-->

31 Ocak 2022

gay hikayeleri

Evet, bir yarı gay olarak bu blogda tabiki gay hikayeleri yazıyorum ve açıkçası bundan rahatsızlık duymuyorum. Sonuçta bazen severek, bazen sevmeyerek, bazen sevilerek de olsa yaşadığım anlar var ve bunlar geçmişimde yer alırken hiç rahatsızlık da vermiyorlar. Tabii her zaman için bu durum geçerli değil. Çünkü bazen farkında olmadığım bi hikayede yer alırken, bazen çok istemem rağmen o hikayeye hiç giremedim. Örneğin şu linkteki hikayede başrol istememe rağmen yan rolden ileriye gidemedim. 

Başrol: https://hayaterkegi.blogspot.com/2011/12/ihtiyar-deligikanl-ve-patos-ergen.html

22 Ocak 2022

Kanserli Kene 2021 yılında neler yaşadı

Her yıl yazmaya çalıştığım ama geçen yıl bi anda içine düşmek zorunda kaldığım şey yüzünden yazmayı unuttuğum kendi geleneksel "yıl sonu muhasebe defteri" yazımı bu yıl geçmeden ve unutmadan yazayım. 

--2021 yılı benim için zihinsel, ruhsal, fiziksel ve daha nice bilumum anlamda değişik düğüşük şeyler olduğundan dolayı bol bol aydınlandığım, şok ve göt olduğum, öğrenmişliklerime çok daha farklı perspektiflerden bakıp durduğum, yetmeyince yeni bakış açıları edindiğim ve bunun mecburi getirileriyle baş etmeyi öğrendiğim, "her boku yaşadım, artık yaşayacağım bir şey kalmadı" cümlelerimi terkettiğim ve bu yüzden de kısaca; keskin virajlarımın dolu dolu olduğu bir yıl oldu.
Bazen virajları alamadığımı sanıp düşmekte olduğumu düşündüğüm zamanlarım oldu, ama tabiki kıvraklığımdan dolayı aslında virajları çok da güzel almışım. Bunu da üzerinden ve üzerimden zaman geçince anladım.

--2021 yılında, 2020 yılını nasıl yaşadığımı tamamen unuttum.
Gerçekten şu an bile aklımda 2020 yılıyla ilgili hiçbir şey yok. Bunun nedeni sanırım 2021'de geçirdiğim mecburi beyin ameliyatı yüzünden ortaya çıkan unutkanlıklarım olsa gerek. Kendimi hâlâ 2020 yılına girecek gibi hissediyorum. Tarih yazarken falan hep 2020 yılındaymışım veya yeni giriş yapmışım hissi yaşayarak yazıyorum. Şifrelerimin çoğu da 2020'li kombinasyonlardan oluşuyor.

--2021 yılı Ocak ayında üst üste işemeli sıçmalı krizler geçirdiğim için 27 Ocak gecesinin yarısında benden bıkan Öküz Herif'le acile gittim ve orda bayılıp kaldım. Ondan sonrasındaki günler ve geceler eşitlenerek, benim için hep sisli geçmeye başladı.

--30 Ocak veya sonrasındaki günlerde konulan tanı ile beraber Tenis Topu kadar bir beyin tümörüm olduğu netleştirildi ve bu yüzden acilen ameliyat kararı verilmişti.

--Verilen karar sonrası, zaten hayatını yarı baygın yaşayan ben, resmi olarak da tam bayılıp kaldığım için doktorların Öküz'e "sen onun hiçbir şeyisin, bu yüzden resmi işlemlerin yürümesi için aileden biri olmalı" karmaşıklığındaki sözleriyle, Öküz Herif fırsat bu fırsat deyip hemen aileme haber uçurdu ve 1-2 gün içinde onlardan bir kaçı çıkıp gelince, bende hepten Aliş Harikalar Diyarbakır'ında adlı yeni bi dünyaya geçiş yaptım.

--Ailem gelmeden bi kaç saat önce uyandırıldığımda ise, Öküz Herif kulağıma eğilip "oh oh tamam her şey yolunda, bir şeyin yok. Abinler de geliyor, 20 bin lira ödemekten kurtuldum" diyerek beni yine bayılttı. 
O anı ve onun masraf etmekten kurtulmuş olmasına sevindiğini saklama gereği bile duymadığı o sevinçli ses tonu hâlâ aklımda. 2021 yılı, benim aslında Öküz Herif'in gözünde beş para etmez biri olduğumu, yoğun bakım yatağında yüzüme söylenmesinden sonra öğrendiğim/anladığım yıl oldu.

--Ailemden, 2 ve 3numaralıabimler ölümümden önce yetişmek için hastanenin yoğun bakım servisine beni görmeye geldiklerinde ağladım.
Yıllardır görüşmüyorduk ve işte sike sike ayağıma kadar gelmişlerdi. Aramızda "dünya küçük, hayat kısa, kime ne zaman ne olacağı belli olmuyor" adlı bakışlar gidip gelirken, bende içimden "birbirimize bir daha kırıcı davranmayacağız" adlı bi düşünce kurmadan edemedim. Ben hep böyleyim zaten. Yani; içine düştüğüm bok çukurundayken bile, bokun tadının aslında o kadar da kötü olmadığını, sadece o güne kadar bok yemediğimiz için, tadına; alışık olmadığımız bir şeyle karşılaştığımızdan dolayı çok abartılı tepkiler verdiğimizi düşünürüm. Ben böyleyim, hep böyleydim. 2021 yılında ailemden insanlar gördüğüm için ağladığım bir yıl oldu.

--Yarı baygın, yarı uyanık şekilde ordan oraya götürüp getirildiğim koşuşturmalı geçen 12 günlük sürenin sonunda, yani Şubat ayının ikinci haftasında ise beyin ameliyatı olmak için hazırlıklar tamamlandı ve o gün iki abimde 1-2 saat arayla "ya işte böyle düşersin elimize" adlı konuşmalarını yaptılar. Bu hâlâ aklıma geldikçe güldüğüm anlardan biridir.
Aslında bu konu ilk zamanlar aklıma geldiğinde, benim en zayıf anımda bile böyle davranmalarını/konuşmuş olmalarını acımasızca bulmama rağmen kendime değil de, onların acımasızlıklarına üzülürdüm ama şimdi tüm o yaşadıklarım esnasında bu cümlelerini kurma fırsatını bulmak için kapıyı gözetlemeleri, etrafı kolaçan etmeleri esnasındaki çırpınmaları aklıma geldikçe komik bulup elimde olmadan gülüyorum. 
Ama yinede en zayıf anımda bile karşımda bu kadar düşebileceklerini görmek, 2021 yılını gözümde yüceltti. Bu konu özelinde kısaca ise; 2021 yılı, en zayıf olduğum yıl olmasına rağmen, kendine güldürdü.

--Ne olduğunu anlamadan geçen ameliyat süreci ve devamındaki 2-3 haftalık yoğun bakım günleri sonrasında bilincimle beraber yavaş yavaş kendime gelmeye başladığımda, hayatımın bundan sonrasını, alnımdaki koca göçükle yaşayacağımın farkında değildim ve hatta etrafıma da "herkes neden böyle abartılı davranıyor" adlı bakış atıp duruyordum. Çünkü gerçekten olayın ciddiyetinin farkında değildim ve bi türlü kabullenemiyordum. Bunun nedeni içimde sakladığım tanrılık kompleksi olabilir. Çünkü bana hiçbir şey olmaz diye düşünerek yaşamaya alışmıştım. Evet, unutmayın ki bana hiçbir şey olmaz. 2021 yılı, tanrılık kompleksine benzer bir kompleksim olduğunu anladığım yıl oldu. 
(Bu arada bence insanlar her şeye çok abartılı tepki gösteriyorlar.)

--Neyse; 2021 yılının Şubat ayında, sağ frontal lobdaki tahtalarımdan birinin tümörle birlikte alınmasıyla, alnımın sağ tarafı içe göçük kaldı ve ben artık resmi olarak da tahtası eksik birine dönüşmüş oldum..
Evet 2021 yılında, kafamdaki tahtalarımdan biri eksildi.

--2021 yılında tüm birikmiş ağlama haklarımı kullandım. Her yalnız kaldığımda, yalnız bırakıldığımda ağladım. Göz pınarlarım kurumadı çünkü hiç ağlamayan birinin gözyaşı torbaları, zamanla gözyaşlarının dış dünya ile bağlantısının kesilmiş olması yüzünden, gergedan taşşağı yuvasına dönüşmüştür. bu yüzden içinde bol gözyaşı bulundurabilir. Hatta orman yangınlarını söndürecek kadar göz yaşı barındırma kapasitesine ulaşabilir. Kendimde gördüm. 

--Hastalığımı kabullendiğim sonraki haftalarda; ne kadar aciz, zavallı ve yardıma muhtaç bir insan olduğumu da kabul ettim. Hele çiş torbasıyla yatakta öylece oturmak, kafan kaşınırken elini sürekli götürüp ordaki dikişlerle yüzgöz olup tekrar elini geri çekmek, kendinden daha ağır durumdaki hastaları görmek...
Benden daha ağır durumdaki hastaları gördükçe, halime şükretmek ayıp gibi gelirdi ama ne yazıkki ayıp değilmiş. İnsan kötüye bakıp, kendi imkânlarının farkına varıyor, kendini daha iyi görebiliyor ve bu yüzden zırıldamaları azalıyor. En azından bende böyle oldu. 2021 yılı az zırladığım, çok sessiz gözyaşı döktüğüm yıl oldu.

--Geçtiğimiz yıl, aynı zamanda kendimin zihinsel olarak ne kadar güçlü olduğumu gördüğüm yıl oldu. Meğer güç bendeymiş.

--Hastalığımla beraber abimler gelip benimle ilgilenince, yıllardır onlardan uzak kalarak, onlara ve aileme haksızlık ettiğimi düşündüğümden kendimi suçlu hissettiğim günler yaşadım. Ama sonrasındaki aylarda kalkıp memlekete yanlarına gelince, başlarına kaldığımdan korktular ve hepsi bir olup, her gün evden kovup durdurlar. Böylece suçluluk duygum uçup gitti ve çok büyük bir rahatlama yaşadım. Kendime dedim ki;
iyiki de yıllardır uzaktaydım, iyiki de yıllar önce kovduklarında gitmişim, iyiki bunlarla sadece tanışıklığa dönüşen bir ilişki yürütmüşüm, iyiki bu kadar kötü olduklarını unutmuşum ama keşke hiç şimdi de hiç öğrenmeseydim...
Bu kovulmalar ve diğer bir çok nedenlerden dolayı, defolup gitme gururuna yenildiğim anlar yaşadığım için, bu piçlerin içinden tekrar siktir olup gitmeyi defalarca düşündüm ama sonra içimde bi ses "her seferinde gitmiştim, bu sefer kal da neler oluyor bi gör" diye dile gelerek beni ikna etti. Bende ses kulak verip, babamdan kalma gecekonduya taşınıp bi kaç ay orda yaşadım ve yaşarken de onlarla aramızda geçen diyalogları kişisel hesabımdan paylaşmaya başladım. 
Paylaşımlarım ses getirdi ve ailem, başta akrabalar arasında olmak üzere tüm şehirde rezil olunca, annem yalancıktan gelip "hadi evimize gidelim" adlı tek cümlelik eserini canlandırınca onunla eve döndüm.
Yani 2021 yılı, bizim ailecek, drama türünde tiyatro oyunu sahnelediğimiz bir yıl oldu.

--2021 yılı, aileme, beni kovmalarına rağmen kene gibi yapışıp kalmaya karar verdiğim ve yapıştığım yıl oldu. İşte, 37 yaşında bi adam olarak, burda onlara yapışık bi şekilde yaşıyorum. Üstelik eski ve yeni olmak üzere, tüm ağızlarından yediklerini de burunlarından getirmekten geri kalmıyorum, kalmayacağımda. Çünkü onlar bunu hak ettiler. Çünkü onlar hastahaneye, beni sevdikleri için değil tüm şehrin onlar hakkındaki "kardeşlerine sahip çıkmadılar, bok yolunda sahipsiz kimsesiz bi şekilde geberdi" adlı dedikoduları yüzünden gelmişlerdi. Bunu öğrendiğimde üzüldüm, ağladım, sızladım ama değişen bir şey olmadı. O yüzden kendimi topladım ve bana karşı çektikleri her siktirlerine karşılık, eski olmuş olanları ve şimdi aile içindeki beni yıldırıp kaçırmaya dair olan tüm kötü davranışlarını, sarf ettikleri siktirli cümlelerini bir bir kişisel sosyal medya hesaplarımdan yazıp konu komşunun görebileceği şekilde paylaşmaya başladım. Paylaşımlarım işe yaradı, hepsi geri adım attı. Şimdi yanımda nefes almaya bile korkuyorlar. Yani; 2021 yılında dedikodunun da iş görebileceğini çok acı bi şekilde öğrendim.

--2021 yılında; kanser bile olsanız, hatta kemoterapi, radyoterapi gibi kanser tedavileri almakta olsanız bile, yani; sikinizin olup olmadığının farkında bile olmadığınız o günlerde bile, sevgiliniz olan kişinin sizi eve götürüp sakso çekerek sikinizi kaldırmaya çalışabileceğini ve sikiniz hastalığınızdan dolayı kalkmayıncada sinirlenip başka bi odada yatabileceği,
Ertesi gecenin yarısında ise, yatakta sizi sarsarak uyandırıp "hadi kaldır şunu da bi sik beni" diye atarlanacağını öğrendiğim yıl oldu.

--2021 yılında, Öküz Herif'le sevişemediğim için, kendisinin hastalığımı görmezlikten gelip buna karşılık olarak bitmek bilmeyen "hadi seks yapalım, hadi beni sik" adlı isteklerine karşılık veremediğim, yani onu sikemediğim için beni defalarca evden kovduğu bir yıl oldu. Gecenin bi yarısı gidecek yerim yoktu, kanepeye uzanıp ağlayarak uyuya kaldım.
Sonraki günlerde de aynı şeyler tekrarlandı. Yine yapacak bir şeyim yoktu, bu sefer ağlamadım. Onun için üzüldüm. kendime değil, ona üzüldüm. Yazık, insanlıktan çıkmış olması gerçekten çok yazık.

--2021 yılında kanser olup, onun sayesinde; insanların her ne durumda ve şartta olurlarsa olsunlar, her neyseler yine öyle davranabileceklerini gördüğüm, şahit olduğum yıl oldu.
Herkes içinde hangi cevher varsa, günün sonunda onu ortaya çıkarmaktan geri kalmıyor, onun verdiği, ondan aldığı enerjiyle hayatına devam ediyor. 

--2021 yılında eski karımın beni ara ara zarflamaları son buldu. Gerçi ben hastanedeyken, öleceğimden korktuğu için "helallik almak amacıyla" attığı mesajlar vardı, ama ben iyileşip memlekete gelince onlarda son buldu ve artık bana "helallik istediği" mesajları da hiç yazmadı. Bunun sonunda ise, yıl bitmeye yakın ona attığım "şimdiye kadar sağlığım vardı ama onunda yarısı gitti. kalan da sadece bana yetiyor. yani artık gerçekten sana verecek bir şeyim kalmadı" mesajlarım, yüzünden benden anlaşmalı olarak ayrıldı. 
Yani; 2021 yılında eski karımında, Öküz Herif'den farklı olmadığını anladığım yıl oldu. Ama nasıl oldu da, aynı karakterde iki insana yıllarımı verdim bilmiyorum. Umarım bunu 2022 yılında anlarım.

Çok uzatmayıp biraz kısaltayım; 2021 yılında çoğunlukla olumsuz olan ve bu yüzden "kötü" olarak adlandırılan şeyler yaşamış olsamda, biliyorum ki bunların arka perdesinde güzel şeyler var. Örneğin;
---Öküz Herif'in her zaman ve her şartta sadece kendini düşünen ve sik için kanser manser dinlemeyen yanını görmek hoş oldu. Gidecek yerim olmamasına rağmen, hastayken beni evden kovması şahane oldu. Bu sayede hiç vicdan azabı duymadan, onu hayatımdan tamamen çıkardım ve artık hiçbir zaman vicdan azabı duyacağımı da sanmıyorum. 

---Ailemden siktir yiyip, her hafta evden kovulduğum için üzülsemde, bi yandan da yıllardır onlardan uzakta olmanın verdiği o tarifsiz sahipsizlik hissinin verdiği derin hüznü yaşamanın gereksiz olduğunu anladım. Evet onlardan uzak olduğum için kendimi suçlamama gerek yoktu. Yıllardır içimde taşıdığım o koca yükten kurtulmak için kanserken gelip onlardan siktir yemem gerekiyormuş. Yedim ve yükten kurtuldum.
Öte yandan işin güzel bi tarafı da; eş dost akrabanın, benim neden yıllardır evden uzakta, ailesiz bi şekilde yaşadığımı öğrenmiş olmaları. Çünkü daha önce kimseleye aile içinde yediğimiz pislikleri anlatmıyordum ve kimse evden kovulduğum için ailemden uzak yaşadığımı bilmiyordu. Şimdi ise her fırsatta yazıp çizdiğim ve herkese her şeyi anlattığım için herkes her bokumuzu biliyor.
Ayrıca ailemle yaşarken, onlara sadık bi köpek gibi yıllarca çalıştım ama evden beş parasız olarak kovulmuştum. Şimdi hasta olarak eve dönüp, onlara da bir kene gibi yapışmışken, en azından annemlerle oturduğumuz bu evin bana kalması şansımı da yaratmış oldum. 
Günün sonunda bana yine de bunca mal mülkten bir şey vermezlerse de, en azından şansımı denemiş olmaktan geri kalmamış olurum ve böylece zaten elde sıfır varken, bir şey de kaybetmemiş olurum.
Ama artık konu komşu, eş dost, hısım akraba herkes biliyorki bunca malda benimde ufak bi payım var ve hakkım olduğunu kendileri de söyleyip sürekli dedikodusunu yapmaktan geri kalmıyorlar.
Yani kanserli bir keneye dönüşerek, ailemin kanından bi damlacık da ben emmeye geldim.

--2021 yılında kanser olunca, sağlıklı beslenme hakkında hiçbir şey bilmediğimi ve hatta beslenmenin kendisini bilmediğimi öğrendim. Artık biraz daha bilinçli ve daha dikkatli biriyim. Paket ürün kullanımını tamamen bıraktım, şeker tüketimini sıfırladım, tuzu ise yemeklerin içinde olanla yeterli bıraktım.
Ayrıca hayatıma çok hareket kattığımı da söylemeliyim. Olabildiğince doğal ve temiz beslenmeye özen gösterdiğimi belirtmeme gerek yok sanırım.

-2021 yılıyla birlikte mecburen memlekete kapağı atınca, oğlumla daha çok vakit geçirmeye başladık. Bu durum, hastalığımın getirileri arasında en çok sevdiğim olaylardan biri oldu. Aynı zamanda hastalığıma rağmen annesinin onu dolduruşa getirip bana gönderdiğini öğrendiğimde üzülsemde, zamanla ilişkimiz daha iyiye doğru gitti ve gitmeye devam ediyor. 

--2021 yılında Öküz Herif tarafından da evden kovulunca ve memlekette de ailemle iç içe girmişken, bende kanserli bir kene olarak onlara iyice yapışıp kalmamın, buraların örfüne uygun düşeceğini anlayıp, kendim içinde hesaplı buldum.
Evet, şimdi Kanserli bir Kene olarak gidip başka bi yerde yeni bi hayat kur falan fistanla uğraşacağıma, hastalığımın getirisi olan nimetlerden "etrafındakileri şartsız şurtsuz sömürme hakkı"nı kullanmaya karar verdim ve ailemin evine kapağı atarak; kira, elektrik, doğalgaz gibi kaba masraflardan kurtulmuş oldum. Hatta yıl sonunda internetten çalışmaya başladığım için otomatikman para biriktirmeye de başlamış oldum.
İlk hedefim ise kendime mini panelvan türü bir araba alacak kadar para biriktirebilmek. En azından 1 yıl içinde alabilirim ve aracımla bazen belki çıkıp tatil yapar, tekrar bi kene olarak eve dönebilirim. Yani; 2021 yılında, hayatımı aileme yapışıp kanlarını emen bir kene olarak yaşamaya başlamışken, getirdiği nimetlerden de geri kalmaya hiç niyetim yok. Ailemi sömürme şansını 37 yaşımda yakalamışken, sonuna kadar zorlamadan da bırakmayacağım. Bakalım sonu neresiymiş?

--Para biriktirme konusuna ise bu yıl hastalığımla beraber yaşadıklarım sonrasında ikna olduğumu söylememe gerek yok herhalde? Çünkü daha önce "her an ölebiliriz" diye düşünerek yaşadığım için, 1-2 aylık yalnız biriktirmelerle yaşıyordum ve çok şükür bi aksilik yaşamamıştım. Ama bu yıl kanserli bi keneye dönüşünce, etrafımdaki herkes başına kalacağımdan korktuğu için arkamı döndüğüm ilk anlarında götüme tekmeyi basıverdiler ve tekme yiye yiye, gözlerim sanki hiç kapanmamacasına açılıverdi. 

--2021 yılında hayatımdaki herkesten tekme yedim desemde aslında herkesten yemedim. Çünkü hayatımdaki 2 güzel insanın gerçekten çok güzel olduklarını bir daha, bir daha ve BİR DAHA anladığım muhteşem bir yıl oldu.
Biri Adanalı Annem, diğer ise Melek Annem oldu.
*Adanalı Annem hayatıma 18 yaşında girmişti, daha doğrusu ben onun hayatına 18 yaşımdayken evsizliğimden girmiştim ve aradan 19 yıl geçsede bir daha çıkmadım. Hastalandığımı Öküz Herif'den öğrendiğinde de hemen "beni hastaneye götür" demiş ama Öküz Herif işim var bahaneleriyle getirmemiş. O da "eğer olurda ameliyatta kötü bir şey olursa, sakın ailesine verme, beni mutlaka ona götür veya onu bana getir ben bakarım" demiş ve ben bunu duyduğumda ağlamıştım.
*Melek Annem'le ise sanırım 2012 yılında Twitter'dan tanıştık ve o gün bugündür, hayatımızda birbirimizin her şeyini bildiğimiz tek kişiyiz ve üstelik her parasız kaldığımda da hiç utanmadan çekinmeden ondan para isteyebiliyorum. 
Bence insanın hayatında; kan bağı olmamasına rağmen hesapsız kitapsız bi şekilde korkmadan, çekinmeden para isteyebileceği birinin olması muhteşem bir şey. Ben bu yıl, bunu hissederek yaşamanın, bu hissin yaşatılmasının ne büyük bi nimet olduğunu anladım.
Hayatımda giren-hayatlarına girdiğim bu iki insan için Allah'a hep şükrediyorum.

--2021 yılında yaşadığım bu hastalıkla beraber, yıl sonuna doğru malulen emekli olma hakkım olduğunu öğrendim ve gidip resmi işlemleri yaptım. Geçen ay ise 2 yıllığına malulen emekli edildim ve artık 2.500 TL emekli maaşım var :)  Tayyip Baba sağ olsun :)

--Birde yıl biterken gidip engelli raporu aldım ve 3 yıllığına %84 oranlı bi engelli ilan edildim. Kartımı da çıkardım. Artık bütün beleş şeylerden yararlanmaya hazırım.

--Beyin ameliyatından sonra, ameliyatın olumsuz getirilerinden biri olan çok fazla unutkanlıklar yaşıyorum ve geçmişimin çoğunu unuttum. Özellikle çocukluğa dair çok az şey aklımda kaldı ve hatta nerdeyse hiçbir şey yok.
Güncelde ise son bi kaç ay dışında pek bir şey hatırlamıyorum ve bunlar da umrumda değil. Tüm bu unutmaları vs olumsuz olarak görmüyorum, hatta tam aksine; daha çok, hayatımdaki önceki olumsuzlukları unutmuş olduğum için mutlu bile sayılırım. Umarım bundan sonrada hep güzel şeyler aklımda kalır. Hep güzel şeyler yaşayacağım için.

Dipnot: bir çok şeyi unuttuğum için aklıma gelenleri (aslında not aldıklarımı) yazdım.

13 Ocak 2022

Kaynağa geri dönüş veya geçmişi bugün konuşmak


 Geçenlerde başka bir şehirde yaşayan 1numaralı abim, çok çok uzak akrabalardan birinin taziyesine sırf sosyalleşmek amacıyla yaşadığımız şehre geldiğinde, mecburen sevgisiz annemizi de görmek için eve teşrif etti ve ben bi ara evdeki herkesin mutfakta olduğunu farkedince, onu oturmakta olduğu odada yalnız kaldığını anladığım gibi odasına koşup arkamdan da kapıyı yavaşça kapayıp "biraz konuşalım" dedim ve bi yandan da televizyonun fişini çekip diğer kanepeye, kendimden emin bi şekilde oturarak açtım ağzımı.

Ağzımı açma nedenim, tabiki çocukluğumdan ilk gençlik dönemime kadarki hayatımı onun yanında bi çocuk olarak yaşarken, onun bu süreçte bana ettiği hakaretler, attığı keyfi dayaklar, gücün kendisinde olduğunu göstermek için eksik bırakmadığı aşağılamaları ve diğer baskılarıydı.
Zaten şimdi onu bu kadar yalnız yakaladığım fırsatı da değerlendirmeyip, kafamda sürekli dönüp duran geçmişi önüne atmayacak ve geçmişe ait bir kaç şeyi de olsa, açıkça önüne sermeyip gözlerinin içine bakarak "neden bana kötü davrandın, neden kötülük yaptın" diye yüzüne bakarak sorularımı sormazsam, bundan sonra da o geçip gitmişlerle tek başıma ne yapacaktım ki?
Tüm o olup bitmişlerin içimde birikmişlerini herkesten habersiz bi şekilde yıllarca içimde tutabildiğim kadar tutmuştum. İşte bu yüzden şimdi tam sırası gelmişti; artık içimdekileri dışarı atmak ve benden çıkmalarını sağlamalıydım.
Üstelik burada bloga yazdığım gibi değil, sorularımı ve sorunlarımdan bazılarını daha kanlı canlı bir şekilde ve üstelik tek muhatabına, hakkımla haklı bi şekilde yönelterek içimi boşaltmalıydım...

Şimdi kendimi zor bela topladığım ve 37 yaşımda olmama rağmen içimden de "eğer her şeye rağmen işler çocukluğumdaki gibi ters giderse, hemen o anda hastalığımın arkasına saklanırım" diye düşünerek planımı hemen anında gerçekleştirmeye karar verip, bu işe koyulmuş ve işte çok olan, ama hepte başımı belaya sokan cüssem kadar cesaretimle, bugün yaşadığım içsel sıkıntılarımdan bazılarının temelini çocukluğumda atmış bu adamla yüzleşmek için odaya kapanmıştım.

Fırsat bu fırsattı ve eğer az önce aklıma gelen bu dahiyane "zaten herkes hasta olduğumu söyleyip bu yüzden de tüm yaptıklarımı, konuştuklarımı, hareketlerimi ve nefes alış veriş şeklimi bile hasta olmama bağlayıp hiçbir şeyimi mantıklı bulmuyorlarken, bulmayacaklarken" neden bir seferliğine de olsa ben kendi hastalığımın arkasına saklanarak onu kendim kullanmayacaktım ki?

Madem hastaydım ve herkes bana hasta olduğum için kendilerine karşı gardımı düşük tutup onlara boyun eğmemi, baş kaldırma-ma mı söyleyerek, benim yaşamakta olduğum hastalığımı bile bana karşı kullanırlarken, bi defacık da olsa neden ben kullanmayayım ki?

Bence hastalığıma sahip çıkmalı ve sömürülecekse de onu en güzel şekilde ben sömürmeliydim.
Yani tamam belki hastalığı kullanarak insanları sömürmeyi çirkin buluyordum ama kendi hastalığımı da ben sömürmeyecek ve başkasına, beni aşağılaması için hastalığımı sömürteceksem bu saatten sonra benden ne bok olurdu ki?
Belki bu davranışı çirkin bulduğum için yolun yarısında, işin ortasında tökezleyecektim ama en azından denemekten geri kalmamalı, mutlaka ama mutlaka denemeliydim ve işte bu yüzden yola çıkmıştım. Bakalım hasta biri, kendi hastalığının nimetinden faydalanabiliyor muydu?

Evet çok da uzatmadan ve konu üzerine 3 saniyeden fazla düşünmeden alelacele hemen harekete geçip, elime geçirdiğim bu fırsatı acilen değerlendirmeli ve hazır herkes beni şimdilerde hasta ve hastalığından dolayı da akli melekeleri gidip gelen biri olarak görmeye başlamışken ve bunu da yüzüme yüzüme hiç utanmadan söyleyip durarak baskı kurmaya, beni kontrol etmeye ve kendimden şüpheye düşürmeye çalışarak baskı kontrolümü iyice ellerine almaya çalışıyorlarken, bende onları haklı çıkarıp, hastalığımı onlara karşı bir koz olarak kullanmalıydım.
İşte tam da bu düşünceden cesaret alarak, şimdi tam zamanında 1numarayı odaya kapatıp ona diklenmeyi deneyebilir ve ortak geçmişimizdeki kötü anların hesabını rahatlıkla ve sesim hiç titremeden sorabilirdim.

Evet, bu düşünceler arasında odaya girmiştim ve odada ikimiz yalnız vardık. Kapıyı kapatttıktan hemen sonra, kendime bile zaman vermeden, yani hiç düşünmeden ağzımı açmıştım.
Nitekim onu yalnız yakalamış olmanın verdiği acelecilikle ve yükselen adrenalinin etkisiyle bir kaç şey söylemeye başlamıştımki, ona göre iyice bayatlamış olan bu çok çok çok eski konular onun işine gelmediği için, hemen bana karşılık olarak boş muhabbetlere girmeye, eften püften şeylere değinerek benim ona göre ef püf olan konulardaki yanlışlıklarımı dile getirmeye ve böylece; üzerimde baskınlık kurarak beni sindirmeye, eğer sindiremezse de beni sinirlendirerek bağırıp çağırmamı sağlamaya ve bu sayede de benim hasta olduğum için işte böyle tepkiler verdiğimi ve zaten hastalığımdan dolayı da iyice dengesizleştiğimi ve aslında her zaman için "böyle biri olduğum" gibi cümleler ekleyeceği uzun bir söylev çekmek için yol yapmaya çalıştığını anladığımda, onu dinlemeyi bırakıp konuşmasını keserek;

-"ya boş boş muhabbetler açıp, alakasız şeyler üzerinden bana yüklenip haklıymışsın numarası çekme bana. senin ne bok olduğunu ben biliyorum, bana karşı ne boklar yediğini de sen çok iyi biliyorsun. şimdi kes alavere dalavereyi de, doğru düzgün muhabbeti başlat. öyle sanki günahsızmışsın gibi davranmayı da bırak. bana bu numaralar sökmez. böyle karşılıklı yalnızken düzgün düzgün insan gibi konuşacaz" deyip onu, 53 yıl önce çıktığında henüz taze olan, ama şimdi araya 53 yıl ve 7 çocuk daha girmiş olduğu için iyice bayatlamış olan anamın simsiyah ammına tekrar sokuverdim. 

Benden böyle bir tepki ve kendinden emin bi şekilde sert bi karşı çıkış beklemediği için anında yüzünün rengi değişti, kalın alt dudağını dişlerinin arasına çekip biraz sıkarak "sinirlendim" numarası çekti. Fakat hasta olan bendim ve haklı olarak bunu sömürecek tek kişi de ben olduğum için gözlerine dik dik bakmaya devam ettim. Fakat ondan ses seda çıkmadı ve donmuşcasına bana bakmaya devam etti. Ne diyeceğini, lafa nasıl başlayacağını, hangi cümle ile neyi ifade edebileceğini iyice şaşırmıştı.
Bakışlarından söze başlamayacağını ve hatta konuyu kapatmak için bu şaşkınlığı fırsat kolladığını anladığımda, madem başladık devam edelim dercesine "koca adamsın. yediğin boku biliyorsun. şimdi o yüzden hiçte öyle oraya buraya kaçmaya çalışma, benle düzgün bi şekilde konuşacaksın" diye bi cümle daha kurdum ve o ne diyeceğini iyice bilememenin verdiği tepkisiz şaşkınlıkla bi kaç "ık mık" sesi çıkardı, sonrasındaysa benim, eskisi gibi "höst" denilince hemen pısıracak, karşımdaki saçmalayınca konuyu uzatmamak için onu alttan alıp konuyu da kapatacak ve karşımdakinin yaşı benden büyük diye susup el pençe hazır ola geçecek biri olmaktan çıktığımı anladı.
Yüzünde beliren bu net ifadeden sonra da kendini topladı ve daha yumuşak bi ses tonu ve acizleşen mimiklerle konuşmaya başladı.

Yer yer yediği bokları kabul etmesede, açıkça "evet bok yedim" demesede, ses tonundan ve vücut dilinden, bana karşı yediği bokların hesabını sormakta ısrarcı olduğumu iyice anladığını ve hatta benden biraz tırstığını söyleyebilirim.
Bunları anlayıp, kendi kendime cesaretlenince ses tonumda daha kararlı bir tonlama yarattım ve mimiklerimi de gevşetmek yerine daha kararlı tutmaya özen göstererek direkt olarak gözlerinin içine içine bakarak konuşmaya devam ettim "ister yalanla, ister doğrula. ne dersen de, ama artık her şeyi hatırlıyorum. unuttuğum şeyler yavaş yavaş aklıma gelmeye başladı. beni öldürüp gömmekle tehdit etmelerin falan dahil hepsini hatırlıyorum" diye devam edip yürüdüm.
İçimde birikenleri suratına demir gibi cümlelerle tek tek döktüğüm ve karşı çıktığı ilk anlarda da sürekli "ya ne bok yediğini çok iyi biliyorsun, şimdi bana bir şey yapmamış gibi boş boş konuşma" diyerek sözünü kestiğim için gittikçe rahatlıyordum da. 

Konuşmamız biraz daha ilerlemiştiki, ablamlar benim ortalıkta görünmediğimi fark ettikleri için odaya hücum eder gibi geliverdiler ve ben bu sırada abime dönmüş, hafif hesap sorar, hafif alınmış ve geçmişte kendisi tarafından fazlasıyla hakarete uğramış olduğumu belli ettiğim ezik ses tonumu takınarak;
-"ya ben o zamanlar el kadar küçücük bi çocuktum, sen insan yerine koymadan günde 2 sefer dövüyordun beni. karınla senin yanındaydım, ama bi güne bi gün beni sevmediniz, demediniz "bu da insan şunun başını okşayalım" tüm imansızlığınızla, hiç acımadan yıllarca yüklendikçe yüklendiniz bana. 
Ulan çocuklarını severken şakacıktan attığın tokatlarda elin biraz hızlı değdi diye saatlerce ağlayan çocuklarına, gözlerimin önünde akşama kadar sarılıp "özür dilerim" diyordun. beni ise gerçekten dövmene rağmen bi güne bi gün, kalkıp beni sevindirecek bi şey demedin. ama her şeye rağmen geçti gitti o günler ve o yüzden şimdi benden özür dileyecek, helallik isteyeceksin" cümlelerini kurdum.

Geçmişte uğradığım haksızlıklara karşılık olarak şimdi benden "helallik istenmesi" ve "özür dilenmesi" gerektiği cümlelerini tamamen bilinçli olarak ve çok zekice bi şekilde konuşmanın artık daha fazla uzamaması ve ablam denilen şahitlerin de kendiliğinden ortaya çıkmaları yüzünden çok yeri ve tam zamanında, uygun ve sakin bir şekilde kurmuştum.
Çünkü böylece amacımın kavga etmek, hır-gür çıkarmak olmadığını, olmuş olanları geçmişte bırakabileceğimizi ama bunun için karşımdakinin "yediği boku" kabullenip benden özür dileyerek ve helallik isteyerek kendini temize çıkarabileceğini ve bununda sadece onun elinde olduğunu ve eğer isterse her şeyi temize çekebileceğini göstermiştim.

Zaten cümlelerimi tamamladığımda, amacımın kavga çıkarmak olmadığını anlayan abim yenildiğini, onu oyuna getirdiğimi kavramış olarak ama şahitler yüzünden de bir şey diyemeceğinin farkındalığıyla büyük bir kızgınlığa teslim olmuş haldeki dalga geçen ses tonuyla
-"hah tamam özür dilerim, tamam tamam. oldu mu?" demekten kendini alamadı ve ben bu fırsatı da değerlendirmekten geri kalmamaya karar verip;
-"böyle dalga geçerek ve sırf ben söyledim diye değil. Gidip, zamanında bana karşı ne bok yediğin üzerine iyice düşüneceksin ve beni de insan yerine koymuş olarak nasıl özür dileyeceğini kendi içinde iyice kararlaştırıp öyle özür dileyeceksin. bende ondan sonra özrünü kabul edip etmeyeceğimi düşüneceğim. ayrıca özürle de bitmeyecek, bunun dışında benden tüm samimiyetinle, gerçek anlamda helallik de isteyeceksin" diye net ve kararlı bir ses tonuyla karşılık verdim.

Böyle kendimce ona mantıklı bi şekilde çıkışmışken, ablamlar ise bu cümlelerimiz karşısında biraz şaşkın haldeydiler ve onun tarafını tuttuklarını belli ederek, tüm eziklikleriyle arada bir bi kaç anlaşılmaz kelime edip, konuşmamızı bitirmeye çalışıyorlardı. Bende bunun üstüne
-"ya sizi ilgilendiren bir şey yok. bi susun, biz kendi aramızda konuşamayacak mıyız?" deyip abimin yanında, kesin bi şekilde onlara da yüklenince, abim de bana hak verdiğini belli edip ikimizin arasındaki gerilimi düşürmek adına olsa gerek onlara dönüp;
-"yavvv siz bi susun. konuşuyoruz şurda. siz araya girmeden konuşamayacağmıyız" diye başladığı cümlesini, fırsatını yakalamışcasına uzun uzun süsleyerek onlara yüklenmeye devam etti.

Şimdi hatırlamadığım önemsiz bir kaç cümle daha edildikten sonra ablamlar susmaya karar verdiler ve ben, abimin onlara yüklenmesinin amacının aslında kafamı karıştırmak olduğunu ve aynı zamanda herkese eşit davrandığını göstermek adına show yaptığını anlayıp içten içe sinirlendiğimi fark ettiğimde, yine içimden "allah'ım sana şükürler olsun. şimdiye kadar iyi geldim. ne olur şu andan sonra kızıp kendimi haksız duruma düşürecek harekette bulunmayayım. haklıyken, kendimi haksız duruma düşürmeyeyim" diye yalvarmaya başladım. Abim ise o arada benim gizli dualarımın yarattığı sessizliği fırsat bilmiş konuşmaya devam ediyordu ve
-"beni hiç sevmediniz diyorsun. ben senin baban mıyım ki seni seveyim" cümlesini sarf ediverdi.
O böyle söyleyince, dua etmeyi bırakıp kendime gelerek onun tarafına doğru tam olarak döndüm ve bir şey söylemek için ağzımı açtığım sırada gözlerim doldu.
Ben ağlayışıma mani olmaya çalışırken bi yandan da; 
-"madem beni hiç sevmeyecektiniz (karısı ve kendisinden bahsediyordum), bana kendi çocuklarınıza davrandığınız gibi davranmayacaktınız, o zaman ne diye alıp götürdün beni? ne diye bunlardan (ablamları göstererek anne-babamın olduğu aile ortamından) uzak büyüttünüz?" cümlesini tamamladım. 

Cümlemi tamamladığımda, sesim iyice mum ışığı titrekliğindeydi ve bu yüzden içimden "ortam iyice gizli bi yumuşaklığa kavuştu" diye düşünmeden edemedim. Ama abim yumuşaklığı iplemedi ve "baban seni getirdi verdi. al seninle çalışsın. beraber çalışın" cümlesiyle hemen ortamı kupkuru ediverdi.
Bense onun bu cümlesine karşılık hemen "gözümün içine baka baka yalan söylüyorsun. babam beni sana getirmedi. sen bi Cumartesi günü geldin hiçbir şey demeden beni aldın arabayla götürdün ve ben ne olduğunu da anlamadım. hatta şehirlerarası yolda olduğumuzu anladığımda da evden uzaklaştık diye düşünmüştüm ve hatta senin yaşadığın şehrin sınırını, arabanın camından gördüğümde beni evden ayırdığını anladım. o anda sanki herkes beni terketmiş gibi hissetmiştim ama kime ne diyeceğimi, nasıl diyeceğimi bilmiyordum. hatta  o günden sonra 1 hafta boyunca da konuşamadım ama zaten sizin umurunuzda da değildi" diye sinirli bi şekilde cevabı dank diye ortaya bıraktım.

Bu sırada ablamların yüzü renksiz, donuk bi şekildeydi ve az önce, ikimizden de fırça yedikleri için hiçbir şey diyemiyor, korkudan kimin tarafını tutacaklarını da şaşırmış halde put gibi bizi dinleyerek oturmaya devam ediyorlardı.
Bense, elime geçen fırsatın her zerresini biraz duygusal konular, biraz edilen hakaretlerin dile getirilmesi olarak değerlendirme çabalarımın meyvesini vermiş gibi bir hava sezinlediğim ilk anda gözlerimin doluluğunu daha fazla önleyemedim ve o sırada bi kaç önemsiz damla, güçsüzlüğümü fırsat bilerek gözlerimden dışarı atlayıverdiler. 

Göz yaşlarım, yanaklarımdan yavaşça inip bi kaç haftadır uzattığım sakallarımın arasına doğru yol almaya devam ederken, ben de abimin kuru toprağa dönüşmüş yüreğini, kontrolüm dışında akan bu göz yaşlarımla biraz olsun nemlendirdiğimi düşünüp "ne olduysa oldu bitti ama yine de benden helallik alman lazım" demenin tam sırası geldi ve bende cümlemi onun yüreğinin ortasına koca bi çadır gibi tekrar kuruverdim. Fakat o hiç iplemedi ve hatta "helallik melallik istemiyorum. istenecek bir şey de yok" deyip, şu an hatırlamadığım ve önemsemediğim şeyler üzerinden konuşmasını da devam ettirerek kalabalığını sürdürdü.
Lakin tüm bunlar önemli değildi. O istediği kadar konuşsun, istediği kadar kalabalık yapsındı. Sonuçta ben, on yıllardır hiç olmamış gibi davranılan şeyleri muhatabının yüzüne karşı dile getirmiş, yalakalarının şahitliğinde her şeyi açıkça söyleyebilmiştim ve işte bu yüzden içime büyük bi huzur çökmüştü.

Devamı gelebilir...

08 Ocak 2022

Cehennem, kendini kötü hissettiğin yerdir

Yazı şurdan devam ediyor: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/12/ani-gelisme-sonrasndaki-gelisememeler.html

...Şimdi aile evindeyim. Burda olmanın verdiği her an ortaya çıkmaya hazır gizli gerginlikten dolayı pek iyi hissettiğimi ve beni iyi hissettirme çabaları olduğunu söyleyemesemde, geceleri kalın yün yorganın altında istediğim zaman sikimi avuçlayıp, askerlik zamanlarımı ve ondan sonraki bir kaç güzel anıyı düşünerek osbir çekebildiğim için "buna da şükür" diyebilirim..
Evet, hastaların istediği zaman osbir çekebiliyor olması, kesinlikle iyi olmanın ve iyiye doğru dört nala gidiyor olmanın işareti sayılmalı...

Şimdi osbir çekmenin pek zevkli bir iş olmadığını unutmuş olsamda, saf sevgiyle arzulanıldığımı bildiğim o bir kaç dakikaya anca sığan yıllar önceki anıları düşünürken sikime asılınca, zevk almaktan çok nostaljik bir mutlulukla dolup tebessüm ederken boşalmak kesinlikle çok rahatlatıcı, kesinlikle çok huzurlu...
Piçimin uyanıp Hulk'a dönüşmesi öyle çok da kolay olmuyor ama daha bi kaç ay öncesine kadar sadece çiş yapmak için kullandığım ve çiş yaparken sikim olduğunu fark ettiğim zamanlarımı düşününce, şimdiki hali için baya baya BÜYÜK bi ilerleme kaydettiğimi, hastalığımın ağır dönemlerini geride bıraktığımı rahatlıkla söyleyebilirim.
Sahi sizin de hiç öyle oldu mu? Yani günlük hayat içerisinde cinsel organlarınızı kullanırken onların farkına vardığınız, sikinizi sadece çiş yaparken, ya da bacak aranızda hayatın kaymağı olan bir sik değil de, sanki küçük bi et parçasının var olduğunu düşündüğünüz zamanlarınız oldu mu?
Şahsen ben, bizzat kendim şimdi o zamanlarımdayım...

Hastayken, daha doğrusu özellikle de hastalığımın beni aniden yatağa düşürdüğü nerdeyse daha o ilk günlerden itibaren çok inançlı birine dönüştüğümü de söylemeliyim. Bunun nasıl olduğunu tam anlamadım ama evet, hastalığımla beraber inancımda da büyük bi artış oldu. (Belki de hasta olmamızın nedeni, Allah'ın bizim inançlı birine dönüşmemizi istediğindendir.)

Hastalandığımı fark edip kabullenmeye başladığımda, sanki Allahıma daha yakın gibiydim. Üstelik hastalık öncesi, yani sağlıklıyken kıldığım namazlarda, ara sıra aklıma geldiği için ettiğim içten dualarda veya en inançlı insanların doluştuğu güya uhrevi ortamlarda bile kendimi Allah'a bu kadar yakın hissetmemiştim. Ama şimdi hastanede bi ziyaretçi olarak değil de, hasta olarak bulunuyorken, adeta bi anda imana gelmiş ve tek başıma kaldığım bazı anlarda, ellerimi açıp Allah'tan bir bir istekte bulunarak dua ederken gözyaşlarımı tutamıyordum... 
Bu yaşadığım durum, hislerin nedeni; ölüme yakın olmanın verdiği sahici bir göt korkusundan mıydı, yoksa gerçek bi imanlı olmaktan kaynaklı mıydı hâlâ anlamış değilim...

Üstelik artık yavaş yavaş kendime gelmeye başladığım sonraki günlerde Allah inancım o kadar yükselmiştiki; beni hasta edenin de, iyileştirecek gücünde sadece ondan geldiğine olan bakış açımla, özgüvenim artabilecek kadar arttığı için adeta dünyaya meydan okuyacak biri haline de geldiğimi söylemeliyim...
ve yine o zayıf günlerim için şimdi size rahatlıkla yemin ederek şunu söylemeliyimki; dünyadaki en inançlı kişi benden başkası değildi ve olamazdı da.
Hatta eğer Hz. Muhammed'den sonra bir peygamber daha gelecek olsaydı, o kesinlikle ben olurdum ve kitabım da bu blogda yazılanların basılmışlığından başkası olamazdı...
Çünkü o basit hasta yatağımda yatarken yüreğim çok saf bir imanla doluydu ve Allah'a inancım, ulaşabileceğim en üst seviyedeydi... 
Şimdi iyileşmeye doğru yavaş yavaş yol alırken, artık bir sonraki ciddi hastalığıma değin, bi daha o kadar da imanlı olacağımı sanmıyorum...

O günlerde ailemden bir kaç şeytanın benimle her yanlız kaldıkları ilk anda leş yiyici akbabaya dönüşürcesine başucuma tüneyerek sürekli hesap sorar gibi konuşup, en sonunda da cümlelerini "işte nihayet elimize düşmüş oldun" adlı söylemlerinden mi, yoksa gerçekten ilk defa bu kadar ciddi bir şekilde hastalanmış olmanın verdiği deneyimsizliğin yarattığı ölüm korkusundan mıydı tam olarak bilemiyorum ama şundan eminimki; her şeye rağmen Allah'a inanmayı ve içsel olarak sadece ona sığınmayı yeterli görerek "ne olacaksa olsun, o da senden olsun Allahım" diye içten içe dua ederek, yatalak bi halde herkese ve her şeye karşı da dimdick durmaya devam ediyordum..
Zaten ben hep buydum ve hâlâ buyum. Zayıflamışken de Allah'tan başka kimseden korkmuyorum, çekinmiyorum ve en güçsüz durumdayken bile kimseye veya ortama uyum sağlama çabası göstermek uğruna doğrumu eğip bükmüyorum.
Çünkü biliyorumki; ben, bana yapılan yanlışlara karşı bile hiç yanlış yapmadım. Hep doğrudan ve doğruluktan yana dönerek tavrımdan, duruşumdan hiç ödün vermedim, bol kıllı burnumdaki kıllardan bir tanesini bile aldırmadım :)

Dediğim gibi; zaten hep öyle yaparım ya ve zaten dik kafalı olmamın tek nedeni de Allah'tan başkasına inanmamam ya..
Ondan başka kimsem olmadığını, ondan başkasına güvenemeyeceğimi kabullenmenin verdiği o saflık, gerçek inanış, iyileşme emareleri gösterdiğim ilk günlerde hemen uçup şimdi benden çok uzaklara gitsede, biliyorumki; ufak bi kısmını içimde, sadece benim bildiğim bi yere sakladım ve yine hiç umulmadık bi anda yere düştüğümde, tamamen çaresiz kaldığım ilk anımda onu sakladığım yerden çıkarıp, herkese kafa tutmaya devam ederken, ellerimi açıp kendimi de yine Allah'tan başkasına yalvartırtmayacağım.
Dedim ya; ben buyum ve biliyorum ki; en güçlü anımda da, en zayıf anımda da hep O'na inanmaya ve O'na inandığım için; büyük bir özgüvenle yaşamaya, etrafımda zayıf anımı kollayıp kendisine secde etmemi bekleyen herkese ise gücümü nerden aldığımı dahi düşünmelerine fırsat vermeden, rahatlıkla şimşek hızında siktir çekerek yaşamaya devam edeceğim.
Zaten yaşamıma devam ediyor oluşumun tek nedeni de budur...

Hastanedeyken ve çıktıktan sonraki ay aldığım terapiler esnasında fark edip kabullendiğim düşüncelerden biri de şu ki; insan hastayken cinsellik, çıplaklık, şehvetengiz şeyler düşünürse Allah ona kızacak ve hastalığının şiddetini artırıp, böylece o anki hastalığının getirisi olan acının dozunu da arttıracağı korkusunu yaşamaktan geri kalamıyor. Lakin tüm Allah korkularına rağmen de çıplak bedenler, devasa sikler, sevilerek sevişilen anlar, temiz göt delikleri, dolgun dudaklı amcıklar, yalanmak için fırsat kollayan meme uçları gibi şeyler de akla gelmeden durmuyor ve insanın kendini kaptırdığı ilk bir kaç saniyeden sonra hemen toparlanıp, zihnindeki çıplak bedenleri kovmaya başlaması da ardından geliyor. 
Yani insan denilen şu aciz et yığının eli sürekli tetikte ve tüm düşmüşlüğüne rağmen silahını elinden hiç bırakmıyor. Bu da insanın güçsüzlüğünün başka bir göstergesi olsa gerek...

Öte yandan bence Allah; bizim kimi siktiğimizi ve kimin bizi siktiğini, hastayken kimi neden ve nasıl düşünüp osbir çektiğimiz gibi şeyleri de umursamıyor. Allah'ın, bunları umursadığını düşünenler ise bizim kendimizden başkası değil. Çünkü kendimizi çok önemsiyoruz ve yaptıklarımızla; inançsızsak kendimize ve tüm insanlara, inançlıysak da Allah'a kafa tuttuğumuzu düşünerek kendimizi güçlü ve KAFA TUTAN ad ediyor, ama Kafa Tutan ad etmemize rağmen güçsüzlüğümüzün göstergesi olan Allah dışındaki herkesi ve her şeyi ise yalamaya devam ederek yaşayıp gidiyoruz.
Oysa insan olarak güçlü değiliz, sadece diğer canlılardan farklıyız, hepsi bu. Fakat şunu da belirtmeliyim ki; tüm bildiğimi sandığım her şeye rağmen inancımı, kendime göre yaşamaktan da geri kalmayacağım. Varsın, insanlar bana nefessiz kalırcasına "yanlış yaşıyorsun, yanlış inanıyorsun" demeye devam etsinler. Herkes kendi yanlışının, mutlak doğru olduğuna inanarak yaşarken, başkasının doğrusu kimin sikinde ki?... Hiç...

(ne yazdım, yazacaktım, yazıyordum hiç hatırlamıyorum ama buraya kadar gelmişken de kalsın mınakemiyan) iyisi mi eskisi gibi yine sikiş hikayelerimi anlatayım, araya yaşamımdan da kesitler koyarım. öyle yapınca daha düzgün şeyler yazabiliyorum. böyle direkt yaşadıklarımı yazmaya kalkışınca pek bi boka yaramıyor,  ayrıca çok da yoruluyorum. boşuna yormayayım kendimi. yine salayım iyisi mi)

06 Ocak 2022

yaşlı dişi kurtlarla dans dans dans

 yazı şurda başlamıştı: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/12/ani-gelisme-sonrasndaki-gelisememeler.html

....Annemin, güya komşu (ve aynı zamanda kankası da olan) kadının gözü önünde gerçekleştirdiği ama yaşından dolayı artık iyice kuru et parçasına dönüşmüş amının en derinine kadar da numara olduğu belli olan sahte ısrarı sonrasında, kadının da araya girmesiyle güya ben ikisinin ısrarlarına dayanamamış ve işte annemi kırmayıp eve dönmeyi kabul etmiştim.
Ama benden ve herkesten çok olayları, tüm ayrıntıları ve bilinmeyen ince detaylarına kadar en iyi bilen Allah'ta şahittiki, durum hiçte öyle değildi ve zaten annemle gitmeyip beş para etmez gururumdan dolayı bu harabede kalırsam, kış soğuğu iyice bastırdığında ise geçen hafta soğuk havadan dolayı patileri diken masum kedi gibi bende gururlu bi şekilde nalları dikmekten geri kalmayacaktım.
Hem hastalığı artık biraz geride bırakmaya başladığım şu günlerde inat edip burda kalmaya, günde bir iki defa anca yakabildiğim başka bi komşunun verdiği emanet sobanın yanında ısınmaya çalışırken soğuktan ölmeye de hiç gerek yoktu.
Gerçi kendimi sıksam, sobayı yakacak odun olmadığı için bodrumdaki yarısı çürümüş tahtalarla bir kaç hafta daha nallarım üzerinde yaşayabilirdim lakin tahtalar da bitince, nalları dikmek dışında ne yapacaktım ki?
Üstelik geçen hafta duş alırken, bozuk şofbenin altında üşümüştüm. Şimdi güya annem ısrar etti diye peşinden gitmek yerine salaklığımdan inat ederek burada kalıp, bi kaç gün sonraki mecburi duş alışlarımdan biri esnasında, başlığın altında su ile beraber donup, yaza kadar da öylece donuk bi şekilde kalırsam ne yapacaktım ki?

Yaza kadar bozuk eski şofbenin altında donuk bedenimin bulunmasını beklerken, etrafta görülmeyeceğim için de herkes benim evde donduğumdan habersiz olarak, yine kızgınlıktan dolayı çekip uzak diyarlara macera yaşamaya gittiğimi sanacak, yaz aylarında ise eriyip çözülen bedenimin kokusunun vereceği rahatsızlığa kadar da 30 yıl önce inşa edilen bu sıvasız pis banyoda ölü bi şekilde gelip beni görmelerini bekleyecektim.
Doğrusu henüz 40'ına 3 yıl kalmış bi gençken, hayatı daha henüz çok yeni bir şekilde derinlemesine anlamaya başlamışken gururlu bi şekilde ölmek istemiyorum. Yani; hava soğuk ve açıkçası gurur-kibir-kalkık burnun canı cehenneme...
Hem komşuları dolduruşa getirip, onlara annemin dedikodusunu yaptırarak ve bu dedikoduların annemin kulağına kadar gitmesini canla başla sağlayıp onu buraya bana ve komşuya karşı show yapmaya getirtmişken ve canım annem var gücüyle showunu gerçekleştirip benim şaşkın bakışlarım altında alkışsız bi şekilde sahneden çekiliyorken, elime zorla geçirdiğim bu fırsatı değerlendirmeyip onunla gitmezsem, fırsatı eşşek gibi geri tepersem, bundan sonra ne bok yiyecektim, nasıl bi bok yiyecektim?

Üstelik en önemlisi de; komşu kadının yanında numarasını çok iyi yapan annemi şimdi red edip onunla eve dönmezsem, artık komşuların da gözünden iyice düşecek ve benim için "annesi geldi yalvardı ama kendisi gitmedi" cümleleri kurmaktan geri kalmayacaklardı ve instagram paylaşımlarımın yarattığı birazcık haklı etki de, yaptırdığım dedikodularla beraber yok olup gidecek, adım da abimlerin beni hafife almak, ciddiyetsiz olduğumu belirtmek için kullandıkları DELİ etiketine iyice yapışıp kalacak ve bu sefer sadece abimlerin beni hafife almak için söylemeleri yetmiyormuş gibi, adım artık tüm tanıdıklar arasında da gerçekten DELİ'ye çıkmaktan geri kalmayacaktı.
O yüzden şimdi gururu, mururu siktir edip bu fırsatı geri tepmemeli ve ayağıma kadar gelmiş olan annemin yalvarışlarına dayanamadığım için CANIM ANNEM'le eve dönmeliydim.
Üstelik annem güya şimdi beni zorla eve götürüyorken, ben de ailem dahil, konu komşu ve hatta bilumum tüm herkese karşı artık evden beni kovabilecek tek yetkili kişinin de ANNEM olduğunu üstü kapalı bi şekilde ilan etmiş olacaktım.
Evet, bu kesindi. Yani beni bundan sonra artık beni evden kovabilecek tek kişi annemdi ve işte biz komşu kadını yolun yarısında uğurlamış bi şekilde, annemle evimize doğru ben emin adımlarla, o ise paytak penguen gibi beraberce ama hiç konuşmadan ve ikimizde burnumuzdan nefesi alıp götümüzden vererek kafamızda bi milyon düşünceyle beraber yürüyorduk...

Planımı sezgisel davranarak zekice kurgulamış, bi kaç hafta içinde de fazlasıyla ezik bi şekilde davranarak güzel bi şekilde hayata geçirmiş, komşular ise farkında olmadan doğal bi şekilde planıma uygun davranmış ve ben işte şimdi herkes planımın içindeki rolünü gerçekleştirip bir bir kenara çekilirken eve dönüyordum. Artık herkes benden korkabilirdi, başta ise ben kendimden...

Bu oyunu oynamak zorundaydım. Oynamak zorunda kalmıştım. Çünkü herkes üstüme bahse girerken, kumarı benim üzerime oynarken, kenarda öylece oturup onların bana acı acı bakıyorlarmış gibi davranıp vicdanlarının rahat etmelerine izin veremezdim.
Rahatsızlık verdikleri tek kişi, huzursuzluğu had safhaya vardırdıkları tek kişi benken, öylece orada bi yerlerde sessiz bi kızgınlıkla durup onları izlemeye bi son vermeliydim...

Dediğim gibi; bunlar ve güya haklı görünen ama aslında haksızlığı her halinden belli diğer nedenler yüzünden, annemin şu an %100 yalancıktan sergilediği "hadi gel evimize gidelim" adlı tek cümlelik, 2 saniyelik ısrarına ve komşu kadının da "anneni kırma" adlı (ki kadının ses tonundan, hem benim penceremden, hem de kendi penceresi dahil olmak üzere, şu an gerçekleşmekte olan olayın tüm iç yüzünü bildiğini belli eden ses tonuyla dile getirdiği) söyleminin bende etkisi yokmuş davranmamam gerektiği mesajını veriyorken, ona karşılık; tüm dürüstlüğümle aslında etkisi olmadığını gösterecek şekilde davranmam gerekirken, bu çulsuzluk içindeyken, kadının haklı olduğum için değil de, halime acıdığı için sarf ettiği beş para etmez sözlerinin etkisi varmış gibi davranmaktan başka çarem yoktu...

O an komşu kadının "hadi anneni kırma onunla eve dön" cümlesini sarf ederkenki ses tonundan ve mimiklerinden anlamıştımki; annem numaracıktan da olsa, sanki ben onunla gitmiyorum diye üzülmüş gibi yapıp susmaya devam ederken, aslında gerçekten içi rahatlamış bi şekilde, artık hiçbir şey söylemeye de gerek duymadan kalkmaya da başlamıştı ve bu yüzden benim, susan anneme karşılık olarak artık komşu kadının teklifine atlamaktan başka çarem kalmamıştı. Bu yüzden sanki komşu kadının önünde annemin ısrarlarına dayanamamış ve onu küçük düşürmemek için hemen anneme dönüp "tamam, geliyorum. hadi eve gidelim" diye söylenerek annemin önüne atlamazsam, siktin sene bi daha da eve dönemezdim.

Üstelik, o sırada anneme baktığımda; yüzünde, basit 1-2 ısrarla onunla geleceğimi aklının en ucundan bile geçirmemiş olduğu o kadar belliydiki anlatamam. Bu yüzden yarı şaşkın halde bana bakıp, sanki aramızdan ayrılmış gibi beni duymazlıktan gelen canım annem çoktaaan kapıya doğru ilk adımını da atmıştı bile.
Komşu kadın ise annemin beni duymazlıktan gelip, ortamdan kaçmaya çalıştığını anlamış ve bu yüzden "ee hadi anneni bekletme, çantanı al" diye anneminde kolundan tutup güya çekiştirerek "bak seni kırmadı geliyor. Ama siz de bir şey söylemeyin. Zaten adam hasta, bari bi süre iyi davranın ona" adlı cümlelerini de eklemekten geri  kalmamıştı.
Bense bu sırada kenardaki çantaya, laptopumu attığım gibi dış kapıya yöneldim ve canım annemle beraber, komşu kadın arkamızda evden çıktık.
Komşu kadın evine doğru giderken, aynı anda dönüp bir birimize bakarken bi an göz göze geldik ve "benimde onun kadar hınzır olduğumu" anladığını ima edercesine yüzünde, bi anlık da olsa belirip kaybolan bilgece bakışını yakalamaktan geri kalmadım.

Devamı: http://hayaterkegi.blogspot.com/2022/01/cehennem-kendini-kotu-hissettigin-yerdir.html

03 Ocak 2022

sessizce sevmek

hiç onun, umrunda olmadan sevmek.
kimsesizce, sebepsizce sevmek.
nefret edildiğinden emin olarak sevmek.
belkide sevginin değerli olduğunun sebebi buydu. hani sen karşılıksızca, umarsızca seversin, ama o seni hiç takmaz. garip bir durum.onun için beş para etmediğini bilmek bile mutlu eder seni.
bi yerden gülüşlerini bulup, bakıp sevinmek ve sevgiyle iç geçirmek.
burnunda ki nefesi, kinden dolayı değil, sevgiden alıp vermek.
çok tatlı olduğunu kendine itiraf ederken, deli gibi yanlız başına gülümsemek.
sevmenin sadece tek başına bir eylem olduğunu ve bunu yapmak için, yanıp tutuştuğunu bilmek.
umarsızca saçmalamakta giriyor bu sevme işine.
canını yakan şeyi hiç kimseye anlatmayacağına söz vermek ve sadece senin biliyor olman, bunu aşka dönüştürüyor.
ve asla göremeyeceğini bilmek, asla dokunamayacağını bilmek, aşkı dahada büyütüyor.
büyü ey aşk. ben acı çektikçe sen büyü.
acımla büyümeye devam et sen aşk.
ben erirken sen büyü.
ben yok olduğumda sen, unutulmaz ol eyyy aşk'ım...