara daha sarmış tüttürmeye başlamıştı. Biraz laflayıp kaçmanın sırası gelmişti ve giyinmeye başladım, o da anlamış olacakki sessizce izlemeye devam etti. Giyinişim bittiğinde uzanıp ona sarıldım ve "tamam belki güzel değilsin ama iyi bi kadınsın, sırf bu yüzden bile olsa iyi bak kendine" dedim ve o da bana sımsıkı sarılarak ayağa kalktı, biraz öpüşüp koklaştık ve çıktım. 
Tamam işte, ateş etmiştim, silah çalışıyordu. Demekki götümü siktirdim diye ibne oldum adlı şehir efsaneleri koca bi yalandı. Sik denilen bu yılan, gördüğü her deliğe girmek için yaratılmıştı ve ufak bi kıvılcam ya da bi anlık elektriklenme bile onu ayağa kaldırıp kobraya dönüştürmeye yeterdi.

          Devamı: Bİ öyle Bi böyle tıkla, hd izle, hemen izle, izlesene 

18 Mart 2023

bumerang etkisi

 Bu yazı şurda başlamıştı: 2016 yılı EKİM'inde aşık olmuştum


...Aradan bi kaç gün geçmiş ve ben kapısında bitmemiş, telefon açmamış, mesaj atmamıştım. Hayret bana! Kendim olmayı bırakıp, kalabalığı oluşturanlardan herhangi biri olmayı becerebilmiştim. Çünkü eğer kendim olsaydım, kovulmuş olmama rağmen en fazla 1-2 gün sonra umarsız bi şekilde kovulduğum yere dönerdim. Kimsenin bundan haberi yoktu ama ben, elinde olduğum kişinin tüm gücüyle fırlatıp attığı uzaklıktan aynı hızla geri dönmeye and içmiş o bumerang'ın ta kendisiydim.
Beni ben olarak tanımak istemedikleri için farketmedikleri bumeranglığımdan kimsenin haberi olmuyordu ve ben attıkları uzaklıktan, aynı hızdaki doğallığımla dönmüş olarak düşünme yetisinden mahrum beyni bulunan kafalarına, mimiksiz porselen yüzlerine, dokunmayı öğretemedikleri ellerine, birini masumca sarmaya alıştıramadıkları kollarına, görünenin ötesini görmekten aciz olan güzel gözlerine, kalkık burunlarına, ya da insana benziyor olan bedenlerindeki herhangi bi yerlerine çarpıp duruyordum.
Hayatım böyleydi, ben buydum. Karşımdaki kim ve nasıl biri olursa olsun ve bana ne yaparsa yapsın, doğal bi şekilde atıldıktan sonra yine doğa kanunlarına uygun olarak çok geçmeden beni atana dönerdim.
Oysa yapmaları gereken tek şey; gündelik yaşamlarında onlar için önemsizleşen her şey gibi beni de alıp gardrobun üstüne bi yere kaldırmak, sepet veya çekmecelerden birine koymak, ya da beni hayatından tamamen çıkarma kararını vermiş olarak sakince vedalaşır gibi çöpe atmaktı ama kimse bunu anlamadı, anlamak için ufak bi çaba bile harcamadı ve ben de, yaradılışım gereği beni attıkları yerden yine aynı hızla dönüp can yakma derdim olmadan doğal bi şekilde acımasızca çarpıp durdum.

Bumerang benzetmesini geçip dönüşlerimin nedenine inersek; ben böyleyim, yani; birinin içinde ufak bi iyilik olduğuna inanırsam hemen gurursuz, kibirsiz, saf inatçı aşığa veya iyilik dolu sıradan bi insana dönüp ona yapışır kalırım. Böyle kalmak için de elimden gelenin en iyisini yaparım fakat şu bi kaç gündür yapmamıştım ve hiç aramamış sormamış, yazmamış etmemiş, evine gitmemiştim.
Tarih 13 Kasım 2016 olmuş ve akşam saatlerine doğru Tophane'de bi yerde gezinirken karşılaştığım Kelle Paça'cıya girip masalardan birine oturduğum gibi siparişimi verdim, sinek avlayan dükkan sahibi 30 saniye sonra Kelle Paça dolu tabağı önüme koyduğu anda hiç düşünmeden 4 çorba kaşığı sarımsak doldurup karıştırarak 5-6 dakika içinde höpürdetip kalktım.
O taraflarda bok varmış gibi oyalanmaya devam ettiğimin bilmem kaçıncı saatinde aklıma Nemrut düştü ve ben kendimi ayaklarıma teslim ettiğim anda ona götürüldüm.
Kapıyı açtığında bıkkın bi şekilde gülümseyerek geri çekilip içeri geçti ve bende buyur edilmeyeceğimi anlamış olduğum için zaten içeri girmiş kapıyı ardımdan kapamıştım. 
O bilgisayarında benden önce başladığı bir şeye devam etmek için çalışma masasına oturduğunda, bende hiç konuşmadan ama biraz ağır hareketlerle ayakkabılarımı çıkarmış, çantamı kenara bırakıp tuvalete girmiştim. Çişimi yaptıktan sonra çıktığımda ufak koltuğa oturdum ve onu izlemeye başladım. Tam da bu oturuşumdan bi kaç saniye sonra, işini bırakıp bana dönerek
-öfff ne kokuyosun böyle
-bilmem. ben koku almıyorum
-offff sarımsak falan mı yedin
-ha evet, gelirken şu aşağıda kelle paça'cı gördüm. çoktan yememiştim. arada yemek lazım. biliyorsun ölüm dışında her şeye ilaç olur diyorlar" cümlem bittiğinde, sazı aldı ve saatlerce de elinden bırakmadı. 
Karşısındakinin götünü sikmeden önce, bedenini akla hayale gelmeyecek şekillerde iyice aşağılayıp, artık onu insanlıktan çıkardığına inandığında sikerek zevk alıp bunu hayat enerjisine çeviren birinden; toplum adabı, modern yaşamdaki yazısız incelikler, görüşme öncesi ve sonrası dikkat edilmesi gerekilen numaralar, birebir iletişim esnasında korunması gereken mesafe ve diğer davranışlar, karşılıklı hoşgörü ve bilumum yapay toplum kuralları olmak üzere bir sürü konuda ayrı ayrı vaazlar dinlemek garip gelmeye başlamıştı ve en sonunda vaaz konularının bitmeyeceğine ikna olduğumda dayanamayarak, tüm doğalaptallığımı takınıp "koku almıyorum ve şu anki kokunun ne olduğu da umrumda değil. kalabalığa girdiğimde rahatsız olanlar benden uzak dursunlar. nasılki kör birine "önüne bak" denilemeyeceği gibi, koku körüne de "iğrenç kokuyorsun" falan demek saçmalık" dedim ve o patladı
-ya buna bak. sen kendini ne sanıyorsun
-hiçbi bok sanmıyorum. sadece koku almıyorum o kadar." dedim ve o da bu esnada bağıra bağıra beni kovmaya başladı ama ben yerimden kalkmayıp onu sakin sakin izlemeye devam edince "off ne biçim bi insansın, senle ne yapcam. bi daha gelme demedim mi"sinden cümleler kurmaya başladı. bunlar az öncekilerden daha hafifti ve artık kovmak yerine, neden onun sözünü dinlememiş olduğuma takılmış bağrışını bu yönde sürdürdüğü kelimelerle devam ettiriyordu.
Bağrışı yatışacak gibi değildi ama buna rağmen bi ara eğilip masanın çekmecelerinde bir şeyler aramaya başladı ve az sonra da bi kaç tane nane şekerini bulmuş olarak bana  uzatıp "ne biçim bi insansın sen yav. kovuyorum yine bana mısın demiyorsun. madem koku almıyorsun bari karşındakine saygın olsun. iğrenç kokuyorsun ve hiç umrunda da değil. kovuyorum seni, açık açık kovuluyorsun bundan bile rahatsızlık duymuyorsun. al al al bunları hemen yut. ne kadar iğrenç koktuğunun farkında değilsin" dedi, bende uzattığı cahil dost elindeki bi kaç tane nane şekerini, bana büyük bi iyilik yapmış gibi minnet ifadesi takınarak alıp ağzımda kıra kıra yarısını yutarak, yemeye ve emmeye başladım. O da bu esnada farkında olmadan yüzümdeki minnet ifadesini algılayıp aldanmış halde bi anda durulmuştu ama içindeki Gemsiz Şeytan'ına söz geçiremediğinin bilincinde olmadığı için elindeki sazı bıraktığı anda ruhunun kenarında bi yerde duran koca davulu alıp DAN DAN DAN DAN diye çalmaya başladı.
Bu sefer direkt ağzından tükürükler saçılmasına özen göstererek bağırıp çağırıyor, haklı olmanın hazzını tüm zerrelerine kadar hissederek içinden geldiği gibi hakaret ediyordu.
Bağrış çağrışının dozu gittikçe artınca "öff tamam ya. şu hal hareketlerine bak! amma abarttın ha. hiç insan içine çıkmayıp bu fare deliğinde yaşamaya devam edersen olacağı da buydu. al işte gidiyorum. sokaktan, hayattan tamamen yalıttığın bu fare deliğine tıkılı bi halde yaşamaya devam et." derken çantamı almış, kenardaki ayakkabılarımı giyinmiştim  ve o;
-saçma sapan konuşup dengemi bozma
-zaten dengesizin tekisin. sadece dengesiz olduğunun farkında değilsin
-def ol git, yoksa elimden bi kaza çıkacak
-biri kendini sana teslim etmeyinceye kadar, senin elinden hiçbi bok gelmez
-yav siktir git. öldürücem şimdi seni ha!
-işte gidiyorum. sende gerçek hayattan kopuk, tamamen karanlıktaki bu lağımda gün ışığı görmeyen fare olarak yaşamaya devam et
-offfğğğ elimden kaza çıkacak diyorum. bak sana zarar vermek istemiyorum, git!
-ya sen kimsin ki bana zarar vereceksin. sen anca; gözlerini henüz yeni açmaya başlamış, dünyadan tamamen habersiz yeni yetmeler bulup onları dövüp söverek sikip bunun da yaşamak olduğunu sanan bi zavallısın. anca bu kadarsın. sen busun. gücün bana yetmez. sen; kendinden daha zayıf, kafası tamamen karışık olduğu için ne aradığını ve istediğini bilmeyen ergenler ve ergen kalan yetişkinler bulup, onları nefes alıp veren bir şeye dönüşmeye razı ettikten sonra sikip kapı dışına bırakarak yaşamını sürdüren bi şey'sin." deyip içim rahatlamış halde kapıyı açtığım gibi kendimi dışarı attım.

Yarım saat sonra eve geldiğimde, eski alışkanlıklarımdan biri olan giysilerimle beraber yıkanmayı gerçekleştirmek için ceplerimi boşaltıp duşa girdim ve giysilerim üzerimde ağırlaştıkça soyunup, en sonunda da çıplak kalınca suyu kapayıp, püskülsüz ucuz bornozumu giyinip çıktım. Baya rahatlamıştım.
Duşta çok oyalanmış olacağımki saat gecenin 2'sine gelmişti ve o esnada Nemrut, whatsapp'den mesaj atmaya başladı. "Deodorant kesinlikle kullan, diş fırçalama sıklığını da doğru ayarla, sarımsak kesinlikle yeme hiç. bi kaç gün çok yalnız kalacaksan ye" diyordu. 
Ya amınoğluna bak sen ya. Sen kimsin de benim ne sıklıkta ne yapacağımı söylüyorsun. Gerizekâlı. Sen milletin üzerine işerken boşalan iğrenç bi adamsın, benim doğal kokumdan nasıl rahatsız olursun? Şerefsiz ya.

O gece böyle kendi kendime kızdım ettim ama sonra "belki bazı şeylere biraz onun istediği gibi dikkat etsem iyi olur" diye düşünerek ertesi gün deodorant alıp kullanmaya başladım, sabah akşam dişlerimi fırçalamak için şarjlı diş fırçalarından aldım, sinek kaydı sakal traş oldum, saçlarımı hafif uzatmıştım kısacık kestim ve bi kaç güne sığdırdığım bu değişme kararlarımla beraber hayata geçirdiğim eylemlerim esnasında da benim zorumla havadan sudan konularla yazışmaya da devam ediyorduk.
Aradan bi kaç gün geçtiğinde çıkıp yine ona gittim ama piç kapıyı açmadı, hatta kapı aralığından "yalvarırım git, noolursun bi daha da gelme. yoksa gerçekten sana zarar vereceğim." diye yalvararak beni iyice şaşırttı ve bende pes etmiş olarak apartmandan çıkıp sokaklarda gezinirken, kendim için telefonuma şöyle bi not yazdım;
"Uğruna değişebileceğin kimse yok
ve aslında senin uğruna da değişecek kimse yok.
Yani hayat iki ileri, iki geri adlı yanılgılardan ibaret
tabii bol miktarda hayal kırıklığı ve hâlâ akabiliyorsa bir kaç damla gözyaşını da unutmamak gerek."

Gezinerek eve geldiğimde, hayal kırıklığım kaybolmuştu ve bende bunun üzerine ona şu maili yazdım;
"Nemrutcum, fark ettiysen ben öyle sahip mahip anlayan biri değilim. görüştüğümüz zaman ben senin dediğini yapıp mutlu ettiysem ve çok kısa bir sürede bilinç olarak senin istediğin yönde zorlanmama rağmen bu kadar yol katettiysem, sende beni en sonunda mutlu edeceksin. seve seve olmazsa, işte böyle senin gibi zorla yapmaya kalkışırım. çok öptüm. haftaya görüşürüz. sevgiler." 
Mailime 7 dakika sonra "istemiyorum devam etmesini, geçen hafta tamamen bitirmemiz gerekiyordu, hataydı bu hafta. daha fazla uzatmayı deneme boşuna, arkadaş olarak ne kadar sevdiğimi biliyorsun seni, kalbini kırmak istemiyorum, tatsız bitmesin." diye dönüş yaptı.
Siktir göt. Gerçekte ne bok olduğunu bildiğim birinin özene bezene yazdığı yapmacık maili kim siker? Kalbimi kırmak istemiyormuş da bilmem neymiş de neymiş. haha amcık, allah'tan kalbimi kırmak istemiyormuş ha. bi de kırmak istese, demekki beraberken ona sarılmak istediğim zamanlarda tokat atmak yerine bıçakla delik deşik ederdi herhalde. bu da beni arkadaş olarak sevdiği için kırmak istememesinin göstergesiymiş. yarrak herif. siktir ordan. sanki hiç sevgi görmedim.
(evet, hiç görmedim aslında. sahi insan nasıl sevilirdi, nasıl severdi? manipüle etmeden, edilmeden nasıl yaşardı sevgi denilen o şeyi?)

Devamı için bu bu bu buraya tıkla

16 Mart 2023

Nemrud mu Nemrut mu

Yazı şurda başlamıştı: 2016 yılında Nemrut'a Aşık Oldum

...Yelkenler suya inmişti ve sanırım ıslanan yelkenler yüzünden bir şeyler yapmalıydık. Ne yapıcaktıkki? Aklımda olan tek şey, birbirimize kızmadan, bağırıp çağırmadan, dünyanın tüm sıradanlığını yüklenmiş olarak beraber vakit geçirmek-geçiriyor olmaktan başkası değildi ve işte çat kapı gelmişliğimle kopan fırtınaya rağmen şimdi her şey normale dönmüş, dingin denizde ilerleyen yelkenlinin içinde olan biz de açık havada güneşin altında vakit geçiriyor gibi sakin sakin oturuyorduk. Allah'tan daha ne isteseydim?

Ne bileyim demekki yelkenler suya indiğinde insanın siki kalkıyormuş. Benimki kalkmadı ama onunki,  az önce sorduğu "neye daldın" sorusuna verdiğim "sana daldım yarrak, neye dalcam" cevabımın ardından cümlem içindeki yarrağı hemencecik kalkmış gibiydi ve bakışları da o yüzden gözlerimin içinde bi yerde gezinip duruyor, dudağının kenarlarıysa ilk adımı kendisinin atmaması uğruna benden gizleyerek ısırmaktan oluşturduğu kızarıklıklarla doluyordu. 
İçinde seks olmayan bir sevgi yaşamamış, çıplak olmayınca ilgi görmemiş, şehvetli temaslar haricinde vücuduna hiç dokunulmamış, sırf hoşlanılıyor diye gözlerinin içine bakılınca mutlu olmamış yetişkin bedenlerde, saf-beklentisiz merhamet kaplı bi şefkatle ilgi gösterildiğinde işte böyle yan etkiler ortaya çıkardı. Yani erkeklerin sikleri kalkar, kadınların ise zihinlerinde "ayy bu beni sikmek istiyooo galbaaa" cümlesi kurulur.

Bi kaç saniye daha kendini tuttuktan sonra, onun bu hallerini anlamış olmanın yüzüme verdiği muzip havaya dayanamayıp dudaklarıma uzanıp sıcak sıcak öptü ve sonra yanlış yaptığını düşünmüş olacakki aniden geri çekilip, az önce öpen kendisi değilmiş gibi sert bi ses tonuyla "hadi hadi kahveni içtikten sonra gideceksin" dedi. (Ananınamı. Orospuçocuğu ya. Tamam gideceğiz de, dur iki sıcak öpücük de ben kondurayım değil mi ama?)
-öff tamam ya
-nooldu
-hiç
-ne o öyle öfff pöfff ediyorsun? dedi, cevap vermedim. Kalktım, elimdeki yarısı içilmiş kahvemin kalanını sakince lavaboya döktüm ve "kahve için sağ ol. güzeldi. eline sağlık" dedim, o da bu sırada, kalkmış beni izlerken bi yandan da kahvesini yudumluyor ve ben teşekkür sunumumu bitirdiğimde;
-gel buraya gel, hemen de kızıyor
-kızmak değil ya, estağfirullah
-e ne bu kahveyi dökmeler falan. ahahaha hem sen kahve için gelmemiş miydin? hani güzel filan diyordun, niye döktün?
-ya içtikten sonra gideceksin dedin. bende gitmemek için kahveyi içmek yerine, koklamaya başlayarak beraber geçireceğimiz zamanı uzatacaktım ama sonra aptalca geldi vaz geçtim. bozuldum işte.
-bi de kızmadım diyor. ben seni kandırmayı bilirim. hadi gel tatlı isteyelim. geçen GETİR'de bi yer keşfettim, tatlıları çok güzel. bi kaç tanesini denedim baya iyiydi.
-olur
-hiç "hayır" da demiyor.
-ne uzatıcamki, zaten hoşlanmışım diye çıkıp gelmişim. bi de kendimi ağırdan mı satıcam.
-ahaha
-hem belki tatlı yersek, sende tatlı davranırsın
-üff şu saçmalamaların yok mu. hadi söyle söyle ne seversin
-sütlaç ve meyveli olan neydi, ondan
-meyveli ne la
-ya böyle hani nar, kaysı maysı bi şeylerli bi tatlı oluyor ya. ondan işte.
-ha boş ver sütlaç istiyim sana, ben yemiştim güzeldi. kendime de profiterol. birer tane yeter mi?
-bana yeter.
-bana yeter ne lan, beraber yiycez. dur büyük boy istiyim.
-üff tamam iste hadi ne isteyeceksen
-bu hareketlerini sevmiyorum
-sev diye yaptığım bir şey yok. ben böyleyim.

15 dakika sonra tatlılar geldi, oturduk tatlı tatlı yedik ve yerken benimkinden aldı, kendininkinden verdi. Kendince eşitliyordu. Tatlılar geldiğinde kahve de yapmıştı, onları da içtik ve bu arada hayatlarımızdan, hayata bakış açılarımızdan, bakamayışlarımızdan falan da filan konuştuk, konuşturdum ve işte dananın kuyruğunun kopacağı o ana gelmiştik.
Ona karşı ilgimi saklayamıyor olmamın, ona bir tür haz verdiğinin farkına vardığımda biraz duraladım ama en azından numara yapmıyor olanın ben olmasından mutlu oldum. Madem numara yapmayan bendim, o zaman kendimi iyice koyvermeli ve onunlaykenki tüm zamanımı gelişine yaşamalıydım.
Böyle düşündüğümün saniyesinden kendimi saldım ve gidip arkasından sarıldım. Onun beni geri itmesi esnasında daha bi sıkı sarıldım ve o istemiyor olmasına rağmen bırakmadım. Bu hareketim onun hoşuna mı gitti, yoksa gerçekten kızmış mıydı şimdi hatırlamıyorum ama bi kaç kurtulma hareketi sonrası üffleyerek kendini bana bıraktı ve ben onun üflemesinden dolayı, sarılmayı bıraktım. 
-korkma sikmiycem lan seni. sadece öyle tezgâhı toplarken falan çok hoş göründün ve bu yüzden sarılasım gelmişti.
-salak salak konuşma
-salak malak fark etmez. sarılışımdan kurtulmak isterken, götünü özellikle uyluğumdan uzak tutmaya çalıştığını fark etmedim sanma. 
-iyi bi daha yapma
-yaparsam ne olur?
-yapma işte. böyle yılışık hareketleri sevmiyorum.
-ben seviyorum.
-tamam, sen bu hareketleri seven birine yap. bana yapma!
-üffff sende amma bayıyorsun ha. nolmuş yani bi sarıldıysam." bu muhabbet biraz daha uzadı ve sonra ne olduysa artık bi an onu çok zorladığımı düşünmeye başlayıp durağanlaştım, sırf konuşmak için harcadığım enerjiye son verdim ve zorlamaktan iyice sıkıldığım için giyinip dış kapıyı açtım ve o, bu esnada çalışma masasında oturmuş şekildeyken bana bakmayı bırakıp yanıma geldi, hafif içeri çekerek kapıyı kapadı ve biz "ver allah ver, ver allah ver" diyerek aksiyon sahnelerini çekmeye başladık.

Güzel şeyler hızlı yaşanır, o anlarda zaman çabuk geçer ve işte 3-4 saat geçmişti bile. Biz bu arada bi kaç defa tokatlaşarak sevişmiş ve ben en sonunda kendimi ona bırakmıştım.
Gece ne oldu, nasıl uyuduk, tam olarak sabah ne zaman oldu kimin umrunda. Dünü çoktan geride bırakmıştık ve işte yeni bir gün başlamışken uyanmış halde, tek kişilik yatağına beraber sıkışmış olarak gözlerimi açmış, sokaktan gelen sesleri dinleyip odayı izlerken öylece duruyordum. Çok geçmeden bastıran çişe dayanamadım ve sakince kalkmaya çalışırken o da uyandı, bense bu arada kendimi hemen tuvalete attım. İşediğim sırada, içerden gelen seslerden onun da kalkıp yürüdüğünü anlıyordum. Bokumu da yapacakmışım gibi biraz daha oyalandım ama tuvalette insan ne kadar oyalanabilirdi ki?
Çıktığımda kahve yapmıştı, atıştırmalık bir şeylerleri de masaya koyduğunu fark ettim ve pantolonumu giyinip, onun boxer'lı haliyle çalışma koltuğunda oturmuş olmasına bakıp gülümseyerek "hadi hadi yalandan oyalanma, gel artık. beraber kahvaltı yapalım" dedim ama sanki gece o beni değil, ben onu sikmişim gibi yüzünden düşen bin parçaydı. 

Kahveye uzanıp bi yudum aldım ve masadakilerden atıştırmaya başladım. Doğrusu naz sevdiğim şey değildi ve numara yapmıyordum. Böyle ciddi ciddi tıkındığımı görünce, geldi oturdu, beraber kahvaltı yaptık. Arada muhabbet açayım diye denemeler yaptım ama ıııhhhh Nemrut ağzını açmıyordu. 
Aynı masada biraz daha ayrı ayrı oyalandıktan sonra, onun bana "git artık" demesini beklemeden kalkıp tişörtümü falan giydim, çantamı aldım ve o da bu arada masayı topladı, ben çıkarkende geldi kötü ayrılmıyoruz gibisinden bir hareketle "kendine iyi bak" dedi "tamam" deyip çıktım.

Sokağa çıktığımda yakınlardaki kafelerden birine girdim, bilgisayarı açıp işlere göz attım, aklımda ise o vardı. Bu yüzden akşama kadar orda takıldım ve akşam saatlerinde kalkıp yine ona gittim.
Artık alışmış gibiydi ve kapıyı açarken yüzünde kocaman muzip bi gülümseme vardı.
-Geleceğini biliyordum
-bende
-ahahaha bende ne ya
-e ben böyleyim. kendimi bilirim yani
-aslında beni dinlesen, sözümden çıkmasan, dediklerimi yapsan senle çok güzel bir uyum yakalarız
-ya sen kendine köle arıyorsun, bense kendime aşık. 
-üff geç bunları. aşk maşk yok. sok kafana bunu
-senin dünyanda olmayabilir, benimkinde var
-iyi iyi yine başladın. sok kafana. aşk maşk denilen şeyler aslında insanları oyalamak ve onları kullanmak için uydurulmuş bir tür duygusal yönetim baskısı. böyle şeylere inanıp kendini kandırma.
-sen böyle görüyor ve yaşıyorsun diye, bunun böyle olduğu anlamına gelmez. doğruların sadece seni ilgilendirir ve benimkilerde beni. ikimizin arasındaki tek fark, sen kendi doğrularının herkes için geçerli olmasını istiyor ve bunu mutlak doğru olarak görüyorsun. en ufak bir şüphen bile yok ve açıkçası bu da senin hastalıklı bir düşünceye saplanıp kalmışlığının göstergesi. bense doğrularımdan daima şüpheliyim ve bu yüzden çok konuşurum.
-sen müslümansın değil mi?
-evet, konuşmuştuk zaten
-allah yok ama  biliyorsun değil mi?
-bu aralar bende olmadığını düşünüyorum
-ahaha o zaman müslüman değilsin, çoktan dinden çıktın bile
-bir şey olmaz. inandığım zaman yine girmiş olurum
-üfff çok komiksin. aynı zamanda hiç çekilmiyorsun. ulan böyle inanmak olur mu? ya hep inanacaksın, ya hiç
-bu senin inanma yöntemin. 
-benim-senin yok. inanç böyledir.
-ya benim allah'ım ona inanmadım diye yok olmaz. benim inanmamla da var olmaz. benden tamamen bağımsız olan bi allah'ım var. seninki gibi, ışığı kapatınca kaybolan bi allah inancına sahip değilim.
-hahaha nelerde biliyor
-sorma, daha neler biliyorum da sen konuşmaya gelmediğin için çenemi tutup 3 söyleyeceksem 1 söylüyorum
-korkma korkma söyle
-bu korkuyla alakalı değil. senin bağnazlığınla, yobaz olmanla alakalı.
-ben mi yobaz? ya buna bak. şurdaki kitapları görüyor musun
-evet görüyorum. taşındığında yerleştirmişsin, tozları kat kat olmuş. gelenleri kitapların kapağına baktırıp kendine hayran ettiriyorsundur ama iki kelimelik konuşman sonrasında ne bok olduğun ortaya çıkınca kaçıp gidiyorlardır.
-yüz vermeye gelmiyorsun. iki güldük hemen içindekini kustun. hadi siktir git.
-bi kahve içelim de öyle gideyim. 
-ne yüzsüzsün ya
-yüzüm oldu da ne oldu. istiyorsunki, karşındaki kedi yavrusu olsun. 
-hadi hadi gel beraber yapalım. yok öyle kahve yap içelimler falan

Nasıl yaptığımızı hatırlamıyorum ama kahveleri beraber yaptık ve o sırada bana dönüp;
-aslında senle güzel bi ilişki yaşarız ama sen laf dinlemiyorsun
-ne lafı
-sahibin olmama izin vermiyorsun, her an her şeyde hep bi başkaldırış, her lafa bi cevap, yatakta bile kendin nasıl istersen öyle olması için uğraştırıp duruyorsun. 
-ben böyleyim.
-böyleyim olmaz. biraz uslu ol. laf dinle. bak zorlada olsa kaç defadır güzel uyum yakalıyoruz. beraber olmamız hoşuma gidiyor ama çok uğraştırıyorsun.
-ulan yarrak, daha ne kadar laf dinliyim? götümde yol geçen hanı mı var gelen gidene alışmış olayım da senin her istediğini yapalım. hem bir şey söyliyeyim mi, bilgisayarındaki o köle-efendi videoları falan da hep yalan dolan. adamların profesyonel işi bu. sen ne kadar inanırsan, o kadar para kazanıyorlar.
-yoo gerçekten de var böyleleri.
-tabi tabii vardır mutlaka
-senle tanışmadan önceki haftaya kadar biri vardı, gel dediğimde gelip emrime giriyor ve sınırsızca da olsa her dediğimi yapıyordu. hiç sesini çıkarmıyor. git dediğimde de çıkıp gidiyordu. sen geldin dengemi bozdun. her an gelirsin diye, senin korkundan eve kimseyi alamıyorum.
-iyi alma işte. biraz insanlaş. 
-insan minsan ne ya. yok öyle bir şey. herkes biraz hayvandır ve mutlaka acıdan zevk alır. herkesin bastırdığı gizli bi mazoşist yanı var. sen bunları bilmediğin için yok sanıyorsun.

-sen kendini istediğin şekilde kandırarak ikna edebilirsin.
-ne diyeceğini bilemediğinde saçmalıyorsun
-evet doğrudur. ben böyle şeylerle ilgilenmiyorum. iki insanın birbirinin canını acıtmadan da sevebileceğine inanarak yaşıyorum. bence, sende öylesindir ama belliki yolun bi yerinde şaşırmışsın ve girdiğin sisin çindeki vahşi hayvanların sana zarar vermemesi için, her önüne çıkan canlıyı vahşi sanıp kendini korumaya çalışıyorsun. 
-sus sus saçma sapan konuşma. bunları nerenden uyduruyorsun
-gece öpe koklaya sarılıp siktiğin götümden uyduruyorum.
-öff  götün çok pisti. lavman falan bilmiyor musun?
-nerden bileyim 
-biriyle beraber olmadan önce lavman yap. yoksa ilişkilerin hep tek seferlik olacak. sikip sikip kenara atacaklar.
-sende biliyorsun, defalarca söyledim sana. öyle çok da sikme veya siktirme meraklısı değilim. birbirimizi sevdiğimiz biriyle sevişmek bana fazlasıyla yetiyor.
-sevişmek kimseye yetmez. öp kokla nereye kadar
-iyi de "sik-siktir"in de sonu yok. baksana kendine. bu erkek erkeğe sikme olayının sonu olsaydı, şu anda ayağını yalatıp, siktikten sonrada üzerine işeyecek birini arıyor olur muydun?
-sana hiç yüz vermeye gelinmiyor. zaten çok konuşuyorsun. bi de az bi yüz verilince iyice insanı sinir küpüne çeviriyorsun. hadi hadi artık çık, benim de işim var zaten.
Ondan çıkıp evime geldim ve duşa girip sıcak suyun altında oyalanırken, Askerdeki arkadaşımı düşünerek osbir çekip boşaldım. 13 dakika sonra yatağa girdiğimde, Nemrut'u tekrar görme isteğiyle uyuya kaldım.

Devamı: BUMERANG ETKİSİ

14 Mart 2023

sayın AMINA kodugum

Lafı uzatmadan hemen kısaca söyliyeyim mi;
Tek başına yaşayabiliyor olman, kimseye ihtiyaç duymadan ve herkesimin tabiriyle minnetsiz konuşman-davranman-yatman-kalkman-nefes alıp vermen falan filan böyle yaşaman çok sinir bozucu.
İnsanlar birbirlerine, iyilik adı altında dilenirler canım. Sen uzaylı mısın, neden hiç yardım falan gibi bir şey de olsa istemiyorsun?

Hem şu sıçtığımın dünyasında onca şey varken azla yetinmek zorunda da değilsin ve yoklukla baş etmeyi, kendi kendine eğlenmeyi, gülmeyi, ağlamayı, zaman geçirmeyi, tüm bu aralardada kimseye fark ettirmeden büyümeyi de bırakmalısın. 

Ne olur yani, gece yastığa döktüğün göz yaşlarından birazını insan kılıklılara göstersen? hıııı ne olur yani? hiç. Göster işte ve güçlü olmadığını görüp sevinsinler.
Sevindir onları, ağlamamazlık etme, acı o zavallılara. onların da mutlu olmaya hakkı var. güçlü kalarak, yatarak, kalkarak, oturarak ve sevmediğin, hoşuna gitmeyen her şeye karşı durarak haksızlık yapma. açı onlara.

İçinde al-ver olmayan bi aşkı yaşamayı da bi halt sanıyorsun ya sayınamınakoduğumunibnesigötverenivediğerbilumumaşağılıkmışgibidurantanımlarının arkasından söylendiği kişi, yani ben. hepsini boşver. Onlar seni aşağılarken kendilerini aşağılamış olarak ne derlerse desinler. Her ilişki de al-ver var. Salak olma, kabullen ve sende AL-VER artık da rahatlasınlar. rahatlar onlar. 

Dur orda. Çağnam'ın demek istediği gibi; insanlara "sana ihtiyacım var" de. Hiç ihtiyacın olmasa bile söyle bunu ve onlara problemlerinden bahset, çözmeye çalışsınlar, derdine ortak olsunlar ve olamaya çalışsınlar falan. hatta derdin yoksa bile bir dert yarat. hiçbir şey yapmıyor olmalarına ve yapmayacaklarına rağmen, derdini anlattın diye kendilerini bi halta yaramış sansınlar.
ben bi bok'um desinler. bok olduklarını bilsinler.

ama yooook sen yapmazsın bunu. neymiş de neymiş de neymişşşş de "insanları efendin yapmak istemiyor muşsun."
iyi bok yiyorsun. şimdiye kadar efendisiz yaşadın da ne oldu? ha? ne oldu, yine de bi bok olmadı ama sen inadından vazgeçmiyorsun. bırakmıyorsun herhangi biri ufak bi efendilik yapsın, kendini efendin sansın. hep bi başın kalkık, karnın içerde, göğsün önde burnun havada.
iyi bok yiyorsun böyle. ye. ye ye ye afiyet olsun 


11 Mart 2023

Davetsiz Misafir

 yazı şurda başlamıştı:  galiba 2016 yılında son kez aşık oldum

..Dün akşam saatlerinde, sağlıklı bir insan olmama rağmen sapıma kadar yalnız olmanın verdiği baskıyı ve kendime duyduğum gizli acınmadan dolayı hissettiğim ezikliği dindirmek için, enerjisini gay'liğimden alan kolay sosyalleşebilen yanımı alıp çıktığım evime, 24 saatten daha fazla bi zaman sonra dönüyordum ve aklımda, tüm bu saatler içerisinde, hayatımda ilk defa deneyimlediğim birbirinden tamamen farklı hislerdeki duygusal geçişlerin yaşandığı tuhaf anlarım vardı.

Şimdi eve dönmüş halde farkındaydımki, kafamın içindeki örülü duvarda bi tuğla yerinden oynamış, ufak bi fay hattı sık aralıklı ama zararsız küçük artçı sarsıntılar meydana getirmeye başlamış, dış dünya ve içindeki insanlar gözüme artık bambaşka görünmek istemeye başlamışlardı.
Oysa sıradan bir tanışma için can vermeye hazır olan ben, tanışma sonrasındaki ilk dakikalarda önyargımı fark edip, içine hapsolduğum normalliğin dışında neler olduğunu ve hissedildiğine dair meraklı duygulara kapılmış, bu yüzden de inatla sürdürdüğüm "sıradanlığımın da aşılması gerektiğini" düşünmeye başladıktan bir kaç saat sonraki anlarda sevişip tartışırken, koklaşıp yumruklaşırken bile kafamın içindeki bu yeni fikirlerin durağanlaşıp unutulmalarına izin vermeden üzerine düşünmüş düşünmüş düşünmüş, sonrasındaki ilk iki-3 saat içerisindeyse bi kerelik "götümün tokatlanarak sikilmesine razı olmuş" ve işte ilk defa kendini akmakta olan görünürdeki sakin suya bıraktıktan sonraki 15inci saate, suyun sürükleme gücünü hafif almamak gerektiğini öğrenmiş olarak eve dönüyordum...

Demekki insanlar, bir sabah miskin miskin yataktan kalkıp "bugün öğlen namazından sonra karımı öldürüp katil olayım, kocamın üstüne kızgın yağ döküp parmak patates gibi kızarmasını izleyip biraz ağladıktan sonra da günah çıkarayım, metresimi ikna edeyim de gitsin karımla sıradan bi tanışma sonrası arkadaş olup onu yavaş yavaş zehirlesin de bende onu bundan sonraki hayatımızda parasız ve rahat bi şekilde sikmek için bi kaç ay sonra evleneyim, çocuğumu gelen metro trenin altına ayağı kaymış da düşmüş gibi yapıp iteyim de onu bana ayak bağı olmaktan, kendimi de ona bakıcı olup hayatının bundan sonrasını günahsız anne rolünü oynamaktan kurtarayım vs diyerek zihinsel değişimlerini tetikliyorlardı. Yani hiç kimse bi sabah aniden kalkıp "bugün katil olayım" ya da "pılı pırtı satıp 2 kapkacakla dağbaşında inzivaya çekileyim" demiyordu. Bu ve diğer yaşanmaya karar verilen her şey, o an için önemsiz gözüken ufak bi fikir tohumunun sessizce ve bazen aslında iç fark edilmeden zihnimizde ekilmesinden sonraki uzun zamanı ve uğraşları gerektirirdi. (bu paragraf alakasız oldu ama kalsın, önceki paragrafa bağlamak için yeniden deneyeyim, bakalım ne yazacağım)

...o gün eve dönüp ne yaptığımı şimdi hatırlamıyorum ama zaten o aralar internet üzerinden çalışmaya başlamış olduğum için büyük ihtimalle kendimi, birikmiş işlerin içine atarak sakinleştirmişimdir. Herkes gibi bende yeni olana alışmak ve yeni olanın zihnimde yerini bulması için kendime biraz zaman vermeliydim. Buna herkes gibi benimde hakkım vardı. Çünkü iş ve her türlü çalışmak gibi uğraşlar, insanı hayata bağlar ve kafasını kendisi dışında bir şeylerle meşgul ederek onu kabul edilen normalliğe bağlı tutmaya, sıradanlık içerisindeki herkes gibi yaşamaya ve günlerin fark edilmeden bir bir yenilerek sürdürülmesine yararken, bi yandan da bu yeniliği zihinindeki bi köşeye oturtmaya çabalar durur...
Tüm kendimi yoğun tutma çabalarıma rağmen aklımın bi köşesinde o vardı ve ben dünden bu yana yediğim bok ile damağımda kalan şeyden tam olarak ne hissettiğimi anlamaya çabalıyordum.
Çünkü bu tür çok sert yakınlaşmaları her zaman sakıncalı ve tehlikeli bulmuş olmama rağmen, ilk bi kaç dakikadan sonrasına balıklama atlayıp, oltanın ucundaki o lezzetli solucanın yem olduğunu bile bile ağzıma alarak kendimi taktırmıştım ve işte şimdi de kendi kendime "bunu yapmamalıydım" deyip duruyordum.
Evet yapmamalıydım ve bu yüzden hemen o anda telefonumu çıkarıp numarasını, mesajlaşmalarımızı silerek rahatladım.

Bi kaç gün için gerçekten de onu, ona verdiğim zamanı ve o zaman dilimi içinde yaşadıklarımızı unutmuş olarak sakin sakin geçip gitti ve ben sakinliğin 3 veya 4üncü günü kendimi bi anda Galatasaray Lisesi'nin orda, evine tamda bi sokak altında buluverdim. Lan her şeyi unutmuş bi şekilde alışmışken bu da nerden çıktı amınakoyim. 
Evet kendimi kontrol edememiş ve işte İstiklal'de defalarca turladıktan sonra en sonunda kendimi tutamayarrak evine doğru yol almaya başlamıştım. 2 dakika sonra kapısını çaldım ve açıldı.
-selam, naber
-selam, iyi. hımmmm nooldu hayırdır?
-ya geçiyordum da, yakınken uğrayıp bi selam vereyim dedim. müsait değilsen, rahatsız etmeyeyim
-yoo buyur gel tabii owwffff" dediğinde, nefesi götünden almış ağzından yüzüme doğru üfleyerek vermişti ve bende tüm yapmacık şirinliğimle, yaptığımın normal olduğunu göstermek için mimiklerimi, bedensel hareketlerimi ve sesim dışındaki diğer her şeyi, beni izlemekte olduğu için üzerime diktiği gözlerine pompalamaya devam ediyordum.
Bu esnada da kapıyı tam açıp bana yol vermek için kenara çekildi, bende tüm sakinliğimle içeri girdim ve tüm sinir olmuşluğunun farkında olmama rağmen sanki hiç de farkında değilmişim gibi tüm doğallığımı takınıp "nasıl gidiyor, nasılsın" dedim ve şu an bile, o gün için biliyorumki O benim, bu hareketimden dolayı az kalsın sinirden kendini sikecekti ama yinede;
-hiiç. iyi.
-ya bugün iş sakin, bende bu taraflarda gezinirken sıkılıyorum ve yakınken sana uğrıyım dedim
-iyi yaptın ama senden rica ediyorum, gelmeden önce haber ver. müsait olmayabilirim.
-of doğru, valla çok haklısın. hiç böyle düşünmedim.
-neyse artık gelmişsin. kahve yapıyordum, içer misin?
-olur, isterim. geçen seferki güzeldi. aynısından mı yapıyorsun
-evet. zaten başka içmem. mümkünse sende içme. onlar kahve falan değil. 
-ya bilmiyorumki ben böyle şeyleri. şimdi sende gördüm ilk defa
-nasıl bilmiyorsun ya, her tarafta mantar gibi kahveci bitti. gerçi sen starbucks falan içiyorsundur
-yani dışardayken evet, evde de işte hazır kahvelerden varya, onlardan paket paket alıyorum 
-paketlerdense starbucks'ınki daha iyi. en azından bi tık daha iyi kahve içmiş gibi hissedersin. gerçi sen koku almıyordun değil mi?
-he ya. o yüzden benim için kahveler sanki çok da fark etmiyor
-öyle düşünme. biraz daha sağlıklı olmasına dikkat et. ayrıca kazandığın para ne ki, birde götürüp starbucks'ın bok gibi kahvesine veriyorsun maaşını.
-ya yok, starbucks'ın kahvesinden paket alıyorum ve zaten sürekli laptop ve çantasıyla gezdiğim için paket çantamda oluyor. gezinirken falan canım kahve istediğinde herhangi bi starbucks'a gidip pakedi verip ücretsiz kahve yaptırıyorum
-nasıl yaw ücretsiz
-ya işte eğer kahve starbucks'ın ise herhangi bi şubeye gidip kahveni veriyorsun ve hangi boyutta filtre kahve istemişsen paketten o kadarlığını alıp, kahveni yapıp veriyorlar.
-tamamen ücretsiz mi? hiç para vermiyor musun
-heee vermiyorum. bilmiyor muydun?
-ilk defa duydum
-boşver onlarınki kötü zaten. ben senin ücretsiz kahvenden içmeye geldim :)
-sen ne piçsin. şerefsiz. ama bak rica ediyorum şimdi gelmişsin gönderemedim, izinsiz gelme. hatta bi daha hiç gelme
-tamam" dedim ve o anda ikimiz mutfak tezgahının önündeydik, o ise kahve yapmakla meşguldü. Yine anlatmaya başladı. Her konuda da bi fikri vardı. Karşıt görüşe olan tahammülsüzlüğü, cool göründüğünü düşündüğü için takındığı bıkkın tavrı, bedenine oturmuş hantallığı ve yuvarlak yüzüne oturan siyah gözlüğüyle öyle hoştu ki, kendimi tutamayıp yanağından öptüm, o ise "böyle yapma, kahveni içip gideceksin" dedi ve sanki bir şey olmamış gibi yine konuşmaya devam etti.
Böyle davrandığında içimden ona gerçekten kızdım ve onun haklı olduğu ve doğrusunu bildiği için dile getirdiği sıradan, en önemsiz konularda bile inadına ters ve yalan yanlış şeyler söyleyip karşı çıkıp durdum ve salak oyunuma düşünce tartışmalarımız uzayıp gitti, bir saat sonra ise ikinci kahvelerimizi bile yapıp içmeye başlamıştık ve aynı zamanda sıradan konulara geçtiğimiz için işlerimiz, hayat akışımız, duruşlarımız, bakış açılarımız, ülke gündemi, ekşi sözlük entrileri, yeni dünya düzeni, internetten para kazanmak, sikiş sokuş ve ailelerimiz dahil her konuda daldan dala atlıyorduk.
-annesi babası ayrıldıklarından bu yana ikisi de kendilerine daha çok bakmaya ve özenmeye başlamışlarmış

-ekşi sözlük ülke gündemini belirleyen, çok entelektüel bi yermiş
-internet sayesinde artık köle gibi çalışmaya gerek yokmuş
-Urfalıymış ve kendisinden 2 yaş küçük olan Berfin adında bi kız kardeşi daha varmış
-yeni dünya düzeni diye bir şey yok, düzen hep aynı sadece teknoloji değişiyormuş
-insanların çoğu aptal ve ondakikalık bi sikiş için her şeyi yapıyorlarmış.
-geçen gün ayaklarını yalamaya biri gelmiş ve ayaklarını yalattıktan sonra gitmişmiş.
-ben çok iyi birine benziyormuşum, ama bu ani gelmem olacak şey değilmiş
-yemek yapmakla uğraşmak yerine hazır yemek sipariş etmek hem zamandan, hemde onlarca konu hakkında karar verme mekanizmasının yorulmasını engelliyormuş
-herhangi bir kitap yerine, gerçekten önerilen kitaplar okumak daha iyiymiş, böylece aptal aptal kitapların zamanını çalmasını engelleyebiliyormuş. bende öyle her önüme çıkanı okumamalıymışım
-odtüden mezunmuş ve o diplomayla nereye başvursa hemen işe alınırmış ama ofise hapsolmak ona göre değilmiş. hem zaten kendisine yarattığı pasif geliri varken, neden bi yere girip çalışsındı ki
-tek sıkıntısı, çabuk iletişim kuramamasıymış ve bu yüzden hayatı çok zorluymuş"da daha neler neler. Her dediğini dinliyor, yer yer ne saçmalıyor olursa olsun aptallığına hapsolup kalmış bu zavallının çekiciliğinden de kurtulamıyordum.
Bazen söylediklerine, sırf görüşünü savunacak mı diye tamamen aptalca olan bi karşıt görüş sunduğumda hemen "nasıl olurda fikrini söylersin, sen kimsin de ne biliyorsun" adlı ses tonuyla savunmaya geçiyor ve o anlarda burun delikleri, az önce aldığı nefes bombasını bi anda verdiği için şişmekten patlayacak gibi oluyordu.
Bu hali hoşuma da gidiyordu ve onun bu savunma biçimini izlerken, içimden "acemi kabalığını alsak içinden güzel bi adam çıkar" adlı düşünceler, ard arda SON DAKİKA olarak geçip duruyordu. 

içindeki Güzel Adam'ı görmeye o kadar odaklıydım ve kendimi öylesine kaptırmıştımki, bi anda bana "neye daldın" dediğinde ne demek istediğini bile anlamadım ve ikinci tekrar edişinde "sana daldım yarrak neye dalcam" dedim ve o kendini tutamayıp ciddiyetini kenara bırakarak gülümsedi.
Evet, yelkenler suya inmişti ama bundan sonra nasıl olacaktı?

Devamı: NEMRUT mu NEMRUD mu

08 Mart 2023

Gay Taksimetre

yazı şurda başlamıştı: Hatırlıyorum 2016 yılı sonunda aşık olmuştum

...İstiklal'in kadrolu kalabalığına bıraktım kendimi ama pardon biri bana söyleyebilir mi "ne zaman ertesi günün gecesi oldu?" Ben dün akşam gelmiştim bu apartmana ve dün gecenin zaten bitip gitmesi yetmezmiş gibi, meğer dün gecenin bu sabah ve gündüzünü de büyük bi iştahla yiyip bitirmişiz.
Anımsıyorum bi-iki defa dışardan bir şeyler istedik, gelenleri yedik, aralarda su ve çişe falan da gidip geldik ama hangi zaman aralıklarında ve sıralamasında ne bok yediğimizi hiç hatırlamıyorum. Zaten ben ne zaman ne yediğimi tam hatırlamışımdır ki?

Perdelerin kalınlığı, içerinin hep aynı loş ışıklı aydınlığı, konuşmaya açlığımızın göstergesi olan her konuda bitmek bilmeyen fikir yürütmelerle başlayan tartışmalarımız, onun beni, kendisinin her dediğinin doğru olduğuna inanmaya ikna etme çalışmaları esnasında cahilliğinin su yüzüne çıktığı çıplak büyümemiş çocuksuluğu, daha önce benim gibi sıradan görünen ama aslında içi tıka basa dolu turşucuk cüretkârlığımla tanışmasından duyduğu sevinç, benim ona veya aslında herhangi birine bitmeye dünden hazır olmam, tüm bunların arasında 2-3 saat önce tanışmış iki yabancılığın bitmek bilmeyen baskın heyecanı esnasında hangi konu ve konunun neresinde olursak olalım durup izinsiz bi şekilde aniden sevişmeye başlamalarımız, arada onun sırf zevk ve istediği zaman beni aşağılayabilme özgürlüğüne sahip olduğunu belli etmek istercesine haz duyarak attığı tokatlardan dolayı artık canıma tak edince onu alttan almayı bırakıp sırf "ne olacaksa olsun" deyip en savunmasız anını kolladıktan sonra elime geçen ilk fırsatta allah ne verdiyse deyip yanağına nakşettiğim tokatlar ve onun tokatlarımdan sonra ortaya çıkan süt dökmüş kedi şaşkınlıkları. Evet bunlar hepsi olmuştu ama sanki hepsini toplasak bi kaç saate anca sığdırabilirdik.
İşte gördüğüm gibi zaman göreceli bi kavram, belki de tanrı dünyayı bizim anladığımız şekliyle 4 günde değil, kendi zaman dilimindeki 4 gün içinde yarattı.
Peki tanrının kendi zaman dilimindeki 1 gün, bizim zaman dilimimiz ölçüsünde kaç 5yüz milyon yıl yapıyordur acaba?...

Bildiğin İstiklal gecesi işte, her zamanki gibi kurtuluşu depresif birilerini bulmak isteyenlerle, cevapsız kalan ilk bir kaç laf atmadan hemen sonra iyice cesaretlenmiş olduğu için taciz ettiği kişiye "ulan seni gördüğüm gibi aklımı başımdan aldın. aşık oldum işte neaaapiiyim. dur bi durda şurda iki tek atak, ya da bi çay içek. başka amacım varsa anam avradım olsun" adında yeminler edip laf atarak karı tavlayanlarla, tüm kul'luğunu en fazla 2 saat sonra kenara bırakıp herhangi birine bi kere verme veya alma derdiyle yanıp tutuşanlarla, bi kaç ayda bi arkadaşlarına "hafta sonu felekten bir gece çaldım. bunu hak etmiştim. ne zamandır eğlenmemiştim böyle" diyebilmek için çantayı ofisin dolabına sakladıktan sonra plazanın önünden geçen ilk otobüse atlayıp soluğu burda alanlarla, evden kaçmış 18'lik özgür kızlar, 35'ine kadar kısmeti ayağına gelsin diye beklemek için evde kalmış kokoşlar ve kurbağa öpmekten dudağı aşınan 40'ı çıkmış prens ve prenseslerle, ibneliğini kabullenmeye çalışan kafası çok karışıklar ve bunlara bayılan bazı kravatlılar, ucuz ülke turistleri, yeni yetmeler ve diğerleriyle dolu yine. Esrar satıcıları da insanın gözünün içine direkt bakarak kendilerini çok belli ediyorlar yav. Ulan malı sakla bari öküz. Acaba polise mi çalışıyorlarda bu kadar rahatlar?

Neyse işte. Kalabalıkla beraber yukarı doğru akıp, meydana vardım. Marmara Oteli'nin önünde beklemekte olan taksicilerden birini gözüme kestirdim, ya da o beni gözüne kestirdi. Şimdi üzerinden 7 yıl geçmişken kim kimi kestirdi hatırlamıyorum ama zaten herkes kendi malını bilir ve öyle torbaya gelir.
Ön koltuğa oturmuş, adresi söylemiş ve işte yola koyulmuştuk. Piçin dudağının kenarında yılışıklığa dönmeye hazır bi sarkıklık var. Belli işte, benim gibi ibne ama ilk söze başlayan kendisi olursa yolun sonunda taksimetrede yazan ücreti alamaz diye korkuyor. Adamı ne çarpmışlardır var ya :)))
-işler nasıl usta
-ehh işte ya çok şükür. çıkıyor ekmeğimiz. daha ne olsun.
-eksik olmasın
-amin, sağ olasın. sennn, işten mi çıktın
-yok ya, biraz eğlenmeye gelmiştim ama eğlenemedim, eve döneyim bari
-genç adamsın yav, sen de eğlenmediysen
-eyvallah sağ ol ustam, sende gençsin ya. belli daha geçmemiş senden
-yok yok geçti bizden ya
-ahaha yeme beni, senden geçmez geçmez" dedim ve usta kendinden geçti. Dönüp rahatça 3-5 saniye kadar sürecek uzunlukta bana bakacak ama ilk kırmızı ışığa yakalanmamız lazım. Hay aksi ışıkların da hepsi yeşil, geçmeye devam ediyoruz. Eli ayağı da birbirine karıştı garibin. Ara ara bakar gibi yapıp tekrar dönüyor yola. Biraz da utangaçlık var adamda. Pehhh bu iş böyle olacak gibi değil.

3-4 yeşil ışıktan sonraki vites değiştirme esnasında elini bacağıma sürter gibi yapıp nabzımı ölçtü, ikinci değiştirişinde öncekinden biraz daha uzunca bir süre sürttü ve zaten vites değiştirmesi de sıklaştı. Amcık sikimi avuçlayacaksan avuçla ne uzatıyorsun. Sana az önce yeşil ışığı yaktım ya, daha ne bekliyorsun?
Bu iş böyle olmayacak, iş yine başa düştü.
Sonraki vites değiştirişini beklemeden elini alıp bacak arama koydum ve kendi elimi de onunkine attım, adam çoktaaan sertleşmişti bile. Yol devam ederken pantolonlarımızın üzerinden tek elle birbirimizi sıvazlayıp durduk. Az sonraysa yine tek ellerimizle fermuarlarımızı açtık ve ellerimiz içerde tespih çeker gibi taşşaklarımızı saymaya başladı.
Aslında bu seks veya cinsellik arzusuyla alakalı değildi, bu bir dokunma terapisiydi.
Bu, hayatlarında kendisine hiç beklemediği bir anda sevgisinden dolayı sarılacak veya saracak, domuz gibi pis koksa bile hiç iğrenmeden sanki-sanki çok güzel kokuyormuşcasına terini içine çekerek rahatlayacak, saçlarını karıştırarak birbirlerini şefkate doyuracak, saf ve beklentisizce merhamet gösterecek kimsesi olmayan benim gibi varoş takımının bulduğu, alışkanlığa dönüşmesine rağmen açıkça dile getirilmeyen terapi yöntemlerinden biriydi. Zaten terapinin kendisinin ne olduğunu bile bilmiyorlarken, bunun bi tür terapi olduğunu kim bu varoşlara söyleyecekti ki?

Biz varoş fakirler ve sevecek-sevilecek kimsesi olmayan zengin tipli veya tipsizler, kendimiz gibi birini bulur ve ibneliğimizden dolayı böyle hissediyoruz sanarak birbirimize yaklaşıp, ihtiyacımız olanı sınırsız açık büfede sunarcasına tek defada verir ve ortadan kayboluruz.
Sahi bedenini kendisinden bile saklayan bi karısı olan o vatandaş ne yapacak, günahını karısıyla da yaşamayacaksa kimle yaşayacak? Kim dokunacak en mahrem yerine, içine attığı sıkı sarılmalı soluksuz öpücüğü kim verecek o kadına, her gece bilmem kaç inçlik televizyonda yaşanan o kıskanılası aşkı kim tattıracak, kendi aralarında bile yaşanmasının yasaklanıldığı saksoyu kim çekecek bu karılara-kocalara-sevgililere, yaşamak istediği ihtirası otuzbir çekerek nereye kadar bastıracak herkes? hııııh geç olm bunları, geç anam babam. geç.

"-usta şu sokaktan
-ilerden sağa mı döneyim sola mı?
-düz devam et, zaten ışıklardan bi 200 metre kadar sonra inecem
-heh tamamdır." o böyle dediğinde, bende taksimetreye baktım ve sikini bırakıp, tutan ücreti karşılayacak parayı cebimden çıkarıp hazırda tuttum. Bu esnada o da elini bacak aramdan çekip vitesin üzerine koydu. Bi kaç saniyelik bu süre içinde ışıkları geçmiş ve işte araba da yavaşlamaya başlamıştı.
-eyvallah usta, sağ ol
-sende sağ ol" dedi ve ben parayı verip indim.
yazının devamı: için TIKLA

07 Mart 2023

Gölgelerin Gücü Adına

Yazı şurda başlamıştı: HATIRLIYORUM 2016 YILINDA AŞIK OLMUŞTUM aşağıda devam ediyor;

...önceki yazıda, sanki göt siktirmek kolay bir şeymiş gibi yazdım ama açıkçası hiçte öyle değil. Hele benim gibi yıllardır önüne geleni "belki de hayatımın aşkı budur. onu sikmemi istiyor işte. açık açık söylüyor. ne güzel dürüst bi şekilde açıkça söylüyor. bu dürüstlüğü sikmezsem kaçar ve biz onunla aşk alfabesinin ilk harfini bile yaşayamayız" diyerek kendini, karşısındakiyle yaşanan nerdeyse ilk buluşmada sikmeye ikna ettikten hemen sonraki ilk fırsatta siken, ama sıra göt vermeye gelince "amınakoduğumun piçi sikip kenara atar, bi daha da yüzüme bakmaz" diyen biri için hiç kolay değil.
Yani "hayatımın aşklarıyla" genelde dışarda buluşup tanışsamda, sonuçta karşımdakinin elektriğine kapıldığımın 3üncü dakikasında kalkıp onun evine gitmemek veya alıp evime götürmemek hiç zor değildi. Dışarda buluşmak sadece taksi parası ve bi-iki fazla akbil basımına neden olur o kadar. Sonuç ise aynıdır. Zaten şimdiye kadarki "belkide hayatımın aşkı budur" diye siktiklerimden sadece biri bile gerçekten hayatımın aşkı olsaydı, ben şu an onu arama yolculuğu esnasında götümü siktiriyor olur muydum? pehhh.
Değillerdi işte. Hiçbiri, hayatımın aşkı değildi ve ben sırf bu yüzden bu sefer taktik değiştirmiş "belkide hayatımın aşkını göt sikerek değil, götümü siktirerek bulacaktım" adlı bi fikir kırıntısının peşinden soyunup yatağa girmiştim.

Yatak faslı çok zorluydu. Boyu ve kilosuyla benden bi kaç adım büyük olmasına rağmen, tüm ciddiyetimi takınmış şekilde karşı koyarak üstüme çıkmak istediği her defasında onu altıma alıp, sımsıkı tuttuktan sonra içten bi şekilde muzipçe ve zorla öptüğümde fena şekilde sinirleniyor ve bu anlarda, nerdeyse bana bedensel olarak kalıcı bir zarar vermek istediğini saklama gereği duymadığı hareketlerle elinden gelenin en iyisini yaparak beni korkutup ona boyun eğmemi istiyordu. Doğrusu bu davranışları sikimde değildi ve onun gibilerini iyi tanırdım.
Büyük ihtimalle bununda karşısına her zaman "yat" dediğinde yatan, "kalk" dediğinde kalkan köpekinsanlar çıkmış veya o kendisi özellikle böylelerini tercih etmişti. Ee tabii birde 17cm'lik eğik büğük bi et parçasının üzerine oturup onu içine alırken, ona ve tüm benliğine de sahip olduğunu düşünen çakma sultanlar ve yarrak için anında şekilden şekle girmeye hazır, kendini çoktaaaan kaybetmiş bedeni olan ruhsuz zayıf karakterler varken, insancıl seksten kim uzaklaşmazdı ki? Ben?
Evet ben uzaklaşmadım ve bu yüzden, buluşmalarımı çoğunlukla dışarıda sosyal alanlarda veya kalabalık mekânlarda yaptım. Bu alan ve mekânlardaki buluşmalarda bile insanlar elini götüme veya uyluğuma atmaktan geri kalmadı, sikimi 3 saniyeliğine bile olsa görmek için saatlerce dil dökercesine muhabbet açıp kudurtarak pisuvara götürenlerin sayısı da az değil. Yalvaranları da es geçmemek lazım.
İşte o, tüm bu karakterleri ve diğerlerini çoktan anlamıştı. Etrafta, yaşıyor görünmesine rağmen aslında ölmüşcesine yaşayan binler, ruhunun olmadığından habersiz onbinler, sorunlarıyla boğuşmaktan yorulduğu için kendini ilk karşısına çıkan kişiye siktirerek yorgunluk atan yüzbinlerce insan varken, o da kendi dürtülerinin ne olduğunu anlamaya, kendini tanımaya, iç dünyasının gerçekliğini keşfetmeye and içmiş olarak aralarından bi kaçını alıp deneyerek yaşamaya çalışıyordu. 

İlerleyen saatlerde hem kavga edip, hem sevişip hem de konuşmaya devam ettikçe onun bastırmaktan vazgeçip ortalığa saldığı melekşeytan yönünden emin oldum. O, insan olan ama insanlığını 5 dakikalık sikilme karşılığında kenara atan zayıf karakterlerin üzerinde kendine yeni bir benlik inşa ediyordu ve buna bağımlı hale gelmişti. Şimdi benim ona karşı koymamdan dolayı bana sinir olması ve zarar verebileceğini saklamadan açıkça belli etmesi hep bu yüzdendi. Şu an ise ikimizde biraz yorulmuş ve tavana bakarak konuşuyorduk;
-çok inatçısın
-ahahaha ya bi siktirgit 
-düzgün konuş
-tamam
-işte böyle uysal ol" dedi ve cümlesini tamamladığı anda, ben aniden bakışlarımı tavandan çekip dönerek onu yanağından sımsıkı öpüp gülümsedim. O ise öpücüğüm esnasında bana dönmüştü ve yanağındaki belirsiz nemimi silerken, üstünlük kurma haklılığı kazandığı bu fırsatı bana kızmak için kullanmaya hazırlanmışcasına kaşlarını çatmış şekilde söylenmeye başlayacakken, yüzümdeki içten gülümsememle karşılaştığı için bir şey diyecekken susup, sonrasında ise;
-tuhaf birisin.
-sen sanki çok normalsin.
-bi sus. her şeye de cevap verme.
-tamam.
-söz dinliyorsun ama şu bi kaç saattir illallah ettirdin.
-allah'a inanıyor muydun?
-ne alaka şimdi?
-illallah kelimesinde allah var. farkında değilsin ama bu ve benzeri kelimeleri çok kullanıyorsun. büyük ihtimalle ailen çok inançlı bi müslümanlık yaşıyor ama sen onları sırf müslüman oldukları için beğenmiyor ve inançlı bi ailede doğduğun için de, inançsızlık yerine kendi kendine inşa etmeye çalıştığın haberdar olduğun tüm dinlerden biraz biraz aldığın yarıminançlı bi yolda yürüyerek yönünü bulmaya çalışıyorsun. gay'liğinden ise utanıyorsun. bu utancın yüzünden de onlardan çok uzak bi yaşam kurup sürdürme telaşındasın. erkek dövüp, ayaklarını yalattıktan sonra sikmeye 
-üff  sus yeter lan dengesiz
-üffleme konuşuyoruz.
-iyi konuş
-geldiğimden beri de "erkek köle arıyorum, sözümden çıkmayacak falan" dedin de dedin durdun. bunlardan da şunu anlıyorum; sizin ailede kadınların sözü geçiyor olsa gerek. ya da sen kadınların ağırlıkta olduğu bi ailede büyüdün. tek erkek çocuk da olabilirsin. çevrende amca dayı vs gibi rollerde kimse yok. Gay olduğun için, bu erkek düşmanlığı ve doğal erkek hayatına olan uzaklığın, erkekleri döverek ve iyice aşağıladıktan sonra sikme hevesinle tamamlanıyor. 
-kalk git. siktir ol git artık" dedi ve ben onun aşırı gergin ses tonuyla çektiği bu siktir'den dolayı hafif korkmuş bi şekilde, cevap vermeyip yataktan sakince çıkıp sağa sola attığımız giysilerimi aramaya başladım.
İçerisi ne zaman böyle dağıldı. Biz hafif güreşir gibiydik ama bu kadar da dağıtmamıştık. İyiki ortalıkta fazla eşya yok. Hah tamam pantolonu buldum. İççamaşırı giymediğim için zaten aramaya gerek yok, ayakkabılar kapının önünde, çoraplar masanın üzerinde, peki ya tişört?
Pantolonu bacaklarıma geçirip, çorapları giydikten sonra odanın loş ışığı altında tişörtü aradım, bulamayınca "ışığı açayım, tişörtü mü bulamadım" dedim ve cevap vermesine fırsat olmadan ışığı açtım. Gözlerine ışık tutulmuş tavşan gibi sinirli halde battaniyeyi üstüne çekti ve o esnada tişörtümü yatağın diğer ucunda görünce alıp üstüme geçirdim. Etrafa saçılmış bi kaç lira değerindeki bozuk paralarımı da toplayıp cebime attığımda işim bitmişti. O da bu esnada yataktan çıkıp pantolonunu giyiniyordu. Yüzüme kaçamak bakışlar attığını fark ettiğim için bakışlarından birini yakalamaya çalışıyordum ve yakaladığım ilk anda;
-bi kahve daha yapsana. çok güzeldi.
-sana git dedim. artık git. numaramı da sil. 
Ses tonu, mimikleri, odada bir şey arar gibi yapıp boş boş salınışı fazla ciddiydi. Cevap vermeye gerek yoktu. Sağa sola bana ait bir şey var mı, kalmış mı diye yalandan tekrar bakındım ama yoktu, keşke olsaydı.
Kendimden emin bi şekilde kapıyı açtım, ayakkabılarımı giydim ve ondan öc almak, tüm sinirimi boşaltmak için tam kapayı hızla çekecekken geldi, anlamış gibi sakince kapıyı tutup "gel öpeyim" dedi ve o anda içimdeki, tıka basa dolu havaifişek deposu tutuştu. Havaifişekler kontrolsüz bi şekilde sağa sola patlayıp diğerlerini de ateşlerlerken ben onun her iki yanağından da, kendim olarak ıslak ıslak öptüm. Islak öpücüklerime ses çıkarmayıp, bir de dudağının kenarında (saklamaya çalıştığı gizli sevinç gülücüğünden dolayı) ortaya çıkan minik gamzesinden yüz alarak cesaretle;
-boş ver. gitmiyim yav" dedim ama o hemen dış kapıyı dank diye suratıma kapadı. Bende üstelemeyip merdivenlerden indim, mecburen İstiklal'in kadrolu kalabalığına karıştım.

Devamı çok alakasız oldu, yazma hırsıma yenik düştüm. Okumak istersen tıkla

04 Mart 2023

kendini aramak için çıkış noktasına bakmalısın

Bu yazı şurdan devam ediyor: yıl 2016'ydı ve ben aşık gibi bir şeydim

..kadın resimli kahve altlığını benim önüme bırakması, bana "benim onun gözünde ne olarak, nasıl olarak, hangi rolü yükleneceğim-yüklenmem gerektiği veya olmam gerektiğinin" işareti olduğunun göstergesiydi. 
"Hımm salak, çok çok çok fazla şekilci. Duygularından arınmış ve büyük ihtimalle hayatı "hissettikten sonra emin olup yaşamak" konusunda hiç bilgisi yok. Sevgi de nedir bilmiyor olabilir ve bu yüzden duygulardan tamamen uzak, dokunduğu ve görünen kesinliklerle, müphemsiz yaşamaya odaklı. 'anı yaşamak' saçmalıklarına da inanmıyor. dolayısıyla 'zamanın ne getireceği, kendisine ne katacağı, onu veya biriyle beraber geçirilecek andan sonra karşılıklı olarak kişileri nasıl şekillendireceği' gibi şeylerden de çok uzak" cümlelerini içimden kendi kendime kurmaya başlamıştım bile.
Eğer ona karşı tespit etmekte olduğum bu düşüncelerimde yanılmıyorsam, bu bakış açısı yüzünden, zaten herkese eşit derecede zor olan siktiğimin yaşam denilen hayat karmaşasını o, kendisi için daha da zor kılmak için elinden geleni yapıyordur. Fakat şu an yapabileceğim bir şey yoktu ve kahveye uzandım.
(Tüm bunları kafamdan uydurmadım ama şu an yazarken bi kısmını uydurduğumu belirtmeliyim. Çünkü altlığı önüme bırakırken abartılı şekilde özen göstermişti. Üstelik kahveleri bırakmadan önce bi an, hangi altlığı benim önüme bıraktığından emin olmak istermiş gibi duraksamıştı. Bu da demektiki dominant bi şekilde dominant olmayı ve kalmayı seçiyordu. seçecekti.)

Doğrusu o beni istediği gibi görsün veya bana istediği anlamları yükleyerek yaklaşsındı. Bu durum sikimin ucunda bile değildi ve bu yüzden kendimi, onunla yaşanacak anların bize neler getireceğine çoktaaaaan bırakmıştım ve işte onun anlata anlata bitiremediği siktiğimin kahvesinin ilk yudumu, çişe dönüşmek üzere mide borumu ıslata ıslata yavaşça aşağı inmekteydi.
Şimdi sırada; kahveye methiyeler dizmek, çok güzel olmuş vs vs deyip dünyanın en güzel kahvesi için teşekkür edip durmak vardı ama bu amınakoduğumun şeyi sıradan bi kahveydi. 
10 saattir yaparken kafamı sikeceğine, bunun yerine 3'ü1Arada yapıp yanıma veya karşıma otursaydı da artık sıra bize gelseydi. Yani bakışmaya, karşılıklı göz göze geldiğimiz anlardaki o elektriklenme esnasında kendiliğinden oluşan hafif utangaç gülüşmeye, konuşmak için konudan konuya atlamaya sıra gelseydi. Ama işte sıra gelmemişti ve siktiğimin kahvesiyle uğraşmış, önüme bırakırkende methiyeler dizmemi bekliyordu.
İlk yudumdan sonra yüzüme kitlendiğinde, gelmiş geçmiş ve bir daha dünyaya gelmeyecek o en iyi GURME edamı takınıp;
-ımmmm güzel. 
-ney hahahaha
-çok güzel. (deyip bir yudum daha aldım ve) ilk defa böyle özenli bi kahve içiyorum. gerçekten güzel
-hahaha güzel ne ya. kokusunu tarif et, tadını falan söyle (sırası gelmişti)
-ya ben doğuştan hiç koku almadım. o yüzden koku tarifi ve bu konuda yorum yapamam
-nasıl ya. böyle bir şey mi var
-var var. ablam da koku almıyor.
-ohaa doğru söylüyorsun değil mi? beni kandırmıyorsun yani
-ahaha neden yalan söyleyeyim. koku almadığımı söyleyerek kandırınca elime ne geçecekki.
-ilk defa duydum
-doğrudur. zaten koku hakkında ne zaman konu açılsa ve ben koku duyum olmadığını kime söylesem şaşırıyorlar.
-allah alla. ilginç geldi. ee hayatını da zorlaştırıyordur
-yoo zorlaştırmıyor. çünkü kendimi bildim bileli koku almıyorum. bunun bi adı da vardı ama unuttum. 
-eğer doğru söylüyorsan, bu çok büyük bi eksiklik bence. (garip nidalar çıkardı bu kısımda. ve daha da uzattı. ama şimdi o boş şeyler aklımda değil. çok önemsizlerdi zaten)
-senin için doğrudur bu durum. ama ben doğuştan koku körü olduğum için eksikliğini yaşamıyorum. bilmediğim ve var olmayan bir şeyin eksikliği olmaz. olmadı bende.
-doktor'a falan gitmelisin.
-gittim
-ne dedi?
-bi kaç kontrol falan olmuştum ve doktor, bunun doğuştan gelen bi durum olduğu için hayatımda bi eksiklik yaratmadığını ve bundan dolayı da normal olduğunu söylemişti.
-yani doğru. ama yine de zor. ilk defa duydum. bir şey yapılamaz mı
-yok. zaten bu sonradan edinilecek bi durum, duyu değil. dediğim gibi; doğduğumdan bu yana var olmayan bir şey olduğu için, hayatımı da etkilemiyor.
-nasıl etkilemiyor ya. insan kokusuz yaşayamaz
-işte ben 31 senedir yaşıyorum
-hahaha
bu muhabbet çok uzayıp gitmişti ve ben bu arada kahveyi fondiplemiştim bile. içerken fincanı bi kaç defa bilerek masaya koymuştum diye, o da bu arada kalkıp masayı silip durmuştu. Temizlik takıntısı garipti.

Saatler ilerlediğinde konudan konuya atlamıştık ve şimdi bile çenemin ağrıdığını hatırlıyorum. O gün sanki, Allah'ın yarattığı ve yaratacağı her şey hakkında konuşmuş gibiydik. O baskın olmak istediği için, çok konuşmaya özen gösteriyor ve her konuyu kendisinin açıp-kapatmasına dikkat ediyordu. Bu davranışları bana komik geliyordu ama bi zavallının beni kandırmış olması inancını desteklemekten başka elimden gelen bir şey yoktu. Üstelik ilk gördüğüm andaki o ürkütücü görüntüsünden de eser kalmadığı için artık karşımda; sevmek ve sevilmek istediği için arayışa çıkmış ama girdiği ormandaki o devasa olan, büyüklükleri kadar da kalın dallara sahip ağaçların ve olduğu yerde henüz bitmiş ya da kurumuş veya kurumaya başlayan uzun-kısa, büyük-küçük birbirinden farklı onlarca yabani otun, çiçeklerin ve eşşekarılarının, sorumsuzca her tarafı kaplamak için büyük bi iştahla yeşerip büyümüş de büyümüş ama şimdi mevsimi geçtiği için artık mecburen solup odunlaşmış olan farklı türdeki sarmaşıkların ve sığınacak delik arayan irili ufaklı yılanların ve neden orda yaşadığından habersiz binlerce türdeki organizmanın içinde kaybolmuş biri gibi görünmeye başlamıştı.
Sahi onu böyle davranmaya iten ve karşımda oturmayı bırakıp şu an artık yanıma oturmuş olan bu adamın hikayesi neydi?
Ne zaman, nasıl, neden ve nerede başlamıştı?
Tüm bunları ve bunlara bağlı diğer soruların cevaplarını öğrenmek için biraz zaman gerekti. Şimdiyse kahve seremonisi, kahveye dair öğrendiği bitmek bilmez gereksiz her şeyi anlatma hevesi geride kalmış artık yan yana oturmaya başlamıştık.

2 kişilikmiş gibi duran bu tek kişilik siyah küçük deri koltuk, bize ne zaman yetmişti ve nasıl yan yana oturabilmiştik hatırlamıyorum. Hem zaten, içimdeki bi yerde kendiliğinden var olan bu yazma yeteneğimi göstermek için uzattıkça uzattığım bu kısma artık son verip şöyle bağlayayım;
O akşamın gecesince bi şekilde yattık kalktık ve aslında aramızda çok da uyum yoktu. Çünkü ikimizde yatakta kafamızın dikine gitmeye çalışıyor, sadece kendimizi düşünerek hareket ediyorduk. Bu yüzden de gece boyunca, sevişircesine değil de boğuşurcasına birbirimizi sıkıştırdık, hiç durmadan bi kaç defa sevişip boşaldık ve arzuladığımızla beraber, birbirimizi arzulanıldığımızı bildiğimizi de birbirimizden saklamadan çimdiklemeye devam edip durduk. En sonunda pes eden ben oldum ve onu zorlamayı bırakıp, onun isteğine göre kendimi koy verdim  ve koy verdikçe "çok da ön yargılı olmamalıyım" diye düşünerekten, tanıştığımız andan bu yana ördüğüm savunma duvarımı yerle bir edip "tamam hadi amınakoyim hadi! sen sik de için rahatlasın" deyip kendimi ona bıraktım. o da hemen kondomu takıp, bi kaç tokat attığı boklu götümü, acıtarak sikti. Sikiş sonrası nasıl uyuya kaldık, sabah nasıl uyandık şimdi üzerinden 7 yıl geçmiş olduğu için hiç hatırlamıyorum fakat o gecenin çok zorlu geçtiğini, aldığım bu notlardan biliyorum.
Boğuşma aralarındaki gereksiz dinlenme molalarımız esnasındaysa yine konuşmaya devam ediyorduk. Üstelik daha rahat ve daha kontrolsüz ve daha düşüncesiz konuşmaya başladığı için, hayata bakış açılarımızın ve olaylara karşı duruşlarımızın temelde az çok aynı noktadan çıkış yaptığını da anladım. Şimdi yürüdüğümüz bu yolun uzunluğundan dolayı kafamız çok karışıp hiç net olmasada, yolda farklı nedenlerin peşine takılıp düşünsel olarak ve öz'ümüzden çok çok çok uzaklarda bi yerde duruyor olsakta, herkes gibi ikimizde biliyoruzki çıkış noktalarımız aynıydı. Yani; anamızın amı.

Devamı: GÖLGELERİN GÜCÜ ADINA https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/03/golgelerin-gucu-adna.html