-->

31 Temmuz 2014

Mutlulukla gelip geçici, mutsuzluk da. O yüzden kendini kaptırmanın bir anlamı yok..

Daha güzel şeyler yaşamak için tam yol ileri...

24 Temmuz 2014

bazılarımız ölüme itiliveriyoruz..



Sanırım  9 - 10 yaşlarındaydım. Paranın ne olduğunu anladığım, onunla ne yapılacağını bildiğim bir yaştı. Çünkü o zamanlar evden ablamın bana buzdolabında hazırladığı soğuk su bidonunu alıp evimizin 3km yukarısındaki hastanenin çevresinde soğuk su satıyor ve kazandığım parayı da hiç harcamadan eve getiriyordum. Her gün bu şekilde su satmayı öğrenip, eve para getirince parayla neler yapılacağını da öğrenmiş oldum. Günler bu şekilde geçip gitti ve ben su satarak para kazanmayı iyice öğrenmiş oldum. İşte tamda o günlerde o zaman 5 çocuklu olan evli ablam 4 yaşındaki çocuğunu yalnız alıp bize gelmişti. Sanırım amacı bir süreliğine de olsa kafa dinlemek ve kocasından ayrı kalmaktı. Çünkü kocası olacak olan dangalak, onun üstüne kuma getirmiş, kumasıyla da bir olup onu dövmeye başlamışlardı. Ben bunları hep küçük çocuktur anlamaz dedikleri için yanımda konuşurlarken duyardım. Oyunumdan başımı kaldırmaz, önümdeki her hangi bir şeyle oyunumu oynamaya devam ederken onları dinlerdim.
Ablam dayak yemekten artık bıkmıştı. Ama annem ona sabretmesi gerektiğini ve ne olursa olsun, kocasının dediğini yapması gerektiğini söylerdi. Babam ise ablamın gelmesine sevinmişti. Onun neler çektiğini sanırım bildiğinden dolayı “bir süre burada kal” deyip duruyordu. Ama diğer ablalarım ve abilerim ona küfürler ediyor, her öğün çocuğunu da alıp gitmesi için siktir çekiyorlardı.

Evli ablamın başını önüne eğip ağlamaktan başka yapacağı hiçbir şeyi yoktu. Çünkü eşi olacak orospuçocuğu resmi nikah bile kıymamıştı ablama ve resmi nikah kıysa bile hakkını savunacak hiçbir şeyden haberi yoktu ablamın. Kaldı ki ablam Türkçe de bilmiyordu (ki yaşı galiba 50 oldu, yıl 2014 oldu, ama o hâlâ Türkçe bilmiyor ve köyde yaşadığı için öğrenemiyor da.)

Günler bu küfürler ve evdeki kavgalar eşliğinde giderken,  bizim evde de çoğu zaman ekmek olmuyordu. Bazen ablamlar komşulardan ödünç un, maya, odun vs alıp tandırda ekmek yaparlardı ve biz günlerce o ekmeklerle, annemin dağdan bayırdan topladığı otlardan yapılma yemekleri yerdik. Belki de evli ablam, bizim o en kötü dönemlerimizde bize geldiği için diğer ablamlar ve abimler ona küfür edip duruyorlardı. Bilmiyorum ve o küçük halimle de bunu anlayacak kadar olgun değildim. Sadece evde her gün kavga vardı ve ben de, buzdolabında hazırlanmış olan soğuk su dolu bidonu alıp su satmaya giderdim.

Bir gün yine su satmaya gittim ve diğer su satan çocuklar bana sataşınca, bende karşılık verdim ve onlardan birinin su bardağını kırdım. Bunun üstüne çocuklar hepsi bir olup cebimdeki paradan bardak parasını alacaklarını söylediler. Çünkü bu onların hakkıydı ve ben bardağı kırdığım için hakkını almıştım. Ben de o küçük aklımla haklarını yememek için bardak parası kadar parayı çıkarıp çocuğa verip, eve öyle dönmüştüm.

Ama eve geldiğimde cebimdeki parayı ablama verince, ablam satılan su ile eve gelen para miktarının karşılıklı gelmediğini söyleyip kıyameti koparmıştı. Ablamın kıyameti koparmasından sonra, diğer ablamlar ve annem de gelip üstüme üşüşmüşlerdi. Paranın nerde olduğunu veya ne yaptığımı sorup duruyorlardı. Ben de en sonunda “parayı evli ablamın çocuğuna verdiğimi, ama onunda parayı elinde tutarken bir bölümünü evin bahçesindeki çalılıklara düşürdüğü” yalanını uydurdum o anda. Tabii ben böyle deyince herkes beni rahat bıraktı ve  ağız dolusu küfürlerle 4 yaşındaki çocuğun üstüne çullandılar.

Evli ablam da bu küfürlerden nasibini aldı bol bol. 4 yaşındaki çocuk ise ağlayıp duruyordu. Çünkü ne olduğunu bilse bile anlayacak yaşta değildi. Bu küfürler ve naralar bittikten sonra, ablamlar ve annem evin önündeki bütün çalılıkları yerinden söküp attılar ve parayı aramaya başladılar, ama tabii bir şey bulamadılar. Sonra gözler yine bana çevrildi, küfürler tazelendi ve ben yine aynı cevabı verdim:
“Parayı ona verdim, o düşürdü” dedim ve onlar akşama kadar deli gibi çalılıkları kaldırdıkları yerde para aramaya devam ettiler, tabii bulamadılar ve çocuğa da, evli ablama da düşman kesildiler. Ben de işin aslını hiç söyleyemedim, içime dert oldu kaldı.

O gün için, başımdan bu belayı attığım için çok rahatlamıştım. Ama küçük çocuk annesinden uzaklaştığı her an da ablamlardan bir çimdik yiyordu. Çocuğun çimdiklenmedik tarafı kalmamıştı bense evden uzak kalmak için sokakta oyalanıp yatsı ezanının okunmasını bekliyordum. Çünkü bizde yatsı ezanı okundu mu elektrik faturası çok gelmesin diye ışıklar söndürülür ve herkes mecburi olarak uyurdu. Ben de kendimce bu karanlıktan istifade edip uyuyacaktım. Nitekim öyle de oldu, gidip rahatça uyudum ve aradan 17 yıl geçti.

Geçen yıl memlekete gittiğimde, bir rastlantı sonucu taziyeye denk geldim. Meğer evli ablamın 17 yıl önce benim yüzümden dayak yiyen oğlu, köy yerinde amcalarının ineklerini otlatmaya götürünce dağ başında kalp krizi geçirip ölmüştü. Cansız bedenini de kız kardeşi bulmuştu. Çünkü abisi gece eve gelmemişti ve o da merak edip abisinin daha önce inekleri otlatmaya götürdüğü yerleri gidip gezmişti. Sonra bir tepede kardeşinin cansız bedenini, büyükçe kayalardan birine sırtını dayamış halde bulunca eve gelmiş ve ailesini haberdar etmişti. Olayın bu yönünü, yani benim yüzümden dayak yiyen yeğenimin ölümünün nasıl gerçekleştiğini ve sonrasını annem bana böyle anlatmıştı. Ben de o sırada taziyeye denk gelince, çocuğun amcalarının da katıldığı bir taziye merasiminde fatiha okuyup kalkmıştım.

Kalp krizinden ölen yeğenimin amcaları da sağ olsun, cenazeye rağmen o gün benimle çok ilgilenmişler ve nasıl olduğumu, İstanbul’da ne iş yaptığımı, nasıl geçindiğimi, evimin kira olup olmadığını vs sormuşlardı. Baya ilgilendikleri için, bende cenazeye rağmen hafif mahcup bir edayla soruları geçiştirmiştim. Benim bu mahcup edama rağmen onların durgunlukları ise gözlerimin önünden hâlâ gitmez, ama o anda da neden bu kadar durgun olduklarını anlamlandıramıyordum. Çünkü “kalp krizi bir anda gelmişti ve çocuk ölmüştü” diyordum kendi kendime. Ama her halde bunlar yeğenime üzülmüyorlar, çünkü ben bu yeğenimin amcalarını çok eskiden de tanıdığım için dengesiz olduklarını ve bu suratlarındaki durgunluğun sebebinin de dengesizliklerinden olduğuna emindim.  O yüzden cenaze yerinde bunca dünyevi soruyu da normal karşılıyordum.

Hem zaten benim de, kalp krizinden ölmüş bir gencin ölümünü kabullenmek ve çevreye de mahcup bir edayla bakmaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Çünkü çocuğu en son 17 yıl önce görmüştüm  ve şimdi oturup onun için dövünmem doğrusu beklenmiyordu ve benimde dövünmem biraz garip kaçardı.
Ama yine de, yıllar önceki o para mevzusu aklıma gelmişti ve içim içimi yiyordu. Bu yüzden “ahh be çocuk benim yüzümden her tarafın çimdiklenmişti, annenle beraber ne çekmiştiniz” diyordum kendi kendime. Şimdi ise bu genç yaşında kalp krizine kurban gitmesine fena halde üzülmüştüm ve memleketten döndükten sonra İstanbul’a geldiğimde, çevremdeki herkese “sağlığınıza dikkat edin, çünkü daha geçen hafta 21 yaşındaki yeğenim kalp krizinden öldü” diye cümlelerle kalp krizini anlatıyor, herkesi sağlığına dikkat etmesi gerektiği hakkında uyarıyordum. Yani tam bir sağlık elçisi olmuştum.

Sonra aradan 1 yıl daha geçti ve geçtiğimiz hafta benden bir büyük olan abim İstanbul’a geldi. Meğer memlekette canı sıkılmış ve o da gezmeye çıkmıştı. Gelmişken de ısrarla benimle görüşmek istediğini söylüyordu. Ben ise “hayır” diyor, başka bir şey demiyordum. Çünkü onu da, ailemin diğer bireylerini de sevmiyordum ve sevmediğim için de görüşmek istemiyordum. Ama o en azından aynı anneden süt emdiğimiz için bir merhabalaşalım diyordu. Israrlarına dayanamadım ve bir yerde buluştuk. Oturur oturmaz o yapay gülümsemesiyle “eee daha daha nasılsın” deyiverdi. O anda altımdaki sandalyeyi tutup kafasında parçalamak istedim ama kendimi tutmamın daha doğru ve olgunca bir hareket olduğunu düşünerek “iyi işte görüyorsun” demekle yetinirken, hafifçe tebessüm ettim ama edemedim, bunun yerine yılan gibi sırıttım.

Zaten hiç numara yapmayı beceremedim. Hep ağzıma yüzüme bulaşıp kalır bu yapaylıklar. Hayır yapaylığın bana yakışacağını bilsem, kimsenin anlamayacağından emin olsam 24 saat gülümserim ama yok. Vallahi gülemiyorum. Hele karşımda anasını avradını öldürmek istediğim biri varken, götüme atom bombası soksanız gülemem. Yapamam. Öyle mal gibi kalakalırım.

Neyse işte abimin saçma sapan muhabbetleri aldı başını gitti. Girmediği delik, yemediği bok kalmamış. Bu yıl alt komşumuz Fadime teyzeler de taşınıp gitmişler. Mahalleye çingeneler gelmiş, eski mahallelilerden kimse kalmamış. Onlarda taşınacaklarmış ama ev alacak para yokmuş falan da filan. O böyle kendi kendine anlata dursun bende “aaa, eee, yazık olmuş, hayırlısı inşallah, olur ya öyle şeyler, hayat böyle ne yapalım” gibi tek kelimelik cevaplar veriyordum.

Sonra nasıl oldu hatırlamıyorum ama bi ara kalp krizinden öldüğünü bildiğim yeğenim hakkında konuştuğunu anladım “ya işte o da çobanlık yaparken silahı yanına almış, dağda ineklerin yanında tek kalınca da tutmuş ağzına sıkmış” dedi ve ben bi anda dondum kaldım.
Birkaç saniye kendime gelemedim. Öyle baktım suratına, ciddi miydi, yoksa dalga mı geçiyordu. Hayır yani zaten dalga geçilecek bir konu değildi. Ama yani yeğenim kalp krizi geçirmişti, annem öyle söylemişti. Sonra kendimi topladığım bir an da “nasıl yani” diyebildim. “nasıl yani si mi var yavv? Çocuk zaten içine kapanıkmış, inekleri otlatmaya götürmeden önce amcaları da onu dövünce o da herhalde iyice bunalmış ve dağa gidince de tüfekle kendini vurmuş” dedi.

O böyle anlatınca durdum. Biraz düşündüm, biraz daha düşündüm. 21 yaşında bir çocuğun intihar etmek için canı ne kadar sıkılabilir ki? Yani zaten 21 yaşında ya o. Yani hayat istediği kadar boktan olsun, ne olacak ki amcasıyla bir defa kavga etmişse, ne olacak yani. Hem, hem..
Yok ya söyleyecek bir şey yoktu. Biraz durup boş boş bakındım. Derin derin off çektim. Aradan bir yarım saat geçtikten sonra intihar fikrini kabul etmiştim. Annemin bana yalan söylemesini kabullenememiştim. Yani ne diye yalan söylemişti ki? Ahhhh ahh.

Bunu abime de söyledim “oraya geldiğimde bana niye yalan söylediniz? annem 'kalp krizi geçirmiş' demişti bana" o da “ya bilmem sana öyle söylediklerinden haberim yoktu” diyerek geçiştirdi.
Şimdi düşünüyorum da, ama zaten ben de o an da intihar olduğunu bilseydim, hele çocuğun sürekli dayak yediğini bilseydim, ortalığı darmaduman ederdim. Galiba bizimkiler bunu biliyordu ve benden de bu yüzden saklıyorlardı. Özellikle de annem. Yoksa yeğenimin amcalarının ağzına sıçardım valla. Gerçi şimdi biraz daha toparlanayım, telefonla arayıp ağızlarına sıçmayı düşünmüyor değilim. Dur hele bi şu durumu adam akıllı biraz toparlayayım, ben yapacağımı bilirim…

Sonra abime ardı ardına sorular sordum. Hiç bitmeyen sorular. Aradan birkaç saat geçtikten sonra ben hala aynı sorulara aynı cevapları almak istediğim için, sorup sorup duruyordum. O da “sakin ol” deyip deyip cevaplıyordu. Ama benim sakin olacak bir şeyim yoktu.

Sonra biraz sakinleştim, hem sakinleşmesem ne bok yiyecektim ki? İşte o anda aklıma ağlamak geldi. Biraz ağladım, rahatladım. Biraz daha ağladım, biraz daha rahatladım. Ama hiçbir ağlamam ilk ağlamam kadar içten olmadı, sadece biraz daha ağlamalıyım diye ağlıyordum. Zaten sanki vicdanımı rahatlatmak için ağlıyordum. Öylesine ağladım ağladım ağladım. Sonra tabii abimle ayrıldık, o ebesinin ammına geri döndü, bende küçük mutsuzluklarında kriz geçiren sahte dünyama geri döndüm. Yeğenim ise; yıllardır amcalarının ondan zorla çobanlık yapmasını istediği için artık bıkmıştı. Küçük çocukken dayakla kötekle çobanlığa gönderilmesi neyse de, 21 yaşında bile hala dayakla kötekle çobanlığa gönderilmesine kızmıştı. Çünkü amcaları onu öyle bir dövüyorlarmışki; ağzı burnu yer değiştiriyormuş. Ön dişlerinin hepsi kırıkmış, vücudu hep yara bereymiş zaten. Hani çocukken neyse de; şu son birkaç yıldır yediği dayaklar artık genç adamın canına tak etmiş.
Bu yüzden birkaç defa evden kaçmak istemiş ama bulunduğu şehrin otogarına kadar ancak gidebilmiş. Çünkü bilet alacak parası yokmuş. Birkaç defa kendisinden büyük abisine durumu anlatmış, ama abisi askere gidinceye kadar yalnız yardımcı olabilmiş. Abisi askere gidince de amcaları çocuğun pestilini çıkarmaya devam etmişler. Zaten abisi askerde olmasa o çocuk ölmezmiş de.
Çünkü çocuğun abisi, abime askerde bile telefon açıp “ya dayı kardeşim birkaç günlüğüne size gelsin, evde sıkılıyor” demiş. Abim de çocuğun paraya ihtiyacı olabileceğini bilmeden “tamam gelsin” demiş. Oysa çocuğun başka şehre gidecek kadar bile cebinde parası olmayınca, köy yerinde zorla çalıştırılmaya, çalışmayıncaysa tekme tokat, artık allah ne verdiyse yiyerek yaşamaya mecbur kalmış.

İntihar ettiği gün de, amcaları yine onu zorla çobanlığa göndermeye kalkışmışlar. Ama o gitmek istememiş ve bunun üzerine amcalarından ikisi çocuğu tutup tekme tokat allah ne verdiyse dövüp kenara atmışlar. Çocuk daha sonra toparlandığında, ablasına gidip “bana yol parası versene dayımlara gideyim” demiş, ablası da kenarda bulunan 10TL’sini uzatıp “valla başka param yok” diyerek onu vermiş. O da bu parayı da almamış ve üstünü başını temizleyip çobanlık yapmak üzere inekleri, çobanlık eşyalarını falan alıp dağa gitmiş ve ertesi gün ablası gelip onu kaya’ya sırtını vermiş halde, av tüfeğini ağzına dayayarak intihar etmiş halde bulmuştu…

İşte böyle yani. O çocuğun daha 4 yaşındayken, bol bol çimdiklenmesine ben sebep olmuştum. Şimdi ise ölmesine amcaları. 
Dünya bazılarımıza çok bonkör davranırken, bazılarımıza elleri sımsıkı davranıyor. Kimimiz iPhone’un yeni modelini alamadığı için tüm içtenliğiyle salya sümük ağlarken,  kimimiz dayak yiyerek ölmekten kurtulmak için, bineceği otobüse bilet alacak para bile bulamıyor..

15 Temmuz 2014

sinir harbi yaşıyorum aşkım. lütfen sonra konuşalım.

Ya bu amına koduğumun yaz ayları, normalde hepimize iyi gelmez miydi? Yani insanın içi böyle hoooppadanak sebepsizce mutlulukla dolup, etrafa sebepli sebepsiz gülücükler attırmaz mıydı? Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum. Yoksa küresel mutsuzluk diye bir şey çıktı da benim mi haberim yok. Ne oluyor yahu bi söyleyiverin. Çünkü yaz aylarına girdik gireli, mutsuzluktan ölecek gibiyim. Böyle içim dışım mutsuzluk doldu. Her tarafımdan mutsuzluk fışkırıyor. Öyle pis bi his'ki anlatamam.


En ufacık yanlış bir harekette bile çok çabuk sinirleniyorum, kızıyorum, bağırıp çağırıyor ve etrafı döküyorum. Hani bende böyle olmasını istemiyorum ama sonra bi bakıyorum patlamışım bile. Oysa böyle olmazdım, olmazdı. Yani ne oluyor bitiyor anlamıyorum da.

Yaz ayları bana bunları yaparken, durdum düşündüm ve bu yüzden bi devlet hastanesinin psikiyatri bölümünden randevu aldım. Bu sabah randevuya gittim ve doktor şikayetlerimi sordu, bende işte sinirleniyorum, çabuk mutlu veya mutsuz oluyorum falan filan dedim. O da bana ilaç yazıyorum deyince "yok ilaç kullanmıyorum. inandığım bir tedavi yöntemi değil" dedim ve o bir şeyler sölenip "deneyelim en azından" diyerek bitirdi. Ben mırın kırın ettim, baktım o da ilacın yan etkilerini (titreme bazen labilirmiş, vücut ilk zamanlar kasılabilirmiş, uykum geebilirmiş vs) anlatmaya başladı. Baktım derdimi anlatamıyorum, dinledim ve en sonunda sesini kessin diye de boş boş gözlerine bakıp "oluuur" dedim ve verdiği reçeteyi alıp çıktım.

Gerizekalı karı ya. Ben ona ilaçlara inancım yok, hap map kullanmam diyorum o ise bana; korkma bağımlılık yapmaz diyor, yazdığı antidepresan hakkında bilgilendirmeler yapıyor. At kuyruğu şeklindeki saçlarından tutup kafasını defalarca masaya çarpmak istedim. Böyle ağzını açıp tükürmek, yüzüne hiç durmadan 100 tane tokat atmak ve kulaklarından çekiştirip "şimdi beni anladın mı? duyuyor musun beni?" diye bağırıp çağırmak istedim ama bunun yerine boş boş yüzüne baktım.

Oysa öylece durmamalıydım. Saçlarını çantamdaki çakmakla tutuşturmalıydım, bilgisayarını kucaklayıp pencereden aşşağı atmalıydım. ama yapmadım. Ahh keşke yapsaydım ve "işte bi anda böyle kızıyorum. Şimdi derdimi anlatabildim mi?" diye sorsaydım. Ama yapmadım ve reçeteyi alıp çıktım.

Sikerim ilaç milacı ya. Ben sorunumun sebebini öğrenmek istiyorum. Yani neden bu kadar hızlı köpürüyorum, neden bir anda yeşil dev Hulk'a dönüşüp, ortalığı darma duman ediyorum bunu öğrenmeliyim. İlaçlık bir iş değil benimki. İlaçlık ise de sebebini öğrendikten sonra, iyice anladıktan sonra gerçekten gerekiyorsa ilaç almak istiyorum. Öyle sinirlendim ilaç alayım geçer birazdan kafalarında yaşamayı sevmiyorum. Bana mantıklı da gelmiyor. Ammına koduğumun salak karısı ya, sinir etti beni. höf. gerizekalı gibi her gelene ilaç yazan bir salakla niye muhatap oldum anlamadım ki.


Neyse zaten ilaçları almıycam. Başka bir hastaneye bakıcam. Demekki öyle her hastane de gerçekten iyi ve kaliteli foktorlar olmuyormuş. Bunu da öğrenmiş oldum. Salak karı ya. sinirim geçmek bilmedi.

Ya aslında bu sinir işini kafaya takmazdım ama en çok sinirlendiklerimden biri de Öküz Herif oluyor. Adamın en ufak bir potunda hemen üstüne çörekleniyorum. Bağırıp çağırmalar, köpürmeler. Öyle bir kızıyorumki "o an kendimden geçiyorum" desem yeridir. En sonunda tüm kızgınlığım geçtiğinde pişman oluyorum ama tabii iş işten geçmiş oluyor.

Açıkçası biri bana bu denli bağırıp çağırsa, valla anam babam demem ağzının ortasına tekmeyi gömerim. Ama işte bizim öküz beni çok sevdiğinden olsa gerek sesini de çıkarmıyor. Böyle tamam tamam deyip geçiştiriyor. Sonra tabii ben ona böyle davrandığım için kendi kendime de sinir oluyorum ama işte.. Puff hakkını helal et Öküz'üm.


14 Temmuz 2014

Hayat devam ediyor anacım

Yeni eve taşındım. Güzel bir ev aslında. Tek sıkıcı yanı: kutu kadar olması ve kutu kadar olmasından dolayı da kirasının düşük olması. ama yine de güzel.
Oysa oldum olası büyük evleri sevdim ve bu yüzden hep büyük evlerde yaşadım. Yani tabii saray büyüklüğünde evler değillerdi ama yani iki adımda mutfağa, yatak odasına, tuvalete veya diğer odalara da geçmiyordum. Yani 3-5 adım daha fazla atıyordum.
Gerçi bu evin biraz küçük gelmesinin nedeni Cihangir'deki evin çok çok büyük olmasından dolayı olabilir. Çünkü bildiğin 130-140metrekareydi ve zaten evin büyüklüğünden dolayı bazen arkadaşlarımla top oynadığımız bile oluyordu. Neyseki genelde gündüz oynadığımız için kimse rahatsız olmuyordu.

Bu evde ise işte iki adımda evi bitiriyorum ve top oynamak yerine göbek atıyorum. Ama yani evimi sevdim. Bi şikayetim yok çok şükür. Tek şikayetim gece yarısı canım sıkıldığında kalkıp Taksim'e gitmek için ödediğim taksi parası. Mübarek 25 TL tutuyor ve benim de canım çok sıkılıyor.
Hele birde ilk birkaç gece Taksim'e gidiş gelişimde, taksimetrenin nasıl hızla değiştiğini gördüğümde kalbim duracak gibiydi. O rakamları görmemek için gözümü sımsıkı yumup durdum ama nafile. Her defasında taksi parası götümde patlamaya başladı.
İlerleyen günlerde kendimi taksi parasına alıştırayım dedim ve taksimetreye hiç bakmamaya başladım. Ama ben bakmayınca sanki taksi metre bana bakıyordu. Böyle resmen nereye baksam taksimetrenin beni izlediğini sanıyordum.
Sonra aman koy götüne gitsin dedim ve her gidiş gelişimde şöförlerin inadına taksimetreye dik dik bakmaya başladım ve nihayet artık taksimetreye alıştım. Artık gecenin bi yarını canım sıkıldığında kalkıp taksim'e gitmek istersem en fazla 25-28 tl ödüyorum ve bunu bildiğim için de çok koymuyor. Ama doğrusu şu ki; taksimetreyi her ne kadar kabullenip bakmamaya çalışsamda, sol gözüm sanki otomatikman taksimetreye kayıyor ve öyle kalıyor. Bi gün gözümü çıkarıp taksimetrenin önüne bırakıcam ve "al al, doya doya bak" diye fırça atıcam, olcağı o yani.

Taksimetre parası götümle patlarken, taksicilere de sulanmaya başladım. Geçen eve dönerken adama öyle bir sulandımki ve hatta işi sulanmaktan öteye götürüp adamın bacak arasına el attım. Rezillik diz boyu bende. Neyseki adam "çok uykusuzum birazdan mesaim bitecek, sende boşuna yorulma" dedi. Ben rezilin tekiyim de, taksici de maşallah bayaa olgun ve gayet normal bi şekilde beni tersledi. Daha doğrusu terslemedi de; böyle sakin sakin beni de sakinleştirdi. Hayır yani olay nasıl oraya geldi ben de hala anlamış değilim. Iyyy rezilin tekiyim ve adamı taciz etmem resmen utanılacak bir durumdu. Off bu konu aklıma geldikçe utanıyorum.

Ya konu yine nerden nereye kaymış. Neyse ben yeni eve taşındım ve sevgilimle de devam ediyoruz. Ama doğrusu bu ara ondan o kadar çok soğudumki; nedenini de bilmiyorum. Bazen kendi kendime "keşke hiç tanışmasaydık" diyorum, bazen de "iyiki tanışmışım" diyorum. Onun hakkında ne düşündüğümü tam anlayamadım ve bu ara kafam çok karışık. Neyse dur onu sonra anlatayım. Böyle biraz duygusallı yazayım onunla olan ilişkimizi. Çünkü bu ara uykusuzluk sorunum var günde 3-4 saat anca uyuyabiliyorum ve her şeye canım sıkılıyor. Bir de böyle garip gurup bişi oldum çıktım.
Off başım ağrıdı valla. Sonra geleyim yine. öptüm cnm.bye. bye.

07 Temmuz 2014

büyüdüm ve daha gerçekçi yaşamaya başladım.

büyüdüm ve daha gerçekçi yaşamaya başladım
hani dönüp mal mal baksan ve "yarrağım neyi daha gerçekçi yaşıyorsun?" dersen;
işte görüyorsun artık tek bir gülüşe kanmıyorum mesela.
mesela sevişlerimin de hep o anlık olduğunu iyice belledim
biliyorum artık birini elde edince ve ona dokununca bitiyor aşk.
hani "neden beni aramıyor, niye hiç sormuyor" diye peşlerinden ağıt yaktıklarım var ya; onları da artık daha iyi anlıyorum.
zaten insanın yatağa girdikten sonra büyüsü kalmıyor.

ahh ki ne ah.
büyüdüm ve daha gerçeçi yaşamaya başladımda bi sikim mi oldu dersin?
yok inan. hiçbir sik anlamadım bu hayattan.
ne diye geldik, ne diye sürünüyoruz öğrenemedim gitti gitti.

ama şu da bir gerçek ki ve hatta en büyük gerçek ki;
gerçekçi yaşamaya başladıktan sonra canımın yanması durdu.
artık elimde tuttuğum güllerin bile dikenlerinin battığını iyi görüyorum.
oysa eskiden güller güzeldi ve güzeldiler diye can yakmazlar sanıyorum.
şimdi ise can yaktıklarını anladım ve artık canım da yanmıyor.