-->

28 Kasım 2019

aptal modern insan

hayat çok çetrefilli bir maceradan ibaret. ama onu basit görüyor ve öyle yaşamak için yırtınıyoruz. oysa basit değil ve basit yaşanılamıyor.
hayat zor. hayat herkes için eşit derecede zor. belki de hayatı çekilebilir kılan da bu eşit zorluğundan başkası değil.
---------------
bu aralar çok fazla düşünmeye başladım.
her şey üzerine ve her yaptığım üzerine. başka insanların davranışları, birbirleriyle olan ilişkileri de buna dahil.
üstelik bazen; her şey üzerine düşünmekten dolayı, kendim üzerime düşünmediğimi de düşünmüyor değilim.
bunun ortası var mı, varsa ortası nedir bilmiyorum.
---------------
sadece benim canımın değil, tanıdığım herkesin canının sıkıldığı bir dönemin yaşanıldığını düşünüyorum. ve üstelik bu bir kısır döngüden ibaret.
yani belli dönemlerde, belli ruhsal sıkıntıları yaşamaya başlıyoruz ve eğer o dönemin bitişinde kendimizi öldürmemişsek, sonraki rahatlık dönemine yetişip yaşamaya devam edebiliyoruz.
bunun üstesinden gelmenin yolu yok. bu böyle ve kabullenerek yaşamak zorundayız.
---------------
bu yazının ilk paragrafı geçen gün yazmıştım ve devamını getirmeyip öyle bırakmıştım. yazarken hayatın neden zor olduğunu belirttiğimi bilmiyorum. ama bence hayat zor değil. hayat çok kolay olduğu için biz onu zorlaştırıyoruz.
evet hayatlarımızı kendimiz için çekilir kılmaktan çıkarmak için elimizden geleni yapıyoruz.
yani hayat kolay, ama biz insanlar birbirimize zorlaştırıyoruz.
çünkü biz, kolayın değersiz olduğunu düşünen modern aptal insanlarız.


24 Kasım 2019

kendinden bile kacmak

bir kaç gündür aynada kendime bakamadığımı fark ettim. tıpkı eskisi gibi bir his bu. aynada kendime değil de sadece bir parçama bakıp hızlıca kaçtığım zamanlarıma döndüm. yani saçımı yapmak istiyorsam sadece saçıma bakıyorum, sakalıma bakmak istiyorsam sadece sakalıma bakıyorum ve sonra aynanın karşısından defolup hayatın içine karışıyorum.

ama gerçek şu ki aslında hayatın içine karışmıyorum oralarda bi yerde kayboluyor ve tuvaletlerden birinde işedikten sonra elimi yıkamak için lavaboya gittiğimde, kendimle göz göze gelmemek için hızlıca yıkayıp tekrar ortadan kayboluyorum.

evet işte eski ben oyum. yani kendini görmek istemeyen ve bunun farkında olmayan ben.
bunu ise bugün bir daha anladım ve gördümki; kendimden kaçıyorum.

neden kaçtığım hakkında ise hiçbir fikrim yok ama aynada kendime bakınca sanki o ben değilmişim gibi bir his beni alıp götürüyor. 
sahi aynadaki biz, aslında biz miyiz? biz değilsek kim?

fark ettiniz mi?
aslında kendimden, kendimle ilgili yazarken bile kaçıyorum. 
nasıl kaçtığımı fark etmediyseniz söyliyeyim; yazı tekil giderken bi anda çoğula bağlıyorum.
 işte yukarda söylediğim; hayatın, kalabalığın içine karışmak da böyle oluyor.
tuvalette bile kendimle başbaşa kalmamak için hemen kalabağlığın içine kaçıyorum.


23 Kasım 2019

hayatım zaten alt üsttü, ama herkes gibi olmaya karar verdikten sonra iyice içine ettim. şimdi dönüp hayatıma bakıyorum da; bir sığıntıdan öteye gidemedim.
üstelik yine kötü davranılıyor ve ben hiçbir yere kıpırdayamıyorum.

iyi olmak biz zayıflar için kötü. iyi olmayı bırakmalıyız. kendimizin iyiliği için.

20 Kasım 2019

yaşamamın anlamsızlığı üzerine

neden doğduğun, bu hengamenin içinde neden yaşamakta olduğun, tüm seninle ilgili veya ilgisiz olumsuzluklara rağmen neden yaşamaya devam ettiğin üzerine düşündün mü hiç?

bu aralar bunu düşünüyorum ve aslında bi işe yaramayanın teki olmama rağmen neden yaşadığımı sorguluyorum. sahi neden yaşıyoruz, neden dünyaya geldik. gönderildik. doğduk.
tüm bu aşama aşama ilerleyen ve birbirinin devamı niteliğinde olan deneyimleri yaşamamızın amacı ne?
bizim yaşama amacımız ne?
yani tüm bu savaşlar, sikilmeler ve sikmeler yani işte özetle sikişlerin, koşuşturmaların sonrasında ne olacak. sürpriz ne?
ben artık hayat üzerine düşünmekten, sokakta insanlara dalıp gitmekten yoruldum.
ben artık her boku, tüm bu milyonlarca yıllık denilen yaşamı veya işte her ne sikimse onu anlamak istiyorum. çünkü anlamsız anlamsız etrafa bakmaktan yoruldum.

tüm bunları düşünürken başım ağrıyor ve bazen sanırım bunları düşünürken ağlayasım geliyor ama tutuyorum kendimi.

aslında çok boş bi hayatım olduğunu düşündüğüm günlerdeyim. boş ve anlamsız bir hayatı yaşıyorum. yaşıyoruz.
hadi diyelim ben yanılıyorum ve aslında yaşamamızın bi anlamı, yaşamın bir anlamı var.
ama eğer anlamlı ise ben artık çok ama çok sıkıldım ve bu yüzden bi an önce o anlamlı hayatı yaşamaya başlamak istiyorum. artık boş bi işe yaramazın teki olarak yaşamak istemiyorum. sıkıldım bu boş boş yaşamdan.

ve evet, ağladım. gözüme toz kaçmadı.

19 Kasım 2019

gidip değişmiş olarak gelmeler

kafam şu daha önce adını "gerçekliğe bağlanma" olarak koyduğum şeyle beraber sık sık gidip geliyor ve artık bunu alışkanlık hakindeymiş gibi bazen günde bir iki kez yaşamama rağmen o ruh haline alışamadım. yani bu konu özelinde; şu an ne yapıyorum, ne yapmam lazım bilmiyorum. her şeyi algılamam değişti, değişiyor, değişim devam ediyor.
gördüklerim, hissettiklerim ve diğer her şey içiçe geçmiş değil ama bazen tüm bu farklı gerçeklik algım beni dehşete düşürmekten geri kalmıyor. yani özetle; çok korkuyorum.

bu yaşadığım farklı bir bilinç mi, yoksa aslında ne olduğunu bilmediğim için ben mi onu yeni bir bilinç durumu olarak görmeye veya adlandırmaya başladım bilmiyorum. ama bu her ne ise ve adlandırmam yanlışsa bile; bu yeni dünya algım, beni genel olarak insanlar üzerine bu derinlikte düşünmek için geç kaldığımı, artık bu saatten sonra onlara ve dünyaya bu bakış açısıyla bakmam gerektiğini geç fark ettiğimi de düşündürtüyor.

belki aslında dünyaya böyle bakmayı daha erken fark etmeliydim ama işte olan oldu ve yaşım 35'e vardı bile. ama şunu merak etmeden de duramıyorum; acaba tüm insanlar böyle bir bilinç yaşıyorlar mı? yaşadılar mı? yani hepimiz bu farkındalığı yaşıyor muyuz? yaşadınız mı? Bunu çok merak ediyorum. Lütfen yaşadıysanız bana yanıt yazın veya mail atın: hayaterkegi@gmail.com



12 Kasım 2019

ondan kaçma isteği

Hayatım ellerimin arasından kayıp gidiyor ve buna karşılık yaptığım tek şey etrafta gururlu bi şekilde gezinmeye devam etmek. Bundan başka yapacak çok şey var ama ne yazıkki henüz pes etmedim ve bir müddet daha dişlerimi sıkıp tırmanmış olduğum yere tırnaklarımı geçirmiş olarak, o son ana kadar beklemek. Yoksa sabretmek mi demeliydim.
Evet biraz daha sabredip, eski şaşalı görünen beş kuruşluk işlerimden birine kapak atmaya çalışacağım. Sonrasında ise belki hayatımın ellerimin arasından tamamen kaymasını önlemek için ufak bir işe girip, şaşaasız bir işe girip çalışmak olacak.
Sanırım bunu yapıcam. Çünkü o son ana kadar sabredip kafamın içindeki gibi bir işe sahip olmaya çabalayacağım.

Sabretmek falan filan demişken, umarım bu tanımlamalarımdan dolayı beş parasız birine dönüşmüş olduğumu anlamışsınızdır. Yani Canımıniçi'ne kapağı atmış olmaktan başka elimde hiçbir şey yok.

O da sağ olsun bunu her defasında "ben olmasam ne yapacaktın" diyerek suratıma vuruyor ama bu konuda gurur yapmayı bıraktığımdan beri içim rahat. Bu yüzden ona "yıllarca ben sana baktım, şimdi sıra sende. bana bakamayacaksan söyle" diye karşılık verip, sözlerini çıkardığı yere sokuyorum.
Evet ben ona baktım. Üstelik bana ihtiyacı olmamasına rağmen. Üstelik o beni sadece sömürmek için ona bakmamı istemesine rağmen. Çünkü aşıktım ve ona bakmamın, benim için bir tür hediye olduğunu sanıyordum. ama değilmiş.

kiracı bulamadığı bu yarı bodrum katındaki evinin kapısını açıp, bana saray yavrusu bir yuva sunmuş gibi davranmasa iyi.
ve tabii; ikimiz beraber yiyelim diye aldığı 1 ekmeği gösterip yüzlerce defa "ekmek aldım" demese daha da iyi olacak. ama ne yazıkki o, harcamasını karşısındakinin gözünün üstüne bir tuğla gibi vurmaktan başka bir şey yapmayan kaba saba cahil biri ve ben artık ona tamamen alıştığım için onun bu davranışları gözüme batmıyor. hatta bende iplemiyorum.

iplemiyorum dedim ama aslında yalan söyledim. çünkü bazen çok fazla tekrar ettiğinde sert bi şekilde karşılık vermekten kendimi alamıyorum ve bu yüzden analıkızlı ağız dalaşına girmiş oluyoruz. çünkü sabrımı fazla sınamış oluyor ve ben artık kibarlığı bir kenara atmış oluyorum.

sadece bu konuda değil. bir çok konuda kaba saba bir adam ve bu aralar çok fazla kavga etmeye başladık. üstelik hep aynı konularda ve aynı şekilde. sanırım bundan zevk alıyor ve kavgayı erkeklik gösterisinin bir parçası saydığından olsa gerek, aynı şeyi defalarca konuşmaktan yorulmuyor.
üstelik ona, tartışmakta olduğumuzun öncesinde konuyu etraflıca en kibar halimle anlatmış da oluyorum ama onun için fark eden bir şey olmuyor.
tüm bu çabalarımı yok sayıp kabalığa devam ettiğinde ise ben patlıyorum ve bu sefer de; neden bağıtıyorsun, sağırmıyım, neden böyle yapıyorsun, seninle bir şey konuşayamacak mıyız" gibisinden cümleler kuruyor.
sanki az önce hiçbir şey anlatmamışım gibi. sanki az önce konuyu sağlıklı bir şekilde konuşmak için çabalamamışım gibi. bu gibi anlarda çok üzülüyorum ve işte o zaman tüm kızgınlığım tavan yapıp, sesimi olabildiğince yükseltmiş oluyorum.

işte böyle böyle derken, tüm bu davranışlarından sonra ise hatalı benmişim gibi davranıp, beni suçlu hissettirecek kadar iyi davranmaya başlıyor. kafam onunla iyice güzelleşiyor ve işte o zaman, neden böyle yaptığını anlamaya başlıyorum.
çünkü onun evindeyiz ve onun borusunun ötmesi gerekiyordur.
o da borusunu öttürmenin farklı yollarını bulduğu ilk anda borusunu öttürüyor.
ama şu da bi gerçekki, ben sıkılmaya ve gittikçe ondan soğumaya başladım.

11 Kasım 2019

yaşadığım yeni gerçeklik bağlantısı üzerine



Ne yapacağımı bilmiyorum. Neler olduğunu, olacağını bilmiyorum. Kendimi bir girdabın içinde olmasına rağmen, canı sıkılan şempanze gibi hissediyorum ve tüm bunlara rağmen hayat üzerine düşünmekten geri kalamıyorum.

Sahi hayat nedir, ne oluyor, neden oluyor? Ne yapıyoruz, neden yapıyoruz, nasıl yaşıyoruz.
Kafam allak bullak ve düşünmek bazen beni olduğum yere kitleyip, bi anlığına dondurabiliyor.
Evet bildiğin donmak halinden bahsediyorum. O an ne yaptığım, nerde olduğumdan bağımsız bir donma hali.

Geçen bir iş görüşmesinde de bu donma halini yaşadım. Üstelik iş görüşmesindeki kişiler de bunu fark ettiler ve toplantı sonrasında bana "burdaydın ama donup kalmıştın" dediler.
Bende hatırlıyorum o donma anını ama hiçbir şey yapamıyordum. Öyle tüm olanları, olmakta olanı izliyordum. Üstelik bir kaç saniye sürse bile, şahit olanlar ve beni şoke etmişti.

O donma anından sonraki zamanlarda farklı yerlerde, farklı biçimlerde de aynılarını yaşadım ve öyle görünüyorki buna alışmalı, bu donmaları daha kontrollü bi şekilde atlatmalıyım.

3 gün önce yine yaşadım. Yine sol tarafım hafif bir uyuşmaya kapıldı, tüm gördüklerim, görmekte olduğum görsel hareketlilik yavaşladı, insanlar ve çevremi algılamam düştü, esmekte olan havayı iyice hissetmeye başladım ve hareketlerimin de ağırlaştığını düşünüyorum.
O anda karşıdan karşıya geçmekte olduğum için, bunun olacağını bildiğimi ve bu yüzden ışıklarda donup kalmak yerine bi an önce karşıya geçip o donmayı yaşamam gerektiğini de hatırlıyorum. Üstelik korkmadım, sadece alışkın ve zaten gittikçe alışmaya da başladım ve bu yüzden olsa gerekki o an, bunun gelip geçiciliğini de kabullendim. Bu sayede sakinliğimi korurken, gerçekliğe de bağlı kalmaya çabalıyordum.
Tüm bu anlardan sonra ise, bağlantım kopmadı ve bir kaç saniye sonrada yine her şey normal yaşam hızına döndü.

Şimdi artık alışkanlık derecem artmışken, bunun ne olduğunu tam olarak anladığım günlerimin de gelmesini sitiyorum. bir an önce


06 Kasım 2019

Sorunumuz ne dostum?

Evde oturmuş bu satırları yazarken, aslında hayatımın bomboş olduğunu ve dünyaya neden geldiğimizi düşünüyorum?

Sahi neden geldik, neden yaşıyoruz? Üstümüzdeki tüm bu cıvıltılı kıyafetleri, saçımızı kesip taramayı, göğüs uçlarımıza piercing takmayı, şuh bakış atmayı, bunları yazmayı neden icat ettik?
Sorunumuz ne, cevabımız nerde?
Bizden yüzlerce yıl önce yaşayan insanların soruları da aynı mıydı? Yoksa aslında daha mı akıllıca sorular soruyorlardı?

Seks bağımlılığımdan kurtulduğumdan bu yana hayatım düzene girdi. Ya da "düzen hayatıma girdi" mi demeliyim? Doğrusu düzen ne onu da bilmiyorum. Ama belki de demek istediğim şey; kendime daha çok zaman ayırmaya başladığım olsa gerek. birde diğer şeylere. yani seks yapmak dışındaki şeylere daha çok zaman ayırmaya başladım.

seksi bir yaşam amacı olarak görmüştüm. ya da onun gibi bir şey. ama şu bir gerçekti ki; aşk arıyor ayağında yemediğim yarrak, sikmediğim göt kalmadı. 
şimdi dönüp omzumun üstünden geçmişime şöyle havalı havalı bakarken, midem bulanıyor ve kendime yazık ettiğimi düşünmeden edemiyorum. keşke aşk'a inanmasaydım ve etimi "seni seviyorum" diyenlerin önüne atmasaydım.
oysa seni seviyorumlara çok susamıştım ve işte duramadım. kendimi, kendim olarak, içimden gelen olarak sunmaktan geri kalmadım. işimiz bittiğinde ise, kendi kendime öylece kaldım oralarda bi yerde. yani işte yazık etmişliğim hep böyleydi.

şimdi her şey geçti gitti. artık zırlamanın bi anlamı yok. o yüzden önüme bakmalı ve kendimi, birilerinin seni seviyorumlarına ihtiyaç olmayacak şekilde büyütmeye devam etmeliyim.
gerçi daha ne kadar büyüyeceğim onu da bilmiyorum. çünkü yaşım 35'e koşuyorken, büyümek kelimesini kurmak komik duruyor. ya da trajikomik mi demeliyim.

her neyse işte. yaşım, şairin yola çıktığı yaşa gelmişken, her şeye yeniden başladığım bir hayata gözlerimi açmış gibiyim. evet her şeye yeniden başladım. yeniden başlıyorum.
bu hep böyle olur. çünkü kaybedenler ayağa kalkıp yürümek zorundadırlar. düştükleri yerde, hiçbir şey olmamış gibi dikilip üstüne bulaşan tozları silkeleyip köşeyi dönmek için harekete geçmekten başka yapacak bir şeyleri yoktur. kaybedenler bunu iyi bilir. pes etmeyi bilmeyenler bunu iyi bilir. biz tüm pes etmeyi bilmeyenler bu yüzden genç bir bedene sahibizdir.

şimdi bile, bu yaşımda bile genç bedene sahip olmak dedim de, bu sabah aynada yüzüme bakıp, ne zaman yaşlanacağımı sordum kendime. cevap yok. çünkü insan kendisiyle baş başayken başka kimse olmaz orda. öyle tek başına durur ve bakar aynadaki kendine.
oysa bu yaşlarımı düşlediğim zamanlarımda, saçlarıma akların düşmüş olduğunu, yüzümün kırışmışlığını düşünür, bilgece bir görüntüye sahip olacağımı düşleyerek rahatlardım. 
ama olmadı. saçlarımda bir kaç önemsiz ak var, yüzümde ise hiç kırışıklık yok. suratım genç bir pezevengin görüntüsünden farksız. sahi ne zaman yaşlanıp o bilgece görüntüye kavuşacağım?
yoksa ben benjamin bottom muyum?