-->

31 Ocak 2020

seks bağımlılığından tamamen kurtulan ücretsiz seks işçisi

Uzun zamandır Canımıniçi, yani Öküz Herif dışında kimseyle yatmadım ve açıkçası yatma isteğimde yok. Çünkü onun, benim için doğru kişi olduğuna karar veren beynim, beni dışarda birilerini aramaktan men etti. Tabii bunda, benim kendi seks bağımlılığı konusunu halletmiş olmamın da etkisi var. Yani artık eskisi gibi karşılaştığım herkesle bi şekilde yatmak durumuna geçmiyoruz. Üstelik bunu bıraktığımdan bu yana devasa bir zaman kazandım ve bu zamanımı kendime ayırıp, kendim için bir şeyler yaratmaya çabalıyorum.

Seks için birilerini aramayı bırakmak öyle kolay olmadı. Zaten bunu başaramayacağımı düşündüğüm için her sevişme arzusunda otuzbir çekerek kendimi sakinleştirmeye çalışmış ve bi yerden sonra günde 5-6 defa mastürbasyon yapar olmuştum. Yani seks bağımlılığından, otuzbir bağımlılığına geçiş yapmıştım.
Buna kötü diyemem, çünkü bir kaç saat sonra yeni bir bedenle yatağa girme zorunluluğundansa, her an osbir çekmek daha mantıklıydı. Hem biliyordum, bu iş böyle gitmezdi ve kendi nedenlerim üzerine odaklanırsam, iyileşecektim. Ama iyileşmek için, öncelikle İstanbul'dan kaçmalıydım. Tam da kafamda bu düşünce belirdiği sırada, Kıbrıs fırsatı çıktı ve bende bir valizle hemen oraya kaçtım.
Aylar sonra işe yaradığını fark etmeye başladım ve artık osbir çekme sayımda da düşüş gerçekleşmişti. Üstelik yeni birileriyle tanıştığımda yatalım diyen olursa, hemen atlamak yerine hayır diyebiliyordum. Dedim. dedim. dedim.
defalarca, onlarca kez HAYIR dedim ve başardım. Artık birileriyle yatmadan durabiliyordum.

Oysa işin en başına dönersek, yani nerdeyse parasız seks yapan bir seks işçisinin hayatına dönen yaşamımın başlangıcına bakarsak, aslında AŞK arıyordum.
Aşk arama sebebimin en başına dönersek, aslında sevilmek istiyordum.
Sevilme nedenimin en başına dönersek aslında 12 yaşında bu yana ailem tarafından terk edildiğimi düşünüyordum ve bu durum zamanla beni, değersiz olmadığımı hissettirecek bir şey aramaya itmişti. Sonra ergenliğimde seksi keşfedince ise işler karışmıştı.
Çünkü değerli hissetmek, hissettirilmek istememe rağmen kimse bunu yapmıyordu. Ama seks bu işin en kestirme yoluydu, bunların en kolayıydı.
Sikim de ortalamaya göre büyük olunca ve insanlar büyük sikim için, bana tapınca her şey yolunda sanarak yaşamaya başlamıştım.
Çünkü bu beni değerli hissettiriyordu ve zamanla bu değerli hissetme durumu alışkanlığa, bu da seks bağımlılığına dönüşmüştü.
Tüm bunları anladığımda, bu illetten kurtulmak için doktora vs gittim ama herkes dalga geçer gibiydi. Çünkü herkes girecek bir delik ararken, ben artık girip çıktığım deliklerden kaçmak istiyordum. Bu da galiba komik gelmişti. Beni dinlerlerken komik buluyorlardı. Üstelik beni komik bulanlar en eğitimli, en bilginlerdi. Bu alanda güya en deneyimli olanlar, sözü geçenlerdi.
Bugün bile koca Çapa Tıp Fakültesi'ndeki profesörlerin, seks bağımlısı olduğumu düşündüğümü söylediğimde ve her gün 2-3 farklı kişiyle ücretsiz yattığımı, onları bağırta bağırta siktiğimi, ama hiç zevk almadığımı, sanki yapmak zorundaymışım gibi hissettiğimi vs söylediğimde, benimle dalga geçer gibi baktıkları anlar hâlâ gözlerimin önünde. İşte o gün o doktorlardan profların bakışlarından anlamıştım, beni bu şeyden kurtaracak olan tek kişi bendim.
Öyle de oldu ve kendimi zorda olsa kurtardım.
Artık temiz, tertemiz sıradan bir insanım.

28 Ocak 2020

Önceki yıldan bu yana zihinsel bir takım tuhaf şeyler yaşadığımı ve bunu "bazen başım dönüyor, midem bulanıyor, gerçekliğe bağlanıyorum" gibisinden cümlelerle burada anlatmıştım. 
Son bi kaç aydır ise daha farklı ve daha yoğun, daha şiddeli bir şeyler hissediyor ve bi anda olduğum ortamın derinliğine girip çıkmaya başlıyorum. Üstelik şimdiye kadar yaşadıklarımın en şiddetlisini daha bir kaç saat önce yaşadım ve bi anda tüm dünyanın döndüğünü, yürümekte olduğum yolu yürümediğimi ama sanki bi rşeyin içine doğru girdiğimi, girmekte olduğumu hissettim. Sadece ben ona doğru girmiyordum, o da bana doğru geliyor ve beni sarıyordu. Ne olduğunu bilmiyorum ve o anda yolu tamamlama uğraşı içinde bi anda kendimi bi yere dayanmışken buldum. 
Tabii yine korkudan ve yaşadığım şeyim ne olduğunu bilmediğim ve anlamlandırmak için . allah'a yalvarmaya başladığımı söylememe gerek yok. 
Çok şükür bir kaç saniye sonra geçti ve sakinleşip, işte şu an oturmakta olduğumu bu mekâna geldim.
Bu yeni hissedişler gittikçe yoğunla


İnsan sürekli değişiyor. İnsan değişim bitti dediğinde bile aslında değişmeye devam ediyor.

23 Ocak 2020

Neden Gay Sex Hikayeler ve Gey Sex Hikayeleri?

Neden böyle başlık girdim?
Neden bu başlık altında yazı yazdım?
Gay seks hikayeler ve Gey seks hikayeleri gibi başlıklarla yazmamın amacı ne?

Bilen biliyor, bilmeyende şimdi öğrensin; yazmaya olan tutkumdan dolay buraya kendi başımdan veya birilerinin başından geçenleri, sanki kendim yaşamışım gibi yazıyor ve bunu yaparkende aslında, insan olmamızın sonuçları olarak bunları yaşıyor oluşumuzun normalliğini göstermeye, ne yaparsak yapalım, ne olursak olalım sonuç olarak insan olduğumuz ve bunun hiçbir tercihimiz ve yaşantımızla değişmediğini göstermeye çabalıyordum.

Tabi bu bloga ilk yazmaya başladığımda yukardaki paragrafta yazdığım kadar bilinçli ve farkında değildim ama sonuç olarak yaptığımız her şeyi duygularımızın, istek ve arzularımızın toplamından ortaya çıktığının kanaatindeydim ve yaşanan tüm olayları yazarken bu farkındalıkla yazmaya çalışıyordum.
Yani sonuç olarak insandık ve yaşamaya karar verdiklerimizin hepsi insan olmamızdan kaynaklıydı.
İnsandık ve doğrularımız, bizim o günkü ruh halimize göre bile değişebiliyor, değiştirebiliyorduk.
Yaptığımız ve yaşadığımız her şey insan olmamızdan kaynaklıydı.

Bloga yazmaya devam ettikçe, yukarda söylediklerimin toplamında kendimce bi sonuca varmaya, okuyanları da vardırmaya çabalıyordum.
Evet bunun için çabalıyordum ve yazılarımın yönü, çoğu zaman kendimi kaptırmış olduğum için değişmiş olsada çabalamaya devam ediyordum.
Çabalarımın sonucu olarak güzel şeylerde olmadı değil. Oldu. Hemde bazen kötü şeylerden daha güzel şeylerde oldu.
Güzel insanlarla tanıştım, tanıştığım insanlarla daha da güzelleştim, güzelleşmeye devam ediyoruz.
Tanışmamızın üzerinden yıllar geçmesine rağmen bi bir kaçıyla dostluk bağımız sıkılaştı ve öyle görünüyorki dostluğumuz her şeye rağmen de devam edecek. Bu da ayrı bir güzellik. Belki de en güzeli.

Biliyorum konuyu uzattım ve hâlâ neden son zamanlarda "gay hikaye, gey seks hikayesi" gibi konular özelinde bir kaç yazı yazdığıma değinmiş değilim. Ama öncesinde bu uzatmaları yapmazsam, ne demek istediğimi anlatamayacağımı düşündüğüm için uzattım da uzattım.
Hazır uzatmışken de şöyle bağlıyım;
Son zamanlarda bloga gelip giden trafik kaynaklarına, arama sonuçlarına ve diğer şeylerine bakmaya başladım ve gördümki; ben, her ne kadar burada gay seks hikayeleri, gay sex hikayesi vs vs yazmıyorum desemde, kaynaklar beni yalanlıyordu. Çünkü gelenlerin bir çoğu aslında gay sex hikayesi kelimelerini aratarak geliyorlardı ve gelip çıkmaları da bi anda gerçekleşmiş oluyordu.

Gay seks aramalarıyla gelenleri gördüğümde canım çok sıkıldı. Hatta bu can sıkıntısı yüzünden oturup blogu kapatmayı bile düşündüm. Çünkü ben gay sex hikâyeleri yazmıyordum!
Ben sadece aşık olduğum zaman hissettiklerimi, aşık olup peşinden koştuklarımı, aşık olduktan sonra beni üzenlerin beni nasıl üzdüklerini, onlara beni üzmelerine nasıl izin verdiğimi, her defasında onları sevdiğim için nasılda tükürdüğümü yaladığımı yazarak anlatıyor, anlatıyor, bıkmadan anlatıyordum.
Ama gelenler, bunlar için gelmiyordu. Sadece aşık olduğumda yediğim veya yedirdiğim yarrakları nasıl yedirdiğimi okumak için gelmek istiyorlardı.
Hatta içlerinde erkek çocuklarına tecavüz vs gibi aramalarla gelenlerde vardı.
Canımı bunlarda çok sıkıyordu. Ama canımı sıkmaktan başka yapacak bir şey yoktu.

Bi kaç hafta bu yeni eklenen can sıkıntılarıyla gezdikten sonra, yavaş yavaş hafifledim ve bu yüzden blogu kapamak yerine belki bir süre dış aramalara ve herhangi bir ziyaretçinin rahatlıkla açıp okumasından ise sadece davetlilere açık tutmanın iyi olacağını düşünüp bu şekilde işlemler yaptım ve işlemler tutmayınca da herkese kapayıp, sadece kendime özel bir blog olarak kalmasına karar verip bu şekilde yazmaya devam ettim.

Yazarken hiç kimsenin okumadığını, okumayacağını bilmek, insanın hevesini kırıyor. Bu yüzden hevesim kaçtı. Yazma sıklığım ve özenim gittikçe düştü.
Hem zaten yıl 2020 olacakken kim blog okuyordu ki?

Bu soruyu sorduğum zaman anladımki; seks hikayesi okumak isteyenler hâlâ üçüncü sınıf bloglardan ümitlerini kesmemişti. Hem madem böyle bir kitle vardı ve harıl harıl okuyacak gay seks hikayesi arıyorlardı, onları neden kovacaktım ki?
Ayrıca kötünün içindeki iyiye odaklanma düşüncesi de kafamda şekillenince, blogu tamamen kapatmak yerine şimdiki sadece bana açık olmasındansa, herkese açmalı ve bunu daha iyi bir şeye dönüştürebilirdim.
O yüzden bu düşüncemin üzerine biraz daha düşünüp, kafama yatınca blogu tekrar herkese açtım.
Varsın gelenler; erkek erkeğe porno, erkek nasıl sikilir, hamamda kankamla sikiştim, bakkala veren bıyıklı, kendimi ilk kez nasıl siktirdim gibi kelimelerle gelsindi. Ne yapabilirdim ki?
Hem onlar bendeki can sıkıntısından habersiz aradıklarının peşinde koşturmaya devam edecek, benim blogumda olmasa bile başka bir yerde kankalarını hamamda sikenleri bulup okuyacaklardı.
Yanisi şu ki; bana ne abi, kankalarının nasıl sikildiğinden, erkek pornosunun kaç dakikalık olduğundan, bıyıklı adamı siken bakkaldan.
Bana ne taksiciyle tenhaya gidip götveren müşteriden, disko kapısındaki badigardın mekân kapanışında diğer badigardı tuvalette atışından, ünlü geylerden!
Evet bana ne!
Madem bana ne idi, işte bu yüzden ben yine bildiğim insanları dinleyip dinleyip gibi yazmaya, içimdeki yazma hevesini bu blog sayesinde biraz olsa dindirmeye devam etmeliydim.
Hem zaten misafir umduğunu değil, bulduğunu yerdi ve ben sırf bu yüzden Google'a erkek erkeğe seks yazıp gelenlere  bulduklarını yedirmeye devam etmeliydim ki :)

Yani burada onların istediği gibi seks hikayeleri değil, kendi istediğim gibi hikayeleri yazmaya devam edecek, onları benim hikâyelerimle karşılayacak ve eğer okumaya devam ederlerse de, belki bi müddet sonra sayemde; erkek erkeğe aşk yaşamanın, salt seks'ten ibaret olmadığını, eşcinsellerin 24 saat boyunca sadece seks düşünmediklerini, bir erkeğin diğer erkeği sevmesinin; birbirlerinin boklu götüne ve erekte siklerine tapmak olmadığını anlayabileceklerini ve aslında "erkek götü nasıl sikilir" araması yapıp gelmelerine rağmen, yaşamak istediklerinin salt aşk ve sevgi olduğunu anlayabileceklerini gösterebilirdim.

Evet bunların hepsini düşündüm ve düşünmemin sonrasında da blogu herkese ve google aramalarına tekrar açtım. Bi daha da kapatmayacağım. Hep açık kalacak.
Belki bloga seks hikayesi okumak için gelen bir kaç kişinin eşcinsellere bakış açısını pozitif anlamda değiştirebilirim. Belki tek başıma dünyanın tümünü olmasa bile, atom ucu kadar küçük bir kısmını değiştirebilirim.
Daha güzel bir dünya için benim şimdilik elimden bu geliyor ve yapıyorum. Ya siz?


20 Ocak 2020

bence hayat, göte girip içeride açılan büyük siyah bir şemsiye ve içeride açıldığı için artık dışarı çıkarılamaz.

Boş boş oturuyorum ve hayatımın bundan sonraki kısmında "ne yapacağım, nasıl biri olacağım" diye düşünüyorum, düşünüyorum ve bazen elimde olmadan ağlıyorum.
Kendimiz için ağlamak, kendimiz için farkında olmadan gerçekleştirdiğimiz güzel bir eylem. Çünkü insan, yaşamakta olduğunun çaresizliğini kabullendikten sonra, yapabileceği tek şeyin ağlamak olduğunu anlamış ve bu yüzden kendini koy verip ağlamaya başlamıştır. Yani özetle ağlamak; çaresizliğimizi, çaresiz olduğumuzu kabullenme şeklimizdir.
Zaten yaşamakta olduğun sıkıntıya karşılık bir çözüm bulamayınca ve hatta bir çözümünün olmadığını anlayınca, iyice dibe vurmuş olduğunu daha az önce farkedip aslında yapacak hiçbir şeyin olmadığınıda kabullendiğinde oturup ağlamaktan başka ne yapabilirsin ki?
Ağlamayıp ne yapacaksın yarrağım? Evde boş boş tek başına otururken ağlamayıp napıcaksın amcık?

Hayat dediğim şeyin, bugüne kadar sıçtığım bokların bir araya toparlanmasından ibaret olduğunu anca 35 yaşında anladım ve elimdeki çubukla bokumu karıştırmayı bıraktım.
Karıştırmayı bırakmak, hayat karşısında pes etmek değil. Bu bir ilk şok ve karıştırmakta olduğun şeyin bok olduğunu yolun yarısında farkedişten ibaret bir soluklanmadır.
ve belki de bu soluklanmanın da en güzeli yanı; az sonraki "karıştırmakta olduğun bokun yalnızca sana ait olduğunu" kabulleniştir.
Çünkü bir çok insan gibi başkasının bokunu değil, kendi bokunu karıştırıyorsundur ve bu yeni fark ediş, kendini teselli etme bahanene dönüşür.

17 Ocak 2020

bonboş

Çok boş yaşadığımı, yaşadığımızı, yaşanıldığını, yaşamakta olduğumuzu, yaşanılmış olduğunu düşündüğüm dönemdeyim. Her şeyin boş ve anlamsız geldiği, kendimizi birileri için
Tüm bu hengame nedir? Nedir yani tüm bu koşuşturmanın anlamı.
Sahi ne yapıyoruz. Yaşam denilen ama birbirimizi sömürmekten başka bir olayın gerçekleşmediği bu  şey de nedir? Yani yaşam bu mu? Bu demek mi?

En sağlıklı zamanlarımızda, bitmek bilmeyen bir mücadeleyle kendimizi meşgul tutarken, çocukluğumuzu, sonrasında gençliğimizi, sonrasındaysa olgunluğumuzu harcıyor, gelip geçen senelerden payımıza düşeni mecburen alıyor, almamızın gereği olarak bedenimiz buruş buruş oluyor. Biraz daha ilerdeyse; adımlarımızı atacak takatimiz de yavaşça tükeniyor. 
Sonumuz madem bu (yani er veya geç) her halükârda mutlaka ama mutlaka öleceksek; tüm bu mücadelenin, herkesi ve her şeyi alt etmenin, her şeye üstün çıkmış olmanın, etrafı toza boğmanın anlamı ne?

Arkamızdan iyi biriydi veya kötü biriydi denilmesi neden önemli?
veya gerçekten önemli mi. İnşa edilmiş iyilik ve kötülük kavramlarına göre yaşamak, hangi aklın ürünü ve biz doğmadan nasıl oldu da bunu kabullendik.
İnançlar, inançsızlıklar veya henüz adlandırılmamış diğer şeyler. Bizim dışımızda gerçekleşen ama bizim sadece onu doğru ve kendimize uygun bulduğumuz için uygun davranmalarımız. Tüm bunlara anlam biçilmesine, anlamlı görünmesine nasıl izin veiyoruz?
binlerce soru sorabilecekken, neden bir kaç soruyla veya aslında sorusuzlukla yetinip hayatımıza devam ediyoruz.
Beynimizin konfor alanının dışına çıkmamamız gerektiğini kim söyledi.
Nefes almıyor oluşumuz gerçekten yaşamamak mı?
Sahi yaşam neydi?

13 Ocak 2020

hukuk öğrencisi fahişe

işsizlikten bunaldım mı, bunalmadım mı? işsiz miyim, yoksa aslında tercih ettiğim bi işsizlik mi yaşıyorum tam emin değilim. zaten hiçbir şeyden emin olamadım ve öyle görünüyor ki emin de olamayacağım.
hayatımın genelinde ikilemler hep oldu. beni hiç terketmediler. belki bundan sonrada terketmeyecekler. bu iyi bir şey mi kötü mü onu da bilmiyorum. canım iki lem le rim.

bugün Kıbrıs'tan arkadaşım olan Hukuk Öğrencisi Travesti Sesli ile Beşiktaş'da buluşup gezindik.
Gezinirken her şey hakkında biraz konuştuk. Arada beni sevdiğini, değer verdiğini, iyi biri olduğumu, entelektüel olduğumu, zeki olduğumu ve sırf bu yüzden bile aslında pejmürde bir hayat yaşamayı hak etmediğimi vesaire vesaire  söyledi.
kendimi iyi mi hissettim, kötü mü emin değilim.
oysa onunla gezindiğimiz anlarda kurduğu bu cümlelerden dolayı, kendimi onun bana iyi bir şey söylediğine inandırmıştım. ama şu an iyi bir şey mi söyledi, kötü mü emin değilim.

yine konuşmalarımızın birinde de aniden durup gözlerime derin derin bakarak "ya sen çok yazıksın" dediği de oldu. yine iyi bir şey söylediğini düşündüm. çünkü derin sandığım bakışları aslında gerçekten acıma dolu idi. üstelik bu acıma bakışları, yapay bir acıma değildi, gerçekten merhametli, anaç ve fazlasıyla insancıllardı.
tabii o "ya sen çok yazıksın" cümlesini kurarken, bana gerçekten acıdığı için kuruyordu. yani kendince iyi bir şeyler söylemeye çalışıyordu.
bu acıma duygusuna rağmen, ben onun için ilginç, akıllı, güçlü biriyim.
üstelik zekâma rağmen beş parasız yaşamayı da hak etmiyorum.
ona göre; herkes bi şekilde yolunu bulup paralı pullu, evli arabalı yaşarken benim böyle serkeş yaşamam büyük haksızlıkmış. herkes gibi bende bi şekilde hayatıma çeki düzen vermeliymişim.

farklı konuşmalarımız arasında kurduğu bu cümleleri iyiydi hoştu ama o da şunu bilmiyordu; böyle yaşamayı kendim tercih ettim.
üstelik bunu ona çok çok çok defa anlattım. ama anlamıyor ve doğrusu şu ki yapabileceğim bir şey yok.

öte yandan son aylarda bende artık bu serkeşlikten kurtulmaya karar vermiş, ama tam olarak nasıl bir strateji izleyeceğimi anlamış değilim. sadece bu konu üzerine düşünüyor, düşünüyor, düşünüyor, düşünüyorum.
düşünerek yola çıkmış olmam, aramaya başlamış olmam da iyi. eskiden bu serkeşliği yücelterek yaşadığım için üzerine düşünmezdim. ama artık yaş lan dım ve işte bilirsiniz, sağlam bi zemine ve zeminden çıkmayacak sağlam bi kazığa ihtiyacım var.  yani artık parayı vurmam gerektiğini bende anlamış ve buna göre bir hayat kurmaya odaklanmış durumdayım.
yani; dediğim gibi konu üzerine düşünüyorum ve mutlaka bi yol bulacağım. lakin bakalım bu yol nasıl, kimin ve nerenin yolu olacak, nereye nasıl çıkacak.........

Travesti Sesli'ye dönecek olursak; İstanbul'a ailesinden gizli gelmişti ve ailesi onu Kıbrıs'ta okul okuyor diye sanırken, o ise; altında kaldığı final sınavlarının yorgunluğunu burada bir kaç yer gezerek, biraz alışveriş yaparak atıp sonrasında dönecek.

Ailesinin maddi durumunu bildiğim için buralarda harcayacağı parayı sağlayanların ailesi olmadığını biliyorum. Zaten o da farklı konular hakkında konuşurken bile, para akışında sorun yaşamadığını ve parasının olduğunu sürekli tekrar edip durdu. O bunları tekrarladığında "senin için para bulmak hiçbir zaman zor olmadı ki" diye cümle kurdum, karşılık olarak her zamanki bilgiç, ukala ve şuh gülüşüyle cevap verdi.

Henüz 19-20 yaşında hukuk öğrencisi bir genç kadının, sürekli değişen ve kendinden onlarca yaş büyük kel fodul şişman erkek arkadaşlarının olması zaten beni hep düşündürmüştür. doğrusu herkesi düşündürür diye de düşünüyorum.

Daha önce de bu para pul mevzularını açtığında ona açıkça "senin amın senin kararın. ama sağlığına dikkat et" demiştim ve o "ya üff saçmalama, korunma yöntemlerini tabiki biliyorum" diye karşılık vermiş bende "bahsettiğim şey korunma yöntemleri değil ruh sağlığın. farkında değilsin ama ilerde, şimdikinden daha paramparça bi psikolojin olacak" demiştim ama gülüp geçmişti. üstelik bunu farklı zamanlarda defalarca konuşmuştuk, fakat söylediklerimin hepsine gülüp geçmişti.
İlerde diyorum ama şu anda da psikolojisi pek sağlam değil. bazen bi anda depresifleşebiliyor ve bu depresifliği atmak için aniden olur olmadık şeyler yapabiliyor.
bakalım hukuk öğrencisi fahişe'nin nasıl bi hayatı olacak. izlemedeyiz.

11 Ocak 2020

Dünya iyiler için çok mu kötü bir yer?

Televizyon açık ve haberlerde sürekli toplu ölümler, öldürmeler, can yanmaları var.
Durup tüm bu bitmek bilmez acılı ölüm haberlerine bakıyorum da, ne olacak şu gidişat diye düşünmeden edemiyorum.
Sonumuz ölüm. Bunu biliyorum. Ama yine de toplu ölümlere alışamadım.
Yani bence; medenileşmiş hayvanlar olsak bile, insanca ölmeyi hak ediyoruz.

Tüm bu hayat koşuşturmacası, bir yerden bi yere yetişme telaşı, arkadaş edinme veya var olan arkadaşlıkları bitirme, ülkelerin birbirine üst çıkma çabası, insanların ellerinin birbirilerinin cebine atıp durması, hayvanların sokakta öylece yaşayıp gitmesi, havaların aniden soğuması, evsizlerin sonraki günü görme çabası vs vs vs
Sonsuz bi döngü içinde miyiz, yoksa başka bi durum mu var?
Bu konu üzerine de çok düşünüyorum ve canım düşündüğüm kadarından çok sıkılıyor.

Bizden öncede milyonlarca insan yaşamış ve büyük ihtimalle bizden sonra milyonlarca insan daha yaşayacak. Tüm bu hunharca yaşanmışlığa rağmen, hayat denilen bu maceraya ve birbirimize neden tahammül edemiyor ve fırsatını bulduğumuz ilk anda karşımızdakinin ağzına sıçıyoruz?
bunu yapmamalıyız. yani sıçmamalıyız. aklımızı başımıza almalı ve hep birlikte, güzel güzel yaşamayı becermeliyiz. çünkü dünya büyük. gökyüzü güzel. oksijen hepimize yetecek kadar sonsuz. yağmur tüm günahlarımızı temizleyecek kadar merhametli ve hepimizi ıslatacak kadar adil.
ama tüm bunlara rağmen beceremiyoruz. becerdiğimiz şey ise birbirimiziz.

iyilik, kötülük, güzellik, çirkinlik vs vs vs vs vs
hepsinin varlığı, aksinin varlığına bağlı. aslında, şu iki kısa cümleden bile dünyanın aksi bir yer olduğu sonucuna varılabilir. ya da varmak isteyince her türlü yere varılabilir.
ama neden istemiyoruz?
anlamıyorum.

bugünlerde can sıkıntım yine tavan. sıkıntıyı atlatmak için iş aramaya başladım ama görüşmeye gidip geldiklerimden bi bok çıkmadı, çıkanları da ben beğenmedim. hatta bir-iki tanesi başta çok iyi oldu ama bi kaç gün sonra patronların kafasını, bakış açılarını beğenmeyince beraber çalışamayacağımızı söyleyip işi bıraktım.
zaten bu deneyimlerimden şuna karar verdim; sıradan, kendini bi bok sanan patronlarla çalışmak istemiyorum. çünkü çok konuşuyorlar ve başım ağrıyor. oysa ben başımı ağrıtıcak bi durum istemiyorum. bunun sonucunda para kazanıyor olsam bile, baş ağrısı is te mi yo rum.
ben sakin bir hayatın peşindeyim. yani sadece yaşamak istiyorum.


09 Ocak 2020

istanbuldaki Gay Hamamlar - istanbul Gay Hamam

2012 yılında gey hamam hakkında şu yazıyı yazmıştım: http://hayaterkegi.blogspot.com/2012/01/hamama-girdim-hamam-scakt-delikten.html
Şimdi ise aşağıdaki gey hamam listesini yaptım;

İşte kubbelerinden ayhhhhh eksik olmayan istanbuldaki gay hamamlar dan benim bildiklerim:
1-Aquarius Sauna: sık sık baskın yapılan, tv'ye kötü gay imajı malzemesi verilen gay hamamı.
2-Cihangir Sauna: istanbul'daki bütün gaylerin bildiği, en az 1 kez gittikleri gey hamamıdır.
3-Ağa Hamam: 19 yaşında gitmiştim. tam hatırlamıyorum ama ortam temizdi, gelenler pis.
4-Küçükköy Hamamı: gitmeyip duyduğum gey hamamlarında biri.
5-Firuzağa Hamamı: bu nerdeydi? bilmiyorum.
6-Yeşildirek Sefa Hamamı: 18'imde hamam ihtiyacı için gidip, gey hamamı olduğunu öğrenmiştim
7-Horhor Hamam: duyduğum, görmediğim bilmediğim gay hamamı.

                                                        ----------------------------------
istanbul gey hamam listesini alanlar hemen oraya koşturmuşken, bende yazı yazma hevesimi dindireyim :)
Gönül isterdiki herkes hayatının aşkını bulup, ondan başka kimseyi sikip, ondan başkasına kendini siktirmesindi. Ama ne yazıkki gerçekler böyle işlemiyor. Çünkü hayat tatsız sürprizlerle dolu ve belkide aslında hayatın gerçek tadı, tatsız olmasından başkası değildir. 
Hem gerçek tadın ne olduğunu, nasıl olduğunu kim bilebilir ki? Hiç kimse.
Ayrıca şunu da düşünmek gerekir ki; tatlı olması beklenen şey gerçek tat değildir. Gerçek tat, beklenen tadın dışındakidir ve gerçek tadın farkına varıp ona değer vermemizi sağlayan da bu tatsızlıktan başkası değildir.
Yani özetle; bildiğiniz gibi (veya işinize geldiği gibi mi demeliyim? neyse daha fazla uzatmıyım) gerçekler görüldüğünden ve hissedildiğinden farklıdır. Bu yüzden onlara "gerçek" denir. "Bildiğimizden farklı olanın gerçek olması gerçeği" ise başka bi yazının konusu. Ama şimdilik ona da girip yazıyı iyice uzatmak istemiyorum.
Hem gay hamamlar adından bi yazı yazmak için klavyeye işkence etmeye başlayıp, hayatın tadının ne olduğu üzerine bir şeyler yazmak nerde görülmüştür? (tabiki de bu blogda)

Az da olsa, gerçek hakkındaki gerçeklere değindiğime göre, şimdi "bence" gerçek hakkındaki gerçekleri yazmaya sıra geldi;
Bazıları gerçeği gördüğü an hemen iman eder, bazıları görüp yüzünü çevirir, bazıları da benim gibi, anında gördüğü için anlamlandırma çabasına girip, hayatın ve hayatının içine eder. ama her halükârda herkes gerçeklerden korktuğu için çok uzağına kaçar.
Evet gerçeğin bu yönüde var. Yani kendinden uzaklara kaçtırtma, kendi hayatının içine ettirtme özelliği........
Ama belkide en güzeli budur. Yani insanın kendisinin kendi hayatının içine ettirtme özelliğinin olması, hayatı güzelleştiren şeyin ta kendisidir. 

Bak yine konuyu uzatıyorum. Offf ne olacak benim bu boş boğazlığım.
Konuyu uzatma durumum sadece yazarken değil, konuşurkende ortaya çıkan sıkıcı bir durum. 
Bu huyumu bazen karşımdakilere işkence yapmak için kullansamda, aslında bende kendimin bu özelliğinden sıkılıyorum. Çünkü dilim benden bağımsız olarak dönmeye başlamış oluyor ve beynim bile onu durduramıyor. Zaten dil ve beyin ayrı iki organ. Biri diğerine üstün değil. Sadece üstünde.
(durun kaçmayın! bu sefer galiba gerçekten istanbul'daki gay hamamlar üzerine yazmayı başaracağım)

Eğer bir erkekle seks yapmayı tercih ediyor ve genel olarak genelev işlevi gören ve sizi sırf ibne olduğunuz için henüz kapıda soymaya başlayan gece kulüplerine, kafelere vebunlar gibi ibnelere özel mekânlara gidemiyorsanız,  gay app'lerini telefonunuza yükleyerek birini bulma yolunu seçemiyorsanız, cebinize bir kaç kuruş atıp; gizli eşcinsellerin, yarı açık yarı kapalı biseksüellerin, azgın bekâr erkeklerin, geçen ay bıyığı terlemiş bugün ise siki kalkmış kafası karışık delikanlıların bi yerlerden duyup geldiği hamamlardan birinin taşına uzanmak zorundasınız.
Zaten yurtdışına gidip gönlünüzce göt sikme veya götünüzü siktirirken hastalık ithal edecek gibi bi lüksünüz yoksa başka ne yapacaksınız ki? Mecburen yaşadığınız şehirdeki bu yarı açık, yarı gizli gay hamamlarından birine girip, o sıcak taşa uzanmış halde seks yaparken yerli malı hastalığınızı kapacak ve gıkınızı bile çıkarmayacaksınız. 
Evet durum bundan ibaret.

Ne yazıkki tanımadığınız biriyle seks yapmak, sadece büyük bir heyecanın teslim aldığı bedenlere zevk vermez, karşılıklı olarak tüm hastalıkların da değiş tokuş yapılması hakkını verir etkinliğe katılmış olanlara.
ve bu durum aynı zamanda; yıllar sonra ortaya çıkan hastalıklardan birini kapıp, hastane hastane sürünürken, hayatın keşmekeşinden yorulup utançtan dolayı intihar etmediyseniz, yalnızlık içinde ölünceye kadar beklemekle geçen koca bir ömür demek.......
(benim bu her şeyin dramatik tarafını görme halimi ne yapacağız bilmiyorum. çünkü bu dramatizelikten hayatımda çok çektim ve işte şimdide ondan kurtulup yazıya geçemiyorum. oysa biliyorumki siz hamam listesini görmek için şu an ekranı yumrukluyor, konuyu boş boş uzattığım için de o yumrukları bana atmak istiyorsunuzdur. ama naapalım. başlık bir yemdi ve sizde gelip yuttunuz. o yüzden işkenceme katlanmak zorundasınız. (gerçi listeyi yukarıya aldım. yazıyı okumak zorunda değilsiniz ama ben sanki yazmak zorundaymışım gibi yazıyı uzattıkça uzatacağım)
Tamam tamam sakin olun, bu sefer yazıya geçiyorum);

Gay hamamlarını benim gibi bi yerlerden duydunuz, internette gördünüz, belkide şans eseri keşfettiniz, ya da eşcinselliğin salt seksten ibaret olduğunu düşünen eski gey arkadaşlarınızdan biriyle gittiğinizde öğrenmiştiniz ve bi dahaki sefere ondan habersiz, tek başınıza çekingen çekingen gittiniz.
Duruma göre ücreti kapıda ödediniz veya çıkışta ödeyeceğiniz konuşuldu, soyunma kabinleri gösterildi, soyunup yıkana yıkana paralanmış olan delik deşik peştemalı belinize bağladıktan hemen sonra sulak alana kendinizi bi öküz gibi attınız.
Bu da demektirki; artık içerdesiniz ve o da ne? kafanızdaki hamam ile gözünüzün önündeki hamam birbirinden çok farklı. Seksi tellaklar yok, üçgen vücutlu müşteriler hak getire, temizlik ise ölü hamam böceklerinin, yerden sperm ve balgam kaplı faraşla alınmasından ibaret. 

Evet ne yazıkki, erkek erkeğe seks yapmak için temiz bi yer arıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü modern veya namodern toplumun ağırlıklı kesimine göre erkek erkeğe seks yapmak zaten bok yoluna girip çıkmaktan ibaretken, sizin temiz bi yerde hayallerinizi gerçeğe dönüştürmeniz imkânsızdır. Hem allah aşkına ne bekliyordunuz? hamam taşında mum ve şarap mı? 
O yüzden şimdi susun ve terlemeye devam edin!

Eğer çok afişe olan bi hamamda değilseniz, içerde bi kaç efendi tiple karşılaşmanız olasıdır. Ama eğer afişe olmuş bir hamamda iseniz sadece yırtık gayler, geçen aylarda hormon tedavisine başladığı için orası burası şişmeye başlayan geleceğin seks işçileri, bir kaç yabancı turist, bir kaç "ortama yeni düşme" denilen tip vardır. 
-Turistler oryantalizm beklentisiyle girmişlerdir, ama onların hamama girmek istemeleriyle, hamam işletmecileri de onlara girmişlerdir. Yani cüzdanları çoktan boşaltılmıştı.
-Yırtık gay'ler zaten hamamların olmazsa olmazıdırlar ve açıkçası, bazıları mekâna müşteri toplama işini bile görür. Eğer hoşlandıysanız ilk bakışmanızda önce size sırıtırlar, sonrasında kırıtırlar, en sonrasında ise zaten beraber kırıtırsınız. Hoşlanmadıysanız da onlar zorla kendilerinden hoşlandırırlar. Siz bunu hiç dert etmeyin. Yönetiminizi onlara bırakmanız en fazla 31 dakika sürer.
-Hormon tedavisine başlayanlar ilk gülüşünüzden hemen sonra posta başına ne kadar isteyeceklerine dair bir bilgilendirmede bulunabilirler. Faturasız çalışırlar ve evet bu demektirki, vergi kaçırıyorlar. Çünkü çoktan toplum dışına itilmişlerdir ve itildikleri toplumun dışında çakışırken, bi de vergi vermek haksızcadır. Bende bunu haksızca bulurum. 
-Yeni düşmüşlerden biraz uzak durun. Çünkü hem kızgındırlar, hem de kırgın. Bırakın onlar yaklaşsınlar size ve ilk dokunuşu da onlar yapsınlar. Aksi takdirde dişlerinizi gümüş hamam tasına doldurmuş halde mekânı terkedersiniz ki, bunu istemeyiz değil mi?
Onlar yaklaşırsa yaklaşsınlar, siz kimseye yaklaşmayın. Mesafenizi koruyun, sağ ve sol dikiz aynalarını hep kontrol edin. Bırakın arkanıza geçsinler, ama sakın siz onların arkasına geçmeyin. Yoksa düşleriniz ve en önemlisi de dişleriniz.....

Buraya kadar genel bir bilgilendirme yaptığıma göre, gelelim doğal flörtleşme şekline;
Artık içerdesiniz ve hamamın sıcaklığına göre, ordan biri size kaçamak bir bakış atar, diğer taraftakine de siz atarsınız. Arada bazen çalışanlar, müşterilerin grup seks gibi kudurma durumlarına girmelerini önlemek için gelip etrafı temizliyormuş gibi yapıp giderler, bazen tellak kese isteyenlerden birini keselemek için gelip onun üstüne çıkar, iner, çıkar, iner, siz de bu arada birileriyle kesişir ve onun veya  kendinizin ibne olduğunu anlatmaya çalışırsınız. Zaten ilk 10 dakikadan sonra kim ibne, kim değil herkes birbirini anlar ve ona göre gardını almış olur. Ama ibne olmayanlarda, hamama girince içindeki ibneyi ortaya sürebilirler. 
Böyle durumlarda eğer acemi değilseniz hemen, acemiyseniz yarım saat sonra ikinizden birinin cesaretiyle hamamın tenha köşelerine çekilmeler başlanır ve bir dokunuş, işveli bin ayhhh yükseltir hamamın kubbesine.

İşte kubbelerinden ayhhhhh eksik olmayan istanbuldaki gay hamamlardan benim bildiklerim:
1-Aquarius Sauna
2-Cihangir Sauna
3-Ağa Hamam
4-Alibeyköy Hamamı
5-Firuzağa Hamamı
6-Yeşildirek Sefa Hamamı
7-Horhor Hamam
8-Küçükkköy Hamamı

Bunlardan daha fazlası olduğunu biliyorum ama duyduklarım ve benim bizzat gittiklerimden bir kaçı bunlardı. Tabii yıllardır gitmediğim için ve şu an nasıl yerlere dönüştükleri hakkında bi bilgim yok ve eğer gitmeye kararlıysanız, lütfen bol bol osbir çekip kendinizi sakinleştirdikten sonra gidin. Çünkü tanımadığınız biriyle seks yapıp hastalık ithal etmenizi istemem.
"E madem öyle neden bu yazıyı yazdın?" diye soracak olursanız cevabım "turist olarak da girip çıkabilirsiniz"den başkası değil. Tabii sürekli yorum ve mesajla soranlar için de bilgi olsun, aynı zamanda gay hamam araması yapanları da buraya çekip, diğer yazıları okutmak dışında amacım yok. Sonuçta 10 yıllık bir blog tuttum ve sadece yaşantım hakkında yazıp, gayliğin seksten ibaret olmadığını göstermek gibi ulu ve yüce ve çok çok önemli bir görev üstlendim :dd

03 Ocak 2020

2019 gay muhasebe defteri

dönüp 2019 yılı boyunca ne bok yediğime bakasım var ama yıl ortasında aniden ağzımdan boğazıma doğru çat diye giriveren yarrak boynumu çevirmeme izin vermiyor. Yani aslında yazının özeti şu ki; 2019 bana girdi, ben ona değil.

Zaten bundan önce de başka bir şey olmamıştı. Yıllar hep bana giriyordu ve öyle görünüyork hep bana girmeye devam edecek. Ama artık bana girdiğini farkındayım ve bu farkında olma halimi aydınlanmış olmama bağlıyorum. Yani 2019 bana girerken, aynı zamanda kafamı da açtı. Kafam şu an pırıl pırıl.

Tabi sürekli bana giren senelerin tekrarından kurtulmanın bi yolu yok değil. Evet bi' yolu var; ama o da yerde tüm mutsuzluğumla uzanırken, etrafımda olup bitene hiçbir tepki vermediğim bölüme giriyorki, onu da götüm yemiyor.
O yüzden şimdi susup, bu eskiyecek olan yeni senenin de bana sessizce girmesine şahit olmaktan başka yapabileceğim bir şey yok. Yapabileceğim bir şey yok dedim ama aslında; belki arada bir kaç seks, yaşadığımı hissettiren onlarca kavga, sevildiğimi duyduğum gerçek mutluluk anları ve işte bunun gibi olağan şeyler olabilir.
Eminim olacak ve zaten senelerin girmediğini veya girerken fazla acıtmasını önleyen şeylerde bunlardan başkası değil.
Yani aslında acılarımız, aynı zamanda birer ağrı kesici. Ne kadar çok acı, o kadar çok ağrı kesici.


2019 yılına başımı rahatça çevirip bakamasam da kuracak bir kaç cümlem var. İşte onlar:
Yılın ortasında okul bitti ve kopyaylada olsa birincilikle bitirip İstanbul'a döndüm. Diploma ve sikindirik birincilik plaketim geldi, öylece evde duruyorlar. Ne işime yarayacakları hakkında bi bilgim yok, bi fikrim yok ve bence salakça bir şey olmaktan öteye geçmiyorlar.
Ama içimdeki o okumaya dair olan arzuyu bir nebzede olsa söndürmüş olmaları hoşuma da gitmiyor değil.

"Evde duruyorlar" cümlesinden de anlaşıldığı gibi 2019 yılında bir evim oldu. Aslında benim değil, ama işte Canımıniçi ile beraber yaşayınca otomatikman benimde evim sayılmaya başladı.
Zaten 2019'un tek güzel yanı bu olsa gerek. Yani Kıbrıs'tan döndükten sonra başımı sokacağım bi yerin olması.

Her ne kadar başımı bi eve sokmuş olsamda, aslında Canımıniçi'de her gün başım kadar lafı bana sokup duruyor.
Evet her gün. Üstelik gün atlamaksızın ve her an, her konuyu, onun evinde yaşadığım için, ona yük olduğumu söyleyerek kapatıyor. O böyle söylendiğinde hemen "yıllarca sen benim evimde yaşadın, ben sana baktım. şimdi sen bana sike sike bakacaksın" diye ağzımı açıp, gözümü kapıyorum ve tüm her şey olup bittikten sonra gözlerimi açtığımda ortalığın biraz dağılmış olduğunu görüyorum.
Bu her defasında böyle oluyor. Bu her defasında böyle olmaya devam edecek. Çünkü biz birbirimize yaşadığımızı, birbirimizi sevdiğimizi böyle gösterebiliyoruz.
Ya da sırf iş olsun diye, bu cümleleri şimdi öylesine kurmuş oldum.
Ama öte yandan ona yük olduğumu düşünmüyorum ve açıkçası yük oluyorsam bile sikimde değil. Çünkü daha önce yıllarca ben ona baktım ve şimdi sıra onda. 
Yani bana sike sikile bakacak. Başka yolu yok.

2019 yılında kafam biraz açıldı gibi. 
Aslında bi kaybeden olduğumu, salak olduğumu, beyinsiz olduğumu anladığım bir yıl oldu.
Nasıl bi insan olduğum konusunda da sık sık düşünmüyor değilim ama insan istediği kadar düşünsün, eline geçen bi sik yok. Çünkü insan, kendisi hakkında cahildir.

Canımıniçi'nin hakkında ise bilgenin tekiyim. Onun içini dışını her bokunu biliyorum ve o da beni biliyor. Biz kendimizin değil ama birbirimizin bilgesiyiz. Bu da bizi birbirimize karşı acımasız yapıyor. Ya da onu bana karşı acımasız yapıyor. (bu cümlenin noktasından sonra iki damla gözyaşı yavaşça yanaklarımdan aşağı iniyor :Pp)

Canıımıniçi, İstanbul'a geldiğimden bu yana "çalış çalış çalış" diye diye ağzıma sıçıp duruyor.
Oysa bende çalışmak istiyorum ve hatta bir kaç küçük işe girip çıktım ama salak insanlara olan tahammülümün düşmüş olması, beni girdiğim işlerden çıkarttırdı.
bi de galiba yaşlandım ve artık boşuna çalışasım yok ve doğrusu çalışacaksam da öyle sıradan bir işe giresim yok.
Bi yandan da kendim bir şeyler yapmak, çılgın bi iş fikri bulup ona dadanmak istiyorum. Yani başkası için çalışma düşüncesi içimde bi yerlerde gittikçe sönüyor. Artık başkası için değil kendim için çalışacağım bir şeyler bulmak istiyorum. Yani; 2019 yılı beni girişimci olmaya dair umutlandırdı. 2020 ise galiba meyvesini alacağım bir yıl olacak. İnşallah öyle olur.
Durumlar, yukarda yazdığım gibi olunca da; yani ben bunların sonucu olarak çoğunlukla evde oturup göt  büyütmüş olunca; ona göre de; ben, evde oturup onun parasını yiyenin teki oluyorum. (yazdığım cümleyi dönüp okudum da; evet. galiba gerçekten parasını yiyorum)
Bakalım bu kısırpilavdöngü'den nasıl çıkacağım.

Kıbrıs macerası bitti ama ordan bir kaç kişiyle hâlâ görüşüyorum. Diğerlerini ise, rehberimden bile sildim gitti.
Zaten araşıp soruşmadığım insanların rehberimde olması kadar saçma bi durum yok.
Onları sildiğimi 3 hafta önce fark eden bi arkadaş dönüp beni fırçalamaya kalkıştı ve ağzına sıçtım. Doğrusu, çoluk çocuktan hayatımı nasıl yaşadığım veya insanlara değer verip vermediğim konusunda martaval okuyacak yaşı çoktan geçtim. Artık bazı konularda dışarıya tamamen olmasa bile, ara ara kapıları kapatmam beni daha kendince dönük ve bunun sonucunda da; ayakları yere sağlam basan birine de dönüştürdüğünü de düşünüyorum.
Hem zaten hayatım konusunda kimsenin yorumda bulunması hakkını ne zaman, nasıl ve kime vereceğimi de ben belirlemeliyim. Bunun dışındakiler ise sonsuza kadar çıktıkları yere girebilirler.

Dediğim gibi; ordaki bir çok kişiyle iletişimi kopardım ve  içlerinde bir kaç kişi dışında hayatımda kimseyi tutmaya niyetli değilim. Gerçi kopardım deyişimden, köprüleri yıkanın ben olduğum sonucu çıkmasın. Sadece aradığım, sorduğum insanları aramamaya başladım ve ben aramayınca da, her şey kendiliğinden olup bitti. Ama beni arayan soran arkadaşlar olunca bende iletişimimi devam ettiriyorum. Bunlardan biri de Travesti Sesli.
Onunla hâlâ iletişiyoruz ve onun bitmek bilmeyen macera arama  heveslerini, benim ne yaptığım veya neler yapmak istediğim üzerine bazen onlarca dakika konuşabiliyoruz. İyi bir kız ve hayatı anlama çabası hoşuma gidiyor.
Üstelik kafasının dikine yaşamasına rağmen, hayatı algılama şeklini de beğeniyorum.
Aynı şekilde o da benim için böyle düşünüyor olabilir. Çünkü geçen yıl henüz ben oradayken, bana şöyle bir cümle kurmuştu "sen çok özel bir insansın ama kimse bunun farkında değil"
Böyle söylediğinde, kelimelerden bağımsız olarak aslında onunla birbirimizi fazlasıyla anladığımızı düşünmüştüm. Düşündürtmüştü. Bakalım onunla olan iletişmemiz ne zamana kadar, nasıl sürecek.

Bir diğer iletişimde olduğum kişi ise bizim sınıftan Tombik Bi Kız.
Biraz dedikodu ve fazla dedikodu sosyalleşmesini seven biri ama olsun. Çünkü ondan, dedikodunun aslında bir haberleşme ağı, var olan ve yeni kurulan arkadaşlıkların bağlantısı olduğunu, insan Cin'e dönüştürdüğünü ve Cin olarak kalmayı sağladığını öğrendim. Tabii dedikodu sayesinde, aslında insanlarla iyi geçinmeyi de ondan öğrendiğimi söylemeliyim. Bu yaşıma kadar neden dedikodu'dan kaçtığımı henüz anlamış değilim. Belki bi ihtimal "günah" olarak gördüğüm için olabilir. Çünkü gerçekten başkasının ne boklar yediği hakkında konuşmanın, kötü olduğunu düşünüyorum ve bunun beni yormasına gerek duymuyorum. Zaten okul bitti ve onunla olan dedikodu saatleri de mecburen bitti.
Ben ondan bunu öğrendim, o ise benden meğer şunu öğrenmiş; senden, insanların benim için ne dediğini önemsememeyi, onları boş vermeyi öğrendim.
Bunu söylediğinde sevindim. Çünkü büyük ihtimalle bu sayede ondaki dedikodu potansiyelini biraz düşürmüş de olabilirim.
Son olarak ondan beni kopya çekme konusunda hocaya şikayet eden kişiyi de öğrendim.
Meğer beni şikayet eden kişi, bizim sınıftan babası savcı olan, ama yurtta ve aslında her yerde her fırsatta hırsızlık yaparak cebini dolduran, ankaralı bi çocukmuş.
Beni hocaya şikayet edenin o olduğunu söylediğinde "üff boş ver ya, zaten oldu bitti. her şey geride kaldı" dedim ve konuyu kapattım. O ise sadece şaşırıp hayran hayran baktı :)
2019 yılında okul bitince, memleketede gidip, bizimkilerle de buluştum. Ama uzak kaldığımdaki kadar sevmedim. Anladım ki, meğer memleket dediğin koca kara bi kazandan ibaretmiş ve kapağını da sıkıca kapattıkları için insan patlayacak gibi oluyor.
Doğduğun, yaşadığın, bir zamanlar sevdiğin insanlardan, şimdi kaçarcasına uzaklaşmak istediğin yerin memleket olması çok tuhaf.
Oğlum büyümüş. Ön dişleri benimkiler gibi biraz iri. Gözleri parlak. Kaşları bitişik.
Hareketleri süreklilik arzediyor. Yerinde durma sorunu var. Durmama mı demeliyim. Gülüşü güzel ve eğik ağzı, şu an gözlerimin önüne geldi de içimden "kurban olduğum" diye bir cümle kurdum.

Annesi ise hâlâ eski kafa. Kendi hayatını yaşama fikri ona, canlı canlı ateşe atılmaktan, atlamaktan başka bir şey değil gibi geliyor. Belki de haklı.
Ama başkasının hayatını yaşamanın da pek farklı olmadığını biliyorum. Yaşadım. Ordan biliyorum.
Annesinin böyle olması, oğlum hakkında beni derin derin düşündürttü. Onun için mutlaka bir şeyler yapmalı ve bi şekilde kafasını açmalıyım.
Dünyanın kocaman olduğunu öğrenmeli, hayatın gelgitinden kaybolunabileceğini ama her şeye rağmen kendi kararlarıyla yolunu bulabileceğini öğretmeliyim.
Tıpkı 2012 yılında ona ıslık çalmayı öğrettiğim gibi.

2019 yılında insanları daha çok dinlemeye başladım. Kendime ise biraz susmayı öğütledim. Bunda yani susmak konusunda, yer yer başarılı olduğumu söylesemde, aslında dilimin kemiği olsada kurtulsam demekten geri kalmadığım bir yıldı.
Yani her zaman her yerde çok konuşuyorum ve bu huyumdan artık kendim bile rahatsız olmaya başladım.
Hem her an her şey hakkında bu kadar konuşacak şeyi nerden buluyorum anlamadım ki?
Offf offf. keşke susabilsem.

2019, insanlar üzerine, insanlık üzerine de çok düşünmeye başladığım bir yıldı. Hatta bi ara filozof  mu olsam, öyle bir yola  mı girsem" diye ciddi ciddi düşünmedim değil. Sonuçta ben kendime filozofum desem, kim ne diyebilir ki?
Top lumun bana filozof olmadığı mı söylemesi ise tabiiiiiiki sikimde değil ve olmayacak.
Bakalım ölmeden az önce ne bok olucam.

2019 yılında başka neler oldu diye düşünüyorum da, bir şey bulamıyorum. Ama şimdi son olarak aklıma gelmişken; ailemle olan iletişiimiz biraz değişti ve bu değişim köklü olmasına rağmen, olumlu anlamda olduğunu da söyleyebilirim.
Evet, ailem değişiyor. İletişimimiz değişiyor. Daha sık ve samimi bir iletişim kurmaya başladık. Tabii hepsiyle değil.