-->

30 Ağustos 2019

Ağlama anne benim için ağlama

Ah ne hayatlar ümidiyle zamansız yollara dustuk ilk yenilen biz degildik elbet gun oldu dunyaya kustuk Aglama anne benim icin aglama bende herkes kadar aldim acilardan aglama anne benim icin aglama bende herkes kadar yandim sen ne olur cocuklugumu sakla tek kalan bu elimde avucumda aglama anne benim icin aglama Her birimiz baska bir hikaye anne bu ayriliklar niye sen yine bir ninni soyle bana yavrum uyusunda buyusun diye Aglama anne benim icin aglama bende herkes kadar aldim acilardan aglama anne benim icin aglama bende herkes kadar yandim sen ne olur cocuklugumu sakla tek kalan bu elimde avucumda aglama anne benim icin aglama

 

27 Ağustos 2019

yabancı

Kendine yabancı olduğunu düşündüğün oldu mu hiç?
Sahip olduğun bedenin aslında yanlış bir beden olduğunu, kendine dokunduğun zaman aslında yabancı birine dokunduğun hissini yaşadın mı?
Durup dururken içinden yükselen "yabancı birinin içindeyim" hissiyle baş başa kalıp, alel acele ayna karşısında kendini süzdün mü?
Tüm bunların ne olduğunu anlamaya çalışırken, sol tarafını hafifçe hissetmememeye veya buna benzer bir şey olduğunu içten içe hissetmeye başladığın oldu mu?
Hatta belki ne olduğunu bilmediğin için adına yavaş yavaş uyuşmak veya ağırlaşmak dediğin bir şey oldu mu? Üstelik bunun sadece sol tarafın için yalnız gerçekleştiği oldu mu hiç?
Tüm bunların ne olduğunu bilmiyorum ama işte bu aralar, geçen yıldan bu yana başlayan bir şeyler oluyor. Üstelik şu bir kaç gündür daha sık gerçekleşmeye başladı.
Bugün yine oldu. Hızlıca banyodaki aynanın karşısına geçip kendime bakarken sol tarafım uyuşmuştu ve suratımda büyük bir şaşkınlık ifadesi vardı. Üstelik surat benim suratım olmasına rağmen "aa bu ben miyim?" sesi veya hissi de tüm bilincime yayılmıştı bile.
Sağ elimle sol tarafıma dokunurken, kolumun hafifçe kas katı kesilmiş olduğunu hissettim ama aslında olan bir şey yoktu. Sadece uyuşmuşluk hissi veya buna benzer bir şey olmuştu. Belki de kaskatı kesilmişti ama kendimi sakinleştirmeye çalıştığım için ne olduğunu tam anlamadım.
Tüm bunların ne olduğunu bilmiyorum ve artık gittikçe daha şiddetli ve daha sık olmaya başladı.
Daha şiddetli ve sık oldukça, korkutma derecesi de yükseldi.
Ne olduğunu öğrenmek için hastaneye gitmem lazım ama ne yazıkki bu aralar çalışmadığımdan dolayı sigortam olmayınca, hastaneye de gidemiyorum. Sırf sigortalı biri olmak için bile, herhangi bir işe girip şu meretin ne olduğunu öğrenmek istiyorum.


26 Ağustos 2019

ne yaptığını unutmak

Her şeyin boktan olduğu bir gece yaşıyorum.
Galiba bu gece her şey problem olmak zorunda ve bazen ne yazıkki çevrendeki insanlar, sen istediğin gibi bir hayat yaşama diye elinden geleni yapar.
Ama buna rağmen pes etmemeli, ağzının ortasına lafı, sol yanağına şaplağı geçirip yoluna devam etmelisin. Eğer yoluna çıkarlarsa da tüm gücünle karınlarına o son yumruğunu atıp, yolundan çekilmeleri için onlara yardım etmelisin.
Hayat budur. böyledir ve yapacağın tek şey yoluna devam edip gitmektir.

Ya da bırak tüm bu süslü cümleleri ve hayatını yaşamaya bak. Ben öyle yapacağım ve işte yaşadıklarım veya bu ara olanlar hakkında bir kaç yaldızsız cümle:
şu an bu satırları yazarken sivrisineğin teki vızıldayıp duruyordu ve bende onu kovdum. gitmeyince de, vızıldamalarına iyice odaklanıp ani bi hareketle onu avucumun içinde yakalayıp ezdim. bu iyi bir şey mi bilmiyorum ama az önce sırtımı yemiş olmasından dolayı sırtımın fena şekilde kaşındığını şu an henüz yeni yeni fark ediyorum. İşin kötü tarafı elim sırtımın o bölgesine yetişmiyor ve ben şu an yalnız olmamama rağmen Canımıniçin'nden sırtımı kaşımasını isteyemiyorum. çünkü az önce kavga ettik ve bu yüzden geldim bilgisayarı açıp bu aptalca cümleleri yazıyorum.
her şey yeterince aptalken sanırım bırakıp, sırtımı kaşıtmalıyım.

------------
Dün gece yukarıdaki cümleleri yazmışım ama açıkçası bu sabah uyandığımda hiçbir şey hatırlamıyorum. Üstelik bu sabah beynimde sanki dün geceye ait hiçbir şey yok ve ben eve nasıl geldiğimi bile bilmiyorum. Tek bildiğim sabah Öküz Herif'de yanımdaydı ve az önce işe gitti.
Ama düne dair hiçbir şey hatırlamıyorum.
Dün ne oldu, biz ne yaptık, dün gece nasıl eve geldik, neden kavga ettik, nasıl uyuduk, ben yukarıdaki cümleleri ne ara neden yazdım, dün gece ne kavgası yapmışız? Hiçbirini hatırlamıyorum ve üstelik nasıl uyuduğum hakkında da bi fikrim yok. Dün ne yaptığımı bilmiyorum ve sabah uyandığımda bu ne yaptığımımı bilmemem hissi yüzünden ağlayasım geldi. Bir kaç göz yaşı geldi ama fazla ileri gitmemesi için tuttum kendimi. Ben hep tutarım kendimi.

22 Ağustos 2019

Toplu Yaşama Maceralarım

Dün metroda karşımda oturan genç bi kadın bonibon tarzı bir şeyler atıştırıyordu ve bende ilk gördüğüm anda canım çekince, elimi uzatıp "bir kaç tane verir misin?" deyip, tebessüm ederek avuç içimi açtım. Kadın benden emin olmadığı için olsa gerek "bir an ciddi misin?" gibisinden bir bakış atınca, karşılık olarak "evet ciddiyim surat ifademi" takındım ve o da gülümseyerek avuç içimi bonibonla doldurmaya başladı. Cömertliği avuç içimi dolduracak kadar çoktu.
Bu yüzden "çok oldu sağ ol, sağ ol" deyip, paketini yukarı kaldırmak için ona doğru biraz daha uzanmak zorunda kaldığımda, bonibonun biri yere düşüp yuvarlandığı için o da avuçiçimi doldurmayı bırakmak zorunda kaldı. Ben avuç içimdeki boninbonlar dökülmesin diye, kolumu yavaşça kendime doğru çekip teşekkür ederken, o da yere düşen bonibonu almakla meşguldu.
Bizim bu spontan bonibon hareketimiz bittiğinde yemeye başladım ve o an yanımdaki genç kadın bizi şaşkınlıkla izlediğini fark ettim. Bunun üzerine avuçiçimi uzatarak "bi tane almak ister misin?" dedim ve o da teklifime karşılık olarak gülümseyerek;
-teşekkür ederim
-neden ya, al bi tane
-yok sağ olun
-al ya al" diye ısrar ettiğimdeyse, yine almadı ve ben de almama nedenini sordum. Gülümseyerek "spora gittiğini" belirtti ve spora gittiği için alamayacağını belirtti. Ben her ne kadar "olsun al sen. bi taneden bir şey olmaz" dediysem de, bu ısrarlı teklifimi de yine geri çevirdi. Bende bonibonlarımı onların gizli bakışları arasında, bir sonraki durağa kadar kimseyi umursamadan yiyip bitirdim.
-----------
Akşam eve dönerken, otobüste yanına oturduğum adam, telefonundaki "otobüs yarışı"na (evet otobüste Otobüs Yarışı oynuyordu) o kadar iyi gömülmüştüki, kollarını ve bacaklarını pergel gibi açtığının farkında değildi. Bu yüzden, onu rahatsız etmemek adına önce koltuğun en ucuna oturup, onu oyunundan koparmadan yolculuğu tamamlayabileceğimi düşündüm. Ama 1-2 durak sonra adamın kolları iyice göğüs kafesime doğru değmeye ve beni de biraz daha koltuğa yapıştırmaya başladığında, tamamlayamayacağımı anladım.
Az önce "oyun heyecanında"diye, alttan alan ben, şimdi bu iyice ayyuka çıkan vurdumduymazlığı karşısında içten içe sinirlenip koltuğa iyice oturdum, onun bana değmekte olan sağ kolunu da kendi sol kolum ve mememle kendisine doğru itmeye başladım ve bi yandan da bacaklarımı koltuğuma tam yerleştirerek, sol bacağımla, onun pergel şeklinde açık olan sağ bacağını; otobüsün hareketine ve yalpalamalarına göre sola doğru çaktırmadan itmeye başladım. Bunu yaparken, kolunu da itmeye devam ediyordum.
Bir kaç durak sonra, kıçımı iyice koltuğa oturttuğumda, kıçlarımız birbirine değmeye başlamıştı, bacağı iyice kendisine doğru gittiği için pergel bacak duruşundan çıkmıştı, ama kolu hâlâ benimle mücadele ediyordu.
Aramızdaki bu mücadele bitecek gibi değildi ve doğrusu bu gizli mücadeleden vazgeçip, açıktan mücadeleye karar vermiştim. O yüzden kucağımda duran çantamdan Ahmet Güntan'ın İyot kitabını çıkarıp, kaldığım yerden olabildiğince açarak okumaya başladım.
Kollarım artık bir kartalın havada süzülüşü esnasında kanatlarını açmak zorunda kalması gibi apaçıktı ve adam dayanamayıp kollarını kendine çekip, iyice pencereye dönerek oyununa gömülmeye devam etti.
-----------
Bu evi mecburen sevdim ama buna rağmen rahatsız olduğum şeyler yok değil. Örneğin; en alt kat olduğu için herkesin gürültüsünü çekmek zorundayım. Bahçede oynayan çocukların kavgaları, atışmaları, apartmana girip çıkarkenki bağrışları, üst katta oturanların sürekli ellerinden bir şey düşürmelerinin gürültüsü, takırtıları, tıkırtıları ve daha neler neler. Olan her şeyin sesi evin içinde yankılanıyor. Hele bir de üst kattaki komşunun üç tane yaramaz çocuğu varki bunlar zaten gece yarısına kadar uyumuyorlar, gün içinde de sürekli koşturmacaları iyice sinir ediyor.
Böyle zamanlarda duvarı yumrukluyorum ve anneleri onları durduruyor olsa gerekki, 1-2 saat sessizlik hüküm sürebiliyor. Ama işte sadece ben yumrukladığım için.
Geçen gün çok fazla gürültü yapınca durmadan yumrukladım ve babaları geldi "çocuklara laf geçiremiyoruz" diye söylenip gitti. Ama gürültü kesilmediği için ben duvarı yine yumruklayınca sessiz ortaya çıkabildi.
En alt kat evler hep böylemi olur?
-----------
Bu arada artık insanları alttan alarak idare etme yolunu bıraktım. Sürekli herkesi her an eğitmeye ve işin veya bir şeyin doğrusunu uzun uzun anlatarak öğretme yoluna gitmeye başladım. Evet birinin bunu yapması gerekiyordu ve sanırım o kişi olmayı kendim seçtim.
Geçen ay oğluma da bunu yapınca bana "profesör gibi her şeyi anlatıyorsun" diye atarlandı. İlk anda küçük bi şok geçirsemde "lan sen daha 12 yaşındasın, kim oluyorsunda bana atarlanıyorsun" diyemeden, içimden yükselen gülümsemeyle beraber kendimi tuttum ve sonra kendime bi çeki düzen vermeye karar verdim :)
Belki de toplumu aydınlatma görevini çok abartmadan yapsam iyi olur.
------------
Yaşamaya dair heyecanınızın öldüğünü, artık her gün yaşamak zorunda olduğunuz bir hayatı yaşadığınızı fark ettiğiniz ve bundan nefret etmeye başladığınızı hissettiğiniz oldu mu?
Bana şu an olan bu ve gittikçe artmaya başladı.
Belki de bir an önce iş bulup çalışmalı, şu yalan dünyanın karmaşası içine iyice gömülüp kaybolmalıyım.
Başka çaresi yok, bilen varsa yazsın.
(şu son paragraftaki yazılardan yazmamaya dair kendime olan sözümü bozacağımdan çok korkuyorum. Çünkü zar zor kurtulduğum o eski ruh halimin dönüp masaya üç kere vurmasını istemiyorum. çoğunlukla sıkılsamda, şimdilik böyle iyiyim. daha da iyi olmak istiyorum. yoksa.
neyse işte. sıkıldım.)

16 Ağustos 2019

Saçmalık

Evde oturmuş öylesine günümü geçiriyorum. Yaptığım tek şey, uyanmak, yemek yemek, kahve içmek, sıçmak, işemek ve diğer mekli maklı şeyler işte.
Kendimi bir şeyler yapmak zorunda hissetmiyorum ve bu iyi bir şey mi bilmiyorum. Bunun iyi olup olmadığını ise şimdi yazarken düşündüm. Doğrusu umrumda da değil ve büyük ihtimalle birazdan aklıma gelecek olan başka bir düşünceyi yazarken çoktan unutmuş olacağım.
Az önce kahvem bittiği için kendime çay koydum. Yani kendime derken fincana. Aslında pratikde kendimize koymuş oluyoruz, çünkü içtiğimizde olan şey, yani çayın ağzmızdan midemize doğru yol alması esnasında gerçekleşen şey, kendimize koymak oluyor. Tabii onu bize başkası içirmiyorsa. Yani kendimiz içiyorsak, kendimize koymuş oluyoruz.
Bu saçma cümleleri yazmayı bırakmalıyım. Ama elimde değil bırakamıyorum ve gittikçe "bu saçmalıkları devam ettir" sesini daha yüksek duymaya başlıyorum. İçimde bir yerlerde.

Telefonumla ilgili bir şeyler yazmak istiyorum ama aklıma bir şey gelmiyor. Neden onun hakkında yazmak istediğimi ise bilmiyorum.
Ah yalan söyledim aslında kendisi karşımda durduğu için onun hakkında yazmak istedim.

İnsanın yazarken bile yalan söylemesi çok tuhaf değil mi?
Evet.

Bilgisayarın ekran ışığını sonuna kadar açtım ve şu an göğsüme nur inmiş gibi bir görüntü var. Doğrusu bu cümle de çok saçma oldu.

Belki de yazmayı bırakmalıyım. Sonuçta yazmış olmak için yazınca saçmalamak dışında bir şey yapamıyorum ve doğrusu şu ki; tüm yazılarımı genel olarak "saçmalık" olarak tanımlıyorum.
Ama bazen güzel saçmaladığımı da biliyorum.
Bence insan saçmalayacaksa bile güzel saçmalamalı.
Bir de biliyor musunuz? saçmalık kelimesini bir kaç defa üst üste yazınca veya içinizden kendi kendinize tekrar edince gerçek anlamına kavuşuyor.
Saçmalık. Saçmalık. Saçmalık. Saçmalık.
Saçmalık. Saçmalık. Saçmalık. Saçmalık.
Saçmalık. Saçmalık. Saçmalık. Saçmalık.


15 Ağustos 2019

bir kaç çümle

bi kaç gündür evdeyim. daha doğrusu 6 gün oldu. İnsan 6 gün evinde oturabilir mi, yerinde durabilir mi?
durur.
----------
kitap okudum, film izledim. dizileri izledim. izledim. izledim ve ben ne yapıyorum ya dedim?
hiçbir şey.
----------
2010'lardan bu yana bi şekilde etkileşimde olduğum ve şimdi yaşı 64 olan kocaman bi şair vardı. 2014'de falan bi şekilde tanıştık. bi iki sefer görüştük. sonra geçip gittik hayatlarımızdan.
ben vefalı biri olduğum için bayram seyranı bahane eder yine yazarım tanıştığım, iyi olduğuna inandığım insanlara. ona da yazdım her bi kaç ayda, yılda bir. iyiydi. hep öyle dedi.
bugün yine bayram bahanesiyle aklıma geldi. bayram bahanesiyle mesaj attım, iletilmedi.
acaba öldü mü?
internette adını arattım, haber baktım henüz ölümünden bahseden kimse yok.
az önce bu satırları bırakıp, aradım. cevap vermedi. umarım telefonu çalınmış, ya da numaralar falan silinmiştir.
----------
canımıniçi cumartesi günü Amerika'dan dönüyor. onu çok özledim.
bu kadar çok özleyeceğimi düşünmemiştim ama bundan daha fazla özledim. galiba bundan sonraki ayrılışlarımızda hep daha çok özleyeceğim.
çünkü yaşlandım ve onun ruh şeyim olduğunu kabullendim.
----------
bu aralar aynada kendimi gördüğüm zaman şaşırıyorum.
o aynadaki kişinin ben olduğuna bi türlü inanamıyorum ve durup tekrar kendime bakıyorum. oysa benim ta kendisiyim ama işte kafamın içinde bir şeyler oluyor. ne olduğunu bilmiyorum ve kimseye de anlatamıyorum.
umarım ne olduğunu anlarım veya ne olduğunu anlayacak bir uzman bulurum.
aramaya başlamadım, ama nasıl bi uzman aradığımı buldum. bu da bi başlangıç sayılır. özellikle elinde bir hiç olanlar için.
----------
bayram öncesinde memlekette oğlum'la vakit geçirirken, onun büyümüşlüğüne ve büyüdükçe çirkinleşmesine şaşırdım.
umarım daha fazla çirkinleşmez.
zekâ konusunda ise gerileme yok gibi. en azından görünen veya bana gösterdiği kadarıyla. gerçi okulda dersleri gittikçe kötüleşiyor ama olsun. kim takar okulu.
ona eğer derslerini düzeltirse, playstation alma sözü verdim. umarım düzeltir.
gerçi düzeltmezse de umrumda değil.
okulu başarı ve zekâ için kıstas olarak görmüyorum.
----------
bugünlük bu kadar.
ben tekrar saçmalayıncaya kadar kendinize iyi bak ın.

11 Ağustos 2019

kurban bayramınız mübarek veya kutlu olsun

Yine bir bayram ve işte evde tek başımayım.
Sevildiğimi düşündüğüm, hatırladığım hiçbir bayram geçirmedim. Hep mutsuz ve huzursuzluk dolu geçti bayramlarım. Buna rağmen sizin gibi bende "huzurlu ve mutlu bayramlar" mesajı attım tanıdıklara, eş dosta, fuck body'lere falan..
Bu mesajları atmamızın nedeni, içten gelen o "ben varım ve sizsiz de yaşıyorum"dan başka bir his değil.
Ve evet gördüğünüz gibi insan, etrafında kimse olmadan, sadece kendisi var olarak herkessiz de yaşayabiliyor.
--------
Mutsuz olmayı, böyle yaşamayı kendim seçtim. Çünkü mutsuzluğumun bile başkası kaynaklı olmasına dayanamıyorum. Yani mutsuzluğum sadece bana ait olmalı, etrafımda suçlayacak kimse olmamalı. Bunun için çabaladım ve başardım. Bütün benciller bunu yapmalı. Bunu başarabilmeli. Yoksa asla yeterince bencil olamayacaklar.
En bencil benim. Bencillik konusunda bile.
--------
Bayram öncesi benim işsiz güçsüz, Canımıniçi'ninde Amerika bir-LEŞ-ik Devletleri'ne gideceğini fırsat bilerek ailemin yanına gitmiştim. Güya bayramı orda geçirmeyi bile düşünmüştüm ama 2 gün önce dönüp geldim. Çünkü ordayken aklıma; bayramda aile evimizin en büyük abim yüzünden(ki kendisi 5numara olur) Mahşer Yerine evrilip, hesapların görüldüğü Kıyamet Günü'ne dönüşeceği fikri geldi. Bunu kendime yapmayacaktım.
Daha önce öyle olmuştu ve o beni herkesin önünde hesaba çekerken, ben de ona karşılık olarak "inadım inat, götüm iki büyük kanat" diye direnmiş, kalabalık bayram evimizdeki herkes korkudan dudaklarını kemirmeye başlamıştı.
Çünkü abim benimle konuşurken (ki sadece kendisi konuşuyordu. yani tek taraflı bir konuşma gerçekleşmekteydi) iyice pataklamayı kafasına koymuş, bunu; eğer onun dediklerini yapmaz, onun istediği gibi yaşamaz isem beni; sırf daha önceki laf dinlememelerime karşılık olarak atmakta olduğu dayaktan öldürmeyi bile söyleyecek kadar ileri gitmişti.
Bu cümlesinden sonra, kocaman salonumuzdaki herkes korkuyla bana bakıp, onun karşısında "tamam abi, TÖVBE EDİYORUM" dememi beklerken, ben de inatla, her söylediğine karşı çıkmış, dediğimden ve söylediklerimden bir adım bile geri atmamıştım.
İnadım tutmuştu ve açıkçası bu sohbetin sonunun nasıl olacağını da merak ettiğim için, inatla her söylediğine olumsuz cevap vermiştim.
Ama bi yandan da içimden korkmuyor değildim, çünkü canım tatlıydı canım.
Korkmama rağmen, ona inatla karşı çıkıyor ve büyük salondaki gerginlik, salonun dışına çıkmaya başlamıştı ki, kapının zili çaldı, herkes sustu ve biri kapıyı açmaya gittikten 10-15 saniye sonra, misafir odasına bir kaç kişi davet edilmiş oldu.
Misafirler, yakın diyarlardan bayramlaşmaya gelen bir kaç uzaaaaaak akrabaydı. 5numaralı abim ve ev ahalisi dağıldı. Kadınlar mutfağa ve balkona, erkek olan herkes misafirlerin odasına tıkıştı, ben tek başıma salonda öylece kaldım ve o sırada, çişimi yapmak için yerimden sakince kalkıp tuvalete gittim. Çok şükür korkudan altıma yapmamış, tuvalete kadar tutabilmiştim.
Rahatlamış bi şekilde çıktığımda, ortalıkta kimse yoktu.
Şimdi daha büyük rahatlamıştım. Küçük sehpanın üstündeki cüzdanım ve telefonumu aldığım gibi, açık olan dış kapının önünde duran ayakkabılarımı aceleyle giyip, kapının önündeki ilk taksi ile şehir dışına çıkmış, sonrasında ise otostop çekerek İstanbul'a dönmüştüm.
Evden çıkışımı 3-5 dakika sonra fark etmişlerdi ve bu yüzden yol boyunca "nerdesin, nereye kayboldun, nerde olduğunu söyle" diye diye aramış, tehdit etmişlerdi.
Tehditlerini çok siklemedim, çünkü taksiyi alan üsküdar'ı geçmişti bile.
Aramalarının ardı arkası kesilmediğindeyse, hepsini engelledim ve benimle, benim istediğim gibi konuşurlarsa muhatap olacağımı söyledim. Yıllar geçtikçe düzeldiler. Ama 4numaralı ve 5numaralı  abimler düzelmediler. Düzelmeyecekler.

Şimdi bu 7 yıl kadar eskimiş olan konuyu kapatıp, yeni hava durumlarına bağlanacak olursam; Oysa tüm bu hesap günü kaosunu ne güzel unutmuş ve ailemi, kafamdaki o "fakir ama mutlu insanlar" olarak görmeye başlamıştım. Şimdi içlerine dönmüşken ve onlar gelişimden 2 gün sonra biraz biraz tekrar azı dişlerini göstermeye başlamışlarken ve ben sırf ayıp olmasın, kalplerini kırmayayım diye onları alttan almaya başlamışken, işler daha da çirkefleşmemişken ve sanki bizler kendi kararlarımızla değil, hayatın sillesiyle çil çil dağılmış gibi yaparken, tekrar geldiğim yere yani İstanbul'a dönmeliydim ve döndüm.
Oysa onlarla orda kalsam ve tutulan defterlerim açılıp hesap görülmeye başlansa, hepsini kaldırabilir ve hepsinin ağzına tek tek sıçabilirdim. Ama doğrusu bunca yıl sonra onlar farkında olmadan, aralarında kendilerini eğittiğim ve bu yüzden kalbini kırmamam gereken kardeşlerim var.
Çünkü onlar ailem ve beni büyük bir içtenlikle sevmediklerini bilsem bile şundan eminim ki; onlara merhamet ederek yaklaşmaya devam etmeliydim.
Hem yıllardır alttan alttan ektiğim "bu benim hayatım, bu da sizin hayatınız. herkes haddini bilsin, allahtan başka kimse benim hayatıma bulaşmasın" tohumlarımın filizleneceği de yakındı.
Tüm bu tohumların filizleneceğinin yakın olduğunu görebiliyordum.
Konuşmalarımızda onların değiştiklerini anlayabiliyor, yaşama şekillerinden değişim geçirdiklerini görebiliyordum. Zaten değişmeselerdi, 3numaralı en büyük ablam, 45'inde evlenmeye karar verip, nişanlanlanır mıydı? Diğer 2numaralı ve 1numaralı ablam'lar evlilik konusu açıldığında, daha önce "evlenip de ne yapıcaz" demek yerine şimdi "evlenicez tabiki" diyebilirler miydi?
1numaralı erkek kardeşim ve 2numaralı abim de "sana çok haksızlık ettik, arkanda hiç durmadık" diyebilirler miydi?
Ama tüm bunlara rağmen henüz erkendi.
Şimdi tekrar sabırlı olmalı, biraz daha zaman geçirmeli, onlarla bireysel olarak konuşmaya devam etmeliydim.
Yani onları değişime ve hesabın sadece allah'a verilmesi gerektiğine, allah dışında hiç kimsenin kimseye hesap soramayacağına dair iyice inandırmalıydım.
Şimdi bunu destekleyecek şekilde yaşamaya ve yaşayışımı onlara da iyice gösterirken, oyunbozanlık edemezdim. Hem ablam evlenirken ortalığı karıştırmaya, her şeye çabuk alınan bu kadını giderayak aile oyunlarımızla tekrar sinir edip üzmeye hakkım yoktu.
O kendi yuvasına kurarken, aklında; benim de kendi hayatımı yaşıyor olmam düşüncesinden başka bir şey olmamalıydı. Ve varsın bi bayram daha ben yalnızlığı kendim seçtim diyeyim. Ne olacağğğğki.
Sıkıldım şu aile işinden. Bu konuda iyi değilim. Başka bir konuya geçeyim.
--------
Param bitmek üzere ve açıkçası "Canımıniçi" de olmasa ne yapardım bilmiyorum..
Gerçi böyle diyorum ama buna rağmen, daha önce bi yolunu bulduğum gibi, kesin ama kesinlikle yine bi yolunu bulur, paramı kazanırdım.
Çünkü tüm yoksulluk ve yoksunluk içinde yalnız başına büyüyenler, en zoru yaşadıkları için, en zoruyla karşılaşıncaya kadar bir şey yapmaz, öylece etrafı izler dururlar.
Şu an öyle yapıyorum. Etrafı izliyorum.
-------
Canımıniçi dedim de; o da Amerika'da. Bi arkadaşı kanser ve kanseri ileri safhada olduğu için onu görmeye gitti.
Geçen ay doktorlar adama 5 ay içinde öleceksin demişler. Şimdi bir ayı geçti, kaldı 4 sağlıksız ay.

Adam öleceğinin kendisine söylendiğinden bu yana gün saymaya, papazları etrafına çağırmaya, cenaze işlerini şimdiden kendisi ayarlamaya ve mirasını kimlere ne kadar bırakacağına dair planlar yapmaya başlamış. 
Hiç kimsesi yok. Benden bile yalnız. Çünkü anne babası, onun eşcinsel olduğunu öğrendiklerinde intihar etmişler. Başka kardeşi ve akrabası olmayınca da, kendisi de öldüğünde; biriktirdiği parası bile kimsesiz kalmış olacak.
Paranın bile kimsesiz kalması çok tuhaf. Oysa oysa oysa....
---------
Konu nasıl buraya geldi, ben neden bu kadar hızlı dağıtabiliyor ve hiçbir şeyi düzgün yazamıyorum.
Düzgün ne ki?
Kime göre, neye göre, neyime göre.

Yukarda "param bitiyor" dedim ya, konuyu yine oralar bağlıyım;
İş aramaya başladım. Bir kaç yerle görüştüm ama henüz tık yok. Çünkü insan kaymakları maaş beklentimi yüksek buluyor ve karşılık olarak "siktir lan, şirket bize bile o kadar vermiyor, sana niye versinler" diyeceklerine "bir kaç görüşmemiz daha olacak. sonrasında karar verip dönüş yapacağız" adında yalanlar söylüyorlar. bir ikisi dışında henüz kimse dönmedi ve sırf bu konuda olsa bile; bence dünyanın şeffaflığa ihtiyacı var. Korkak insan kaymaklarına değil.
---------
Aslında parasızlıktan korkuyor olmam gerekirdi ama nedense korkmuyorum. Sanki para olması gereken şey olduğu için, eninde sonunda bi şekilde gelip beni bulacakmış gibi hissediyorum.
Bu düşünceye nerden, ne zaman, nasıl kapıldım bilmiyorum. Belki yeterince yoksulluk çeken, herkes bu düşünceye sahiptir. Kim bilebilir ki? Allah.

Ev kirası, faturalar, yeme içme vs derdim yok.
Bunları hep canımıniçi'ne yükledim. Çünkü bende ona yıllarca bakmıştım ve şimdi ben parasız kalmışken sıra ona geldi.
Aslında sıra gelmedi, kavga gürültüyle de olsa, sıranın onda olduğunu ben söyledim. O da zamanla kabul etti. Zaten kabul etmeyip ne yapacağıdıkiii.
İlişkiler böyledir. Hep ben hep ben hep ben hep ben hep ben hep ben olmaz.
---------
Şimdilik bu kadar yeter. Kurban bayramınız kutlu olsun.
İnşallah nice güzel bayramlarımı görürsünüz.



10 Ağustos 2019

soru cevap

İzlemem gereken filmler, okumam gereken kitaplar falanlar filanlar. O kadar çok şey birikmişki, belki benden bi kaç tane daha olsa, bu birikmişlerin üstesinden gelebilirim. Ama benden bi kaç tane daha yok ve bu yüzden çözüm olarak, bu tuttuğum listelerin hepsini sildim.

İşim film izlemek, kitap okumak falan değil. İşim içimden geldiği gibi yaşamak. Yani sikimin keyfine, kafamın dikine göre uyuyup uyanmak, yemek içmek ve belki de işte bilirsiniz, seks yapmak.
Sahi uzun zamandır tek eşli yaşamaya başladığım için canımıniçi dışında kimseyi sikmiyorum. Ve onunla da en son 3 hafta önce seks yaptık.

3 haftadır 2 defa osbir çekmek, 3 defa ayıplı rüya görmek dışında bir boşalma durumum da yok.  Düştüğü şu hâle bak. Libidom yerlerde sürünüyor.

kendime sorduğum "peki tüm bunlardan rahatsız mıyım" sorusuna cevabım ise "değilim"