-->

28 Şubat 2023

Neden Gitmiyorsun?

Başlıktaki soruyu geçen yıl 3numaralıAblam bi sabahın köründe, mutfakta sormuştu. Soruyu sorduğu zamanki kovulma sohbetimizi şurda yazmıştım: allahu ekber, süphanallah ve baş ağrısı  Bu sorusu, o tatlı sohbetimizden sonraki saatlerde, günlerde, haftalarda, aylarda ve şimdi yılı dolmuşkenki tüm bu zamanlarda ara ara aklıma gelip durdu. Hatta bu soruyu unuttuğum zamanlarda bile tanıdığım veya tanıdığımı sandığım, beni tanıyan veya beni tanıdığını sanan insanlarla olan sıradan konuşmalarımızda da sorularak hatırlatıldı. Sahi ben neden gitmiyordum?

Soruyu bana soranların, konuşma ve lehçelerine, aldıkları eğitim ve görgü kurallarına, edindikleri deneyim ve yaşam tecrübelerine göre sorma şekilleri şöyle olurdu;
-Eee oğlım işte belliki seni istemiyorlar burde. niye gitmersen. Çek git oğlım, siktir et 
-Aaa nasıl yaaae? hastalığına rağmen böyle mi davranıyorlar. Doğru söyle, sen üvey evlat falan mısın? Hem niye gitmiyosunkiii? Hâlâ neden kalıyosunkiiii
-yaww eeeeh boşwer yaw, çek git. değmez burde ğalmane.
-ay inanmıyorum ya!! sevilmediğinin bu kadar açık belli edildiği bi yerde nasıl kalabiliyosun
-tuhaf birisin. sana bu kadar açık açık kötü davranmalarına rağmen gitmiyorsun. ben olsam çeker gider, dönüp arkama bile bakmazdım
-sen bilirsin tabii ama ben olsam çoktaaan gitmiştim.
-siktir et her şeyi. bence git, bir daha da bunlara hiçbir zaman görüşme
-zaten ufak da olsa bi maaşın var, git kendine yeni bi hayat kur. sen her şeyin üstesinden gelirsin. güçlü birisin. tüm bunları da atlatırsın.
-ya biliyosun herkesin sıkıntıları var. sanıyor musun ki benim yok. ama çocuklar var gidemiyorum da işte. sen gidebiliyorsan git bence. hiç durma

Bi kaçını böyle sıraladım fakat geçip giden tüm bu süreç içerisinde, bunların aynısı veya benzeri olan daha yüzlerce "neden gitmiyorsun" sorusunu ve kendilerindeki cevaplarını bana sunup sunup gitmemi istediler.  Sorularına onlarca cevap verdim fakat hiçbirini doyuramadım, cevaplayarrak tatmin edemedim. Çünkü vardıkları sonuca göre aslında ben
"-kaos sevenin tekiydim
-kargaşadan besleniyor olabilir miydim?
-güçsüz veya cesareti olmayan sıradan biriydim.
-kimseye söylemediğim ve herkesten sakladığım başka hesapları olan, kurnaz bi tilkiden farklı değildim.
-"bence senin başka hesabın var"
-tüm bu yaşadıklarına rağmen içlerindesin. ama neden? bence sağlıklı düşünmüyorsun
-senin yerinde başkası olsa, ıııı neyse. bence tuhafsın. yani işte garip" biri olduğum için gitmiyordum. 
Benim dışımda herkes mantıklı düşünüyor, doğru olan karara göre yaşıyordu ama ben doğru olanı yapmaktan aciz ve güçsüz, başka planları olan kaos bağımlısı biriydim.

Onlarca "Neden Gitmiyorsun" sorusunun cevapları karşısında "Sahi ben neden gitmiyorum?" diye düşünmeye başladım ve tüm bu kendi kendime soruşlarımda, zamanla cevaplarım değişsede şuna karar vermiş bulunmaktayım;
-Neden gitmediğimin net bir yanıtı yok. Sadece, bazen gerçekten gitmek istemediğim için gitmiyorum. Hem şimdiye kadar gittim de ne bok oldu.
-Gitmelerimle yaşadığım tüm o spontan anlar ve aşklar, yediğim haltlar ve edindiğim deneyimler, hayata gözü kapalı dalışlarımdan öğrendiklerim, her boka korkusuzca atılmalarım vesaire vesaire vesaire...
Evet güzellerdi ve eminimki, yine çekip gitsem önceki yaşadıklarımdan daha güzellerini yaşarım ama gözümü bu kezde, buradaki hayatı şimdiki kafamla deneyimlemek üzere kalmak için kapatıyorum.
-yaşamımın bi kısmını burda, ergenliğinin başlarındaki oğlumla geçirmek istiyorum. "onun için kalmak, kalmış olmak bile bana iyi geldi" gibi hissediyorum. insan böyle şeyleri anlatamaz, gösteremez ama içten içe bilir. tek başına anlar.
-ayrıca burada kaldıkça, onunla daha sık görüşmeye başladık ve üstelik beni sevdiğini, beni sırf kendisinin babası olduğum için sevdiğini gözlerinden rahatlıkla okuyabiliyorum. bazen bana sebepsiz anda yumruk atmasından, yastık kavgası yapmak istediğinde ona hiç acımadan tüm gücümle yastığı dank diye kafasına vurduğumda bana "ya sen yavaş vur yaww. deli, delisin sen" demesinden, çevresindeki babalardan farklı bi babası olduğunu bilmesine rağmen seviyor olduğunu anlayabiliyorum. hissettiriyor. 

bir diğer kalma sebebi (bunu zamanla daha çok fark ettim)
-Evet, insanlar burada daha az maliyetli bir hayat yaşayabilirler. Önceki deneyimlerimden dolayı, ben burada daha iyisini yaşıyorum. Maliyet hesabım çok düşük.
-Maliyet hesabı vs düşük olduğu için, benimki gibi ufak paralı işler yaparak bi para akışı sağlamaya başlarsanız, yarısından çoğunu biriktirebiliyorsunuz. Böylece sürekli para için çalışmak zorunda da kalmıyorsunuz. İstediğiniz zaman çalışma özgürlüğünüz hep elinizde kalıyor. 
-Sağlıklı beslenme kafasına gelmişseniz ve bu konuda çok abartıya kaçan biri değilseniz her tarafta sağlıklı besin bulabiliyorsunuz. Çoğu dağda bayırda toplanan otlar meyveler, işsiz güçsüzler tarafından sokak tezgahında veya yere serilen bi bezin üstünden satılıyor. Aynı zamanda yerel çiftçiler ve süt ürünleri üreticilerinden kimyasal katılmadan yapılan bir çok yiyeceği direkt kendiniz alabilirsiniz. 
-Koku almadığım için "temiz hava" denilen şey gerçekten var mı bilmiyorum ama milyonlarca aracın olmadığı bir şehirde, mutlaka oksijenin kalitesi daha yüksektir. üstelik ihtiyacım tam buyken.
-Kimseye hesap vermemek ve vermeden yaşamak imkânı burda çok fazla, çünkü herkes parasız olduğunuz için, onlara yük olmayın diye sizden uzak duruyor. Ara sıra olan karşılaşmalarınız esnasında sordukları sorulara da bi-iki dengesiz cevap verip hafif terslerseniz, anında selamı sabahı kesip sizi kendi başınıza bırakıyorlar. Olurda sokakta karşılaşma ihtimali çıkarsa da çoğu yönünü değiştirip olabildiğinde hızlı bi şekilde gözden kayboluyorlar. Onlara göre artık siz hafif tırlatmışın tekisiniz :) yüzsüzleri de yok değil ama onları atlatmanın yolu da, sizin onları gördüğünüzde yolunuzu değiştirmenizden başkası değil :)))))
-Aşk adı altında saçma sapan insanlarla tanışma olasılığınız yok. Böylece duygusal manipopülasyondan uzak tercih edilmiş, bireysel sakinlikte bi yalnızlık yaşıyorsunuz. Bu aynı zamanda yalnızlıkla barışmanıza da yarayacaktır. Ben uzun zamandır yalnızlıkla  barışık olduğum için bende çok farkındalık oluşturmadı, ama barışık olmayanlar için iyi gelecektir.
-Ruhsal anlamda sıkıntılı bi kaç gecelik ilişkiler yaşamak peşindeki insanlardan uzakta yaşamak, buranın en büyük avantajlarından biri olsa gerek
-Barlar, kafeler, birbirinden farklı konseptlerdeki eğlence mekânları denilen insan öğütücü ortamlar yok. Bu da, kendinize zaman ayırmanız için vakit yaratmış oluyor.
-"Büyük şeher"lerdeki dikkat dağıtıcı bir çok etkinlik burada olmadığı için, odaklanmak istediğiniz şeye rahatça odaklanabiliyor ve sonunu getirebiliyorsunuz. Örneğin biriktirdiğiniz kitaplar, izlenecek filmler, müzikler vs hepsini tık ata ata bitirebiliyor, listeyi azaltabiliyorsunuz. Aynı zamanda bi konu hakkında eksikliğiniz varsa, o konuya zaman ayırıp kendinizi o konu özelinde biraz daha tamamlayabiliyorsunuz.
-Koşturmadan, nefes nefese kalmadan ve hatta yer yer hiç çalışmadan da yaşanabildiğini deneyimleyebilirsiniz. ben daha önce deneyimlediğim içini,  şimdi burada bunun daha üst bi evresini deneyimliyorum.
-kalarak; aile, arkadaş, eş, dost gibi kavramların anlamlarına yenilerini eklemeye başladığımı da söylemeliyim.
-ailemi yakından tanımayı ve gerçek anlamda, nasıl kişiliklere sahip olduklarını da kalarak öğrendim.

...listeye daha çok madde eklenebilir ama şimdilik yeterli. eminim buradaki yaşamı deneyimledikçe, kalmaya dair yeni anlamlar-maddeler çıkacak, kalmak için daha bir çok haklı neden bulacağım. ama en güzeli, sanırım gitmek için tüm kapılar açık olmasına rağmen kendimi burda tutmaya ve bunun ne gibi sonuçları olacağını öğrenmeye dair olan merakımın cevabını bulmak, tüm bunların yaşatacağı maceradan öğreneceklerim olacak. Evet burada, sapına kadar gerçek bir macera daha yaşamış olmak için de kalıyorum ve belki de en güzeli bu. Tabii bunu açıkça kimseye söyleyemiyorum o ayrı :)))
Hem macera yaşamak için illa da bi ADA'ya düşmeye gerek olduğunu da kim söyledi? yok öyle bir şey yok :) macera; her an, her yerde ve zamanda herkesle yaşanabilir. Sadece bunun macera olduğu bilincine sahip olmak yeterli. 


23 Şubat 2023

O AN

Dün sabah, 3numaralıAblamın bu yaz evlenip giden 4numaralıAblam'la olan uzun mu uzun telefon konuşmasına şahit oldum ve o andan bu yana kafamın içinde fark etmemek için çırpındığım karanlık gizli bi köşeye, devasa büyüklükteki projektörle ışık tutulmuş gibi bir hisle doluyum.
Sanki orda, bana ait olan bu kafamın tam içinde kapkaranlık bi bölüm vardı ve ben o bölümü nedense bugüne kadar, bu an'a kadar bilerek hiç fark etmemişim de bu telefon konuşmasına kulaklarımla şahit olduğum anda, artık kaçacak bi yerim, görmemek için bi sebebim kalmadığı için mecburen farkına varmışım.
Şu an mecburen farkına vardığım için, içten içe "keşke hiç farkına varmasaydım" diyesim gelmiyor değil ama yok, vardım ve artık kaçacak yerim kalmadığı için farkındayım...

bu gereksiz süslü ve uzun cümleleri geçip gerçekliğime döneyim. Yani hiç rol yapmadığım, yapacak kimsemin olmadığı gerçek hayatıma, buaraya;
13 yıl önce yazdığım Her ibne Asker Doğar  yazımdaki bana para veren ablamla yaşıyoruz ve o ablam 3numaralıAblam oluyor. O yazıda bu ablam için şunları diyorum;
"...Sonra baktım bu soğuk rüzgarların dineceği yok, evden tekrar ayrılmaya karar verdim. Ama kararım yersizdi. Çünkü cebimde beş kuruş  para yoktu. Son paramı aileme dönerken harcamıştım. Evde altı üstü bir hafta kaldım ve sonrasında ablamdan, varsa bana bi miktar para vermesini istedim. Oda sadece 50 tlsi olduğunu söyledi ve getirip verdi. Ablamı tanırım, çok iyi kalpli, çok iyi düşünceli ve elinden geleni yapan biridir. 50 tlsi olduğunu söylediyse doğru söylemiştir. Zaten çalışmıyordu başka parası olamazdı da.
50 tlyi verdiğinde gitmek için aldığımı biliyordu. Hiç sesini çıkarmadı. Evdeki huzursuzluğun farkındaydı, parayı verirken gözlerinde adeta gitmeme razı olmaktan başka seçeneği yokmuş gibi bir bakış takınıp parayı vermişti. Parayı verdiğinde gözlerinin dolduğunu hatırlıyorum, ama oda başka seçeneğim olmadığını biliyordu, buna rağmen sırf benim kendimi iyi hissetmem için gülümsediğini hiç unutmam. O an, şimdi gibi hala aklımdadır..."

(Yukarıdaki satırları yazdığım olayın gerçekleşme yılı 2004. Yani bu yazıyı yazmakta olmamdan 19 yıl önce.)
Ablamla aramızda gerçekleşen ondan "para alma sahnesi"ni 13 yıl önce buraya, yani bloga yazarken kendimce süslemeye gayret etmiş olsamda, aslında 19 yıl önce yaşadığım o anın gerçekliği kafamdan hiç silinmedi ve olayın gerçekleşmesinden 5 yıl sonraysa, O AN'ı buraya yazarken ise çok çok romantikleştirmişim. Çünkü ablam için;
-"...parayı verdiğinde gözlerinin dolduğunu hatırlıyorum.." cümlesi, okuyanların benim için hiç "sevilmeyen biri" olarak düşünmemeleri çabası sonucu uydurduğum koca bi yalandan ibaret ve büyük ihtimalle, yazma hevesimden gelen ilhamla, o an onu şeytanlaştırmamak ve onu şeytanlaştırmamış olduğum için de, aslında tüm yazdığım yazılar boyunca yaptığım gibi alttan alta kendimin iyi biri olduğu, dünyanın bi yerinde artık bağımız kalmamış olsada beni de seven birilerinin var olduğu mesajını vermeye, desteklemeye çalışmışım. Ya da şu an böyle düşünüyorum.
Şimdi tüm bunları geçip, tekrar 19 yıl önceki ablam'a gelirsek;
Ablam parayı bana verirken gözleri dolmamıştı, hatta üf edip durmuştu. Ama "gitmemi istediği, gitmem içinse elindeki parayı bana sike sike vermesi gerektiğini bilerek" vermişti ve üstelik şimdi bile, o anki kızgın bedensel hareketleri aklıma geliyor da; sanırım ondan para alıyor olmak, onun etinden et koparmak gibi canını yakmıştı. Yani giderek değil ama gitmek için ondan bi damla su alarak canını yakmıştım.
Öte yandan, işte o da aslında benim evden gitmem için elinden geleni yapmıştı ve 50 TL'den fazlasını yapmasına gerek kalmadığı için eminim benim evden ayrıldığımın dakikasında bi kaç rekât şükür namazı bile kılmıştır. 
Hatta şimdi hepsini tanıyor olduğum için abartıyormuşum gibi rahatça şöyle diyeyim; belki de gidişimi, diğer ablamlara da haber verip, benim evden ayrılmamı kazasız belasız sadece 50 TL ile atlattıkları için, büyük bir sevinç içinde şükür namazını cemaat olarak bile kılmış olabilirler. Malum bu günâhkâr yarı müslümanlar, sevap pointler'in de nasıl kazanılacağını çok iyi bilirler ve gidişimi kutlamak adına kılacakları şükür namazını cemaat halinde kılarak sevap hanelerini şişirme fırsatını asla kaçırmazlar.

-yine aynı şekilde "....sırf benim kendimi iyi hissetmem için gülümsediğini hiç unutmam. O an, şimdi gibi hala aklımdadır..." cümlesi de yalanın daniskası. (daniska neydi lan? bi ara bakayım)
Ablam asla gülümsemez, sadece sırıtır. Üstelik bu sırıtışı, yüzünde o kadar açıkça okunurki, insan içi kalkar, kusmamak için kendini zor tutar.
Neyse cümleye dönecek olursak; ablam gülümsemedi. sadece ben buraya yazarken o an spontan bi şekilde bilinçakışıyla öyle yazdım ve cümleye güzel bi şekilde uyduğunu görünce de karışmayıp öyle bıraktım.
zaten parayı verirken bırak gülümsemeyi, nerdeyse bedensel olarak "al bi an önce siktir ol git" demek yerine, gerçek anlamda sözsel olarak da dile gelecekmiş gibi sabırsızca elime tutuşturmuştu.

-yine, yazmış olduğum "..çalışmıyordu. 50 tlsi olduğunu söylediyse doğru söylemiştir..." cümlesi de koca bi yalan. Ablam o ara haftanın bi kaç günü, güya bizden (evin erkeklerinden)gizli bi şekilde perdecide çalışıyordu ve sırf bu yüzden bile sadece 50 TL'sinin olması imkânsız. Zaten evin tüm ihtiyaçlarını biz erkekler alırdık ve evin kadınları da çalışarak kazandıkları parayı, kollarına takıp diğer kadınlarla birbirlerine hava atacakları altın bileziklere yatırırlardı. Bu yüzden ablamın da kirli bi çıkışının teki olduğunu şimdi rahatlıkla söyleyebilirim ve yıllar önce buraya yazdığım cümleyi geçersizleştirebilirim. Aynı zamanda şunu da şimdi söylemeliyimki; genel olarak tüm karalamalarımda, yazı boyunca okucuyu elime geçirip istediğim ruh haline büründürtüp sonrasında "istediğim şeye inandırma çabası"nı hiç bırakmam. O yüzden şimdi okuduğun bu cümleden sonra dönüp o yazıdaki cümleye biraz dikkat edersen; aslında yazıyı okuyacak olan kişiyi inandırmaya dair olan çabalamamın hiç durmadığını ve hatta tüm yazılarımda öyle bir çaba içinde olduğumu göreceksin. 
O zamanlar sakinleşmek ve yanan canımın acısını dindirmek için merhemmişcesine kendi kendime söyleyip durduğum ve sonra gerçekmiş gibi de buraya taşıdığım yalanlara, başkaları "hayır" demesin diye tüm hünerlerimi göstermiş olacağımki, bi-2 kişi dışında kimse de "siktir lan" dememiş... 

-şu "..Ablamı tanırım, çok iyi kalpli, çok iyi düşünceli ve elinden geleni yapan biridir..."cümleyi ise, o zamanlar onun gerçekten öyle biri olduğuna inandığım için yazmıştım. Hatta geçen aya kadar da inadıma inadına hep böyle inanıyordum. Kanser olup eve geldiğim şu 2 yıldan bu yana bana ne derse desin, ne yaparsa yapsın, nasıl davranırsa davransın onun ve diğerlerinin de aslında hep iyi insanlar olduklarına inandım, inatla inanmaya devam ettim. Ama dün sabahki telefon konuşmasında 4numaralıAblam'a "yemek yapmıyorum. valla hiç karışmıyorum. bana ne zaten. ne yiyorsa, yapıyorsa kendine yapsın yesin. hiç karışmırem bana ne... e he he zatan öyledır... yo yo yoğ bi gün mutlaka daha fazla dayanmaz gider... he he gider, ne yapacağki... o bılir, bana ne" cümleleri ve şu an aklıma gelmeyen daha fazlası, artık onun ve diğerleri için "iyi biri" tanımımı tamamen yok etti, cahilliğine ve görmemişliğine bağladığım kötü davranışlarının ise içindeki saf kötülüğünden kaynaklı olduğuna iman ettirdi. Bu yeni imanım canımı sıksada, içimi çok rahatlattı. Çünkü bana karşı olan tavırları ve sözlerinin artık saflığından, cahilliğinden kaynaklı olmadığından emin oldum.
O ve diğerleri böyle insanlar ve ben onların iyi olduklarına dair olan boş inancımı bıraktım. Artık onlara karşı bir imansız olarak öylece duruyorum. İçimi rahatlatan bir diğer şey ise, onlara karşı duyduğum müphemliğin sonsuza kadar yok olup netleşmesi. Artık acabalara yer kalmadı.

Yorulduğum için fazla uzatmayıp şöyle keseyim; 
-Bu ablam ve geçen yaz evlenip giden şu an telefonda konuştuğu ablam, önceki yıl mecburi olarak eve dönüşümden bu yana doğru dürüst yemek yapmıyorlardı ve ben, onların yemek yapmıyor olmalarını, evde yemek yapacak malzemenin az olmasına, hatta malzeme alacak paralarının olmamasına bağlayıp, kenara ayırdığım paralarımdan onlara zorla para vermeye başlamıştım ama değişen bir şey olmamıştı. Sonra kendi kendime "belki de aslında para vererek ayıp ediyorumdur, eve ihtiyaçları ben kendim alayım" diye düşünerek eve alışveriş yapmaya başladım ama yine de değişen bir şey olmadı ve aldıklarım da oldukları yerde çürüyüp çöpe atılmaya başlandı. Zaten o aralar tartışmalarımız da artınca ve beni evde istemediklerini açık açık söylemeye başladıkları için, dayanamayıp Everest Dağı'ndan daha büyük gururumu içimdeki küçük valize tıkıp babamdan kalma gecekonduya taşınmıştım. ( Taşınma hikayesi için tıkla: Savaşma veya Sıvışma )
Bi kaç ay sonra eve döndüğümdeyse değişen bir şey olmamıştı ve bu yüzden yiyeceğim yemeği kendim yapmaya başladım, bu arada onlar ise yiyebilecekleri kadar yemek yapıp bitirmeye başlamışlardı ve ben hâlâ kendi yemeğimi yapıp yemeye devam ediyorum.
4numaralı ablam evlenip gittikten sonra, 3numaralı olan bu ablam ve Kaltak Annem'le kaldığımızda, belki değişirler diye umdum ama umudum boşa çıktı. Hatta o ara, eve bozulabilecek şeyler almak yerine; zam geleceği dedikoduları yüzünden 4 teneke sıvı yağ, bi kaç donmuş piliç, 3 torba pirinç, bi kaç kavanoz kahve,  paket paket çay, şeker, 2-3 kilo taze paketlenniş fındık gibi her zaman yenilebilecek çeşitli şeyler aldım ama yine de işe yaramadılar. Bunları hepsini geç, 3numaralıablam ve Kaltak Annem, aldığım yumurtayı bile yemediler, hatta aldığım taze ekmekleri bile bırak yemeyi dokunmadılar ve bunun yerine, her defasında ve hâlâ aldığım ekmeklere dokunmuyor, markete gidip yenisi alıp önümde büyük bir iştahla yemekten geri kalmıyorlar.
Bu yüzden bende eve alışveriş yapmayı bıraktım ve almış olduklarımı da çöpe atmak yerine, onların almış olduklarına az az kata kata bitirdim :)))
Çöpe atacak değildim ya :)))

Şimdi tekrar dönecek olursak; yaşamım boyunca ablamın yalnız değil, ailem dediğim bu kokuşmuşların, tümünün aslında kötü insanlar olmadıklarını ısrarla görmemek istedim ve başardım. Bu yüzden de yıllarca onları birer Cahil Melek olarak gördüm ve melekliklerinden arındırdığımda bile sadece "cahil" olarak görmeyi başarıp, olmayan ama var kabul edilen işlenmiş tüm suç'un bende olduğuna kendimi inandırdım. Bunu yapmak, böyle davranmak zorundaydım;
Çünkü dağ başında yeşeren bi yabanotu kadar dahi olsa herhangi bi bağım olmalıydı, kendimi bi yere ait hissetmeliydim, ilkbaharın başında dalda bitip sonbaharın ortalarındaki yağmurlardan birinde dayanamayıp mazgala düşen ve yağmurla beraber akıp gidecek önemsiz bi yaprak gibi kendi kendime var olmuşum ve bu varlığı devam ettiriyormuşum gibi değil de, insan olarak doğmuşluğumdan dolayı ardımda birilerinin olduğunu sanmalıydım, en azından sanarak yaşamalıydım. Tamam, belki tüm bu saçma yersiz ve aptalca çabalarıma rağmen hissetmek istediklerimi %100 hissedemiyordum ama olsundu, çünkü bana %1'i bile yetiyordu ve ben sanki dünyada beni düşünen birileri varmış gibi yaşayarak mutlu olabiliyordum, başarıyordum, mutluydum.
Hem 99'dan bana ne, 1 yetiyor da artıyordu bile.
ve son olarak; ben azla yetinmeyi öğrenmiş, kendi halinde bir meczup değilim. Ben sadece 1'in çok olduğuna inanan, onunla yetinerek yaşamayı beceren sıradan bir insanım. En ön sıradan.


21 Şubat 2023

o kadarı kadar daha var



çekip gitmemek için tutunacağın hiçbir bahanenin olmaması kadar can yakan bir şey daha var
işaret parmağını dış kapıya sıkıştırmak.

sevilmiyor olmana rağmen, belki bi gün kapıya "sıkışan parmağının tırnak ucu kadar" bile olsa sevilmeyi umarak orda yaşamak zorunda olmak kadar can sıkıcı bir durum daha var
gidecek hiçbir yerinin olmaması. 

"ailenin senden sebepsiz nefret etmeyi bırakıp seni sevecekler"ine dair beslediğin inancın BOMBOŞ ÇIKMASI KADAR can yakan bir şey daha var
parasız ve çok çok yalnız kış soğukları.

yer sofrasına buyur edilmeyi bekleyen, sessizliği kadar aç ve utangaç tanrı misafirinin düştüğü zor durum gibi bir şey daha var
aynı kandan, aynı amdan doğduğun insanların sırtlarını dönerek içtikleri şapır şupur çorbanın ağzını sulandırması.

yanisi canım, hayat matematik kadar net değil.
iki kere iki her zaman dört eder ama bu kimin sikinde?
yediğin o somun ekmek, yaşaran gözlerini saklamak için doğradığın kuru soğan tek gerçek.

18 Şubat 2023

nerden nereye

yazı şurdan devam ediyor: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/02/onkoloji-doktoru-ve-para-matinesi.html

...Hastaneden sonra mesleği; para kazanmak için yalan söylemek olan avukat kuzenime gittim. Bu şerefsiz, geçen yılki terapilerim sonrası memlekete döndüğüm o ilk aylarda, bizimkilerin beni kavga çıkarıp çıkarıp sonrasında da onlara karşılık vermemi bahane ederek sürekli evden kovmaları yüzünden  babamdan kalma gecekonduya yerleştiğimde dayanamayıp artık evden kovulduğumu eş dost, konu komşu herkesle paylaşmamı bahane edip benimle görüşmeyi kesmişti. Güya ne olursa olsun bunu asla kimseyle paylaşmamalıymışım falan ama ben onun bu görüşmemesini artık takmıyordum. Daha doğrusu bu gibi durumları takmamam gerektiğini henüz bi kaç aydır öğrendim. Çünkü insanlar, bi problem yaratıp sonrasında sizden uzak durmaya çalışıyorlarsa siz de ortada problem yokmuş gibi yaşamaya devam edip, onlarla iletişimde kalmaya devam etmelisiniz. Hatta sizden uzak duruyorlarsa, siz onlara eskisinden de daha yakın olmaya ve tabiri caizse yapışmaya çalışmalısınız. Fakat olurda eğer benim şu yaşıma kadarki yaptığım "problemli ortamlar ve insanlardan uzak dur" uygulamasını hayatınıza geçirip uzak durursanız, bu durumun, aslında onların tam da istediği şey olduğunu geç fark edersiniz. Ben bunu 38 yaşımda öğrendim ve bu yüzden artık problemli insan ve olaylardan uzak durmuyor, onların yaptığı gibi ortada hiçbir şey yokmuş-olmamış gibi eskisine nazaran daha fazla yapıştıkça yapışıyor ve iletişime geçmeye-kalmaya devam ediyorum.

Oysa bu davranış şeklini çevremdeki herkes bana yıllarca ve hatta hayatım boyunca uyguladılar. Örneğin;

1-Öküz Herif'le olan ilişkimizde; Öküz Herif'le olduğumuz yıllar boyunca bana en ufak şeylerde bile durmadan sorun çıkardı, olmadık anlarda söylenmeyecek şeyler söyledi, kavga edilmeyecek anlarda kavga çıkarıp ortalığı ateşe verdi ve ben onun aslında benden ayrılmak için olmadık anda sorun çıkartıp beni onu terk etmeye, ondan uzak durmaya çalıştırdığını anlamadan onu terk ettim, etmeye çalıştım ve onda olmayan cesareti, olmayan dürüstlüğü kendim gösterip "ayrılalım, görüşmeyelim" deyip ayrılmayı seçerek görüşmeyi kestim. Oysa aslında görüşmek istemeyen oydu fakat buna cesareti yoktu ve sanki görüşmek istemeyen/ilişkimiz boyunca problem çıkaran benmişim gibi davranıp, görüşmeme eylemlerini hayata geçirmeyi bana yaptırıyordu. Bu numarasını, ilişkimiz boyunca hiç fark etmeden yıllarca yedim. 
Üstelik herhangi bi şekilde görüşmeye başladığımızda ise "bana, beni sorun çıkaran biri olarak hissettirdiği" için özür dileyerek tekrar barışıyorduk ve bu kısır döngüde yıllar içinde özür dileyen, af edilmeyi isteyen de hep ben olmuştum.

2-1numaralıAbim ve yengemle yaşadığım o çocukluk yıllarımdan ilk ergenlik dönemlerime kadar olan zaman içerisinde de bundan farklı bi durum yaşanılmadı. Ben henüz 12 yaşında bi çocuk olmama rağmen bana kötü davranmaktan geri kalmadılar. Üstelik beni anne, baba ve ablamların olduğu deprem yerinden farksız olan iyi-kötü aile ortamından aldıklarında bile "baban seni getirdi bize verdi" demekten geri kalmadılar. Oysa babam 2 yıl önce beyin kanaması geçirdiği için artık dünya ile iletişimini mecburen kesmişti ve nerdeyse bulduğunu yiyip içip altına sıçan bi fareye dönüşmüştü. Bu yüzden değil beni alıp, başka bi ilde yaşamakta olan onlara getirip vermesi, çevresinde olup bitenlerin farkında bile değildi ve çişi ile bokunu da altına yapması hep bundandı. Üstelik akli melekelerini de tamamen kaybedip artık sadece nefes alıp veren herhangi bi canlıya dönüşüyordu ama yengem ve abim; benim, babam tarafından kendilerine verildiğini söyleyerek bana kötü davranmayı kendilerine hak görmüşlerdi ve bu düşüncelerinden olsa gerekki, abimden 18 yaşıma kadar herhangi bi bahaneyle dayak yediğimde de hep kendimin dayak yemeyi hak ettiğimi, mutlaka yanlış yapanın ben olduğunu, hiçbir şey yapmamış olsam bile hiçbir şey yapmamış olduğum için suçlu olduğumu söyleyerek kendimi suçladım.

3-Bu abimin karısı olan Yengem tarafından sofrada "çok yemek yedim" diye azarlandığımda da, çok yediğim için hep kendimi suçladım. Tüm bunlara dayanamayıp 18 yaşında onlardan kaçıp sokaklara düştüğümde de kendimi suçladım. Çünkü ne olursa olsun o çatının altından kaçmamalıydım. 

4-Askerlik sonrası döndüğüm o baba ocağında, anamı sikmiyor olmasına rağmen bana babalık yapmaya kalkışan 2numaralıAbim'de pek farklı davranmadı. O da her fırsatta aşağıladı, suçlu hissettirdi ve hatta evliliğim esnasında bana hiç çekinmeden karımı sikmeye hakkı olduğunu söyledi. bu söylemleri o kadar sıklaşmıştıki, ben evden ayrılırken nerdeyse "kondomu kendi ellerimle onun sikine takıp, karımın ammına sokmadığım için" kendimi şanslı hissediyordum. Üstelik evden kovanın ta kendisi o olmasına rağmen ve ben bu yüzden İstanbul'a yerleşmişken benimle iletişim kurmaktan ve geri kalmıyor, kendimi bana kötü hissettirip hatanın bende olduğunu, hata yapanın ben olduğunu, öz ailemden uzak duranın ve durmak için elinden geleni yapanın ben olduğunu düşündürtüyordu.

Beni bok gibi hissettirmek için ellerinden geleni yapan çevremdeki insan kılıklı annem, ablam, diğer ablam ve diğer ablam, benden küçük kardeşim, benden büyük olan abim ve diğer yengem, eş, dost, arkadaşlar, akrabalar, çalıştığım iş yerlerindekilerden bazıları ve ordaki-burdaki tanıdıklar vs vs daha sonsuza kadar uzatmak elimde ama umarım ne demek istediğimi anlamışsınızdır diye burada kesiyorum. 

Yani etrafınızdaki insanlar sorun çıkarırlar ve çözmek için konuşmaya çabaladığınızda kavgaya dönüştürüp iyice içinden çıkılmaz hale getirirler. Doğrunun ne olduğunu ve bu kadar açık olan bir şeyin nasılda başka taraflara çekilip saptırıldığını ayan beyan gördükçe kafayı yersiniz ve çözümü, kibirli bir duruşta bulup oradan-onlardan kaçıp gitmekte, uzak durmakta olduğunu sanırsınız. Siz kaçıp gittiğinizde ise suçlu olanın kendileri olduğunu bile bile sırf siz kaçmış olduğunuz için sizi suçlu ilan ederler ve "eğer o suçlu değilse, neden kaçtı ki?" diye bağırırlar vicdanlarına ve vicdanları da kendi bedenlerinde hapsedilmiş olduğu için mecburen susar kalır içlerinde...

Şimdi tüm bu mevzuyu anladıysanız şöyle bağlıyım; birileriyle aranızda bi sorun varsa kaybolmayın, sorun siz olduğunuz için değil, karşınızdaki sorunlu biri olduğu için vardır. Bu gibi durumlardaki kaçmak hiçbir şeyi çözmez. Aksine, yıllarca sürecek kibirli bir fakirlik, gururlu bir yalnızlık yaşamanıza neden olur. O yüzden benim yaptığım gibi sorunları çözmek için, tüm iyi niyetinizi yükleyerek açtığınız o masum çenenizi de kapatıp, kaçmaya da bi son verin ve oturun oturduğunuz yerde.
Onlar sizin susuşunuz ve kaçmayışınızı da sorun edecekler ve bu yüzden istedikleri ve uzatabildikleri kadar sizinle kavga etmeye de başlayacaklar ama siz buna da düşmeyin. Bırakın onlar, istedikleri kadar söylensinler ve hatta dayanamayıp istedikleri kadar hır gür edip dursunlar. Siz her şeye rağmen sakin bi ses tonuyla kavgadan bağımsız konuşmaya, iletişim kurmaya, hakaretlere rağmen kulaklarınızı tıkamaya gayret edip, devam etmekte olan hayatı yaşamaya odaklanın. Çünkü kavga etmeye hazır olan hiçkimse sorun çözmez, çözmek istemez ve sırtlandığı yükü boşaltacağı birini arar.
Ben bunu henüz yeni öğrendim ve bazılarının yıllar önce sırtıma bıraktıkları o yükleri "işte bak burda" diyerek kucaklarına bırakmaya başladım. Şimdi dellenmeleri, beni görünce nefes nefese kaçacak bi delik aramaları da hep bundan ötürü...

Yalancı Avukat Kuzen'e dönecek olursak; ofisine gidip kapıyı çalınca, beni mecburen içeri buyur etti ve içeri geçip koltuklara oturduktan bi kaç dakika sonraki bomboş olan birbirimizin hal hatrını sorup durma girişimlerimizin sonuncusuda, gelen çaylarımızı içerken dan diye "sende kalayım mı bi kaç gün" dedim ve yüzünün asılmasını önlemeyece çalışarak "evinin müsait olmadığını, evde ablasının olduğunu" söyledi. İnanmadım ama şimdi kalkıp "sana inanmıyorum orospuçocuğu, baban milletten çalıp çırptıklarıyla sizi büyüttü. haram lokma yiyenin doğru konuştuğu ne zaman görülmüşte şimdi ben sana inanayım" diyemezdim. Bu yüzden sustum. Ama zaten aslında çok da kalmak istemiyordum, sadece önceki seferlerde de bana  türlü bahaneler uydurarak "hayır" dediği için, bu seferde yine gelip bana nasıl bi bahane uydurarak "hayır" diyeceğini öğrenmek istiyordum ve işte öğrenmiştim.
Öte yandan bu sefer, beklediğimin tam aksi olarak "hay hay buyrun ev senindir" deseydi de büyük şok yaşardım. Fakat içimdeki sesin netliğinden emindim. Çünkü o, 2numaralı abime yalakalık yapmış olmak için, şu son 2 yıldır gelip gittiğim her defasında olduğu gibi bu seferde beni evine almayacaktı... 
Bu gerçeklikle öylece otururken bi çayını daha içtim ve benden sıkılmasını, beni sevmiyor olduğunu bilmeme rağmen orda öylece oturup sanki aramızda olumsuz soyut hiçbir şey yaşanmamış-olmamış gibi davranmama sinir olmasını biraz daha izledikten sonra kalkıp gidesim geldi ama kendimi tutup, biraz daha oyalanmaktan zarar gelmeyeceğini ve onun bana "işim çıktı" bahanesini uydurup gideceğini düşünüp kaldım.
Ne yazıkki aradan 10 dakika daha geçtiğinde, düşüncemde yanıldığımı ve ağzından alıp burnundan verdiği nefesiyle gerilen koca burun deliklerine rağmen ve kızaran göz damarlarına inat öylece beni süzmeye ve sorduğum gündelik önemsiz sorulara bile yer yer sakince cevaplar verip durdu. Şerefsiz benden sabırlı çıkmıştı. Zaten ben henüz bunları yeni yeni anlayıp, hayata geçirerek öğreniyorken onu ilk defa da alt etmek de büyük şans olurdu ya neyse..
Durumumuz böyle karşılıklı sabır sınavına dönüşmüşken, dayanamayıp doktorla olan muhabbeti anlatıp "bi kaç gün sonra sen arayıp sonucu sorar mısın" dedim ve o beni ofisinden postalamak için eline geçen bu ilk fırsatı tepmek istemediğini saklamaya bile gerek görmeden sanki büyük bi iş yapacakmışcasına "tabii tabii, ilgilenirim, mutlaka bakarım. sen dilersen git arkadaşına. ben bilgi alınca sana haber veririm" dedi ve sonra sevinçle karışık heyecanını alt etmiş olacakki cümlesine "hatta sen Cuma günü yine de hatırlat bana olur mu?" diye de eklemekten geri kalmadı..

Şerefsizin ofisinden çıktıktan sonra Adanalı Annem dediğim kadının evine gittim. Bu kadından da iyice soğudum ya. Ama detayları anlatmanın sırası değil. Çünkü yıllar önce bi şair arkadaşım "Öküz biliyor mu blogu" diye sormuştu ve ben "bilmiyor" dediğimde "ona söyle, blogu mutlaka bilsin" demişti.
O böyle dediğinde şaşırmış ve asla söylememeliyim diye düşünmüştüm ama bi kaç gün sonra kendi kendime "adam şair yahu, bildiği bi bok var herhalde" diye düşünmüş ve Öküz Herif'i blogdan haberdar etmiştim. Şimdi ben Adanalı Annem ve aramızda olanları ve onun hakkındaki düşüncelerimi buraya yazarsam Öküz Herif bunları okuyacak ve yarın öbür gün koz olarak kullanacak. O yüzden konunun detaylarını yazmayacağım.

Bu arada Öküz Herif'le de görüştük. Daha doğrusu ben İstanbul'dayken ve o beni, radyoterapi aldığım günlerde terketmeden önce onunla beraber yaşadığımız eve gittim. Yine her taraf bok içindeydi. Ev benden sonra iyice pisliğe bulanmış. Her taraf darmadağınık ve her şey her taraftaydı. biraz etrafı topladım ama toparlanacak gibi değildi.
Bunca pisliğin içinde nasıl oluyorda rahatsız olmadan yaşayabiliyordu. Yani tamam bende çok titiz biri değilim ama kaba dağınıklığı ve pisliği de hiç sevmem.. 
Karnım çok aç değildi ama sanki açmışım gibi yapıp "yemek var mı" diye sordum ve o "lahana yemeği  var dolapta" dedi. Mutfağa gidip lahanadan biraz alıp ısıttım ve yine, sanki karnım çok açmış gibi iğrene iğrene yedim. 
Çıkarken kendimi sıkarak da olsa rol yapmaya karar verdim ve başarabildiğim kadarıyla biraz ağlamaklı bi şekilde aniden sarılıp, yanağından öperken "her şeyin içine ettik. her şeyi karma karışık ettik. şimdiye kadarki aramızda olup biten her şey bok oldu" dedim, tepkisiz bir domuz gibi sadece "tamam tamam" dedi...

15 Şubat 2023

Onkoloji Doktoru ve Para Matinesi

 yazı şurdan devam ediyor: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/02/memleket-veya-ev.html

...Resepsiyonda her zaman beni karşılayan yaşıtım şişman kadını göreceğimi umarak suratıma kocaman bi gülücük yerleştirdim ve asansörün kapısı açılırken, bankoda onun olmadığını fark ettiğim gibi gülücüğümü saklayıp suratıma küçük bi tebessüm yerleştirmiş halde bankoya doğru gittim.
Genç bi kadın vardı ve ben bankoya yanaştığımda, hafif acıklı bi ses tonuyla "merhaba, bugün için randevum vardı" deyip MrCd'sini uzatarak, kişisel bilgilerimi paylaştım fakat o yinede "kimliğinizi alabilir miyim" dedi ciddi bir ses tonuyla, elimdeki MrCd'sini alırken. Bu demekti ki, muayene-kontrol parası isteyecekti.  

Evet, özel hastaneler böyleler. Kapıdan girince sizi soyabilmek için tüm numaraları çekerler. İlk başlarda bi kaç numaralarına kandığım için, artık nasıl sıyrılacağımı da öğrenmiş bulunmaktayım. Bu yüzden kimliğimi cebimden çıkarmış ona verirken tebessümümün kaybolduğu suratımı asıp, kaşlarımı hafif çatarak "buyrun" dedim.
Genç kadın bankoda yeni çalışan olduğu için, bu halime üzülmedi ve ciddi ses tonundan bir tık kadar bile olsa ödün vermeden "siz buyrun oturun, ben kayıt açıp hocamıza haber veriyorum" deyip, güya açtığı kaydımdan sonra bankodan kalktı gitti. 
Diğer onkoloji hastalarıyla bakışa bakışa koltuklardan birine otururken, onlara göre çok iyi durumda olduğumu düşündüm. Bu sırada bankodaki genç kadın gelip "hocamız müsait olunca haber vereceğim" dedi ve bankoya gitti.
Bi kaç dakika sonra gerçekten zor durumda olan hastalar sedyeyle gelip giderken veya radyoterapi randevusu gelmiş olanlar, radyasyon cihazının olduğu odaya yakınlarından birinin ittiği tekerlekli sandalyede girip çıkarken kalkıp tuvalete gittim ve lavabo aynasındaki yansımama bakıp "gerçekten iyiyim, çok iyi durumdayım" deyip, arkamdaki pisuvara işemek için sikimi çıkartıp işerken şükretmeye başladım.
Yani zaten az önce yanımdan sedyeyle geçirilen o yaşlı kanser hastasıyla kendimi karşılaştırınca, şu an rahatça işeyebiliyor olmaya şükretmemek elimde değildi. Üstelik 2 yıl önce buraya, 2 ay boyunca haftanın 5 günü tek başına gelip radyoterapi aldıktan sonra yine geldiği kadar yalnız, ama bu aldığı radyoterapi seansı yüzünden kafası bi dünya olmuş halde çıkıp giderken, sokaklar boyu yürümenin iyi geleceğini düşünerek iyi hissetmeye odaklandığı anda tutan ağlama krizinin kanser olduğu için değil de; yalnız olduğu, tedaviyi yalnız alıyor olduğu, tam da şu günlerde herkes tarafından tamamen yalnız bırakıldığı için ağlayıp duran da benden başkası değildi.
Evet şimdi yine yalnızdım ama en azından o günlerin her akşamındaki kemoterapi haplarıyla beraber 5-6 ilaç daha kullanmıyor, radyoterapi vs almıyordum ve sadece basit klasikleşmiş olan kontrole gelmiştim. Sikim elimde işiyorken buna şükretmeyeceksem, neye şükredecektim?
Evet ben gerçekten iyiydim, çok iyiydim ve her zamanki gibi çok yalnızdım.

Bir kaç dakika sonra tuvaletten çıkıp, bekleme salonunun köşesindeki sallama çay bölümünden, elimde oyalanacak bir şeyler olsun diye kuşburnu çayı yapıp koltuklardan birinde çayımı yudumlamaya başladım ama sıra hâlâ bana gelmemişti. Hocamız müsait olmuyordu ve böylece sıranın bana gelmesini beklemem 1 saati geçti.
Bu arada bi kaç defa su ve çay içtiğim için, defalarca da çişe gidip geldim, her çiş yapışımda ise "allahım çişimi rahatça ve tek başıma yapıyor olduğum için sana şükürler olsun" diye şükretmekten geri kalmadım. Bu gidip gelmelerin en sonuncusunda sayın hocamız müsait oldu ama ben saate bakmadım ve doğrusu bakmış olsaydım bile şu an toplamda ne kadar beklediğim aklımda olmayacaktı. Zaten önemsiz bi ayrıntı ve tüm hayat formalitelerden ibaret. (Bu yazı bile önemsiz. Sahi başka işin yok mu da bu yazıyı okuyorsun ey okuyucu? )

Hoca Hanım'ın müsait olduğu söylendiğinde, yüzümdeki asıklığın gitmesi için kendimi hafifçe silkeledim ve odasına doğru yürümeye başladım. Bu esnada yüzüme; onu görmenin verdiği huzurun rengini, gözlerime; ona kavuşmuşluğun sevincini, sesime ise; ulaşılması güç birine nihayet ulaşmış olmanın verdiği heyecanı bocalayıp odasına girdim.
Her zamanki gibi tüm matlığıyla öylece yığılı bir şekilde koltuğunda oturuyordu. Ses tonu bıkkın, surat ifadesi yılgın, bakışları sönük bi şekilde otomata bağlamışcasına "hoş geldin Hayat Erkeği, gel şöyle otur" dedi.
Gösterdiği koltuğa oturdum ve sanki doktor olan benmişim de hasta olan oymuşcasına onu canlandırmak için sesime cıvıl cıvıl bi ton katarak "nasılsınız? her zamanki gibi çok iyi görünüyorsunuz" dedim ama bu surat ifadesinden ve göz kapaklarının fazlasıyla aşağı düşüklüğünden anladığım kadarıyla bu yapay cıvıltım onun amında bile değildi. Yine de sırf cevaplamış olmak için "çok sağ ol, teşekkür ederim. bende seni iyi gördüm" deyip hemen konuya geçti;
Sonuçlarım iyi görünüyormuş da falan da filan da. Ama biliyor ve lafa hemen girmesinden anlamıştımki; kaltak yalan söylüyordu. Çünkü getirdiğim mr cd'si henüz kenarda öylece duruyordu ve bakmadığı çok belliydi. Evet bakmamıştı ve bunu da "rapor getirmemişsin, ama gidince söyle o hastanedeki gerizekalılara, mutlaka ama mutlaka karşılaştırmalı rapor yazmaları gerekiyor. sen onlardan o raporu istemesen bile vermek zorundalar. tamam mı. gidince deki "hocam sizin gerizekalı olduğunuzu söyledi" aynen böyle söyle ve bi dahaki sefere gelirken mutlaka raporu da getir." gibisinden bir sürü saydırdı ve sonra "sonuçların iyi görünüyor, ama ben bizim konseye de gösterip değerlendirmelerini isteyeceğim. bu MrCd'in bizde kalsın şimdilik." dedi.
Evet yanılmamıştım, yani cd'ye bakmamıştı ve anladığım kadarıyla, eğer ben onun rapor dediği tek sayfalık kağıt parçasını getirseydim, onu okuyacak ve ben odasına girdiğimde de rapordaki cümleleri, tıp literatüründeki kelimelerle, radyoonkoloji'ye has bir dille iyice süsledikten sonra bana cd'yi incelemiş gibi anlatıp duracaktı.
Tüm bu benim içeri girmem, tamamen gereksiz iltifatlarım, capcanlı davranışlarım esnasındaki onun yalan dolan kokan konuşması hepi topu 5 dakika sürdü ve ben çıkarken tekrar "konseyle inceleyelim, arkadaşlar sonucu sana mesajla atarlar. mutlaka haber ederler seni" dedi. Arkadaşlar dediği de, bankodaki iki genç kadından biriydi işte.
Çıkarken hafif kızgındım ama yapacak bir şey de yoktu. Kızgınlığıma yenik düşüp "hipokrat siksin seni emi. ayrıca gerizekâlı da sensin aptal şey seni" falan deseydim ne değişecekti ki?
Bu yüzden sustum, tüm iyiniyetli saf aptal halimi takınıp tekrar "teşekkür ederim" dedim ve odasından çıkmış oldum. 

Bankoya doğru giderken gülümsüyordum ve bana bakmakta olan genç kadın'a hocanın yanından çıktığımı, 3 ay sonra tekrar gelmem gerektiğini söyleyip, para istememesi için konuyu uzattıkça uzattım ve en sonunda da, kendisinden önceki şişman kadının neden bugün burda olmadığını, ne zaman geleceğini sorduğumda bana;
-3 aylık ücretli izne ayrıldı
-aa neden bu kadar çok, ben onu özledim ya. keşke görseydim. yani gelmeyecek değil mi bugün
-yok gelmeyecek. 
-neden yaaaeee
-hastalığı tekrar nüksetmişti. mecburi izne ayrıldı" dedi. 
(Şişman Kadın'la iyi anlaşıyorduk ve o da bunu "ikimizde kafadan kontak olduğumuz için elektriğimiz tuttu senle." demişti bi keresinde. Bankonun arkasından, tüm içtenliğiyle bana bu cümlesini kurarken ayağa kalkmış ve kafatasının sağ tarafını kulak üstündeki saçlarını hafif kenara çekip ameliyat izini göstermişti. Onda da beyin tümörü varmış ve buna bağlı ameliyat olmuştu.
İşte şimdi onunla olan son görüşmemizden bu yana 3 ay geçmişken tekrar nüksetmişti ve bu yüzden mecburi izne ayrılmıştı. Umarım iyileşir ve o cüssesiyle bankoyu işgal etmeye devam eder.)
Şimdi ben böyle, bu yeni görevli genç kadının "nüksetti" kelimesinde kaybolup, bunları düşünürken o kimliğimi uzattı ve "muayene ücretiniz 750 TL" dedi. Kendimi toparladım ve kimliğimi almaya çalışırken, sessizce "ya ücret şimdilik kalsın" gibisinden bir şeyler söylemeye çalıştım. Kanser, tümör, nüksetmek vs hepsini bi anda unutmuştum ve düşündüğüm tek şey, şu an beni yolmamasını sağlamaktı. 
-nasıl yani
-ya şimdilik kalsa olur mu
-anlamadım
-kalsın. ben şey ım öööö
-muayene ücretiniz bu efendim" dedi ve ben kendimi toplayıp;
-haklısın. ama ben yanımda hiç para getirmedim. zaten 3 ay sonra tekrar geleceğim. o zaman hallederiz olur mu? 
-ııııııhhhhh aa ıııımm
-valla para yok yanımda. nasılsa yine geleceğim." dedim ve o şaşkın gözlerini üzerimden çekip, kimliğimi elime bıraktığı anda bende hemen alıp cebime attım. Olabildiğim kadar kibar bi şekilde "teşekkür ederim" dedim ve o anda başka bi hasta gelip ona sorular sormaya başlayınca, fırsat bu fırsat deyip hemen ordan sıvıştım.
Yolda kendi kendime ve tüm bu olanlara gülüp dururken sonraki kontrolü düşündüm. Ulan nasıl yırtacaktım ben bu işten? Üstelik "3-5 ay sonra gel" denildiği için 750 TL vermek hiçde bana göre değildi. bu doğru bi davranış olmazdı :((
Neyse işte ya, bu seferde yırtmıştım ve aylar sonrasını şimdi düşünmenin hiç sırası değildi...

Yazının DEVamı: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/02/nerden-nereye.html

13 Şubat 2023

memleket veya ev

Geçen ay kontrollerim için İstanbul'a gidip 2 hafta kaldıktan sonra 3 Şubat'ta, tanımlamaya gücümün yetmediği farklı bi ahlaksızlığın şüphesiz doğru olarak kabul gördüğü ve saklama çabası olmadan açıkça yaşanılmasına rağmen, gözlerin yumulunca ahlaksızlığın da hiçbir zaman yaşanılmadığının varsayıldığı sikik memleketime döndüm.

"Memleket" deyip duruyorum ama aslında ev dememe çabasının sonucunda böyle bi kelime kullandığımı da az önce fark ettim. Belki de artık burayı "memleket" olarak adlandırmak yerine "ev"  ve dolayısıyla da cümle içinde kullanırken de, "memlekete" yerine "eve döndüm" diye kullanmanın ve buna bağlı olarak da burayı ev olarak kabullenmemin zamanı geldi de geçiyor. Çünkü tercih edecek daha iyi bir seçeneğim olmadığı için artık buraya kalıcı olarak bir kazık çakmaya, alışmaya yönelik inatçı bir çaba göstermeye ve açıkça istenmiyor olduğum gerçeğinin farkında olarak da bunu bile bile ve bildiğimi de belli ederek kaldığımı-kalacağımı göstererek yaşamaya, bu ve cümle daha fazla uzamasın diye yazmadığım diğer onlarca nedenden dolayı, burayı ev olarak, evim olarak kabullenmeye başlamalıyım. Başladım.

Şimdi yazacağım cümleyi ve buna bağlı düşünceleri daha önce söyledim mi, yazdım mı bilmiyorum ama yıllar önce bu boktan yerden kovulurken, acımasızca kovuluyor olduğum gerçeğini çaresizce kabullenmek karşısındaki içsel büyük acıyı hafifletmek için onu derinlerde bi yerime gömüp, ardından da "Allah'ım kendimi ve bana ait olan her şeyi sana bırakıyorum. Elbetteki sen doğruyu bilen, hakkı gözetensin" diye dua ederken yaşamıma devam etmeye karar vermiştim. Bunu hiçbir zaman saklamadım kendimden ve biliyordumki, allah'a emanet ettiğim o çaylak dönemimdeki yaşantımın karşılığı bana mutlaka dönecekti.
O ilk ayların bazılarında, herkesin gözü önünde uğradığım hakaretin büyüklüğü ve ağırlıkları aklıma geldiğinde, canımın yanmaya başlaması yüzünden dayanamayıp ellerimi allah'ıma açtığımda, ondan bana hakaret edenlerin başına gelmesi için kötü bir şeyler dilemek, bana hakaret edenlerin de aynı şekilde ve hatta belkide daha büyüğüyle hakarete uğramaları için dua etmek içimden geliyordu ama son anda vazgeçip "her şeyin sahibi allahım, elbetteki sen hakkı bilensin, gözetensin" diyor ve kendimi bu şekilde sakinleştiriyordum.
Şimdi böyle sanki bunu kolayca yapabiliyormuşum gibi yazıyorum ama açıkçası bu öyle kolay bi durum değildi ve dualarım sonrası hafifliyor olsamda, yola çıkmış olan bedenimi ve kendimi yürümeye devam etmesi, gücümün tükenmemesi amacıyla sürekli bir şeylerle kandırıp sakinleştiriyor, sonrasındaysa içten içe sık sık kendime "aslında öyle çokta açıkça kovulmuyorum, kovulmadım. ben özgürlüğümü bu şekilde kazandım ve işte onu, her zerresiyle yaşamaya gidiyorum" diye söyleyip duruyordum.
Bunu o kadar sık yapıyordumki, artık dış dünyaya da "hayatın neler getireceği belli olmaz, ben artık yeni şeyler keşfetmeli ve hayatın başka yönlerini de yaşamalıyım" gibisinden klasik sıkıcı kişisel gelişim kitaplarındaki o yalanları söyleyip duruyordum.
Komik olan şuydu ki; herkes yalanıma inanıyor ve hatta içlerinden bazıları, cesaretimden dolayı beni tebrik ediyorlardı. İçim kan ağlarken, sahip olduğum cesaretim yüzünden elimi sıkanlar, hayata çılgın bi gözle baktığımı sananları falan şimdi düşününce, çok komik geliyorlar ama onların gerçeklerimden haberi yokken, acınılası gülüşümü yüzlerine bocalayamazdım. Tabii açıkçası o zamanlar sadece bu komik değildi, komik olan başka bir şeyde; kimsenin gerçekten beni tanımak ve benimle, gerçeğimi öğrenecek kadar vakit geçirmiyor oluşu, geçirmek istemiyor oluşuydu. Yani öyle cesaret falan fas fiso. Günün sonunda karnımdaki gurültüyu bi tek ben duyuyordum.
Tüm bu yalancı sahneler gerçekleşip dururken, attığım palavraya zamanla bende inanmaya ve öyle yaşamaya başlatmıştım. Şimdiyse üzerinden yıllar geçmiş ve köprünün altından çok sular akıp gitmişken, tekrarlaya tekrarlaya inanmaya başladığım o yalanı, yok etmenin belki zamanı ve tam sırasıydı.
Üstelik o zamanlardaki kadar cahil ve cesaretli, genç ve diri, zekâ olarak da pek zeki, akıl olarak pek başında biri değilken o yalanı yaşatıyor olmanın ne anlamı var ki?
Bu yüzden, tam da sırası gelmişken Allah'ın bana burda kalmak için haklı olduğumu söylercesine, haklı olduğumu gösterircesine yaşattığı hastalık sonrası açtığı yoldan geri dönüp geldiğim bu yerde; 15 yıllık sıçışımı, bu sıçış içindeyken bazen bi anda paraya kavuşma ve sonra yine kaybedişleri, "hayatımın aşkını buldum, artık tamamdır bu sefer. kesin aşık oldum" diye sandığım için yaşadığım onlarca gereksiz sikiş sokuşları, arada modern hayata karşı pes edip yere düşmediğim ilk anda kaçıp gittiğim o hiç tanımadığım lakin kalacağım, orada yaşayabileceğime inanacağım kendime göre bi alanı aradığım çekip gitmeleri, bazen yolunu kaybediş mi yoksa buluş mu olduğunu bilmediğim ve anlamayacağım o yaşanışlarla akıp giden zamanın içindeki yok oluşları falan da gerimde bırakmalıyım.

Evet onların hepsini ben yaşadım, evet arkamdaki o yarısı çökmüş şatafatlı köşkün sahibi benim ama şimdi dönüp tekrar köşke girmeye, çökmüş yanlarını kaldırıp atmaya gücüm yok. Ben artık çok yoruldum ve lütfen köşkün yıkık yanları olduğu yerde öylece kalsın Allah'ım. Hem sende biliyosun; bana açtığın bu yolda, gösterdiğin hedefte durmadan yürüyeceğime ve bu uğurda yeni bir şey daha denemek ve kalan gücümün bi kısmını buna harcamak istiyorum. Belki bu sefer başarırım Allah'ım. Bana bunca yıl sahip çıkan ve başımı sürekli beladan kurtaran, beni koruyan kollayan ve yollarımı açıp duran, çıkmaz sokaklardan ip sarkıtan, girdiğim dipsiz kuyulardan çekip kurtaran ve hiçbir şeyin üstesinden gelemiyor olmama rağmen, bana sanki üstesinden gelen "benmişim gibi" çözümler sunup duran güzel Allah'ım, bence bu sefer daha iyi, huzurlu ve mutlu bi şekilde başaracağım, başartacaksın. Çünkü ben sana hep inandığım gibi yine inanıyorum. İkimiz bunu birlikte başaracağız.
ve buna bağlı olarak söylemeden duramayacağım ama belki hayatımın aşkını, o gerçek huzuru falan da bana burda bulduracaksındır. Kim bilebilir ki? Senin dışında.

Şimdi Allah'la olan muhabbetimizden, cümleleri okuyan sana döneyim, bu ruh halleri ve hissedişleri kenara bırakıp kontrollerimden bahsedeyim;
Önceki ay fark ettiğim kafa tasım içindeki şişliği burdaki doktora da söylemiştim. O da mr sonrasında bakalım gibisinden cevaplar vermişti ve işte sonuçlarla karşısında durmuş ona bakıyordum. Eskiden tanıdığım bi arkadaşımın okul arkadaşı olan bu doktorun tayini, geçen yaz buraya çıktı ve biz arkadaşımla İstanbul'da buluştuğumuzda, bu doktordan bahsetmiş, onu görmemi söylemişti. Bende dediği gibi gelip görmüş, selamını getirmiştim ama bi kaç sahte gülücük, elimi sıkma nezaketinde bulunduğunu saklama gereği görmediği kibirli duruşu ve hemen sonrasında "şu an biraz yoğunluk var, görüşelim, her zaman gel" deyişi dışında beni pek siklememişti.
Şimdi ise önündeki bilgisayardan mr sonucuma bakıp "tümöre dair de bir şeyin görülmediğini. sonuçların çok iyi ve şişliğin pek önemsiz olduğunu" söylüyordu. Benimki gibi "büyük operasyonlar sonrasındaki yıllarda bazen bu tür iç şişlikler oluşabilirmiş". Yani kısaca "normal" gibisinden yorumlarda bulundu. 

Doktora "İstanbul'daki onkoloğum, önceki kontrolümde 'başka bi yerde mr çekme imkânın var mı, hep aynı yerde çekiyorsun, bir de başka yerde çeksen, baksak' diye sormuştu. Burdaki insanlara danıştım ama çevre illerdekilerde aynı olduğunu söylediler. Acaba onkoloğumun çalıştığı özel hastanede mr çektirsem mi, olur mu" diye danışınca bana karşılık olarak "hiç gerek yok, burdaki cihazlar çok iyiler ve orda da çeksen aynı sonuçları alacaksın zaten" dedi. O böyle deyince içim rahatladı. Çünkü onkoloğun çok önemli sikik bir işi yaparmış gibi üst perdeden benimle konuşması hiç hoşuma gitmiyordu. O yüzden, burdaki doktorun şu anki cevabı karşısında rahatlamıştım. Tabii birde bi kaç bin TL'em otomatikman cebimde kalmış oluyordu. Çünkü onkoloğun çalıştığı özel hastanede mr çektirmek bir emekli maaşım demekti. hatta belki de daha fazladır. Bilemiycem, sormadım, sormuycam.
Burdaki doktorun içim rahatlatmasından sonra, aşağıdaki servisten mr cd'sini alıp, doktorada gerçekten ama gerçekten zorla sevk kağıdımı imzalattığımın ertesi günü trenle yola koyuldum.

Trenle gidip gelmemin nedeni; benim bu tümör biraz ciddi bi olay ve dolayısıyla buna bağlı olarak, aldığım raporumdaki "engel oranı"m yüksek olduğu için, arkadaşların yönlendirmesiyle aldığım Engelli Kartı sayesinde beleş yolculuk yapıyor olmamdan başkası değil.
Ayrıca otobüs, araba, uçak gibi taşıtlara oranla Treni, ayaklarımı yerden kesmediği için daha güvenilir ve iç rahatlatıcı bulduğumu da eklemeliyim. 
Yolculuk günü, trene yanımda koca bi valiz alarak binmiştim ve valizin içinde; yeşil kalıp sabunum, bi havlu, bir yedek mont, terliklerim, 2-3 çorap, bir şort, bi mayo, 2 kazak, pantolon, yedek içlik, oğlumun bebekken kullandığı küçük yastığı, önceki seferlerde gece trende üşüdüğüm için bezden kalınca büyük bi örtü, eski hikâyemdeki 2 küçük kahve kupası , 2 litrelik ketıl, 1 litrelik termosum, bi paket poşet çay, bi kavanoz kahve, bir kaç şişe su, traş makinem, diş fırçam, ipad'im, bilgisayarım, not defterim, 2 kitap, yoldaki iki gün boyunca bana yetecek olan yiyecek bir kaç şey, atıştırmalık çerezler, almak zorunda olduğum ilaçlarım ve şu an yazmaya üşendiğimden değil de unuttuğum diğer ıvır zıvırlar vardı. Yani valizi tıka basa doldurmuştum.
-Mayo'yu, kontrollerim sonrası bi ihtimal belki canım gezmek ister, bi tatil yerine giderim diye almıştım. ama İstanbul'a varıp bi kaç gün kalınca param bittiği için bi yere gitmedim ve sadece yanımda götürüp getirmiş oldum.
-Terlikleri, trende günlerce yolculuk yapıp ayaklarımı ayakkabıdan hiç çıkarmayarak veya çıkardığımda insanları bıktırmamak ve kendimi, ayaklarımdan etrafa yayılan koku yüzünden kötü hissetmemek için almıştım ve trene bindiğim gibi de giyindim. Yolculuk boyunca çok işe yaradılar.
-diş fırçasını, traş makinesini, pantolonu, çorapları vs neden aldığımı biliyorsunuz zaten :)
-ipad'i oyun oynamak ve oyalanmak için almıştım ama bi kaç sefer sudoku oynadım sadece
-kitapları okumak için almıştım ama hiç okumadım ://
-bilgisayarı, bu aralar freelance olarak yapmakta olduğum işe bakmak için aldım ve ara ara çalıştım
-yastığı ve örtüyü, önceki yolculuklarımdaki olumsuz gece deneyimlerimi tekrar yaşamamak için almıştım ve gerçekten çok işe yaradılar.
-  2 küçük kahve kupası 'nı trende birilerine de yanımdaki granül kahveden, termosta demlediğim çaydan ikram ederim diye almıştım ve öylede yaptım. çok işe yaradılar. edindiğim gelip geçici her arkadaşa sıcak içecek ikram ettim.
-valizi büyük olarak almamın nedeni de hem eşyalar, hemde trende kullanmak içindi ve yerime oturup, koltuğumun önündeki ayak boşluğuna bıraktığımda, olduğum yerde yarı şekilde de olsa uzanılacak bir yere dönüşmüş oldu. İçi de tıka basa dolu olunca, hafif uzanıp yastığı cama dayadıktan sonra başımı koyup örtüyü de üstüme çekince, yolculuk esnasında bastıran tüm uykuları uyumakta hiç zorlanmadım.
Tüm bu tavırlarım yüzünden, çevremdekilerden veya gelip geçenlerden bazılarının bana defalarca dönüp "profesyonel tren yolcusu" olduğum bakışı attıklarını da söyleyebilirim.
Evet, ben Profesyonel Tren Yolcusu'yum. Çünkü bi kaç deneyimden sonra, nasıl rahat olacağımı hemen anlamaya başladım ve uzun yolculukta uyuya kalıp kıllı götümü-başımı çevremdekilerin ağzına gözüne sokmaya gerek olmadığına karar vermiştim. ÇEVRE KİRLİLİĞİNE HAYIR!
Ayrıca engelli kartım varken ve bu yüzden, trenle beleş yolculuk yapma hakkına sahipken neden gerçek bi Profesyonel Tren Yolcusu olmayayım ki? Hem uçakla kasıntı bi yolculuk yapmak, otobüsleyse Azraille kolkola bi şekilde sırat köprüsünde dans edip üstüne birde para vermektense, Profesyonel Beleş Tren Yolcusu olmak daha iyi.
Tüm bunlarla beraber, uzun tren yolculuğunda mecburen yeni insanlarla da tanışılabiliyor ve bu yüzden yolun uzunluğundaki kaçamak bi muhabbete kimse hayır demiyor.
Bu seferki uzun muhabbetimi Tek Seferlik Arkadaşlık tanımımdaki şekilde, genç bi kadınla yaptım. Bağıra bağıra anlattığı bir sürü seks anısı, aldattığı sevgilileri ve adaylarını, başarısız iş hayatını, okuldan zar zor mezuniyetini ve okul anılarını, şu an yaşadığı Eskişehir'de çalıştığı Burger King'deki işini ve ordaki gay kankasını, ailesindeki sorunları ve daha niceleri niceleri nicelerini dinledim. Yer yer güldük, yer yer akıl verdik birbirimize ve bazen de biraz efkârlandık. Efkâr anlarını çıkarıp sigara sarıp içerek değerlendirmekten geri kalmadı.
Birbirimize ismimizi cismimizi söylemediğimiz için olsa gerek fazla rahattı. Rahatlığını sağlayan başka bir şey ise, bunun geçici bir yolculuk olmasıydı ve zaten inince kimse kimseyi tanımayacaktı. Bu yüzden olsa gerek sohbet ederken sesinin etrafımızdakiler tarafından duyulmasından çekinmeyecek şekilde abartılı olarak çok rahattı ve aklına ilk gelen cümlelerini, yanımızdakilerin bile duymasından hiç rahatsız olmuyordu. Bense bazen çevremizdekilerin aniden dönüp bize bakmaları esnasında, yanaklarımın kızarmaması için hormonlarımı-hücrelerimi falan durdurmaya ve yaşanmakta olan anın normal olduğunu içimden geçirip duruyordum.
Belki de genç kadın, ona asılmayacağımı ve bilgilerimizi birbirimizle paylaşmayacağımız garantisini verdiğim için de bana karşı bu kadar rahattı ama ben bu kadar ileri gitmiş bir Tek Seferlik Arkadaşlık'a şimdilik hazır değildim. Üstelik henüz bu arkadaşlık türümün başlarında, yani denemelerimden birindeydik ve o bunu bilmiyordu. bilmediği için de ben onun cümlelerini bazen kesip konuyu değiştirmek zorunda kalıyordum ama benimkinden bile ucuz seks anılarına, aşık olduğu eski yavuklularına, annesiyle yaptığı o büyük kavgaya ve detaylarına dayanacak gibi de değildim.
Neyseki 4 saat sonra sımsıkı sarıldıktan sonra hızlıca indi ve ben onunla beraber onun tüm detayları unutup koltuğumda, saatler sürecek son durağa kadar rahat bi uykuyu uyuyabildim.

İstanbul'a vardığımda koca valizi toplamak kolay oldu. Çünkü yolculuk boyunca yenilecekleri yemiştim, şişe şişe suları içip çöpe attığım için valiz biraz hafiflemişti.
Trenden indiğimde, bi kaç yıldır görüşmediğimiz ama ara ara birbirimize mesaj atıp soruştuğumuz bi arkadaşımı arayıp "bu gece sende kalsam olur mu" diye dilendim ve o da ikiletmeden, hemen kabul edip adresini attı ve ben onda bitiverdim.
Gece yarısına kadar sohbet ettik. Sohbetlerimiz esnasında kendimi tutamayıp şu konuşmayı açıverdim. 
-senlen hiç yakın değiliz ama yine de bana hayır demedin. bu beni çok iyi hissettirdi. 
-ya üff tamam, kaç defadır diyorsun. sanki başımda mı yatıp kalkıcan. ev duruyor işte, yer de var. daha ne uzatıyorsun?
-ya tamamda, işte bu çok güzel. gerçekten çok teşekkür ederim. allah senden razı olsun.
 Ertesi gün o işe gittiğinde, ben evde kaldım ve sonraki gün ise kalkıp özel hastaneye gittim.

Devam için tıkla: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/02/onkoloji-doktoru-ve-para-matinesi.html

09 Şubat 2023

Tek Seferlik Arkadaşlık

Son 5 yıldır "kalıcı arkadaşlıklar"a inanmamaya ve bu yüzden adını "tek seferlik arkadaş" diye koyduğum bir arkadaşlık türü geliştirip, konuşmayı ve düşünmeyi bilerek yaşamakta olan  insanlarla bu arkadaşlık düşünceme göre gelip geçici ilişkiler kurmaya başladım.
Adını çok düşünmeden koyduğum bu TEK SEFERLİK ARKADAŞLIK türünü, ilk zamanlar çok bilinçli ve farkında olarak yapmıyordum ama işte özellikle şu son 3 yılda yaşadıklarımdan sonra ciddi ciddi kendimle oturup film izler gibi dönüp geçmişime, geçmekte olana ve bu sırada hayatıma girip çıkanlara, hayatlarına girip çıktıklarıma, dönüp tekrar hayatlarına girdiklerime, yine çıktıklarıma ve bu arada hayatıma girip çıkmaya devam edenler veya selam verdikten sonra ortadan kaybolanlara ve benzeri binlerce ilişki davranışlarıma bakınıp konu özelinde ufak bi an kadar düşündükten sonra bunu kalıcı olarak hayatıma geçirmeye karar verdim. 
Tabii yapmaya karar verdiğim daha ilk anda "çok da aklı başında yaptığımı, yapmaya başladığımı" söylemek kocaman bi yalan olur. Çünkü öncesinde, bunun eksileri ve artıları gibi sonuçlarıyla beraber iyice içselleştirmiş şekilde farkına varmıştım ve açıkçası biraz korkak korkak ilerlemeye başladım.
Bu ufak ilerlemeler sırasındaki gelişmelerle konu özelinde düşünsel anlamda bilinçlenmeye ve bunun bir kişisel alan-bireysel alanın tacizi olarak değil, kesinlikle gelip geçici bir sosyalleşme olduğunu belli etmenin, karşımdakine güven duygusu aşıladığını ve karşımdaki kişinin de aslında buna candan bir şekilde gönüllü olduğunu-olarak davranmaya başladığından emin oldum. Bu emin olma durumundan sonraki bi kaç başarılı ve abartılı denemem sonrasındaysa "bunun daha ilk andan tek seferlik arkadaşlık olduğunu belli edecek şekilde" hareket etmenin doğru olduğuna ve böyle davranmaya karar verdim.
Yani; artık kime ne zaman, nerede, nasıl, hangi davranışla, hangi cümle ve hangi ses tonuyla gibi spontan gelişen kriterlerin içinde olduğu davranışlarımla iletişim kurarak ilerleyebileceğimi ve bunun ne zaman sonlandırılması gerektiğini anlamaya başladım. Bunu yapmak kadar, başlatılan sohbeti Tek Seferlik Arkadaşlık'ı ne zaman bitirmenin de önemli olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Genelde bitirişi karşımdakilere bırakıyorum ve Tek Seferlik Arkadaşlık'ımız orada kalış olarak, yok olup gidiyor. 

Böyle özet geçtim ama açıkçası TEK SEFERLİK ARKADAŞLIK bir blok küpe veya sınırlı-kesin bir davranışa sığmıyor ve "kesinliğin kendisi" ve "keskin sınırlar" bu arkadaşlık türümün tabiatına uygun değil. O yüzden bunu kişilere, yaşlarına, yaşadıkları veya büyüdüklere yerlere, kişinin eğitim ve hayat-yaşam, inanç ve cinsiyet türü gibi onlarca değişkenlere uygun olarak, o anda iletişimde olduğum kişiye göre sürekli optimize ederek davranıyorum.
Zaten şimdilerde en doğrusunun da bu olduğunu anlamış bulunmaktayım ve dolayısıyla bu da bana, daha özgür ve keşfedilecek çok ilginç yeni dünyalar gibi bir sonsuz olasılıklar sunarak, Tek Seferlik Arkadaşlık'ın belkide insanlığa yarar sağlayacağını düşündürtmüyor değil. (tamam burası çok abartılı ama neden olmasın ki? sonuçta hayatın şifresi, deşifresi vs çip'i yok ki, takıp onu anlayarak-anlamış olarak yaşayalım)

(Yukarıdaki cümleleri okuyup buraya kadar geldiysen, benim için "buna ne olmuş böyle, nasıl biri bu, deli, salak, gerizekâlı, zavallı kafayı yemiş herhalde gibi" bir çok şey düşünebilirsin ama bunlar sikimde değil. Pardon, seni kaçırmamak ve yazının devamını okutmak için kibarca "sikimde değil" yerine "umrumda değil" demeliydim galiba. 
Evet, tamam, sen haklısın. Büyük harflerle yazıyorum UMRUMDA DEĞİL.)

Konuya dönecek olursak; Tüm bu denemeler, optimize etme çalışmaları, sürekli olarak farklı insanlarla gelip geçici olacak iletişime geçme davranışlarım esnasında, arada tabiki terslendiğim ve hatta bakışlarından "deli herhalde" diye baştan savıldığım bi kaç başarısız denemem de olmadı değil ama şu son bi kaç aydır, bu davranış şeklim artık kafama tamamen oturmuş gibi ve tamamen yabancısı olduğum mekânlarda, lokasyonlarda, bir daha gitmeyeceğim yerlerde vs her an kendime Tek Seferlik Arkadaş bulup vakit geçirebiliyorum.
Şunlarada değinmeden bitirmeyeyim;
-Tek Seferlik Arkadaşlık'ta; birbirine tamamen yabancı iki kişinin, birbirini o sırada, o yerde, o anda tanıyıp spontan bi şekilde gelişen sohbette, sınırsız açıklıkta cümleler kurarak iletişim kurmaları ve sonrasında da ayrılmalarından başka bir şey yok.
-Yani öyle birbirimizin hayatına nüfuz etmek, kalıcılaşacakmış gibi rol yapmak, sanki yüzlerce yıldır tanışıyor ve bu tanışıklık yüzlerce yıl daha sürecekmiş gibi acınılası bir komiklikte davranışlar sergilemek gibi yapay tatlandırıcı bulunduran hareketler yasak.
-Bu arkadaşlık türümde; karşındakine olabildiğince açık olmak ve bu açıklığın aynısının onun tarafında da gelmesini sağlamak ve bir kaç dakikalık sohbetten sonra ise bunu "ya bir şey söyliycem. bu tanışıklığımız sadece burada kalacak ve birbirimize adlarımızı dahi söylemeyeceğiz. hatta olurda başka bi zaman, başka bi yerde birbirimizi bi daha görürsek selamlaşmak dahi yok. Şu anki bu konuşmalarımız, kontrolsüz spontan sesli paylaşımımız sadece burada kalacak ve asla kimseyle de paylaşmayacağız. söylememek önemli ama olurda çok yakın çevremizdeki birine "biriyle tanıştığımızı" söylesek bile sohbetimizin içeriğinden ve özelinden asla bahsetmek yok. Ayrıca, zaten büyük ihtimalle bi daha karşılaşmayacağız, bahsetsek bile bunun bi önemi yok.
-Farz edelimki bi ihtimal dünya dönerken, hayat akıp geçerken allah bizi bulunduğumuz şu anki gibi bi yerde yine rastlaştırırsa, hiç tanışmamışız gibi yanlarımızdan geçip gideceğiz tamam mı? Ayrıca belirtmeliyim ki; birbirimizin iletişim bilgilerini almak veya sosyal medya hesaplarımızı öğrenip arada bir birbirimizi sahte like'lara boğmak gibi davranışları da yapmayacağız. buna kabulsen, sohbetimiz devam etsin ve konuşurken çok düşünmemeye özen göstererek iletişelim" diye açıklıyorum.
Bu açıklamamam esnasında genelde insanlar şaşırmış oluyorlar ve doğrusu kabul etme nedenleri de ya "hayır" demeyi bilmedikleri, ya da ilginç bir deneyim yaşayacaklarını düşünüyor oldukları için kabul ediyorlar. Yani çoğunun kafaları ne demek istediğime, neyi anlatmaya çalıştığıma, neden böyle davrandığıma basmıyor. Basmadığını yüzlerinden, mimiklerinden, o andaki el kol hareketlerinden, göz bebeklerinden, nefes alışverişlerinden, yaşayacakları ilginç bir deneyimin vereceği zevkten dört köşe olmuş göz bebeklerinde okuyabiliyorum.
Çok abartılı ve muzipçe bulanlarlaysa hemen ilerlemeye başlıyor ve Tek Seferlik Arkadaşlık'ımızı yapıp ne zaman istersek o zaman sakince vedalaşarak ayrılıyoruz. En profesyonel davranan ve kabul edenler bunlar oluyorlar.
Diğer sıkıntılı tiplerleyse zaten hiç ilerlemiyor ve daha o anda iletişimi sakince kesip işim çıkmış gibi yapıp ayrılıyorum ama orta karar davrananlarla, iletişimi devam ettirip 1-2 saat daha  devam ettiriyorum. Bu devam esnasında eğer karşımdaki kişi, gerçek kendisi olmaya başlamışsa bu süremiz uzuyor ve biz 5-6 saate varan sohbetlerimizi gerçekleştirmekten geri kalmamış oluyoruz..

Son olarak; bunu geçen yazdan bu yana ara ara yapıyorum ve açıkçası bu Tek Seferlik Arkadaşlık dediğim bu durum benimde ciddi anlamda çok çok hoşuma gitmeye başladı ve bir kaç Tek Seferlik Arkadaş'ın da çok çok çok ama çok hoşuna gittiğini söylemeliyim, çünkü "sohbetimiz bitsin noktası"na gelirken "noolur bir daha görüşelim" dercesine gözlerimin içine bakıp sımsıkı sarıldıktan sonra ayrılmaktan geri kalmadılar.
Hatta geçen ay yaptığım uzun tren yolculuğumda edindiğim Tek Seferlik Arkadaşım olan genç bi kadın, Eskişehir'e yaklaşmaya başladığımızı haber veren görevlilerin uyarısıyla yerinden kalkıp çantasını üst raftan alıp yere bıraktığında aniden dönüp sarılmış ve "biliyor musun bi arkadaşımla hep 'keşke hiç tanışmadığımız ve bi daha görmeyeceğimiz biriyle saatlerce karşılıklı bi şekilde birbirimize her şeyimizi anlatıp konuşsak, ayrıldıktan sonra da bi daha da görüşmesek' diye düşünürdük ve benimki gerçekleşti. çok mutluyum. indiğimde bunu gerçekleştirdiğimi hemen ona anlatıcam" dedi :)


06 Şubat 2023

başarısız parazit

her şeye kırgın ve çok yorgunum. neden böyle hissettiğim hakkında çok fikrim var. ama tek bir nedeni varmış gibi davranmak istemediğim için şimdilik değinmeyeceğim. aslında yazma hevesim de yok lakin yapacak bir şey de yokken, klavyeye abanmaya çalışıyorum. oysa yazacak onlarca olay ve şey varken, olup biterken, birazı hâlâ devam ederken, yalpalayarrak yaşayıp dururken içimden hiçbir şey yazmak gelmiyor ve sanırım yazsam bile hepsinin boşluğa bağırmak dışında bi anlamı olmayacağını düşünmeye başlamış bulunuyorum.

kafam çok karışık. şu an "şimdiye kadarki her şeyi öyle güzel ve boşuna batırıp sıçmışımki" diye düşünerek mutluyumki, bu yüzden okumakta olduğun şu cümlenin devamını getiremiyorum..
daha doğrusu bu cümleleri yazarken mutlu oldum. yani yazmaya çabalamak, kelime denilen şeyleri bir araya toplayıp cümleye dönüştürmek ve onların aslında kafamdaki şeyi bir düzene oturtmalarını sağlamak, anlama kavuşturmak. bu iyi bir şey galiba.

dur nedenlerden birini yazayım; batırdım amınakoyim. hayatımdaki her şeyi batırdım ve bu batırmışlık hissiyle o kadar doluyumki anlatamam. çünkü şu an, hayatım dediğim tek şeritli, çoğu irili ufaklı çakıldan ibaret toprak yolda kalakaldım ve ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. dışardan biri bakınca, hayatı akışına bırakmamışım, her şey kontrolümdeymiş gibi davranıyorum ama öyle değil. hiçbir şeyi kontrol edemiyorum. zaten şöförlüğümde bok gibi. araba kullanmayı da sevmiyorum. hiç öyle heveslerim olmadı. drift yapmadım, yakışıklı veya güzel birini görünce asfaltı ağlatmadım. öyle sakin sakin ilerleyerek köşeyi dönüp ilk sağda efendi efendi osbirimi çektim.
aklımda olmadığı için buraya çeteleyemeyeceğim tüm başarısızlıklarımla beraber, en azından binmiş olduğum şu son gemiyi de yakasım gelmiyor değil ama yakmak için ateşim yok.
pardon siz ateşli birine benziyorsunuz, çakmağınız var mı? 
tüh sigara da içmiyordum değil mi? bu yüzden çakmağım yok. 
sahi sigara dedim de bu konuda bile başarısız biriyim. ulan o kadar özendim içtim, birilerini beğendim içtim, zamanla alışırım dedim içtim, paket taşırsam alışırım dedim çantamdan yıllarca eksik etmedim ama yok yine başlayamadım. olmadı. sigaraya alışamadım. ulan sigara alışkanlığı edinmek isteyip de başaramamış tek kişiyim her halde. belki de koca bi fiyasko olarak gönderildim dünyaya. yani hiçbir şey başaramayan biri lazımdı ve işte "selam dünyalı ben geldim/gönderildim."

ulan her şeyde sıçtığımı düşündüğüm, bundan emin olduğum ve artık hayatımın sonuna kadar haftanın 1-2 günü Öküz Herif'in kendini bana zorla siktirerek yaşamımı sürdürmek zorunda kaldığımı anladığım sıralarda hastanelik oldum. yani tamda, gerçek anlamda bilinçli olarak kendi kendime "evet ben, haftanın en az 1 günü zorlada olsa mutlaka dildo olmaktan ibaret olan bir hiçim" diyerek kendimi DİLDO olarak kabullendiğim sırada ve bunu bi başarı olarak kendime yontmaya başladığım günlerde hastanelik oldum ve uyandığımda gördümki işte bu sefer gerçekten ama gerçekten yine sıçmıştım. ama bi yandan da sevinmiştim. çünkü kendimi dildo olarak kabullenmiş olsamda, dildo olmak bana ağır geliyordu. yani ben dildo olarak hayatımı kazanan biri değildim, olamazdım. yıllarca bundan kaçmıştım. o, amı ve parası var diye kendini vazgeçilmez sanan çirkin kadınlardan, sırf parası olduğu için herkesin onu ömürünün sonuna kadar sikmek zorunda olduğunu sanan erkeklerden, evde kalmış sünepelerden, asosyal orospulardan, yaşlı kokoşlardan, kariyer delisi yeni yetmelerden kaçmıştım ama bak işte en sonunda kaçtığım şeyin ta kendisi yani koca bi dildo olmuştum ve bunu bilinçli olarak kabullendiğim o bi kaç gün içinde hastaneye kaldırılmıştım. yani yine başaramamıştım. çünkü ben başarmamalıyım. başaramamalıyım. allah beni başarısızlık örneği olarak yaratmış bence. başarısızlığı başaran insan; ben.

dildo olmaya, olduğumu kabullenmeye dönecek olursak; bunu anlamak da öyle kendi kendime düşünürken olmadı. yani dildo olduğumu, kaçtığım şeye dönüştüğümü de kendi kendime anlamadım. zaten bana kalsa ben onu da anlamazdım ya neyse. nasıl anladığıma gelirsek; PARASITE filmini izlerken anladım desem sakın şaşırmayın. hatta filmi izlerken, film ilerlemeye başlarken ben şok'lardaydım. bittiğinde ise, kendimi Öküz Herif'in dildosu olduğunu kabullenmiş ve sonraki 2-3 günde kafamın içi allak bullak olmuştu. zaten ertesi günlerden birinde de hastaneye kaldırılmış ve işte tümör olayı patlak vermişti.
zaten hayatı boyunca bir şey başaramamış biriyken, bunu da başarmamalı ve işte yazıyı burda bırakmalıyım