-->

24 Temmuz 2019

ımmmm şeyy

Dışarda yağmur yağıyor. İçeriye biraz temiz hava ve bol sinek girsin diye evin tüm pencerelerini açtım. Bence bi yağmur damlasıyla ölebilecek kadar basit sineklerin de kedi köpek kadar korunmaya ve eğer zarar vermiyorlarsa yaşamaları lazım. Zararları yok, yaşamamalılar. Zaten pencereler hep açık olduğu için, yağmur sonrası kendiliklerinden uçup gideceklerdir. Çünkü evde, üstüne konup tadına bakabilecekleri açıkta yiyecek hiçbir şey yok. Hem sinek bile olsa, bir yere kapatılıp açlıktan ölmeyi hiçbir canlı hak etmiyor. Yani onları ya öldürmeliyiz, ya da boklarına konmaları için özgür bırakmalıyız

-------

Canımıniçi sabah işe gitti, bende saçma sapan tv kanallarından birini izliyorum. 
Kanalın yayınında şu an müzik köşesi gibi bir şey var ve izleyiciler canlı telefon bağlantısıyla, sunucudan istekte bulunup, bir kaç saniye sonrasında da telefonu kapatıyorlar. Az önce izleyicilerden biri telefonu kapattıktan sonra, istediği klip ekranda dönmeye başladı ve sunucu, izleyici hakkında diğer çalışma arkadaşlarına "kime armağan ettim dedi?" diye bağırdı. Mikrofonu açık unutmuşlar ve şu an pop kliple beraber sunucu ile diğer çalışanların muhabbetini dinliyorum.

-------

Bu aralar günlerim hep böyle geçiyor. Yani boş boş. 
Gün içine pek bir şey yapmıyorum, açtığım üçyüzüncü sınıf tv kanallarındaki, beşyüzüncü sınıf filmleri, klipleri, programları, reklamları ve tanıtım videolarını izliyorum. 
Tanıtım videoları daha çok ilgimi çekiyor. Özellikle tırt bir ürünün, dünyayı kurtaracak kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştıkları o bok çabalarını izlemek hoşuma gidiyor.
Ne idüğü belirsiz gıda reklamlarını da seviyorum. Ama sanırım en çok da tırt bir elektronik aleti anlata anlata bitiremedikleri o muhteşem videoları.
Oysa insanların sadece paraya ihtiyacı var. Neden bankada para biriktirmek, hiç kullanmayacakları rakamlara sahip olmak için bu kadar çabalıyorlar ki? Saçma!
Güven problemleri var. Hayata ve kendilerine güven problemleri. Tahminim o ki; eğer güven problemlerini çözebilseler, çok mutlu olup sadece huzur içinde yaşayacaklar.

--------

Bu aralar sürekli gözlerim doluyor ama ağlamıyorum. tutuyorum kendimi. çünkü erk erler ağlamaz.
İşin şakası bi yana; evet gerçekten çok ağlak birine dönüştüm. Olur olmadık anlardaki romantik gösterilerde, bir kedinin yavrusunu sevişinde, izlediğim yardım videolarında..
Bu ve benzerlerinin tümünde gözlerim doluyor. Kendimi tutamıyorum. 

17 Temmuz 2019

günlük yazı

Sabah 11:23'de uyandım. Saate uzanırken, yani daha doğrusu telefona uzanıp saatin kaç olduğuna bakarken aklımda saatin henüz 07:30 olduğu düşüncesi vardı ama ekran düğmesine bastıktan sonra ekranın açılıp saatin 11:23 olduğunu gördüğümde küçük bi şok geçirdim. Çünkü bu kadar geç uyanacağımı düşünmemiştim.
Hemen kalkıp işim varmış gibi içeriyi topladım, dolaptaki hazır mantıyı haşlayıp yedim. sonra gelip, film izledim, makale okudum, haberlere göz attım, sevebileceğim bir şarkıyı dinledim, yazı yazdım ve işte günümü böyle doldurdum.

Canımıniçi (yani Öküz Herif. Bundan sonra ona canımıniçi diyeceğim.) dün iş çıkışı "lise arkadaşlarıyla aylık buluşma"sına gittiği için ve buluşma sonrasında da annesinde kalmak istediğini söylediği için yoktu. Dün gece yalnızdım ve ben yalnızken uyuyamıyorum. Uyumak için her şeyi denedikten sonra, geç bir saatte uyuya kaldığım için de nasıl uyumuş olduğumu hatırlamıyorum.
Dün gece de böyle olmuştur. Yani nasıl uyuduğumu hatırlamadan geç saatte uyudum ve işte bu yüzden 11:23'de uyandım.

Hafta sonu doğalgaz için İgdaş'a başvurmuştuk ve bu sabah igdaş çalışanı gelip gazı da bağladı. Artık evde doğalgazımız da var ve bu ikimizi de çok rahatlattı. Gerçi kombi bozuk ama bakalım, onun için de ikinci el bi kombi aramaya başladık ve kombi sorununu da bu şekilde çözmeyi düşünüyoruz.

Üst katımızda suriyeli kalabalık bir aile var ve çok gürültü yapıyorlar. Çocukların ayağında sanki demir tabanlı ayakkabılar varmış gibi koşturmalarına bazen inanılmaz kızıyorum ama sonuç olarak, çok da kafaya takmazsam bi sorun çıkmaz diye düşününce, gürültülerine de alışmış oluyorum.
Geçen hafta evlerine çıkmıştım çünkü mutfak tavanından içeri su damlıyordu ve bende onların evlerini haftada bir defa komple su ile yıkadıklarını bildiğim için gidip uyarmak istemiştim.
Evlerine çıktığımda beni evlerinin içine alıp evlerinin halini gösterdiler ve bundan dolayı çok utandım. Çünkü evlerinin içi, tavanları, duvarları her yer ama her yerin boyaları atmış,  bol bol küflüydü ve yerde serili hiçbir halı yoktu. Üstelik evlerinde genel olarak eşya da yoktu. Sadece dolap, yatak vardı. Yerler çıplak, pencereler eski yırtık perdelerle kapatılmaya çalışılmış, çocuklar yarım yamalak giyiniklerdi.
Onları bu halde görünce, uyarmaya çıktığıma bile utandım ama artık çıkmıştım ve bir şey demeden indim. Halleri kötü, ama bu hallerini görmeyen ırkçı insanlara göre ise rahatları yerindeydi.
Oysa rahatları yok, sadece başlarını sokacak 4 duvar ve bir çatı bulmuşlar o kadar.
Evlerinin içine dönecek olursam; bina komple eski olduğu için, duvarların içindeki demir borular pas tutup zamanla çürümüş olmalılar çünkü bütün duvarlar ve tavanlar yıkanmış gibi ıslak, boyaları atmış halde kötü ve küflüydü. Üstelik o eve 900 TL kira ödüyorlar.
Ev sahipleriyle konuşup, eve kalıcı bir çözüm bulması ve bu akan su sorununu çözmesi için iyi bi fırça atmayı düşünüyorum. Bakalım fırçayı ne zaman atacağım.

Bu arada lafı komşulardan açmışken, eve ilk yerleştiğim günün ertesinde de diğer komşulardan ikisiyle de kapıda karşılaşmıştım.
İkisi de üst katlarda oturuyorlardı ve (ki zaten en alt katta olduğum için, karşı komşumuz hariç bu apartmanda herkes üst katımda oturuyor) beni gördükleri anda "burda mı oturuyorsun" diye sordu, biraz daha dik dik bakan kadın. ben de "evet, artık evimde ben oturacağım" dediğim anda ise "burda önceden bekarlar oturuyordu, biz bekâr istemiyorduk. sen de mi bekarsın" dediği anda "evimde kimi oturtacağımı sana soracak değilim. bi daha benimle karşılaştığında bu şekilde benimle konuşma. tamam mı?" dedim ve bu sırada dik bakmayan sakin kadının, içinden kıs kıs gülmeye başladığını fark ettim.
Onun bu muzip haline rağmen diğer dik dik bakan kadın ise "ama onlar bekârdı, olmaz öyle. biz rahatsız..." dedi ve bende cümlesini bitirmesine izin vermeden "evimde kimi oturtuğum sadece beni ilgilendirir. çok rahatsız oluyorsan verseydin kirasını, boş tutar kimseyi oturtmazdım" diye uzun uzun söylenmeye başladığım anda ise sinirle apartman kapısını açıp dışarı çıktı, diğer arkadaşına da gel gibisinden işaretler etti ve çekip gittiler :(
Bu aralar böyle şeyler oluyor işte.

Boş durmamak ve yazı yazmayı alışkanlık haline getirmek için bu cümleleri yazıyorum ve önemli veya önemsiz olduğuna bakmadan düzenli olarak gelip her gün bir şeyler yazacağım. Bunu hem bir uğraş haline, hem de yazı yazmayı alışkanlık haline getirmeye karar verdim. Üstelik sürekli yazacağım için, zamanla daha iyi yazacağımı düşünüyorum. Bakalım işe yarayacak mı?

14 Temmuz 2019

yalnız kalmamak için çırpınmayı bırakıp, dibe battım ve işte orda gördümki, suyun üzerinde durmaya çabalamak aslında zaten dibe batmış olmaktı. Üstelik sadece dibe batmış olmak değil, dibe battığını herkese ögtsermekti de.
Ama gerçekten dibe battığımda, yani syun üzerinde kalmayı çabalamak yerine kendimi suya bıraktığımda gördümki, yalnızdım ve yalnızlığımı kabullenmek, dibe batmak değil, sadece dibi görmekti. Dibi görmek, kaybedecek hiçbir şey olmadığını görmekti. bunu fark etmek, kabullenmekti.

uzunca bi süre yalnızlığımı kabullenmeye çabaladım ve ne yazıkki o çabalamalarım esnasında bile aslında yalnızlığımı kabullenmemek için elimden gelen her şeyi yaptım. yani işte önüme her çıkanla sevişmek, her el uzatı dost sanmak, her gülümseyeni arkadaş olduk sanmak gibi uğraşlar. ilk başlarda yalnızlığı kabullenmek zordu. çünkü insan aslında yalnız kalmaması gerektiğini düşünerek büyümüştür ve illa hayatnda biri olmalı gibi davranır. bunu aşmak çok kolay olmadı ve hâlâ tam olarak aşmış olduğumu da düşünmüyorum. ama aşamayacağımı bi an olsun kabullendikten sonra, yapmam gerekenin aslında yalnızlığımı ehlileştirmek olduğunu düşünüp öyle yaşamaya başladım ve bunu aradan 2 kocaman yıl geçtikten sonra başarabildiğimi düşünüyorum. yalnızlığımı ehlileştirdim ve işte tek başıma günlerce kalabiliyorum. günlerce sadece kendime vakit ayırabiliyorum.
peki gerçekten bunu yapabiliyor muyum? yoksa aslında bir yanılsama içerisinde miyim?

bu gece bi an dönüp kendime baktım ve aslında, yapayalnız olduğumu görmemek için kendimi sürekli televizyon, kitaplar ve internetle oyaladığımı görüp kendime üzüldüm. belki de hepiniz böyle yapıyorsunuz ve yalnız olmadığınızı görmemek için kimbilir daha ne saçmalıklara katlanıyorsunuzdur.

13 Temmuz 2019

öküz'den bir melek

2012 yılı Şubat ayında tanışmıştık ve saçma sapan hareketleri, olur olmadık anlardaki dengesizlikleri yüzünden ona Öküz Herif adını takmıştım. 
Zamanla öküzlüğünün sadece anlık tepkilerinden kaynaklı bir lakap olarak yakıştığını değil, aslında kişiliğine de yakıştığını düşündüğüm için, adı da Öküz Herif olarak yapışıp kaldı.

Beraberliğimiz sırasında öküzlüğünde çok ileri gittiği zaman, ikimiz için de en iyisinin birbirimizden ayrılıp kendi yolumuza bakmak olduğunu düşündüğümüz için ayrılıyor, bir kaç hafta veya 1-2 ay sonra ise tekrar dönüp dolaşıp birbirimize geliyorduk. 
Çünkü ikimiz de, karşımıza ilk çıkan kişiyi hiç yargılamadan, neler yaşamış olduğunun sonrasında neler hissederek yaşamakta olduğunu umursamadan sevmeye dünden razıydık, hemen razı davranıyorduk ve bundan dolayı, belkide hayatlarımızın aşkını, kendimizden kaçırtıp duruyorduk. Durduk.

Gidip sevecek başka kimsemiz olmayınca, birbirimize dönüp duygusal beklentilerimizi birbirimizde doyurmayı tercih ediyor, güle ağlaya günlerimizi geçirip gidiyorduk.
Günlerimizi geçirip giderken, aradan 7-8 yıl geçti ve işte şimdi tekrar aynı evde yaşamaya başladık. Üstelik bu kez onun evindeyiz, yani onun bir kaç yıl önce yatırım yapmak için aldığı eve yerleşmeye karar verdik. 

Geçen hafta itibariyle, iki yıl önce Kıbrıs'a okul okumaya gittiğimde, arkadaşımın balkonunda çürümeye terk ettiğim, yani dağıttıklarımdan sonra elimde kalan ev eşyalarımı da, buraya getirip yerleştirdim ve işte şimdi bir hafta dolmuşken, ikimiz beraber tamamen yerleşmiş olduk.

Yatağımız, onun internetten aldığı ucuz şişme bi yataktan ibaret ve açıkçası bu huzursuz uyku durumlarımız umrumda değil. Çünkü dün gece ona baktığımda içimden "şerefsiz yav, seni çok seviyorum" demekten kendimi alamadım.
Birini sevdiğimizde, hayatımızdaki diğer tüm eksiklikler kapanıyor galiba. Ya da bende durum bundan ibaret. Gerçi onda da farklı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü o da halinden memnun ve böyle sürüp gitmesi taraftarı olduğunu ifade etmekten geri kalmıyor. Gerçi onun şikayetsizliği genlerine işlediğini düşündüğüm cimrilikten de olabilir. Ama umrumda değil. Ben görmek istediğimi görmeye devam edeceğim.

Geçen gün ev eşyalarıyla ilgili konuşurken, ona "sıfır eşya almak yerine, sahibinden.com'de ev eşyalarını çok uygun fiyata veya ücretsiz veren insanlar var. ordaki ilanları takip edelim ve uygun fiyatlı yatak, masa, dolap, kitaplık gibi şeyler bulursak alalım" dedim diye sevinçten gözlerinin içi parladı ve bunu saklama gereği de duymadı. 
Onun bu huyunu seviyorum. Beni de bu konuda biraz eğittiğini ve hatta çok şey öğrettiğini söyleyebilirim ve belki de aslında onu; bana öğrettiği şeyler için seviyorumdur. o da belki beni, ona zorla öğrettiklerim için seviyordur. 

Günlerimiz şimdi çoğunlukla, internetten ev eşyası bakıp, birbirimize uygun veya beleş ilanların linklerini göndererek geçip gidiyor. Tabii benim iş aramalarım ve bu çağrılan görüşmelere gitmelerim ile onun işe gidip gelmeleri de var. 
Akşamlarımızı soracak olursanız tv izleyip kavga etmek ve sonrasındaysa sevişip uyumak dışında bir şey yapmıyoruz. 
Sabahlarımız ise; hafta sonu sabahları ve hafta içi sabahları diye ikiye ayrılıyor. Hafta içi sabahlarında benim osura osura yatmaya devam etmem esnasında, onun benim uyumaya devam ediyor oluşuma tepki olarak söylene söylene işe gitmeleri, hafta sonu sabahlarında ise, beraber geç saatte uyanıp kahvaltı etmelerimizle geçip gidiyor. 

Günler böyle geçip giderken ona artık Öküz Herif dememem gerektiğine de karar verdim ve bu yüzden ona yeni bir isim arayışındayım. Sonuçta artık onu bu haliyle, yani tüm kabalığıyla dengesizlikleriyle sevmişken, neden olumsuz bir çağrışımı olan isimle anayım ki?
Gerçi onu telefonuma aylar önce "canımıniçi"diye kaydettim ama yine de daha güzel bir isim arayışındayım.


02 Temmuz 2019



Keşke hayatıma anlam katacak bir uğraş bulup içinde boğulsam.
Kendimi içinde kaybetsem. Kendi içimde kaybolsam.
Evet bunu çok istiyorum. Kaybolmayı ve bir müddet kendimi kaybetmiş olmayı istiyorum. Ama bunu isterken, boş birşeyler içinde değil de, anlamlı bir uğraş içinde kaybolmayı umuyor ve istiyorum.
Çünkü şu an sanki yüksek bi yerde yürürken ayağım kaymış da boşluğa düşmüşüm de hâlâ yere değmemiş, düşmeye devam ediyormuşum gibi hissediyorum ve açıkçası öleceğim kesin bile olsa, şu an istediğim tek şey bi an önce yere çarpmaktan başka bir şey değil.

Ah şu belirsizlikler, insanın kafasında azcık kalmış olan aklını da alıp yere çarpan belirsizlikler. İnsanı insan olmaktan çıkaran şey belirsizlik değil de nedir?
Evet insanı insan olmaktan çıkarıp, insan dışı bri şeye dönüştürüyor.

Belki de insan yorgunluğunu hissetmemek için sürekli bir şeylerle melgul oluyor ve hayat denilen akıntı da o sürede bazı şeyleri alıp götürüyor.

Bu durum çok garip. Çünkü artık fark ettimki hepimiz öleceğimizi biliyor ve aslında bu bilgiyi kendimizden saklamak için kendimizi durmadan meşgul tutup oyalıyoruz.

yolun sonuna gelmiş gibiyim. Sanki dipsiz bir kuyuda, aşağı düşmeyi bekliyorum. Oysa kuyunun bir dibi olmadığını biliyorum ve düşmeye benzeyen bir şekilde kuyuda yol alıyorum.

yeni bir istanbul macerası'nın başlangıcı

Şimdi her şey bitti ve işte tekrar İstanbul'a döndüm.
İki yıllık "istanbulsuz yaşama macerası"nın ardından tıpış tıpış dönüp dolaşacağım yerin İstanbul olması güzel. Ama yoğun geçen iki yıllık süreçten sonra, buraya dönüp amaçsızca, öylece boş boş kalmak, daha doğrusu geçip giden veya gidecek olan günleri bir amacım olmadan yaşıyor olmak; her zamanki gibi fazla yorucu. Bu yüzden bi an önce kendimi fazlasıyla meşgul tutacak, günlerime değersiz de olsa anlam katacak bir şeyler bulmalıyım.
Yazmak bunların ilki olacak. Sonrasında ise sırasıyla bulduğum yeni şeyler gelecek.

Aslında yazarken fark ettim de; sadece bi kaç günüm boş geçti. yani henüz o kadar da korktuğum veya korkacağım büyük ve yıpratıcı bir boşluğa düşmüş değilim. Çünkü geçen hafta İstanbul'a geldiğimden bu yana Pangaltı'da bi arkadaşımda kalıyorum ve bu yüzden "ondan bir an önce taşınmam lazım" düşünceleriyle azcık da olsa meşgulüm.
Bu düşüncelerin beni biraz da olsa meşgul tutuyor olması iyi bir şey. Kötü olan ise; bir kaç gün veya bir kaç hafta sonra taşınacağım evin; Öküz Herif'e yıllar önce "paranı bankada faizde tutacağına, gel uygun bi ev bulup, sana ev alalım kenarda kalsın. hem aynı miktarda paranın faizi kadar da kira alırsın. üstelik değerlenecek yerlerden alırız, şimdi verdiğin para belki 3-5 yıl sonra iki katına çıkar, sen de 10'larca yıllık faiz geliri yerine bi anda kazanmış olursun. ayrıca biliyorsun bankada para olması demek, bankaların sömürecek bir kaç insan daha bulması demek olur. en azından senin bankadan parayı çekip, piyasaya sürmenle, bir kişiyi bile banka sömürüsünden kurtarabiliyorsak daha ne olsun? :)" gibi süslü cümleler eşliğinde başının etini günlerce yiyerek aldırdığım ev olma olasılığı.

Bu durum yani; İstanbul'dan ayrıldıktan 2 ay sonra, evimi teslim ettiğim ev arkadaşlarımın attığı kazık yüzünden, evi dağıtıp kalan beyaz eşyalar ve ıvır zıvırları, bu evinde kaldığım arkadaşımın balkonundan alıp, Öküz Herif'in evine yerleşecek olmam beni biraz germiyor değil. Kafam bu yüzden birazcık karışmıyor değil. Çünkü daha önce yine onun evine yerleşme durumum ortaya çıkmıştı ama ne yazıkki ona ödeyeceğim kirada anlaşamayınca ben başka bi ev tutmuştum.
Anlaşamadığımız kira farkı ise öyle çok fazla değildi, sadece benim biçtiğim değer, onun biçtiği değerin 100 TL altındaydı ve durum böyle olunca, o da inat edip "ben durup dururken yıllık 1200 TL kaybetmek istemiyorum" deyip evini bana kiraya vermemişti.
Evet ev onun eviydi, zorla kiracı olacak değildim.

Şimdi ise belki bu, belki başka nedenlerden dolayı onun evine, beraber yaşayacak olsak bile, yerleşmekten korkmuyor değilim. Çünkü eğer onun evine yerleşirsem, bi anlamda ona iyice bağlı kalacağım ve biliyorum ki, onu ne kadar seversem seveyim, beni türlü türlü manipülasyonlarla çok sıktığında, ondan milyonlarca kilometre uzaklara gitmek isteyeceğim.
Evet böyle olacak, böyle hissedeceğim ve bunu ona da söylemekten geri kalmayacağım. Geri kalmamalıyım da.
İşin açıkçası şu ki; bu tür konularda geri de kalmam.
Ki bence zaten hep böyle olmalıydım da.
Hep böyle olmalıyız. Yani insan ne hissediyorsa, o konu üzerinde derinlemesine düşünmeli ve yeterince düşündükten sonra da doğru olanı, doğru bi şekilde yapmak için harekete geçmeli. Bunu ya diliyle, ya bakışıyla, ya sözleriyle yapmalı. Ben öyle yapıyorum.
(Tabii eskiden çok düşünmüyor, anlık hareket ediyordum ama artık düşünmeyi öğrendim. Çok düşünceli bir olup çıktım :))

Onun evine yerleşme fikrini ise, ona ben verdim ve şimdi fikrimin üzerinden haftalar geçmişken bu konu ciddi bi şekilde aramızda konuşuluyor.
Fikri ise geçen ay ben henüz Kıbrıs'tayken, ona "buraya gel, seninle burada da anılarımız olsun" dediğimde çıkıp Kıbrıs'a gelmişti ve biz onunla 1 hafta geçirmiş, bu süre içinde de İstanbul'a döndüğümde ev konusunda neler yapabileceğimi konuştuğumuzda vermiştim.
Konuyu başlatan konuşmayı ise o şöyle açmıştı:
-ee şimdi okul da bitiyor, ne yapacaksın?
-bilmem.
-nasıl bilmem?
-yani bilmiyorum.
-bana borcunu nasıl ödeyecen?
-üff zaten 10.000 TL değil mi? merak etme  öderim yavv.
-tamam da nasıl ve ne zaman ödeyeceksin
-en fazla okul bittikten sonra Antalya'ya gider çalışır, bi kaç ay içinde sana olan borcumu (borç para mevzusu şurdan kaynaklanıyor) biriktirir öderim. zaten oteldeki şefler de sürekli "işler başladı, ne zaman gelicen" diye sorup duruyorlar. yani anlayacağın önce okul bitsin de, sonra çalışıp veririm.
-iyi bakalım. peki sonra ne olacak.
-ne bileyim.
-ne bileyim diyor ya?
-e ne diyeyim?"dediğimde, Öküz Herif:
-ben de seni öyle bekleyeceğim değil mi?
-ee iyi de sana borcumu daha başka nasıl ödeyeceğim ki?" diye sert bi şekilde karşılık verdiğim için, sonrasında büyük bi sessizlik yaşadık ve konu kapandı. bir saat kadar sonra tekrar "ne olacak, ne yapıcan" gibisinden muhabbetlerimiz açıldığında, şöyle başladım:
-her şeyin en sonunda istanbul'a dönmekten başka yapabileceğim bir şey yok gibi. bu yüzden ne yapacağımı pek düşünmedim. hele bi geleyim de, bakarız o zaman.
-olum iyi de nerde kalacaksın, ne yapacaksın, ne yiyip içeceksin?
-ya gelince bulurum bi çaresini. hele bi geleyim de?
-allah allah! var mı böyle bi dünya? adama bak ya, gelince bakacakmış
-e iyide şimdi yapabileceğim şeyler belli. bu yüzden de ilk hedef olarak okulu bitirmem lazım. yani sende biliyorsun ki, şu an okul macerasını kazasız belasız bitirmekten daha öncelikli bir şey yok. şimdilik gördüğün gibi beni meşgul tutan tek şey bu. sonrası içinde oraya gelince bakılır. daha gelmeden nesine bakıcam. niye düşünüp boşuna stress olayım ki?
-hayata bak ya. adam ne güzel yaşıyor. ohhh
-üfff güzelse sende öyle yaşa. tutan mı var.
-heh şimdi tam oldu. tutan mı var diyor bide.
-ya olm kaşınıyor musun? kavga mı edelim istiyorsun. nedir olayın? derdini söyle, ona göre kısaca halledelim şunu
-kavga edelim demiyorum. ama böyle mi yaşanılır. "ne yapıcan" diyorum "bilmem" diyorsun, "ne olacak" diyorum "gelince bakarız" diyorsun. böyle bohem bi hayat mı yaşanılır.
-e iyide elimde olan imkanlar belli. şu an ne yapabilirim ki? düşünce gücümle de henüz dünyayı değiştirmeyi öğrenemedim gitti gitti. o yüzden bir konuyu farklı zamanlarda tekrar tekrar odaklanarak düşünmek yerine, o konuya bi sefer odaklanıp iyice düşünüp karar vermek daha iyi. şimdi ise daha gelmeme çok var. boşuna düşünüp düşünüp, kendimi zihinsel olarak niye yorayım ki?
-ohh
-ohh moh değil. şu an yapacak bir şey yok. yani gerisi gelmeme kaldı. bu yüzden de, oturduğum yerden değiştiremeyeceğim şeyleri tekrar tekrar düşünüp stress olmama gerek yok.
-allah allah, adamdaki rahatlığa bak.
-allah allah ya allah allah
-olm senden adam olmaz. böyle yaşadıkça da hep bi sik gibi ortada kalırsın.
-senin sevdiğin de zaten sik değil miydi? daha ne istiyorsun?
-siktir git.
-olur
-senle konuşulmaz ya. laflara bak.
-üff amma sıktın ha. madem istiyorsun konuşalım o zaman!"dedim ve bunun üzerine Öküz Herif "konuş bakalım" deyince, açtım bayramlık ağzımı:
-oraya gelince ne olacağını bilmiyorum. ne yapacağımı da bilmiyorum. bildiğim tek şey şu ki; geldiğimde ne olacağı belli olur, bende duruma göre bakar bir şeyler yaparım. ama şimdiden bir şey diyemem. ha illa bir cevap arıyorsan söyliim; geldiğimde bi kaç gün Pangaltı'daki Ardahanlı arkadaşımda kalıcam. Bu arada da kendime göre bi ev bulup yerleşirim. başka ne yapayım.
-okul ne olacak. ya dgs'yle hukuk kazanırsan?
-bu bilgiyle, bu seviyeyle okul mokul kazanacak gibi de değilim. kazanırsam da o zamana kadar bi ayar çekerim.
-ohh ne güzel
-güzel tabi ya. ne olsun başka.
-peki biz ne olucaz, ne yapacağız
-valla Öküzüm biz ne olacağız bilmiyorum. çünkü benim imkanlar belli ve gördüğün gibi, bana verdikleri burs kesme cezasını bile senden dilenerek zar zor ödedim. yani anlayacağın ve bildiğin üzere; meteliğim zaten yoktu. şimdi ise bi kaç ayım daha senin tarafından ipotek altına alınmış olduğu için hiç kalmadı.
-heh şimdi oldu
-oldu tabii.
-olm böyle olmaz.bi düzen kurman lazım
-ya iyi de düzen kurmak için zaman lazım. zamanla birlikte de para lazım.
-bende zaman çok, para yok.
-iyi bakalım
-ya "iyi, miyi" deyip durma. sikecem belanı ha!
-sik sik, beni siktin. belamı da sik
-öff siktir git ya
-sen iyice kafayı yedin. hiçmi sorumluluk almayacan. ne olacak bu halin?
-bak beni kızdırıyorsun!
-kızarsan ne olur?"dediğinde, iyice dolmuştum ve bunun üzerine:
-kızarsam elin körü olur. bu yüzden de sorumluluk almaktan ve sorumluluktan bahsetme bana. hele bi de yıllarca ben sana bakmışken, bana sorumsuz diyemezsin. öyle bi hakkın yok ve şunu bil; aramızda bi sorumsuz varsa o da senden başkası değil.
-eee
-eesi madem sorumluluk sahibisin, şimdi sıra sende. al benim de sorumluluğumu. ben yıllarca senin sorumluluğunu taşıdım, sana baktım. artık sıra sana gelsin de, sen bana bak. he ne dersin? artık sıra sana gelsin mi?
-bak bak bak!laflara bak! olm ne biçim laflar bunlar? bakmadık mı?
-neyime baktın mesela?
-bakmadığım bir şeyin mi kaldı?
-ulan neyime baktın. senin için eğlenceden başka bir şey değildim. sadece seni eğlendirmem için benimle vakit geçirdin. önemli bir şey, bi sorunum olduğunda da "bana ne, senin sorunun" deyip durdun. tüm sıkıntılarımı ben tek başıma çektim, sorunlarla kendim ilgilendim, hepsiyle kendim mücadele ettim, engelleri tek başıma aştım. sende gelip benimle seks yapıp yapıp gittin.
-heh başka?
-ee öyle. sanki yalan mı söylüyorum. ulan ben karımdan ayrılma arefesinde sana "galiba ayrılacağız" dediğimde bile, bana en gaddar, vicdansız halinle "bana ne ya, bana anlatma böyle şeylerini" demedin mi? ki o zaman birileriyle konuşmaya o kadar çok ihtiyacım vardı ki. senden başka da konuşacak kimse yoktu. sen de öyle deyince içime atıp öyle kaldım.
-bak bu konuda bana haksızlık ediyorsun?
-ne haksızlığı ya, ne haksızlığı! yalan mı?
-yalan değil ama sen de beni anla
-neyini anlayayım. sadece etimle ilgilenmek dışında ne yaptın?
-hiçbir şey yapmadım, heh hiç
-ulan en çok konuşacak birine ihtiyacım olduğunda bile "bana ne, bana anlatma" dedin. bunu diyen adam ne yapmış ki? bi de gelmiş dalgasını geçiyorsun. nasıl vicdansız birisin sen yav
-bu konuda bana haksızlık ediyorsun
-yok artık
-evet
-yine ben haksızlık eden oldum. peki bu sefer nasıl bi haksızlık ediyorum?
-biliyorsunki, bende senin oğlunla aynı durumda büyüdüm. babam bizi bırakıp gittiğinde, biz babasız büyüdük. ben oğlunun babasız büyüyeceğini düşünüyordum ve bu yüzden sana "bana ne" dedim. o çocuğun günahını alamazdım.
-tabii tabii kesin aynen bu şekilde düşünerek "öfff bana ne, bana anlatma" diye söylemişsindir.
-ister inan ister inanma 
-inanmıyorum!
-sen bilirsin. ben durumumu dedim
-yalan söylüyorsun. çünkü aradan yıllar geçmiş olsa da, sana "galiba biz karımla ayrılacağız" dediğimde, senin o anki ses tonun, hareketlerin, bakışların falan filan hepsi hâlâ gözlerimin önünde ve sen gayet kendinden emin bi şekilde "öff bana ne ya, bana anlatma" dedin.
-öff tamam kapat konuyu.
-kapatmıyorum. madem bi yerinden tuttuk, devam edelim.
-et bakalım
-en basitinden yıllarca benimle yaşadın bi güne bi gün "bu ayın kirasını ben ödiyim" veya "su faturasını ben alayım" ya da "bu ayki doğalgazı ben öderim, sen elektriği hallet" hadi bunlar da olmadı, en azından "şu bi iki ayın internet ücretini ben öderim" bile demedin. geldin kuruldun evime, yedin yarrağı döndün evine.
-sus
-susmuyorum. ben kiramı bile ödeyemiyorken sen o gün kaç posta sikişicez derdindeydin.
-iyice iğrençleştin.
-demek iğrençleştim. peki o zaman sikim dışında hiçbir şeyime bakmamış olan sen, neyime bakmış oluyorsun?
-ulan arabamla o kadar gezdik, araba su mu yakıyor?
-aa doğru su yakmıyor, aylık 100 TL yakıt alıyordun ve o 100 TL anca benim doğalgazımı karşılıyordu. tabii o 100 TL'nin içinde ben arabanla anca 15-20 liralık harcama yapmışımdır. çünkü biz sadece senin iş çıkışında eve beraber dönüyorduk. bunun dışında bi bok yapmıyorduk. ama şimdi sanki yakıtı bana harcamak için alıyomuşsun gibi de utanmadan konuşuyorsun.
-ya eve aldıklarım? beraber yiyip içtiklerimiz? her hafta 80-90 lira harcama yaptım. onları da gökten yağarken mi toplayıp getirdim?
-haaaa doğru. gökten yağanları toplamak yerine marketten alıyordun ve yeriz diye getirdiğin her şeyin yarısını evine götürürken, diğer kalan yarısını da seninle beraber biz iki günde yiyorduk. haftanın diğer kalan günlerinde ise ben gidip gökten yağanları toplamak zorunda kalıyordum.
-heh abart abart
-ne abartması lan. ben mi abartıyorum. asıl evine aldığın şeyleri, şimdi bana almışsın gibi davranmak abartmak olmuyor mu? nasıl hayvan birisin sen ya? ulan zaten kuş eti kadar maaş alıyordum, onu da beraber yiyorduk ve sen bi güne bi gün yardım teklifinde bulunmamana rağmen, şimdi utanmadan bunları mı söylüyorsun? ne nankör, vicdansız birisin sen ya? insan biraz merhametli olur ya.
-ahaha abart iyice abart. "gaddar" de bi de bana
-ee öylesin
-dünyanın en kötü insanıyım da, değil mi?
-değilsin. ama "vicdansızı" olabilirsin. düşüncesiz bi öküzsün.
-ahahaha
-gül gül çok gülersin.
-iyice abart sen. birde "hep kullandın beni de" de tam olsun.
-yalan mı?
-hep kullandım seni zaten değil mi?
-açıkçası öyle yaptın ve ben bunun ilişki içerisinde olduğumuz için normal olduğunu sanarak yaşayıp bugüne kadar geldim. ama şimdi burda, şu iki yıllık süreçte edindiğim deneyimlerden gördüm ki aslında normal değildi. sen, benim seni sevdiğimden emin olduğun için, beni acımasızca manipüle ederek kullanıp durdun. üstelik onca sıkıntımın içinde kılını bile kıpırdatmadan, sürekli seni elimde tutmak için çabalamamı sağlayıp, kendimi yetersiz hissetmeme de neden oldun. ama artık bir şey yapmayacağım. İstanbul'a geldiğimde de sana bakmayacağım. hatta eğer beraber yaşayacaksak, bi ilişkimiz varsa, olacaksa, bunca yılın karşılığında artık sen bana bak.
-oldu başka bi emrin?
-başka emrim yok.
-olsaydı yav.
-şimdi sıra sende! geldiğimde 5-6 yıl boyunca sen bana bakacaksın ve ben hiçbir bok yapmayacağım!

bu muhabbetimiz ve benzeri, aramızda defalarca tekrarlandı ve şimdi onca zaman geçmişken, galiba artık onun bana bakma sırası geldiğine o da ikna oldu.

evet aslında gerçekten bana bakmalı da. çünkü tüm maddi imkansızlıklar içindeki yaşantıma rağmen yıllarca ona ben baktım ve şimdi ben beş parasız kalmışken o bana bakmayacaksa, başka kim bakacak ki?
evet ondan başkası bakamaz. bakmamalı ve Öküz Herif bana bakmak zorunda...

Geçen hafta İstanbul'a geldiğimden bu yana henüz onunla karşılaşmadık, çünkü annesiyle beraber tatile gitmişlerdi ve dün gece döndüler. Ama biz hâlâ buluşamadık, bu akşam buluşacağız. Bakalım neler olacak.
Umarım güzel şeyler olur, çünkü gerçekten meteliksiz kaldım ve onun evine yerleşip, onun bana bakmasını sağlamaktan başka yapabileceğim bir şey yok.
Sonuçta ben sıramı savdım. Şimdi bakma sırası onda.