-->

22 Mayıs 2021

Küçükken Evcilik Oyunu oynamayanlar, büyüyünce oynamaya kalkışırlar

Yazı şurda başlamıştı: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/vermem-gerekenler-ve-daha-fazlas.html

...Karımın oğlumuzu alıp, ailesinin evine gitmesinin birinci yıl dönümünde, 1numaralı abim beni arayıp "gel konuşalım" dedi ve bende ona inanıp saf köylü misali, bayramı bahane ederek iş yerinden izin alıp memlekete gittim.

Hani en azından ailemiz arasında bu konuyu konuşabilirdik, ben derdimi anlatabilir, aslında olayın kavgasız gürültüsüz olduğunu söyleyebilirdim. Çünkü hiçbir zaman ona el kaldırmadım, hiçbir zaman bağırıp çağırmadım aksine tartışmalarımız bile uzamasın diye yer yer alttan aldım, kaçıp gitmelerini de "ailesini özlüyor, normaldir" diye hiçbir zaman sorun etmedim. Fakat o bu iyi davranışlarımı galiba hep zayıflık ve kullanabileceği fırsatlar olarak gördü. 
Şimdi düşünüyorum da; aslında çok iyi olmak, fazla iyi davranmak göt kaldırmıyor, insana göt olduğunu unutturup sadece ne bok yerse yesin haklıymış hissiyle yaşamasını, hayatındakine bok gibi davranmasını sağlıyormuş. Ama olsun. Varsın, sırf ben ona iyi davrandığım için, o beni zayıf olarak görsündü. Varsın iyi biri olmak, zayıf olmakla eşdeğer olsundu. Ne olacaktı ki? Ben onun, bana şaka bile olsa yalan söyleyebilme ihtimali yok sanırken, varsın o beni küçük bir yalanla yıllarca oyalasındı...

Abimin "gel konuşalım" davetiyle memlekete geldiğimde, hiç kimse benimle konuşmuyordu, ben ise bülbül gibi herkesle muhabbet ediyor, tatlılıktan insanları bayıyordum. Yani sonuçta aileydik ve ne olursa olsun aile olarak kalacaktık. Böyle düşüne düşüne, onlarca gereksiz sohbet konuları açıyor, kapatılan her konunun ardından başka bir konu açarak sohbeti devam ettiriyordum. Arada şaklabanlıklarımla da ortamı biraz renklendirdiğimi düşünerek her muhabbeti uzatıyorda uzatıyordum.
Lakin bayramın ilk günü bitip ikinci günü geldiğinde anyayı konyayı gördüm. Çünkü 3 abimde salonda aile meclisi kurar gibi oturmuş, beni de karşılarına alarak konuşmaya başlamışlardı. Ama en çok 1numaralı abim konuşuyordu. Çünkü o ailenin reisiydi, ailemizde siki en büyük olanıydı ve hatta diğerleri susmuş artık sadece o konuşuyordu.

Bi ara 3numaralı abim tuvalete sıçmaya gittiği sırada, içerde 2 ve1 numaralı abimle başbaşa kaldık. 1numaralı abim lafı döndürüp dolaştırıp, karımla olan ayrılışıma getirdi ve ben içimden "hıh şimdi soracak neden ayrıldığımızı" diye düşünürken, o kızgın ve sinirli bir ses tonuyla "aranızda ne olmuşsa olmuş. şimdi gidip alıp geleceksin, yoksa seni öldürür, leşini de götürür şehir dışında bi yere gömeriz, kimsenin de bi daha senden haberi olmaz" dedi.
Cümlesini tamamladığında "ciddi değildir" diye içimden söylendim ama bu sırada o diğer tehditleriyle konuşmasını devam ettirdi ve ortalık giderek daha bi kızgınlaşmaya başladı.

Hiçbir şey demedim, hiçbir tepki göstermedim ve o yeni öldürme tehditleriyle konuşmasını bağıra çağıra devam ettirirken, kapının zili çaldığı için konu bi anda kendiliğinden kapandı, gelen misafirler olduğu için ortalığı kalın, dipsiz kuyudaki gibi derin bir sessizlik kapladı. Bu sırada, 3numaralı abim de, o yokken bana yöneltilen ölüm tehditlerinden habersiz tuvalette sıçıp yanımıza gelmişti. 

Ben de bu sırada içimden "ulan daha bacak kadarken çocukken bana onca hakareti edip, durmadan döven-söven, her gün beni tükürüğünde boğan adam şimdi ölüm tehditleriyle gerçekten öldüresiye döver, ölürsem de gerçekten beni götürüp bi yere sessizce gömer, kimsenin de leşimden haberi bile olmaz. Şimdi ben buna inanıp konuşacağız sanarak memlekete geldim ama yalan çıktı. madem geldim, bari bu olaydan dayakla kurtulmaya çabalayayım. ama sonrasında ne bok yiyeceğim?" diye düşünmeye başlamıştım ve kapının açılıp gelenlerin misafir odasına buyur edilmesinden sonra, ablam gelip misafirlerin amcamlar olduğunu söyledi. Bunun üstüne abimler, hemen aldıkları tüm aile terbiyelerini takınarak amcamlarla bayramlaşmak için kalkınca, bende onlarla beraber yaş sırasına göre en arkalarında yer alarak misafir odasına geçmek için harekete geçtim.
Onlar önümde ve benden de biraz daha hızlı olunca, ben odadan çıkarken duvarın kenarında sırt çantamı gördüm ve bunun üzerine birazcık yavaşladım. 
Yavaşlamamla onlar misafir odasına tamamen giriş yaptılar ve ben o anda köşedeki sırt çantamı alıp, onların büyük bir coşkuyla gerçekleşmekte olan bayramlaşmalarını siktir edip, kapının önündeki ayakkabılarımı giydiğim gibi, uçarcasına merdivenlerden atlaya zıplaya inip apartmandan çıktığım anda sokaklarda delicesine koşmaya başladım.

Aradan bi kaç dakika geçmiştiki bayramlaşma sevinci bitmiş olduğundan evde olmadığım anlaşılmış, ev ahalisi tarafından telefonum sürekli çalmaya başlanmıştı. Arayanlardan biri olan 3numaralı abimdi ve onun mizacı diğerlerine göre biraz daha yumuşak ve merhametli olduğu için telefonunu açtım. Nerede olduğumu, neden çıktığımı, nereye gideceğimi vs sordu, bende "sokaklardayım ve İstanbul'a dönüyorum" cevaplarını verdim. O "yaptığımın yanlış olduğunu, kaçmakla her şeyi daha kötüleştirdiğimi vs" söyledi. Fakat edilen ölüm tehditlerinden haberi yoktu ve ben şimdi telefonda bunu anlatarak, kendimin kaçmakla haklı olduğumu anlatamazdım.
Zaten kararımı da vermiştim ve henüz yiyeceğim daha çok bok varken, evli olmamıza rağmen yanımda duramayan bi amcık yüzünden ölmeye niyetim yoktu. Üstelik ben yüzlerce km öteden sırf 1numaralı abimin "gel konuşalım" sözlerine inanarak tüm saflığımla gelmiştim. Ama saflığım beni buraya "abini dinle ve memlekete git konuş. Konuşarak her şey halledilir" diyerek getirmiş olsada, olaylar boka sardığında devreye giren cingözlüğüm "yapacak tek şey var, o da siktir olup gitmek" diyerek beni tetikleyerek harekete geçirmişti.

Telefon aramaları bitmek bilmeyince, telefonu tamamen kapatıp bir kaç sokak geçtikten sonra bi taksiye binip şehir dışına çıktım. Otostop çekerek, akşama kadar komşu illerden birine geçtim ve sonrasındaki günlerde de yarı gezerek, yarı kafayı toplamak amacıyla oyalanarak İstanbul'a dönmüş oldum.
Canlarımdan, tatlı canımı kurtarmış bi halde İstanbul'a dönmüş, bir kaç gün evden çıkmayarak tamamen toparlanmayı başarmıştım.
ve işte hayat böyleydi. Dağılmak gibi, toparlanmak da kısa sürüyordu. Çünkü olup bitenlere karşılık yapacak tek şey buydu. Ağlayıp sızlamanın kimseye yararı olmazdı. İyisi mi; olmuş olanı arkada bırakıp, sikinin yönüne doğru yol almaya devam etmekti...

Beni ölümle tehdit eden abimle o tehdit gününden, benim bu yılki hastanelik olma durumuma kadar hiç görüşmedim, hiç bir zaman birbirimizi görmedik. Yani yıllar sonra hastanede baygın halde hemşireler tarafından uyandırıldığımda gördüm ve zaten bi ağlama krizi tutmuştu beni. Üstelik o günlerde bilinç-hafıza kaybı gibi şeyler yaşadığım için onunla yıllardır konuşmadığımızı, görüşmediğimizi ve tabii nedenini de unutmuştum. Olayların hiçbiri de aklımda değildi. 
sonrası işte böyle böyle gelişti...

Karımla ise dolaylı ayrılışımızdan yıllar sonra, yani ara ara geldiğim memlekette annemlerin ısrarı, karımın da benimle görüşmek istemesi, benim "oğlumu babasız büyütmeme düşüncelerim" ve erkeklerden bıkmam yüzünden bir kaç sefer bir araya gelip "tekrar deneyebilir miyiz"i konuştuk. O buluşmalarımız ise sırasıyla şöyle oldu:

1. görüşme (2019 yılı)
Oturduk konuşmaya başladık ama o pek konuşmadı ve sadece "sen her şey nasıl istiyorsan, öyle olsun" dedi. Ben de "sence ben nasıl istiyorumdur" diye sordum, "bilmem" dedi. Bunun üzerine "peki sence nasıl olmalı" diye sordum yine bir şey demedi.
Uzun bi sessizlikten sonra bir kaç sefer üst üste "sen nasıl istiyorsan öyle olsun" dedi. Bende bunun üzerine "yani senin bir düşüncen yok mu, biz buraya konuşmak için oturduk ama bu kadar önemli bir konu hakkında senin bi fikrin yok mu, bu konu üzerine hiçbir şey düşünmedin mi?" diye karşılık verdim. yine bir şey demedi, tüm zorlamalarıma karşılık da aynı cümlelerini tekrar edince, çaylarımızı içip kalktık, kalkarken de "düşünelim" diye söylendik.

Ben dönüp İstanbul'a geldim. Düşündüm taşındım ve baktımki, hiçbir şekilde fikrini söylemiyor, topu bana atarak kendince yine bir şeyler çeviriyor sustum. Çünkü önceki beraber yaşadığımız zamanlarda söylediklerinden, davranışlarından dolayı kafamda onlarca soru vardı ve bu "sen nasıl istiyorsan öyle olsun" cümlesi pek kafama yatmadı, yatacak gibi de olmadı. Bu yüzden, onu taklit etmeye karar vererek sessiz kaldım. 2020 yılına kadarki görüşmemize kadar da sessizliğim devam etti.

2. görüşme (2020 yılı Aralık ayı)
Annemlere ziyarete gelmiştim ve yine onların ısrarıyla Karımla iletişime geçip konuşmaya karar verdik. Aslında belki ikimizde aklımızı başımıza almış olabilirdik ve o eski huylarından (oyalama taktikleri, aileye bağlılıktan kaynaklı kendi yuvasına bağlanamama, her konuda rahatlıkla yalan söylemek vs gibi )bir kaçını, ben ise kötü huylarımdan çoğunu terk edebilirdim. Üstelik Öküz Herif bile beni "lan ben babasız büyüdüm, bizimkinden bi hayr görmedim. bari sen huysuz karı yüzünden, çocuğa yazık etme. amcığa biraz sabret, oğlanı büyütürsünüz. zaten bi yaştan sonra bakmana da gerek kalmaz" diye destekliyordu. Onun bu söylemleri, ailemin zorlamaları derken "aslında eskimiş olan karımla biraz olsun anlaşabilirsek yeni bir yuva kurar, oğlumuzu da psikolojik olarak daha sağlıklı bir şekilde büyütebiliriz" diye düşünüyordum. 

bu olay ve düşünceler arasında, ona mesaj atıp oturup konuşalım dedim ve onunla bir kaç gün sonra oturduk konuşmaya başladık. Konuşma esnasında bana eski ev eşyalarını ne yaptığımı sorduğunda ona açıkça "kullanmıyordum diye, yeni evlenen ihtiyaç sahibi bir çifte verdim" diye cevapladım.
Cevabımla çok şaşırdı ve "hepsini mi" dedi, bende "evet, diğer eşyaları da kullanmadıkça zaman içinde ihtiyaç sahiplerine dağıttım" dedim, o ise "hepsi çok pahalıydı, çok para vermiştik" diye beni yanıtladığında "yenilerini almak zor değil, en fazla bir yıl içinde çalışarak her şeyi yeniden alabilirim" dedim. 
Cevabım üzerine ondan "evet haklısın. eşya nedir ki, yeterki biz mutlu olalım, yeterki biz birlikte olalım, huzurumuz eksik olmasın" gibi bir cevap beklerken, o bana "hiç paran var mı?" diye sordu.

Sorusu üzerine dondum kaldım, ama şimdi donup kalmanın sırası değildi, kadın bir cevap bekliyordu. Sorusu kafamın içinde yankılanıp dururken kendimi saniyeler içinde toplayıp "biraz var" diyebildim. O bunun üzerine "ne kadar" diye sordu, ben de "16.500 TL var" dedim ve ondan "iyi çok şükür, sana-bana-oğlumuza yeter. zamanla hepten toparlanır, çok güzel şeyler de alırız, çok parada biriktiririz" cevabını beklerken o bana "16.500 TL neki? bi koltuk takımı bile gelmez" dedi ve beni aralıksız bi şekilde günlerce eşşekler tarafından sikilmişe döndürdü.

Bir şey demedim ve gerçekten o andan sonraki konuşmamızın devamını, ne konuştuğumuzu hiç hatırlamıyorum. Çünkü annemlerin zoruyla da olsa buraya gelip, sevgiyle ayakta tutulacak 3 kişilik bir yuva kurmayı düşleyen ben, 16.500 TL'ye koltuk takımı alamayacak bir kadınla oturduğumun farkına o anda varmıştım.
O andan sonra; onun önceki tüm davranışları, doymayan gözleri, beni yıllarca oyalayışları, türlü bahanelerle oğlumuzu alıp ailesine kaçmaları, sürekli kavga etmesi, tüm zorluklara tek başıma katlanmaya çalışmam ama onun bunlara karşılık olarak sadece afra tafra yapması aklıma bir bir gelmeye başladı ve nasıl olduysa "geç oldu, kalkalım, düşünürüz" lafıyla kalkıp ayrıldık.

Kadın mutlu bir yuva değil, onbinlerce liralık koltuk takımlarıyla döşeli bir evi olsun istiyordu, oğlumuzu beraber büyütmek değil, koltuk takımında komşularıyla beraber oturup kahvesini yudumlamak istiyordu. ve artık emindim ki; kadın beni değil, kendisi için sonsuza kadar çalışacak basit bir köle istiyordu.
Bu nasıl bi kafaydı ve ben bu kafayı nasıl unutmuş olabilirdim ki?
Ama işte unutmuştum. Her şeyini, her hareketini, her yalanını, her kaçışını, her oyalayışını, her numarasını unutmuştum.

Konuşmamızın ertesi günü İstanbul'a dönüp, ona da mesajla "istanbul'a döndüm, oğlumu yerime öp lütfen" diye yazdım, o da "keşke bu işi halletmeden dönmeseydin" diye yanıtladı.
Önce cevap vermedim, ama sonra şöyle bir mesaj döşedim;
"Geçen yılki konuşmamızı ve bu yılki konuşmamızı karşılaştırdığımda, 180 derece farklı bi konuşma gerçekleştirdiğimizi gördüm. Geçen yıl "sen ne istersen, nasıl istersen öyle olsun" demiştin bana ve bende o an farklı bi tepki versemde, zamanla konu üzerine daha detaylı düşünmüş, asla değiştirmeyeceğimi düşündüğüm bazı kararlarımı gözden geçirmiş ve değiştirmiştim. Örneğin;
-İstanbul'da yaşamak yerine seninle memlekette yaşamak gibi
-Ailemle yaşamak yerine, ikimiz için ayrı ev tutmak, yeniden bir hayat kurmak gibi. 
Ama benim radikal değişim kararlarıma rağmen sende bi ilerleme göremiyor, aksine daha geriye gittiğini ve bunları da bana pek göstermemeye çalıştığını düşünüyorum.
Örneğin "16.500 TL'ye koltuk takımı bile gelmez ki" deyişin gibi. Daha önceden aklımda kalan en olumsuz davranışın ise çocuk konusunda "seni oyalamak için 2 yıl sonra demiştim" cümlen gibi.
bu konuşmalarımızdan sonra kafamda kendin için yarattığın imaj; sanki daha en başından bu yana aslında her şeyde kendi istediğini yaptırıncaya kadar böyle davranıyormuşsun gibi bir algı oluştu. Son konuşmamızda da dediğin gibi; bu konu üzerine çok iyi düşünmemiz lazım.
Hayat akıp gidiyor ve ben yanlış bir karar daha vermiş olmak istemiyorum...

Bu yazışmamızdan 49 gün sonra ben hastanede gözümü açtım ve zaten o da vicdan azabının etkisiyle helallik için mesaj atmaya başladı. Bu konuya şurada değinmiştim:
Dönme Dolap https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/04/donme-dolap.html

Şimdi yazıyı çok uzatmış olmak ama bazı detayları yine üstün körü atlamış olmama rağmen sana şöyle diyeyim:
Ben vermem gerekenleri fazlasıyla verdim. Almam gerekenlerin ise hiçbirini alamadım. açıkçası neyi alıp almamam gerektiğini de bilmiyorum. Fakat bildiğim tek şey; ben sorumluluklarımı her zaman fazlasıyla yerine getirdim.
Yerine getirirken, amacım karşılığında bir şey almak değildi. Çünkü bir ilişki içindeydik, bir alışverişte değildik. Sadece sorumluluğum olduğu, sorumluluğu üstlendiğim için tüm gücümle, elimden gelenin fazlasını yaparak sorumluluğumu yerine getirdim. Ama karşımdakiler bi alışverişteydiler, bunu bilememiştim, iş işten geçtikten yıllar sonra anladım.
Şimdi burda memleketteyim ve insanların evliliğim, aile hayatım üzerine ara ara ağızlarından kaçırdıkları cümlelerden anladığım kadarıyla kimseye bir şey demeden kaçıp giderek, zamanında kimseye olayların detaylarını anlatmayarak, acılarımı-sıkıntılarımı tek başıma yaşayarak, evliliğim hakkında iyi kötü hiçbir şekilde kimseye bir yorumda bulunmayarak çok iyi yapmışım.
Bir hastalık geçirdim ve çok şükür iyileşmeye doğru adım adım giderken, insanların da zamanında bana karşı yaptıkları haksızlıklardan dolayı vicdanen duydukları rahatsızlıklarının sonucu olarak, farkında olmadan itiraflarını dinliyorum ve şükür ediyorum.
Ben vermem gerekenleri fazlasıyla verdim, değeri bilinmedi. Artık verecek bir şeyim yok ve bu saatten sonra kimseye karşı alacak verecek kavgasına tutuşacak değilim. 
ama yine de; umarım herkes içi rahat bi şekilde ölür.

20 Mayıs 2021

kocanı kaç yıl oya oya oya laya bilirsin?

 Yazı şurda başlamıştı: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/vermem-gerekenler-ve-daha-fazlas.html

....Abim cümlesini tamamladığında aptal aptal karşısında durmaya devam edip öylece suratına baktım.
Bir şey söylemem gerekiyordu ama ne diyeceğimi bilemiyordum.
Suskunluğum uzadı, o ise suskunluğumun uzamasından sıkılmış olacakki çekti gitti. 
Ben o donmuşluğumla biraz daha öyle durup, sonra hiçbir şey söylememek, zaten bu soruya ne cevap verirsem vereyim kendimi ondan daha aşağı duruma düşüreceğimden emin olarak işi de, emeğimi de, her bi şeyimi de o anda öylece bırakıp yeni bir hayata adım attım.

İşi bırakırken, olayın siktirli tükürük yenilen ve kendisini kardeşlerimden hangisine siktireceğim konusu ve diğer iğrençlikler hariç "geçimsiz bir iş ortamında olduğum" gibi daha yumuşak cümlelerle durumu karıma anlattım ve kendi huzurumuz, rahatlığımız için İstanbul'a yerleşmemizin, bizim için daha iyi olacağını vs söyleyip, ben gittikten en fazla 10 gün sonra ev tutup, onu da mutlaka yanıma alacağımı, geçimimizi de, orada Allah'ın izniyle rahat rahat sağlayacağımın sözünü verdim.
O da bunun üzerine hiç uzatmadan "tamam, ben bu arada annemlere gideyim, sen evi ayarladığında gelirim" deyince içim kocaman bi şekilde rahatladı ve ben 2numaralı abimin hac ibadetini yerine getirip gelişinin 3. haftasında, karımı kardeşlerimden birine bırakmadan "ver bakalım elini koca İstanbul. Seni yenmeye geliyorum" diyerek, ona yerleşmek üzere yola çıktım.

Karımla zaten seks hayatımız öyle ahım şahım değildi. Ben seks istemedikçe o kılını bile kıpırdatmıyor, sırtını dönüp çat diye uyuyordu. Dolayısıyla İstanbul'a gidersem, yani ben yokken canı seks isterse kendini benim dışımda birilerine siktirecek potansiyeli yoktu. Ulan ben bile onunla nerdeyse zorla seks yaparken, o bensiz neyi nasıl nerede kiminle yapacaktı ki?
Ama tabii seks dışındaki potansiyelini görmemiştim, ya da şimdi olduğumdan daha salak olduğum için onu her konuda potansiyelsiz sanmıştım. Ama dur şimdi diğer detaylara girmiyeyim. Bitmek bilmeyen detayları yazmaktan da sıkıldım zaten...

İstanbul'a geldiğimde Adanalı Abla'mda bi kaç gün kaldım ve bu arada kendimiz için de ailecek kalacak bi ev aramaya başladım. Çünkü gelirken karıma "10 gün içinde" diye söz vermiştim ve ne olursa olsun sözümde durmalıydım. Bu yüzden yana yakıla bulduğum borç paralarla ev arayışım başladı.
(Memlekette iş bizim işimiz olduğu için maaş vs almıyordum ve bu yüzden İstanbul'a geldiğimde cebimde öyle ahım şahım bi ev tutacak param yoktu. Sadece ihtiyaç olur diye bi kaç aydır, maaş gibi sayılan 1.000 TL'yi kardeşimden parça parça alıp biriktirmiştim ve buraya geldiğimde 1.000 TL'nin bi kısmını da yol ve yemek olaylarına harcamıştım. Zaten geldiğimden bu yana da onunla geçiniyordum.)

Çok şükürki gelişimin ilk haftası dolmadan bi ajansta sosyal medya işi buldum ve hemen atlayıp kabul ederek işe başladım. İşe başlar başlamaz, eş dosttan borç edinerek, iş yerine de fazla uzak olmadığı için mecburen Tarlabaşı tarafına yakın biraz köhne de olsa, eşyalı bi ev bulup ilk kirasını ödedim ve 10. gün dolduğunda karımı arayıp ona bilet aldığımı, evi tuttuğumu söyleyip müjdeyi verdim.
Kısacası; sözümde durmuştum ve onuncu gün onu da getiriyordum.

Müjdeyi verdiğimde "çok sevindiğini, mutlu olduğunu" falan söylemişti. Ama en çok da ben mutlu olmuştum, çünkü allah yardım etmiş ve ben sözümde durmuştum. Fakat hesaba katmadığım şey şuyduki; karım ertesi gün mahalleye gelir gelmez, bana "gerçekten bu çöplükte yaşayıp yaşayamayacağımızı" sordu, evi gördüğünde ise "bu ne, burası nasıl bi yer" sorularını ekledi, bende oğlumuzla ilgilenerek olayı geçiştirmeye çalıştım ama olmadı, rol yapamayınca olay çığrından çıktı ve karım bana söyleye söylene ilk günümüzü geçirdik.

Ona biraz sabırlı olmasını, kısa zamanda daha iyi bir yere geçeceğimizi söyledim ama sakinleşmedi. Sonraki 10 günde de hiç ama hiç sakinleşmedi ve zaten 10. gün kardeşine aldırdığı uçak biletiyle, oğlumuzu da alıp bi anda çekti gitti, beni de öylece götümde patlamış olan kiralar, evi tutmak için arkadaşlardan aldığım borçlarla baş başa bıraktı.

Bunlar sorun değildi, nasılsa en fazla 3-5 ay içinde yine parayı toparlar, borçları öderdim ama üzüldüğüm şey, ilk küçük tümsekte beni bırakıp, arkasında bile bakmadan çekip gitmesiydi. 
Oysa hani "iyi günde, kötü günde, her zaman yanımda olacaktı falan" diye düşünerek bir kaç akşam geçirdim ve onunla telefonda konuşarak ikna etme yollarına başvurdum ama iplemedi bile. Sonraki telefonlarıma da cevap vermeyince, iyice umudur kestim ve baktım değişen bir şey yok, değişen bir şey olmuyor, aynada kendime bakıp "toparlan yavrum" diyerek anında toparlanıp hemen bi ev arkadaşı arayışına girdim. Ajanstaki çalışma arkadaşlarımdan birinin  yönlendirdiği biriyle konuşup anlaştık ve ev arkadaşı oluverdi. Adamla aylarca iyi kötü anlaşarak, ama olabildiğince birbirimizle muhabbet etmeyerek gaylarımızı geçirdik ve ben bu sayede götümde patlayan borçları ödedim, hatta aldığım maaşı da direkt kenara koymayı becerdim. Karım ise bu arada memlekete yerleşir gibi dönmüş, gününü gün etmeye başlamıştı bile.
Oysa biz güya evlenmiş ve iyi günü-kötü günü birlikte yaşayacaktık diye düşünüyordum ama olanlar böyle söylemiyordu. Üstelik elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordum ve o anki gücüm anca bu ilk köhne evi tutmaya yetmişti, ama o sadece "beğenmek veya beğenmemek" üzerinden karar vermeye yetkili biri olarak davranmış ve beğenmediğini açıkça söyleyip, beni de anamın yaşlı amından daha az önce çıkmışım gibi tek başıma bırakıp, oğlumuzu alarak benim ne hissettiğimi, ne düşündüğümü umursamadan çekip memlekete gitmişti. 

Şokumla öylece ortada kala kalmıştım ama yapacak bir şey de yoktu. Mecburen şimdi şoku atlatıp borçları ödeyince ise sanki hiçbir şey olmamış gibi yine seve seve ev bakmaya başladım.
Şişli tarafında bi ev bulunca, hemen tuttum ve onu arayıp yeni bir ev tuttuğumu vs söyledim. Evin durumunu sorduğunda:
-Ev teras katta, ufak bi mutfağı, 2 odası var, banyo tuvalet bir, bir de ufak bi ara salonu var. bir de şehir manzaralı bir küçük balkonu var" diye cevapladım. Sevindiğini ama hemen "gelemeyeceğini" söyledi. "tamam, ama 2 hafta içinde geleceksin" diye karşılık verdim ve anlaşmış olarak telefonumuzu kapadık. 

Söylediği tarihte gelmedi, kardeşlerinden birinin hasta olduğunu belirttiği için bir şey diyemedim, bir iki ay sonra geldiğinde gidip onu havaalanından aldım, heyecanla eve gittik ama heyecanım kursağımda kaldı. Bu evi de beğenmemişti. "Olabilir, ama bi kaç ay sabredelim beraber bakıp, senin beğendiğin bi evi tutarız" diyerek ikna ettim. Kabul etti ve düğünümüzde takılan 15 tane burma bileziğini şıngırdatarak "ah sen yok musun sen, insanı deli edersin" diye söylenirken, memelerinin üzerine düşen altın gerdanlığı, kolyeleri ve gösterişli küpeleri de başının hareketlerine göre hafifçe sallanmaya devam ediyordu.
Oğlumuz ise bu arada içerde koşturuyor, etrafa bakınıp duruyordu.

Sonra bizim mutlu günlerimiz başladı sandığım o günlerimiz başladı. Bir kaç aylık sabır numarasından, fakat hiç eksik etmediği söylenmelerinden nihayet kafam şişti ve ben yine gidip birilerinden borç para alıp geldiğim için yeni bi ev aramaya başladık.
Bir kaç semt, bir kaç mahalle, bi kaç ev gezdikten sonra Eyüp taraflarında bi daireyi beğenince hemen emlakçıya komisyon ücretini, ev sahibine 2 kirasını ödedim ve anlaşmış olarak evi tuttuk, bi kaç gün içinde koltuk takımı, eksik olduğunu söylediği kap kacakları vs alarak da yeni eve yerleşiverdik.

Ben "artık bu sefer kesinlikle huzurlu günler geldi, artık mutluluğumuzdan konu komşuya da dağıtırız" derken o sürekli annesini, kardeşlerini, memleketi özlediğini söyleyip durdu.
Ben "artık kavga edecek bir şey yok, her konuyu tartıştık bitti" derken, o kavga edecek bir şeyler buldu.
Ben artık "şöyle-böyle olacak, bu evde mutluluktan gebericez, leşimizden yükselen pis kokuyu melekler üstümüzde uçuşup dururken kanatlarını çırparak dağıtacaklar ve böylece hiç kimse rahatsız olmayacak" derken, o huzursuzluk çıkaracak yeni bir şeyler buldu da buldu.

Fakat bunları çok takmadım, hayatımızın olumlu yönlerine odaklanayım diye düşünerek canımın sıkılmasını önledim, ona da sussun diye hep yalakalık yapıp durdum lakin yalamama rağmen şikayet etmekten geri kalmadı.
İş olarak ise artık başka bir ajansa, önceki maaşımın iki katı ücretle geçiş yapmıştım ve yeni iş yerimde de güzel güzel çalışmaya devam ediyordum.
Çalışma hayatında olduğumdan dolayı bazen işler uzun sürebiliyor, hatta evden de çalışmak zorunda kalabiliyordum. Onun için ise bu da hep sorundu. Bu yüzden "çalışmasam mı?" diye düşünmeye bile başlamıştım ama çalışmayıp ne yapacaktım ki?
Nerden para bulup kirayı ödeyecek, karımı istediği yerlerde gezdirecek, ne bok yedirip içtirecek, eve ne bok alıp yiyecektik ki?
Bu yüzden iş konusundaki söylenmelerine çok takılmadım ve o da hep söylenmeye, her şeyden ama her şeyden şikayet etmeye devam etti.

Seks hayatımız ise ben istediğimde yalnız canlanıyordu ve açıkçası o hiç istekli değil, adeta kaçarcasına yaklaşıyor, seks yapmamak için de sürekli bir bahane buluyordu.
Bazen "acaba kendisi seks yapalım mı diye teklifte bulunur mu" diye beklediğim de ise, haftalarca seks yapmıyorduk. Bunun üzerine biraz ondan öç almak, biraz kızgınlıkla, biraz da ibneliğimden dolayı o arada bir erkekle sevişerek rahatlıyor, osbir çekip her hangi bir şey yüzünden kavga etmeye hazır olan karımın yanına, mutlu görünen yuvamıza, eşsiz evimize geliyordum.
Hadi ben erkeklerle sevişiyor, osbir çekerek rahatlıyordum? Peki ya o?
Bunu ona da "cinsel hayatımızdan memnun musun" diye söylüyordum, fakat o bu konuları konuşmak bile istemedi. Hiç konuşmadık, hiç ama hiç konuşamadık. Bu konuda konuşmaktan hep kaçtı. Lakin diğer tüm konularda papuç kadar dilini göstermekten geri kalmadı.

Günler geçmeye devam ederken "ben bi çocuğumuz daha olsun istiyorum. hem oğlumuza bi kardeş bi arkadaş lazım ve bu yüzden artık korunmayacağım" dediğimde bana "şimdi değil" dedi. Biraz sıkıştırdığımda ise "2 sene sonra yapalım" dedi. Özellikle süre belirtince şaşırdım.

Evet evliydik ama sonuçta, beden onun bedeniydi ve ben; bedenini de istediğim gibi kullanma hakkına sahip değildim. Tutup zorla sikmek ise zaten bana göre değildi. Hem o da gerçekten doğurmak istemedikçe bu iş olmazdı, böyle bir hakkı vardı ve ben haksızlık yapmayacaktım. Ayrıca "istenmeden yapılan çocuk piç olur" diye bi atasözü varken, isteyerek yapmak daha iyi olabilirdi..
Bu yüzden benim zorlamamla da olsa oturduk, çocuk yapma konusunu konuştuk ve sırf o istediği için 2 sene sonra bir çocuğumuz olmasına karar verdik. 

Ama zaman denilen şey demir gibi ağır değildi, su misali hemencecik akıp geçiyordu ve 2 yıl bi anda geçti gitti.
Anlaştığımız süre dolup geçmeye başladığında "artık çocuk yapma vaktimiz geldi" dedim ama "şimdi değil" dedi.
Ben yine olay çıkmasın, tatsızlık yaratmayayım, sikimin keyfide bu seferlik eksik olsun diye düşünerek kondomu takıp ona öyle girip çıkmaya başladım.

Günler sikin kondoma sığması gibi çuvala sığmadı, arada bir sadece ben istediğim için üstünkörü yaptığımız sekslerle de olsa hızlıca geçip gittiler ve ben yine "çocuk yapalım" konusunu açtım, o ise yine aynı cevabı verdi. Şimdiki huzursuzluğu büyütmenin de anlamı yoktu. Bu yüzden, yine "daha iyi zamanında yaparız" diye düşünerek üstüne gitmekten vaz geçtim ve derken bir kaç hafta sonra artık bardağı taşıran son damla düşüverdi:
-hadi çocuk yapalım
-şimdi değil
-neden
-şimdi değil.
-tamam da neden?
-hazır hissetmiyorum
-neyin var, bi sorunun mu var, bir şey mi oldu?
-yok sadece istemiyorum
-e iyi de, istemiyorumla olmaz, oturup konuştuk "2 sene sonra" dedin ve anlaştık. Üstelik belirlediğimiz süre de çoktan doldu. Hatta şu an 2,5 sene oldu.
-ya olmaz
-tamam da niye olmaz. başka bir şey mi var?
-yok bir şey, sadece istemiyorum
-ee sen bana 2 sene sonra yapalım demiştin, bak 2,5 yıl oldu. Oysa 2 yıl sonra diyerek söz vermedin mi? Böyle konuşmadık mı??
-"seni oyalamak için öyle demiştim!" 
dedi....

o böyle dediğinde dondum kaldım. çünkü böyle bir cevap beklemiyordum ve bu yüzden o an susmuşken, en azından uzun bir süre konuşmamaya da karar vermiş olarak o geceki suskunluğumu devam ettirdim. Suskunluğum ise, genel olarak karşımdakini hiç ama hiç duymazlıktan gelmek, hareketlerine en ufak bir tepki bile göstermemekten oluşur ve karşımda bomba patlasa bile tepki vermeden olduğum yerde sadece nefes alıp vermeyle devam ettiririm. 
Karıma karşı olan bu suskunluğumu da aynı şekilde devam ettirdim ve beni 2,5 yıldır oyalayan karım onunla konuşmuyor oluşuma, ona hiç tepki göstermiyor oluşuma sadece 1 hafta dayanabildi ve haftasonunda ise oğlumuzu alıp memlekete gitti...

DEV AMI nı okumak için mouse'unu yavaşça eline al ve sertçe tıkla: https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/kocan-kac-yl-oya-oya-oya-laya-bilirsin.html

18 Mayıs 2021

Karını hangi erkek kardeşin sikmeli?

 Bu yazı şurdan devam ediyor: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/vermem-gerekenler-ve-daha-fazlas.html

...Bu son konuşmamızdan aylar sonra, gündüzleri şöförlük yaparak, geceleri ise tenhalarda-menhalarda birbirimizi beğendiğimiz askerlerle sevişerek askerliğimi bitirdim. Terhis olup sanki askerlik öncesinde bir şey olmamış, sanki beni onlar askere dualarla göndermişlerde, ben işte kazasız belasız bi şekilde askerliğimi bitirip dönmüşüm gibi memlekete gittim...

Bi kaç gün sonra, ben araya askerlik girmemiş gibi her şey normale döndü sanırken, 2numaralı abim, askerdeyken onunla gerçekleştirdiğim para mevzulu konuşmayı unutmamış ve bana o konuşmamızı hatırlatıp, ona söylediklerim yüzünden şok olduğunu söyledi.
Önemsemedim. Çünkü yine bir şeyler çeviriyor gibiydi ve konuşması samimi olmayı bırak, içtenlikten uzak, yapay ve zoraki bir yakınlık tonu barındırıyordu. Üstelik şok olduğunu, şaşırdığını söylediği andaki ses tonu da "sen kimsin ki" adlı birikmiş nefretiyle kaplıydı.

Zaten çok geçmeden de asıl söylemek istediği şeyi açık açık olmasada imalı imalı, ama imalı olmasına rağmen yinede zorlana zorlana söylemeye başladı. Yani altımdan girdi, üstümden çıktı, lafı saatlerce uzattı da uzattı fakat ne demek istediğini bi türlü açıkça söylemeden, vermek istediği mesajı subliminal olarak veriverdi. 

O açıkça söylemesede, çok zeki ve akıllı olan ben, onun bana, aslında onunla yeni kurulan işte çalışma teklifinde bulunduğunu anladım.
Açıkça "gel beraber çalışalım" demeyi ise sanırım zayıflık olarak görüyordu. Çünkü daha önce ortaklara devrettiği işte çalışmayıp kaçmıştım ve kaçışımdan aylar sonra o işyeri çalışanlar tarafından yüksek bi meblağda dolandırılmıştı. Dolandırılma olayıyla birlikte, benim o işte çalışmayıp kimseye bir şey demeden kaçışım ise böylece çok haklı bir nedene dayanıvermişti. Bu yüzden de kimse bana "işi bırakıp gittin" diye yüklenemiyor, askerde de bu abim güya bana para göndererek, tekrar onlara gebe olmamı istiyordu. Ama ben gebe olarak yaşayabilecek biri değildim ve bana neden para verdiklerini düşünürken jetonum düştüğünde, bunu ona da söyleyerek güya onu şok edivermiştim...
Oysa o şok olacak biri değildi, hatta dünyadaki son kişi olsa bile şok olmazdı. 
Çünkü onun benim için, bana söylemeden, açıkça teklif etmeden, ne düşüneceğimi umursamadan hazırladığı güzel mi güzel planları vardı.

Zaten o böyle biriydi ve hâlâ da böyledir. Asla ama asla isteğini-istediği şeyi açıkça karşısındakine söylemez, eğer çok sıkışırsa da; tek bir kelime edip sonrasında karşısındakinin bülbül gibi şakımasını bekler, suskunluk başladığı anda bir kelime daha edip tekrar susar ve bütün konuşmalarına bu şekilde devam edip, istediğini alıncaya kadar yani; sonsuza kadar sürdürür.
Yanisi; Karşısındakinden bir şeyler almadan, kılını bile asla vermez. Karşısındaki onun ne demek istediği üzerinden yola çıkarak konuşma tahminleri etmezse asla ama asla sohbeti devam ettirmez. Ama eğer sonunda kazançlı çıkacak, kazanç hanesine puan yazılacak olan o ise, işte o zaman durum çok fazla değil ama birazcık değişebilir, onun tarafından değiştirilebilir. Aile arasında bile.

Karakter analizini geçip asıl mevzuya gelirsek;
Onun gizli iş teklifine sevinmiştim. Hem askerlik öncesi dağılan götümü askerlik yaparak biraz da olsa toparlamışken, şimdi tekrar istanbul'a dönüp kaportayı bu sefer tam dağıtmaya hiç niyetim yoktu.
Yani açıkça söylemek gerekirse; eğer olurda askerlik sonrası İstanbul'a dönersem, zamanla götümü siktirerek veya göt sikerek para kazanma durumlarına girmekten korkuyordum.
Zaten bu para için göt siktirme mevzularına bir sefer girildi mi, sonu travesti olmaya kadar giderdi ve ben ne yazıkki travestiye dönüşmeye hiç niyetli değildi. Travesti olmasam bile zamanla tamamen bir jigoloya dönüp aids'den yavaş yavaş geberme olasılıklarına da kapılmak istemiyordum. O yüzden 2 numaralı abimin yaptığı bu gizli teklife de balıklama atlamayacaksam neye atlayacaktım ki?
Üstelik travesti veya jigolo olmasam bile, sağda solda çaycı ya da garson olarak çalışıp, İstanbul'un en kenar semtlerindeki bodrum katlarından ibaret rutubetli, kapkaranlık ve sıvası dökülmüş evlerde daha ne kadar yaşayacaktım, zaman zaman parasız kaldığım için sokaklarda yatıp kalkarak nereye varacaktım ki?
İşte bu yüzden, 2numara'nın gizli teklifine seve sike atladım.
Sonunda bomboş havuzun sert beton zeminine RAP diye çakılsamda, o gün mecburen büyük bir hevesle atlamaktan başka çarem yoktu, bende atladım.

Teklifinden bi kaç gün sonra onun iş yerinde çalışmaya başladım ve başladığım andan itibaren her gün bana hakaret etti, köpek gibi çalışmama rağmen her gün ama her gün aslında işe yaramadığımı söyledi, herkesin içinde bağırıp çağırmaktan geri kalmadı, en ufak bir hatada günlerce söylendi, hakaret etti, bir sonraki hataya kadar hiç susmadı ve sonraki hatada da, bu sefer o hata üzerinden hakaretlerine devam ederek, döngüyü herkesin içinde bu şekilde devam ettirdi de ettirdi.

Ben ise tüm bu bana karşı olan olumsuz davranışlarına içimden "abimdir kötülük yapmak için söylenmiyor, bana doğruyu öğretmek için böyle davranıyor, küfürlerinden bir şey olmaz sonuçta biz bir aileyiz onunla abi-kardeşiz, gidip başka yerlerde başkalarının hakaretlerini işitmektense ondan hakaret işiteyim" diye düşünerek hiç ses çıkarmadım, asla karşılık vermedim. Hep boynumu kıldan ince tutup, söylediklerinin hepsini sabırla dinledim, sabırla hakaretlerini yedim, büyük bir sabırla yüzümdeki tükürüklerini sildim de sildim.
O ise, beraber çalıştığımız 4 yıl boyunca hiç değişmeden hakaretlerine, haksızlıklarına devam etti.
Üstelik çalıştığım süre boyunca hiç maaş almadım ve bu süreçte aklıma maaş almak da gelmemişti. Sadece askerlikte karar verdiğim evlilik konusuna, askerlik sonrasında ben evlenirken yardım etmişti ve bu davranışını da yeterli görüyordum.
İşte maaş buydu. Yani; mahallemizde gerçekleşen evlilik masraflarını karşılamıştı, alınacakları almıştı, (sonradan, hatta geçen hafta öğrendiğime göre karımın, benimle evliliği karşılığında pazarlık yaparak kararlaştırdığı) takıları vs almıştı. İşte yıllardır olan çalışmamın karşılığı, yani yıllardır almadığım maaş buydu. Bana daha ne kadar maaş verecekti ki? Bence yeterliydi. Ama evleninceye kadar vermediği fakat vermiş gibi davrandığı her kuruşu, milyon vermiş gibi burnumdan getirmeye de devam ediyordu. Çünkü ona göre ben, tüm iş bitirmelerime karşılık, işe yaramazın tekiydim ve ortalıkta görünmek yerine dizimi kırıp evde otursam yeriydi.
(aa bu arada evlilik olayını, karıyla nasıl evlendiğimi falan bi anda araya karıştırmış olarak atladık değil mi? dur o konuya da geleyim. Bak şimdi olay şöyle başladı....)

Askerlikte günler şeker askerlerle sevişirken bacaklar bazen omuzlarda, bazen tüfek koyduğumuz dolapların askılarında, sikler ise arada ağızlarda, arada bir bacak aralarında gidip gelirken, bu arada zamanda hızla geçiyor, ben de seksi bir askerlik yapmaktan arta kalan zamanlarımda hayat ve hayatım üzerine düşünmeye devam ediyordum. Yani aklım hep sikimin ucunda veya bacak arama girip çıkan sikin verdiği o bi kaç saniyelik zevkte değildi. Çünkü askerlik öncesi sokağı koklayarrak tanımıştım, tek başınalığı dibime kadar yaşamıştım. Kötü de olsa geçip gitmiş olan parçalı bulutlu aile yaş am ını deneyimlemiştim ve işte tüm bunların sonucunda bir karar vermeye çalışıyordum.
Evet doğrusu, seviştiğimde hayat bir kaç saniyeliğine de olsa güzelleşiyordu, ama hayat bu bi kaç saniyeden ibaret değildi ve olmayacaktı da..
Askerdeyken seviştiğimiz evli asker ve komutanlarımla geçen keyifli uçucu anlarım da dahil olmak üzere aylar boyunca düşündüm, taşındım ve bu ayların sonunda kararımı verdim:
"hayat, elinde sikini sokacak bir delik, arada bazen gaza geldiğinde deliğine sürtünecek bir yarrak arayarrak geçmemeliydi, geçmeyecekti.
Üstelik askerlik dışı yaşamımdaki o sürekli yeni insanlarla tanışıp durmaktan, sürekli "aşık oldum, gerçek aşkımı buldum" diye yanılmaktan da yorulmuştum.
Hem gerçek aşk hangisiydi ki? Nerdeydi?
Gerçek aşkım geçen yıl aşık olduğum kumral çocuk muydu, evden kaçmadan önce memlekette çıktığım koca memeli, dolgun dudaklı kuaför kız mı, lüks otomobiliyle beni gezdirip kendini siktirdikten sonra bi daha telefonlarıma cevap vermeyen kodaman mı, yoksa yakışıklı haber spikeri miydi gerçek aşkım? hangisi gerçek aşktı? 
Yoksa hafta sonları aldığı gazetelerden çıkan sudoku bulmacalarını toplayıp bana getiren, ara ara seviştiğimiz komutanım mı gerçek aşkımdı?
Belkide gerçek aşkım, benden 5 yaş büyük olan ve bana bi keresinde ağaçtan kopardığı yaprağı uzatırken dalga geçerek "al aşkım sana hediyem olsun" diyen evli asker arkadaşım mıydı? Gerçek aşkım hangisiydi, kim olacaktı?
İşte bu yüzden kararımı vermiştim. Yani; askerlikten sonra mutlaka ama mutlaka, şimdiye kadar yediğim tüm bokları siktir edip, doğru insanı bulduğum an evlenecektim..
Nitekim askerlik bittikten sonra öylede oldu, o süreç ise şöyle oldu:
------
Askerlik sonrası memlekete yerleşip, hakaretler eşliğinde köpek gibi çalışırken, nasıl ve kiminle evleneceğimi de düşünüyordum. Belliki hakaretler hayatımda hep olacaktı ve sahibi de 2numaralı abimdi. İşin olumlu yanı şuydu ki; hakaretlerin sahibi yabancı birinden değildi.
Ya varsın herkesin içinde ağzıma sıçmaya devam etsindi. Ne olacaktı ki?
Sonuçta abim değil miydi?
Aile içinde böyle şeyler olmaz mıydı? Yediğim hakaretlerden kime ne ki?

Böyle düşüne düşüne dünler-haftalar-aylar geçti ve bir gün ablam, uzaktan akrabamız da olan komşumuzun kızından bahsetti. Önce yakın olduğumuz için "yok-mok" dedim ama zamanla kızı görüp, izledikçe baktım ki; terbiyeli, utangaç ve iyi birine benziyordu.
Böyle düşündüğüm anda "sanki aslında olur gibi"yi de düşünmeye başladım.
Üstelik yabancıda sayılmazdı. Aynı bölgede yaşadığımız için örf-adetlerimiz de nerdeyse aynıydı. Evlenirsek aileler arasında da yabancılık çekmezdik. Ailelerimiz tanıştığı için, herkes birbirinin yapısını az çok bilirdi. Bu da anlaşmak için +1 puan demekti.
Kız, benim aksime biraz fazla dindardı ama olsun, sonuçta dindarlığı da kendinceydi. Bundan bana ne zarar gelecekti ki?

Derken ablamın sürekli onu göstermesi, ondan bahsetmesi de artınca bi kaç ay sonra kafama yattı ve bende kızla iletişime geçip "amacım eğlenmek falan değil, gerçekten evlenmek için seninle tanışmak istiyorum" dedim ve tanıştık.
-Çok utangaçtı, hatta sanki yüzü kızarmaktan, fırında180 derece sıcaklıkta saatlerce unutulmuş bütün tavuk sırtı gibiydi.
-Terbiyeliydi, insanın gözünün içine dik dik bakmıyordu ve ani çıkışları olmuyordu. 
-İyi biriydi, diyeceğim ama henüz iyiliğini görmemiştim. Sadece ablamın anlatışlarından kardeşlerine iyi baktığı, annesine çok yardım ettiği, sürekli kur'an-ı kerim dersleri aldığı, konu komşuyla iyi geçindiği, hiç kimseyle atışma dahil, asla kavga etmediği cümlelerini duymuştum.
-Dindar'dı diyeceğim ama dinini örtünmekten öteye götürmesi dışında henüz bir şeyini görmemiştim ve açıkçası dindar olup olmaması da umrumda değildi.

Sonra biz işte bir kaç buluşma, bir kaç görüşme falan derken ailelerimize söyledik ve bi kaç ay içinde de kendimizi mahalle düğününün içinde bulduk.
İlk evlendiğimizde ailemle, 250 metrekarelik evde yaşamaya başladık. Koca evde 3 ablam, erkek kardeşim, annem, ben ve o vardık.
Herkesin kendi odası vs güzel güzel gidiyorduk. Bunu sorun etmedik. Güya bir kaç yıl öyle kalacak, sonra başka ev alıp ona yerleşerek ayrı yaşayacaktık. Durum bana göre güzeldi. Ama eşime göre hiç de güzel değildi. Her gün pencereden annesinin evine bakıp "acaba şimdi ne yapıyorlar" diye içleniyor, kardeşlerini özlediğini söyleyerek "şimdi şu yatmış, şu oyalanıyor, şu şöyle yapıyor" diyerek sesli sesli düşünüyordu. 

Tüm bunlar olabilirdi. Normaldi.
Sonuçta bir insan ailesini bırakıp başka bir aileye katılıyordu. Odun değildi ki bi anda alışsındı. Ama bu ne kadar sürecek, nereye kadar devam edecektiki?
İlk yıl bu şekilde geçti ve bir kaç ay sonra oğlumuz olduğunda söylenmeleri birazcık azaldı, çünkü tüm dikkatini oğlumuza vermeye başlamıştı. Bu da onun başka şeyler için söylenmesini engelliyordu.

Çok şükür oğlumuz sağlıklı ve sıhhatliydi.
Bir kaç ufak hastalık atlatarak geçen ilk yılının sonunda, artık bir problemde kalmamıştı.
Ben ise bu arada yine köpek gibi çalışmaya devam ediyor, hakaretlerimi yemekten bir an bile geri kalmıyordum. Sabahın 7'sinde gittiğim işe, en erken gecenin 9'unda eve dönebiliyordum.
Olsundu, mutluydum, huzurluydum, herkesin sağlığı yerindeydi. Allah'tan daha ne isteseydim ki?
Ama demekki allah'tan, vermiş olduklarından daha fazlasını istemem gerekiyormuş, o zamanlar bunu bilemedim allahım. sen affet beni...

Eşim ailesini özlemeye, ben hakaretlerimi yemeye devam ederken aradan 4 yıl geçti. Oğlumuz artık 3 yaşındaydı. Sağlıklıydı, akşamları ben eve geldiğimde ise ortalığı bi curcuna tutturuyor, uyuyuncaya kadar devam ettiriyorduk.
Dediğim gibi gündüz iş saatlerinde yediğim hakaretler ise bitmiyordu ve üstelik yenileri de eklendikçe, ekleniyordu.
Bunların çoğuna alışmıştım ve o yüzden duymazlıktan geliyordum. Ama günlük hakaretlerimden olan "bi boka yaramıyorsun, ne halt yediğin belli değil, hiç çalışmıyor hep kaytarıyorsun, diğer elemanlara bak birde dön kendine bak! adamlar köpek gibi çalışıyor(oysa aslında çoğu sürekli işten kaytarıyor, müşterileri dolandırıyordu ve bu olaylar da sonradan patlak verdi) sense oturmaktan başka bok yemiyorsun, anamızı sikecekler haberin yok, anamızı siktiler daha ne olacak"lara yeni olarak şunu eklediği gün "siktir ol git evinde otur, hepinize bakıyorum, sana da bakarım, ejdadını siktiğim, siktir ol git evde otur" dediğinde dondum kaldım ve suratına bakıp ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım.
Yani tamam şimdiye kadar ettiği hakaretleri o anki kızgınlığından dolayı yapıyor olabilirdi ama bu çok ağırdı.

 "siktir ol git evinde otur, herkese bakıyorum, sana da bakarım, ejdadını siktiğim, siktir ol git evde otur" ne demekti ki? "Anamızı siktiler" ve türevleri bile bana bu kadar koymamıştı, çünkü anamız aynıydı. buna bir şey diyemezdim, açıkçası demekte aklımdan hiç ama hiç geçmemişti. 
Şimdi bunu geçip "siktir ol git evinde otur, herkese bakıyorum, sana da bakarım, ejdadını siktiğim, siktir ol git evde otur" lafına dönecek olursak, bununla ne demek istemiştiki?
Yoksa aslında şimdiye kadar ettiği hakaretleri falan sinirinden değil de,  gerçekten içinden geldiğinden miydi?

E ben o küfürleri, hakaretleri vs hepsini kızgınlıktan söylüyor sanıyordum!
Anamızı siktirmesi falan sinirlenmesindendi diyordum.
O anda çok sinirlendiği için ağzından kaçıyor, kızgınlıktan ne dediğini bilmiyor, öyle bi anda söyleniyor varsayarak pek ciddiye almıyordum ve bağırıp çağırmasından sonra hiçbir şey olmamış gibi hayata devam etmelerim hep böyle düşünmemdendi.
Ama şimdi kartlar karılmış, beynim iyice dağılmıştı.
İyisi mi ben yine susayım, sonuçta abimdir. Mutlaka başka bir şey demek istedi, ama kızgınlıktan ağzından böyle bi laf çıkmıştı.
Sustum ve kızgınlığından kaynaklı tüm söylenmeleri, hakaretleri, ana-baba ve tüm ejdadı kattığı küfürleri, tükürük bezleri kuruyuncaya kadar savurduğu tükürmeleri bitince çekti gitti. Ben de hiçbir şey olmamış gibi gittim çalışmaya devam ettim ve akşam oldu.
Akşama kadar çalışırken söylediği sözleri, ettiği küfürleri düşündüm. Günün sonunda "söylediklerine kendi kendime uydurduğum anlamları yüklememem gerekir" diye düşünerek günü noktaladım.

Akşam iş çıkışı, her zamanki gibi eve hiçbir şey olmamış gibi gidip, kakara kikiriler eşliğinde akşam yemeğini ailecek yedik ve Karımla yatak odamıza kapanıp, sırf ben istiyorum diye hepten zevksizleşmiş olan seksimizi yapıp uyuduk.
Sabah uyandığımda, karım tatlı uykusundan henüz uyanmamıştı ve her zamanki gibi uyanmaya da niyeti yokmuşcasına derin derin nefes alıp verirken, arada bir horlamaktanda geri kalmıyordu. Elimi yüzümü yıkayıp ablamın hazırladığı kahvaltıyı oğlumla oynaya oynaya yaptıktan sonra koşarcasına işe gittim, ama dünden kalan hakaretlerin etkisinden henüz tam kurtulamadığım için, abimle konuşmamaya karar verip işimi yapmaya odaklanarak çalışmaya başladım.

Bir kaç saat sonra 2numaralı abim de geldi ve günlük konuşmalarını yapıp işe başladık. Ama geveze olan ben, hiçbir şey konuşmamaya devam edip akşamı ettim.
Bu halim üst üste 3-4 gün sürünce abim beni kenara çekip sert bi ses tonuyla;
-"hayırdır niye durgunsun, neyin var?
-bir şey yooook." diye en pısırık halimle cevapladım.

Cevabım veya pısırık ses tonum onu biraz sinirlendirmiş olmalı ki gözleri yuvalarından çıkmışcasına kızgınlıkla;
"-o zaman 3-4 gündür niye hiç konuşmuyorsun" diye bağıra çağıra söylenmeye başladı. Bende bunun üzerine, uzatmamaya karar vererek şöyle dedim:
-'ya sen geçen gün "siktir ol git evinde otur, hepinize bakıyorum, sana da bakarım, siktir ol git evde otur" dedin. Bu çok ağırdı.' dedim ve böyle dememle o, aylardır aç kalmış bir aslan gibi kükreyiverdi.
Ne dediğini şimdi hatırlamıyorum ama yine küfürler, hakaretler, söylenmelerle devam edip, en sonunda da "siktir ol git evinde otur, hepinize bakıyorum, sana da bakarım, siktir ol git evde otur" cümlesini yine tekrarladı.
Ben en azından, sırf sorduğu için bu seferlik ondan "geçen kızgınlıkla söyledim" cevabını beklerken, o bunun tam aksine aynı cümleyi, noktasına virgülüne dokunmadan tekrarlayıp söylediğinin arkasında durarak yine siktirini çekti, tükrük bezlerini çalıştırarak en okkalısından ağız dolusu tükürüğünü suratıma tükürdü. 

Siktirini çektiğinde, tükürüğünü bir kurşun gibi suratıma attığında gidip bir şey olmamış gibi, elimle yüzümü silip çalışmaya devam ettim ve yine sessizliğimle bir kaç gün geçirmeye başladık.
Aradan 2 hafta geçtikten sonra, beni kenara çekip, yine neden suskun olduğumu sordu, ben yine aynı cevabı verdim, o yine siktirini çekti ve bende, dediği gibi karşısından siktir olup kendimi yine çalışmaya vererek günlerimi harcamaya başladım.

Günler geçip giderken 3-4 hafta doldu, ben tüm putluğumla ona çok görünmeden, ama işlerimi de hiç aksatmadan dilsiz bir köpek gibi, sessiz sessiz çalışmaya devam ettim. İşte tamda o günlerde beni yine kenara çekti, yine aynı konuşmamız gerçekleşti ve ben yine siktirimi yediğim için gidip bir şey yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi çalışmaya devam ettim.

Kafamda ise onun gözünde bir sıfır olduğum, bir işe yaramadığım, hiçbir zaman bir işe yaramayacağım, aslında sabahtan akşama kadarki tüm köpek gibi çalışmalarımın boş olduğu gerçeğinden emin olmuş olmak dışında bir şey yoktu. 
"Ne yapayım, ne yapayım" diye düşünürken, işi bırakıp İstanbul'a yerleşmek fikri geldi kafama oturdu ve bi kere oturunca da bi daha gitmek bilmedi.
Sonuçta ben hep çalışan, çalışmayı seven, çalışmaktan kaçmayan, çalışmaya üşenmeyen ve asla ama asla çalıştığı için söylenen biri değildim. Üstelik kendimce inançlı da olduğum için "rızkı veren allah, kimse için değil, ben çalıştığım için veriyor" diye düşünerek, çalışmaktan kendimi hiç geri çekmiyor, sadece yiyeceğim ekmeğin helal olmasına özen gösteriyordum. Yani; burda çalışıyordum diye ekmeğimi burdan yiyordum, eğer başka yerde çalışırsam ekmeğimi ordan yerdim. Rızkı veren allah'ımın tek şartı çalışmamdı ve bende çalışmaktan kaçan biri değildim.
Ama bir sorunumuz vardı ki, Abim 2-3 ay sonra hacca gidecekti ve eğer ben şimdi, işi bırakıp başka yerdeki ekmeğimin peşinden gidersem, burdaki işler yürümez, bana tam da ihtiyacı olduğu zaman onu yarı yolda bırakmış olduğum için haksızlık etmiş olurdum.

Aslında yapmam gereken tam da bırakıp gitmekti, ona yakıştırdığım şey tam da buydu. Bu hareketim ona yakışırdı ama bana yakışmazdı. Çünkü ben kimseyi yarı yolda bırakmam, kimseyi bana ihtiyacı olduğu an ortalık yere sıçılmış bi hayvan boku gibi bırakarak ona hakaret etmem.
Ben böyleyim, ben buyum ve hâlâ öyle yaşamaya gayret ediyorum. Elimden geldikçe de edeceğim.

O günkü bu düşünmelerimin sonucu olarak onun hacca gidip gelmesini beklememin daha iyi, daha doğru ve bana yakışan bir davranış olacağını düşünerek yediğim tüm siktirleri sineye çekmiş bi halde ayların gelip geçmesini bekledim.
Tabii bu arada yerime de bi eleman almak gerekiyordu. Bu yüzden etrafa bakınıyor, tanıdığım insanlara pazarlamadan, esnaflıktan anlayan, pazarlama yapabilecek düzgün bir eleman aradığımı söylemeye başlamıştım.
Çok geçmeden birini buldum ve tamda aradığım elemanı bulduğum gün abim beni yine kenara çekip "neden hâlâ çok sessiz olduğumu ve hatta onunla hiç konuşmadığımı" sordu, ben de şöyle cevap verdim:
-ya sen bana "siktir ol git evinde otur, hepinize bakıyorum, sana da bakarım, siktir ol git evde otur" demiştin. Sana bunun yanlış bir cümle olduğunu, ağır bi cümle olduğunu söyledim ama sen söylediğinin arkasında durdun. Üstelik seninle bu konuyu 3-4 sefer konuştuk ve sen her konuşmamızda da söylediğinin arkasında durup, tekrar aynı cümleyi kurdun. Burdan anlaşılıyorki, ben senin gözünde bir hiçim ve her zaman da öyle olacağım. Madem öyle, o zaman ben yerime çalışacak birini bulayım, işi öğreteyim, tüm müşterilerle tanıştırayım, bir kaç ay da beraber çalışalım sonrasında işi bırakayım. zaten şimdi işi öğretmeden işi bırakamam, sen hacca git gel, bu arada ben işi vs öğretmiş olurum, sen gelincede bırakacağım." dedim ve abim 2-3 saniyeliğine de olsa puta döndü. 2-3 saniyesi dolduğunda toparlandı, arabasına binip bi yerlere gitti.

Bu konuşmayı gerçekleştirdiğimizde ve daha doğrusu ona kafamdaki şeyi tam olarak açıkladığımda rahatladım. Ama bu sefer o rahatsızlanmıştı. Buna rağmen kararımdan dönmedim ve bi kaç gün sonra benim zorlamamla da olsa elemanı işe aldık, beraber çalışmaya başladık ve eleman işi öğrenirken, o arada da abim hacca gitti geldi. Abim hac ibadetini yapıp geldikten 3 hafta sonra ise ben işi bıraktım.


Gideceğim günün öncesindeki gün "işi bıraktığımı ve gideceğimi" 2numaralı artık HACI ABİ olmuş olan abime söylediğimde "gitme kurban olduğum. söylediklerim kızgınlıktandı" diye söylenerek ayaklarıma kapanıp yalvaracağını ummuyordum tabii, ama "gidiyorum" dememe karşılık olarak da "evde 2 bekâr erkek kardeşin var, karını kime bırakıyorsun" demesini de hiç ama HİÇ beklemiyordum. (o ara 3 numaralı abim, yediği siktiri ve abim tarafından evden kovuluşunu unutup eve dönmüştü. Bende zaten onun, o zamanlar benim gibi çılgın olduğundan dolayı evden ayrılıp Marmaris'te çalışmaya gittiğini sanıyordum ama aslında olay öyle değilmiş ve 2numaralı abim tarafından tekme tokat evden kovulduğunu yıllar sonra yani daha henüz geçen yıl öğrendim. bu konuya girmeyeceğim çünkü dallana budaklana büyüdükçe büyüyor, uzadıkça uzuyor yazı ve sanırım yavaş yavaş yazmaktan bıkmaya başladım. Diğer konuya, 2numaralı abim tarafından bana yöneltilen ahlaksız soruya dönecek olursak)
Hatta bu çok ama çok ahlaksızca soruyu sorduğu ilk anda, yanlış duyduğumu bile düşündüm ama donup kaldığımdan dolayı cevap vermeyişim üzerine bir kaç saniye sonra "hee karını kime bırakıp gidiyorsun?" diye ikinci sefer sorarak, beni onu yanlış duymadığımdan emin kıldı.

Yazının DEVAMI https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/kucukken-evcilik-oyunu-oynamayanlar.html



16 Mayıs 2021

Gay Garson, Biseksüel Asker, Sahte Dolandırıcı ve Temiz Kalmak

 Yazı şurda başlamıştı: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/vermem-gerekenler-ve-daha-fazlas.html

...
Zaten kızsam, bağırsam, çağırsam bile yine de bir şey değişmeyecek, hatta bağırıp çağırarak olay çıkardığım için, huzursuzluk çıkartan kgötünün teki olacaktım. Bu yüzden kavga ederek kötü olmaktansa, kavgasız-gürültüsüz bi şekilde kötü olmaya karar verdim ve "illa başkasının yanında çalışacaksam, istediğim yerde de çalışabilirim" diye düşünerek, bizimkilerden kimseye bir şey demeden, ertesi gün ilk otobüse atladığım gibi İstanbul'un yolunu tuttum.
İstanbul'a vardığımda da, bi kaç gün sonra Beyoğlu'nda şişko bi lezbiyenin işlettiği Mor Kedi adlı bi leş gay kafe'de garson olarak iş bulup, bir kaç ay çalıştım.

Tabii bir garson için günler hızlı geçerdi. Bende bir garson olduğum için günler hızlıca geçip gitti ve askerlik zamanım gelip dan diye çattı. O zamanlar benim için yapacak en iyi şey de askere gitmekti. Çünkü ücretsiz yatacak yerim, ücretsiz 3 öğün yemeğim vs olacak ve üstelik bunların karşılığında yapmam gereken tek şey sadece herkes gibi verilen görevi yapmaktı. Görev de ne olacaktı ki? Savaş yok bir şey yok. En fazla çöp toplama, şöför olarak komutanları gezdirmek, subay karılarının güzellik uykularının bölünmemesi için, lojmanlardan birinin altındaki kulübede nöbet tutma olaylarım olacak diye düşünüyordum. Nitekim bir kaç gün sonra gittiğimde de farklı bir şey olmadığını da gördüm.

Tabii dan diye gitmedim. Öyle ortadan yok olmuş gibi gitmiyeyim, gidip bizimkileri görüp sonrasında askere gideyim diye memlekete gittim.
Amacım gerçekten sadece onları görmekti. Ama 2numaralı abim beni ilk gördüğü anda bana "askerlik zamanın geldi, paran yok diye geldin değil mi" dedi. Oysa bu cümlesi yerine birbirimize sarılıp helalleşiriz diye düşünmüştüm. Hiçbiri olmadı, tek bir şey bile demedim. Öylece taş kesilmiş bir şekilde bir kaç dakika boşluğa bakındım, sonrasını hatırlamıyorum. Üzerinden yıllar geçti zaten, o andan sonrasını o an dahil olmak üzere unutmuşum.

Ama hatırladığım şey şu ki; gerçekten öyle bir beklentim yoktu. Zaten askere gidecek kadar yol parasını da (şurda anlattığım şekilde) sevişerek çok önceden bulmuştum. Buraya da biraz o parayla gelmiştim. Sadece bizimkileri görmek için ve tabii birazda "belki askere uğurlanırım" adlı düşüncemin sonucunu görmek için gelmiştim. Ama gelişim 2numaralı abim tarafından çok yanlış anlaşılmıştı.
Üzüldüm ve yapılabilecek olan tek şeyi yaptım. Yani gittim sokaklarda gezerek üzüntümü giderdim, önemli bir şey yokmuş gibi kendi kendimi iyileştirmiş olarak akşam saatlerinde eve döndüm. Duyduklarım yüzünden canımın sıkılmasını önledim ve bi kaç gün sonra da kimseye bir şey demeden çekip askere gittim.

Askerliğim mesleki olarak şöförlüktü. Bi kalem, siktiri boktan bir çer çöp parçasını almak için o an görevli olan komutanımla bilmem kaç km yol gidiyor, akşama kadar Ankara trafiğinde gezinip, sonra kalemi, çer çöpü alıp üsse büyük bir savaşta, tüm düşmanı alt etmişiz gibi geri dönüyorduk. Akşamları ise birbirimizi beğendiğimiz diğer askerlerle köşe kuytuda sevişerek rahatlıyordum.
Askerliğimin bilmem kaçıncı ayında, ailemin çalışmamı istediği devredilmiş olan işte çalışanların dolandırıcılık olayı patlak verdi. Meğer çalışanlardan biri şirketi dolandırmış, şimdinin parasıyla 300 bin TL gibi bi rakamı cukkalamıştı.

Dolandırıcılık olayını ilk duyduğumda çok rahatladım. Çünkü eğer sırf abimler istedi diye devredilen o işyerinde kalıp, çalışmaya devam etseydim, bu dolandırıcılık olayında bende hırsız ilan edilecektim ve hırsızlık olayının çoğu benim üzerime yüklenmiş olacaktı.
Oysa bir gün bile çalışmamıştım ve kendimce "iş devredildi, ama hâlâ benim de aynı şekilde çalışmamı istiyorlar. ben bu kadar işe yaramaz biri miyim ki, kendi işimizde değil, başkasının işinde çalıştırılayım?
hem başkasının işinde çalışacaksam gider cehennemin dibinde bir yerlerde çalışırım, burda niye çalışayım ki." diye uzun uzun üzülerek düşünnnnnnmüş, kendi kendime durmadan söylennnnnmiş ve derdimi de kimseye hiçbir şekilde anlatamayacağımı anladığımdan dolayı, cehennemindibi olan İstanbul-Beyoğlu'na kapağı atmıştım.

Üstelik devredilen işte çalışsaydım, şimdi ben askerdeyken patlamış olan dolandırıcılık olayının meblağı olan para miktarının yarısından çoğunu bizimkiler ödemek zorunda kalacaklardı. Çünkü işin hesabını kitabını ben tutuyordum ve güya elemanları da ben yönetecektim.
Üstelik geçmişi sürekli evden kaçan biri olarak, dolandırıcılık olayı ben çalıştığımda patlayacak olsaydı, hırsızlıkla ilgim olmadığını da kimseye anlatamazdım. Kimse bana yani evden sürekli kaçan birine inanmazdı. Ben bile kendime inanmazdım ya neyse...
Durum böyle olunca, dolandırılma sonucu kaybolan para bizimkilerden de sike sike çıkacaktı. 
Ama işte oyunu çoooook önceden hisleriyle görmüş olan allahın en sevgili ve akıllı kulu olan ben, evden kaçarak oyunu bozmuş, kendimi sadece ailemiz arasında kötü ilan ettirerek çekip cehennemin dibine gitmiş, tüm aileyi de çalınan paralardan, dolandırıcılıktan sorumsuz tutarak BİR ADET KOCAMAN iyilik yapmıştım.

Fakat dolandırıcılık olayından sonra bile kimse bana dönüp bir şey demedi, sanki hiç öyle bir şey olmamış gibi davranıldı, ben dolandırıcılık detaylarını hep başkalarından duydum, öğrendim, olay ise zamanla öylece kapandı gitti. Kaçak eleman ise hâlâ memlekete dönmüş değil. Paraları afiyetle yiyip bitirdikten sonrasından bu yana, sağda solda çalışarak günlük geçimini sağlamaya devam ediyormuş.
Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen ailemiz arasında bu dolandırıcılık konusu ise konuşulmaz. Sanki hiç öyle bir şey olmamış, ben aslında çalışmayarak büyük akıllılık etmemişim gibi davranılır durur.
Zaten ailecek iyi şeylerin üzerinde durmayız (gerçi hangi aile duruyorki?) en ufak olumsuz şeyleri ise asla unutmaz, sorumlu kişinin suratına her zaman-her yerde ve her şekilde yüzüne çarpıp dururuz. 

Her neyse işte, işin benim askerde olduğum kısmına dönecek olursak; dolandırıcılık olmuş bitmiş, ben ise askerde günümü gün ederek yaşayıp gidiyordum. Tamda o günlerde babamın öldüğü haberi komutanlarıma iletildi ve mecburi olarak da izin işlerim başlatıldı, sonraki gün de hemen izne gönderildim. Memlekete geldiğimde her şey normal bir şekilde devam etti, babam fatihalar eşliğinde uğurlandı, benim de bi kaç gün sonra iznim bitti, babamın ölüm kağıdını alıp birliğime geri döndüm.

Birliğime geldiğimde 2numaralı abim beni, daha önce hiçbir şey olmamış gibi aramaya-sormaya başladı. Hatta arada bazen lazım olur diye para falan da gönderdi. Bende gönderdiği her kuruşu afiyetle yedim. Fakat aylar sonra bi gün aniden jetonum düştü ve 2numaranın bana neden ara ara para gönderdiğini anladım, bu yüzden bir sonraki arayışında ona;
"bana neden para gönderdiğini biliyorum ama aklında olsun, ben askerliğim bittikten sonra memlekete dönmeyi düşünmüyorum, sadece gelip bir iki ay kalıp dönerim. madem bana memlekete dönüp orda kalayım diye para gönderiyorsun, istersen bundan sonra gönderme, parana yazık olmasın" dedim. "tamam" deyip telefonu kapadı. Gerçekten de bi daha para göndermedi, bi daha da aramadı.

DEV AMI için mouseuna sertçe tıkla: https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/karn-hangi-erkek-kardesin-sikmeli.html

13 Mayıs 2021

Vermem Gerekenler ve Daha Fazlası

 Geçenlerde yazdığım şu yazıya (https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/borcunuz-sadece-30000000-tl-odemeyi.html)Anonim'in biri gelip şu yorumu yazmıştı:
Tuhaf hayat erkeği.
"İsteyen çözüm bulur, istemeyen bahane" diye çok dolaşan bir söz var. Daha önce de yazdım galiba şimdi de yazıyorum;
Hiç bir sorumluluk almadan her şeyin yolunda olmasını bekliyorsun. Önce eşin, sonra oğlun, ailen... Onları yarı yolda bırakmamış gibi davranıyorsun onların seni kucaklamasını bekliyorsun...
Hayattan alacaklı değilsin vermen gerekenler var.
Bu arada inşallah tedavin iyi gider bir an önce iyileşirsin. 

Ben de şöyle cevap vermiştim:
Benim dışımda herkesin doğru bildiği, doğru yaptığı, doğru yaşadığı ama benim ise hep yanlış bildiğim, yanlış yaptığım şu hayatta benimde elbette doğru yaptığım bir kaç şey vardır. Yoksa bile bir gün bende doğru şeyleri yapacağım.
Öte yandan kimseyi yarı yolda bırakmadım, hep beni bıraktılar. detaylara çok fazla girmediğim için girmeye hakkım olduğunu düşünmediğim için dışardan bakınca farklı görünüyor olabilir.
Yine öte yandan evet; beni kucaklamarını bekliyorum, hesapsızca, kitapsızca, kayıp kazanç ilişkisinden uzak bir şekilde kucaklanmayı bekliyorum. Bekleyeceğim. Ama sabrım da bitti, farkındayım.
Güzel temennilerin için teşekkür ederim, amin. Çok sağ ol.

Böyle cevap vermiştim ama sanırım yapacak daha iyi bir şey olmadığı için mecburen eve kapanmış olduğumuz şu Covid19 günlerinde, Anonim'in dediği "vermen gerekenler var" cümlesinden yola çıkarak biraz detaya girip vakit geçirmek benim için de iyi olacaktır. 
---------
Sevgili anonim "vermen gerekenler var" derken haklısın. Gerçekten vermem gerekenler var. Üstelik öyle laf olsun diye de değil, ciddi ciddi vermem gerekenler var. Ama...
İşin ama'sı şu ki; vermem gerekenlerin hepsini zaten verdim. Fakat karşımda aç gözlü, sürekli "ver, ver, daha da ver" diyen doyumsuz birileri olunca, her istediklerinden vermeme rağmen verdiklerim; sadece maddiyat olarak değil, ömrümden, psikolojimden, hayata bakış açımdan da götürdü. Yanisi; son olarak sağlığım da gitti ve gerçekten artık verecek bir şeyim kalmadı.

Burada çok bahsetmedim, bahsetmeyi de düşünmüyordum. Ama sonuç olarak burada hafif kurgulayarak anlattıklarımdan/yazdıklarımdan yola çıkarak yorum yaptığından dolayı, aslında anlatmayarak kendimi karşılıksızca kucaklanmayı bekleyen, sanki hiç vermemiş biri olarak göstermekten ileriye gitmemiş oldum. Böyle görünmesini biraz da ben istedim, çünkü ailemle yaşadığımız her şeyi buraya yazmadım. Yazmaya çekindim. Yer yer nasıl yazacağımı bilemediğim için, öylece üstünkörü geçiştirdim. (ve işte görüyorsun ya, sende karşılıksız kucaklamıyorsun. Sana da vermem gereken bir şeyler var. Sende bir şeyler istiyorsun. E hadi al sana gerçeklerimi, kucakla şimdi sımsıkı bir şekilde tüm kemiklerim geçsin içimden içine ve canın yansın, gül olsun.)

Oysa ailemin bana verdiklerinin karşılığını, ben onlara fazlasıyla vermiştim. Üstelik hem duygusal, hem bedensel, hem de zihinsel olarak verdim de verdim.
Elimden gelenin, elimde olanın ve olacakların hepsini vermeme rağmen, bir türlü şöyle içten, samimice, aile sıcaklığıyla, ya da en azından arada sıradada olsa karşılıksızca kucaklanamadım. Hatta kucaklanmayı bırak, artık verecek bir şeyim kalmadığı için veremeyince kötü oldum, çemberin içinden dışına doğru itilmeye başlandım ve çemberin dışına çıkarıldığımda da, kendimden son bir şeyler verebilme umuduyla; sanki çemberin dışına itilmemişim de, kendim çıkmışım gibi rol yaparak uzaklarına gittim. Böylece ailemle olanlar kendi aramızda kalacak, sonuç olarak da; dışardan bakanlar için ailem değil, ben kötü olacaktım ve çok şükür bunu da başardım.
Yine verdim. Son bir kez verebildiğim ne varsa verdim de verdim. Dışardan bakanların, olup bitenleri görmediği içeride, ben içeride verecek son şeyi de verip, kusulur gibi dışarı itilirken ben kötü oldum, onlar iyi kaldı. Yani yine verdim,  üstelik tüm karşılıksızlığımca..

Peki çembere dönecek olursak içinden nasıl mı çıkarılmıştım. Bak olay şöyle başladı:
Şurda önceki durumlara biraz değinmiştim, zahmet olmazsa tıklayıp okur sonra gelir devam edersin: https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/evden-kacmak.html

Daha erken zamanlara dönerek devam edecek olursam, olaylar şöyle gerçekleşmişti:
Henüz 19 yaşındayım. Çalışmakta olduğum eski ortak aile işimiz, yeni bir iş kurulunca devredildi ve hiç kimse bana bir açıklama yapmadan o işte devam etmemi beklediler.
Çok kırıldım, ama kimseye çaktırmadım.
İşin devir kısmının tamamladığı ve artık bizimkilerin tamamen yeni işe geçiş yaptıkları gün, hâlâ bi umudum vardı ve bana "gel çalış" diyeceklerini bekliyordum ama kimse bir şey demedi. Beklediğimle kalmış bi haldeyken, kendimi çok daha kötü hissettim ve bana "gel, yeni işte çalış" denilmek bir yana, sanki yokmuşum gibi davranıldı, davranılmaya devam edildi. Kimseye bir şey demedim, huzursuzluk çıkmasın diye mecburen sustum.

Kendimi o gün çok çok çok çok çok çok ama gerçekten çok kötü hissetmiştim. Sanki işe yaramazın tekiydim, sanki aileden değil konu komşudan biriydim gibi davranılmıştı. Üstelik kendi işimize 3-4 eleman alınmış, ben ise başkasının yanında eleman olarak çalışacaktım. Bu haksızlık, yok sayılmak, sıfır olduğumu yüzüme çarpmak değil de neydi, bu hareket; benim onlar tarafından sebepsizce çemberin dışına atılmam değil de neydi.
Ama yine de kimseye hiçbir şey demedim, kimseye kızmadım, bağırmadım, çağırmadım. Sessizce ne yapacağımı düşündüm ve çözümü buldum:

DEV AMI: https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/garson-asker-dolandrc-ve-temiz-kalmak.html

07 Mayıs 2021

Evden Kaçmak

---Evden ilk kaçış:
Henüz 7-8 yaşındayım. Nasıl olduysa, neden kapıldıysam sevilmediğimi düşünmeye başlamış ve bu yüzden evden kaçmaya karar verdiğim için şehirlerarası yola çıkıp yürümeye başlamıştım. Güya bi yerlere gidecek, başka yerlere ulaşacaktım. Öğleye kadar yürümüş, yürümüş, yürümüş ve evden çok çok uzaklaşmıştım. Ama çocuk aklımla uzaklaştığımı düşünsemde, aslında en fazla 6-7km kadar yürümüştüm. Dönüp arkama, evimizin olduğu dağın yamacına baktığımda çook uzak gelmişti bana. İyice uzaklaşmıştım ve hem acıktığım, hem susadığım için de ağlayasım gelmişti. Yürümeye devam edip, gözyaşlarımı sile sile ağlayarak ilerlerken karşılaştığım pis bir lağım birikintisindeki suyu görünce kana kana içip susuzluğumu gidermiştim. Ama karnım hâlâ açtı. yoldan geçenlerin, benim pis suyu içişime bakıp söylenmeleri de eklenince, evden kaçma işinin böyle olmayacağını anlamış ve tekrar gerisin geriye eve dönmüştüm.
Eve geldiğimde hiç kimsenin evden kaçtığımdan haberi olmamıştı. Onlara göre her zamanki gibi sokaklarda bi yerlerde vakit geçirmiştim ve işte evdeydim.

----Evden ikinci kaçış:
15 yaşındayım. 3-4 yıldır abim ve yengemle yaşıyordum ve onlarda bana kötü davranıyorlardı.
Yengem her şeye söylendiği için, söylenmeleriyle yüz göz olmamak adına yemeği bile doya doya değilde, daha çok sofra kurulduğu için yiyor, yengemden ise gizli gizli sürekli bir şeyler atıştırarak doymayı tercih ediyordum.
Yengemle durumlarımız böyleyken, abimle de pek iyi sayılmazdı, çünkü her sinirlendiğinde veya ona göre yanlış bir şeyler yaptığımda elini kaldırmaktan geri kalmıyordu. "okul okuyup ne yapacaksın ki" diyerek de okul okumama izin vermemişti. İzin vermediği o ilk gün sokaklarda boş boş gezmiş, neden okutmadığını anlamaya çalışmıştım. Ama anlamadım. Hâlâ da anlamış değilim.
Sonuç olarak ise o yaşta, tüm yaşadıklarıma dayanamadığımdan, abimin cebindeki parayı alıp evden kaçtım.
Bir haftalık gezinme esnasında, o aralar hizbullahçıların en kudurgun zamanları olduğu ve o aralar abimden sürekli zekât adı altında haraç istedikleri ve abimde parayı çok sevdiğinden vermediği için, benim kaybolmamla beraber hizbullahçılar tarafından kaçırılıp öldürüldüğüm söylentileri çıkmış ve yaşadığımız şehrin dere tepelerinde, polisler ve akrabalarımızca cesedim aranmaya, cesedim bulunamadığı için ise el-fatihalar okunmaya başlanmıştı. Çünkü hizbullah adam kaçırıp öldürüyor, öldürdüklerinin cesedi ise çoğunlukla bulunmuyordu. Bu yüzden ölümüm kabullenilip, fatihalar okunuyor, henüz 15 yaşında olduğum için günahsız bir şekilde öldüğümden, kesinlikle cennete gittiğim söyleniyordu. Oysa ben o yaşta bir kaç kişiyle sevişmiş, birbirimizin sikini yalayıp "hiç de porno filmlerdeki gibi değil" konuşmalarını yapmıştık. İlk yalama deneyimlerimi geçip, benim kaçışımla gelişen arama-tarama aşamalarını nasıl öğrendiğime gelirsek; tüm bunları bir hafta sonra eve döndüğümde, konu komşudan ve yengemin sürekli bana hakaret etmeleri esnasındaki "senin fatihanı da okuduk zaten, ölsende kurtulsak" deyişlerinden öğrenmiştim.

Evden kaçmaya en fazla 1 hafta dayanabilmiş, bu süre boyunca komşu şehirde sokaklarda gezmiş, sınav zamanı olduğu için sınava geldiğimi söyleyerek bir otelde 3-4 gün kalmayı başarmış, geri kalan günlerde ise parklarda vs yatmış, o dönemin mantar gibi biten mekânlarından olan internet cafelerde sabahlarcasına oyalanmış, evden kaçan biri olduğumu kimseye çaktırmamıştım.
Hatta yerli biri olduğumu göstermek için kendime bir kaykay bile almıştım. Ama kaykay yük olmaya başladığında kargo ile eve göndermiştim. Bende zaten kaçış maceramı bir hafta sonra eve dönerek sonlandırmıştım.
Aldığım Kaykay ise aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ evde duruyor ve oğlum bazen alıp kullanıyor.

----Evden üçüncü kaçış
Yaş olmuş 18, köpek gibi çalışmama rağmen hâlâ açık açık dayak, gizliden gizliye yemek yiyorum. Dayağı açıktan, yemeği gizliden yemeye alışmıştım ama 18 yaşında olmama rağmen hâlâ arkadaş edinmeme izin verilmiyordu. Eğer olurda dükkanı akşam ezanından sonra kapatıp eve gelirsem tüm ev ahalisinin önünde bol fırça ve sağanak yağmurlu tükürüğe tutuluyordum.
Tüm bunların sonucunda bir gün dayanamadım yediğim dayağın verdiği haklılığın ağır etkisiyle yeğenlerimi göstererek "onların bile arkadaşları var, 'arkadaşıma gidiyorum, arkadaşımdan geliyorum, arkadaşımla oynadık' diyorlar. Benim hiç arkadaşım yok" diye ağlamamı devam ettirdim. Hazır konuyu açmışken "eğer yeteri kadar ağlarsam, belki bundan sonra arkadaş edinmeme izin verirlerdi" diye düşünmüş, ağlamamı da kendimi zorlayarak biraz daha devam ettirmiştim. Ama rol yapamayan biri olduğum için, yüreklerine dokunacağını düşündüğüm zırıltım, sert güzel bir tokatla sonlandırılmıştı. Mecburen sustum, her zamanki gibi gittim yüzümü yıkadım, gelip hazırlanmış olan sofraya oturup azıcık yemeğimi yedim.

Bu olayın üzerinden bir kaç ay geçtikten sonraki günlerden birinde, abimden iki defa dayak yemiştim ve üçüncü dayağım esnasında yengem dükkana geldiğinde ona "ben ne yaptım size, niye bana kötü davranıyorsunuz. bugün iki defa dövdü beni." diyerek zırıldayıp durdum. Bu sefer rol yaparak devam ettirmedim, gerçekten hem canım yandığı, hemde sevilmediğimden emin olduğum için en içten halimle ağlıyordum.
Yengem ağlamamamı söyleyip "bir şey olmaz, abindir" dediğinde, ben daha da içten bir şekilde ağlamaya devam ettim ama kimse iplemedi. Biraz daha ağladıktan sonra, abimin tükürükleri eşliğinde gidip yüzümü yıkadım geldim. Soğuk su beni kendime getirmişti. Kaçma fikri kafamda canlanmış, ilk fırsatı kollamamı öğütlüyordu.
Yediğim dayaklar yanıma kâr kalmış olarak, gün geçip gitti, ben yanağımın sızlayışını, gözyaşlarımın ve sümüğümün tadını unuttum, gün bitti akşam oldu.
Ertesi günde köpek gibi çalışıp, yorgun argın bi şekilde biraz erken bi saatte eve geldiğimde, evde kimse yoktu. Bende kafamda dönen kaçma fikrini hayata geçirmeye karar verip, yengemin elbiselerinin arasına sakladığı paraları alıp evden kaçtım.
18 yaşında birinin evden ayrılmasının bu kadar kolay olacağını hiç bilmiyordum. O güne kadar 18 yaşına geldiğiminde farkında değildim.
İlk olarak Diyarbakır'a gittim, orda bi kaç gün oyalandıktan sonra farklı bir ile geçtim, ordan başka bir yere derken, en son alakasız bi şekilde kendimi Ankara'ya buldum ve sonra nasıl ve neden olduysa bi şekilde İstanbul'a gidiverdim.
Üstelik ne yapacağım, nasıl yapacağım konusunda da bi fikrim yoktu. Öylesine kaça kaça ve sokaklarda tırsa tırsa gezerken, insanların bakışlarından veya birinin beni takip ettiğinden korktuğum ilk anda başka bi şehre geçiyordum. İstanbul'a da böyle gelmiştim galiba ve o dönem araba yıkama servisinde çalışan tanıdıklarımın yanına yerleşivermiştim.

Yeni gelmiş olmanın verdiği heyecanla sabah erken saatlerde, servisin arka tarafındaki yataktan kalktığım gibi kendimi dışarı atıyor, akşama kadar yakın çevrelerde kendimce gezip, gece olup iyice karanlık çöküp artık tırsmaya başlayıncaysa, araba yıkama servisinin arka tarafındaki yataklar kısmına gidip uyuyordum.

Bu "tanıdıklarım" dediğim insanlar, 3 kardeşlerdi ve köyden uzak akraba sayılırdık.
Biriyle (yaşıtım olanla)henüz 15-16 yaşındayken, birbirimizin sikini yalardık. Ama buraya geldiğimde öyle bir şey yapmadık, çünkü aradan hem 2-3 yıl gibi bir zaman dilimi geçmiş, hem mekânlar değişmiş, hem de ben evden kaçan biri olduğum için onlarda mecburi kalıyordum. Bu yüzden ekstra heyecana girmeye gerek yoktu. 
Zaten bi kaç gün sonra yükselen gizli stresden dolayı olsa gerek dayanamadım ve gezine gezine farkında olmadan Taksim'e gelmiş, neresi olduğunu bilmeden İstiklal'de gezinmiş ve "bu kalabalıkta yaşanır" diyerek o çevrede takılmaya başlamıştım.

Bi kaç günlük parklarda yatıp kalkma olaylarımdan sonra, burda bi yerlere yerleşeyim diyerek yatacak daha sağlam bi yer aramaya başlamıştım. Çünkü paralar suyunu çekmeye başlamıştı ve ben kalacak yer olarak parklardan başka bir yerle beraber bir iş de bulmalıydım. Bu yüzden etrafa yapıştırılmış kiralık oda ilanlarından birini aradım ve olumlu bir konuşmadan sonra verilen adrese gittim.
Her halinden, hareketinden, konuşmasından, tiklerinden, geviş getirir gibi konuşmasından, gözlerini kocaman açarak etrafa bakışından üçkağıtçı olduğu belli olan Tuncay'la tanıştık, gidecek başak yerim olmadığı için mecburen anlaştık, ilk ayın oda kirasını peşin olarak verip orda kalmaya başladım ve bir dahada, araba yıkama servisine gitmedim. Evde ben, Tuncay, Tuncay'ın Kardeşi Ali ve Fatih adında biri daha kalıyorduk.

Evde kalmaya başlamamın üzerinden bir kaç gün geçmiştiki, Fatih iyi biri olduğumu söyleyip, gel sana iş bulalım diyerek beni aldı, beraber İstiklal'deki iş ilanlarına başvurmaya başladık. Ama köyden yeni şehre inen biri olduğum için beğenilmiyordum ve bana açıkça beğenilmediğim söylenilmiyor bunun yerine "ararız, bakarız vs" gibi şeyler söyleniyordu. En sonunda İstiklal'in girişindeki McDonalds'da başvurduk ve onlarda hemen gelip başlamamı söylediler. Ertesi gün gidip işe başladım ve 1aylık çalışmadan sonra işten çıkıp, yine istiklal'deki pasajlardan birindeki çay ocağında ÇAYCI olarak işe başladım. McDonals sigortamı yapmıştı ama maaş olarak oda kiramı anca karşılıyordu. Bende param olmadığı için, mecburen daha iyi para veren bir iş bakmış, çaycılık olmasına bakmadan işe girip, akşama kadar koştura koştura çalışmaya başlamıştım.

2 ay sonra, ev arkadaşlarımın paramı çalmaları yüzünden atışmıştık, ama onlarında çaldığına dair elimde yeteri kadar kanıt olmadığı için hepsine lanet okuyarak yanlarından ayrılmış, pasajın sokağında takı satan tezgahın sahibi olan Adanalı Abla'ya durumu anlatmamla, daha uygun fiyata onlarda kalmaya başlamıştım. Aradan şimdi 18 yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ tanışıklığımız devam eder ve ben dönem dönem gidip günlerce onlarda kaldığım olur.
Çay ocağında ise 7-8 ay gibi bir süre çalışmış ve sonra ailemle arada bi telefonla konuşmanın verdiği güvenle, 2 numaralı abimin "artık dön" demesine uyarak memlekete dönmüştüm.
Döndüğümde ise, başkasıyla beraber kurulmuş olan ortaklı toptan dükkanında köpek gibi çalışmaya başlamış ve aileyiz diyerek maaş gibi şeylerde almamıştım, almak aklıma gelmemiş, istemeyi ise zaten ayıp bulmuştum.

----Evden dördüncü kaçışım:
Günler geçip çalışma yılımın dolmasına yakın bir zaman diliminde ise abim başka bir iş kurmuş, 3-4 eleman işe almış, kardeşimle beraber oraya geçmişlerdi ama bana kimse bir şey dememişti. Bana garip gelmişti. Aklım durumu tuhaf bulmuş ve kendi kendime oturup bir durum değerlendirmesi yapmıştım. Küçük aklımın değerlendirmeleri sonucu olarak "şimdiye kadar ailemin işi diyerek çalışıyordum, ama artık ailemin işi değil. niye başkasının yanında çalışayım ki? üstelik ailemin kurduğu işe de başka elemanlar alındı, ben niye çalıştırılmıyorum  ve hatta ben biye başkasının işinde çalıştırılıyorum ki. Ben o kadar değersiz, o kadar işe yaramaz biri miyim? bu yapılan haksızlık. eğer illaki başkasının yanında çalışacaksam, gider uzak bi yerde çalışırım" diye kendi kendime atarlanmış, ertesi gün ise işi devrettiğimiz adamların şöföründen 100 TL borç alıp, kimseye bir şey demeden İstanbul bileti alıp tekrar İstanbul'a dönmüştüm.

Bu sefer daha öncesinden İstanbul deneyimim olduğu için artık yabancısı sayılmazdım. Hemen Adanalı Abla'ya gidip onlarda kalmaya başladım, bi kaç gün sonra Mor Kedi Cafe adlı bir gay cafe'de garson olarak iş buldum ve aylar hızla akmaya başladı.
Cafe'nin sahibi şişko bi lezbiyendi ve daha sonra beni parasını çaldığımı iddia ederek, diğer elemanların benim asla öyle bir şey yapmayacağımı söylemelerine rağmen işten attırmıştı. Para çalmadığım için, işten çıkarmak istemesinin gerekçesi olarak bi yalan bulmak zorunda olan ŞİŞKO Lezbiyeni çok da kafaya takmadım ve kafamdan da sildim. (Neyse bunu geçeyim ve kaldığım yere döneyim.)

Adanalı Abla'da kalmıyordum ama sık sık görüşüyor, hatta bazen gidip onlarda kalıyordum. Kalıcı olarak ise cafedeki garsonlardan birinin evinde ücretsiz kalmaya başladım ve zaten o dönem askerliğim de yaklaştığı için o da bunu sorun etmedi.
Ama nedense ondan kaldığımda iyi anlaşsak da, hep huzursuz ve rahatsızdım. Çünkü bu garson cafe'ye gelen veya internetten tanıştığı veya o dönem bizim beraber takıldığımız TekYön'de tanıştığı yaşlılarla bi şekilde anlaşıyor ve para karşılığı birlikte oluyordu. Yani hem para karşılığı götünü siktiriyordu, hemde beni de yavaş yavaş böyle şeylere sürüklemeye çalışıyor gibi hissetmiştim. Çünkü para aldığını saklamıyor ve "insan sevdiği, zevk aldığı işi yapmalı" minvalinde söylemleriyle de kahkahalarını sürekli patlatıp duruyordu.
Doğrusu göt onundu, ne yapacağı sadece onu ilgilendirirdi ve bende bu yüzden bu konuya takılmıyordum. Hem gidecek bir yerim yoktu, hem param yoktu, hemde şimdi başkasının götünü nasıl ve neden siktirdiği nedenleri yüzünden ortalığı karıştırmaya gerek yoktu.
Ayrıca insan olarak iyi biriydi, bana zararı dokunmazdı. Varsın götünü satmaya devam etsindi, ama bana da aşılamaya çalışması biraz rahatsızlık vermiyor da değildi.
Acaba ne yapmalıydım, ne yapacaktım derken askerlik durumlarım geldi çattı ve zaten paramda bitti. Hatta yol param bile kalmamıştı.

Gitmeme 2-3 gün kala, internetten tanıştığım benden 10 yaş büyük biriyle seviştik ve sevişme öncesinde bir kaç saat sohbet ettiğimiz için, askere gideceğim dahil nerdeyse götümün içindeki kıla kadar her şeyimi anlatmıştım. Tabii oda baya dertli çıkmıştı. Her bişeyimizi anlatıp durmuştuk birbirimize.
Sevişme sonrası, yataktan çıkmış giyiniyordum ki, adam bana yol paramın 3-4 katı kadar para uzattığında gözlerim doldu.
Gözlerimin dolmasıyla, adamın "yattık diye vermiyorum, içimden geliyor diye veriyorum. ihtiyacın olmasa vermezdim. hadi al. için rahat olsun" demesi bir oldu. bir kaç süslü cümle, bir kaç edebi söz topluluğu daha sarf edip, parayı uzatmaya devam edince bende giyinmiştim ve parayı alıp cebime attığım gibi adamın evinden çıktım.
Zaten bir kaç gün sonrada askere gittim ve her şeyi unuttum.

Ben askerdeyken ise 2.numaralı abimin işi devredip, yinede çalışmamı istediği iş yerinin ise benimle beraber çalışmamı istedikleri şöför tarafından, şimdinin parasıyla 300BİN tl gibi bir meblağda dolandırıldığı olayını, Babamın ölümüyle izne gittiğimde öğrendim.
Bunu öğrendiğimde bi rahatlık-ferahlık, işi bırakıp kaçmış olmakla bi yanlış yapmamış olma özgüveni geldi banaki anlatamam. Çünkü eğer bende o işte o şöförle çalışmaya devam etseydim, dolandırılma olayı benimde üzerime de yapışacaktı, geçmişi sürekli evden kaçan biri olarak temizlememde zor olacaktı.
Neyseki ben işin devredilmesinin hemen ertesi günü çekip gitmiştim ve kimse bana bir şey diyemiyordu.
Ama tabiki 2 yıl sonra, 2numaralı abim "şöför sana 100 TL vermiş" demekten geri kalmamıştı. Neyseki sadece 100 TL'lik hırsızlık yapmıştım. Geri kalan binlerce liradan ise sorumlu değildim.
Ya birde kafamın dikine gitmeyip, uslu bi çocuk gibi çalışmaya devam etseydim neler olacaktı?
Çok şükür durum bununla kapanmış, bende kaçışlarımı zaten askerlikle taçlandırarak sonlandırmıştım.
Zaten askere gitmeyip ne yapacaktım ki? Sokaklarda para karşılığı götümü siktirmeye başlayacak olmaktan ölesiye korktuğum o günlerde, askerlik bana sıcak bir yuva oldu. Hemde sımsıcak.
Üstelik yemeğim, yatacak yerim vs gibi şeylerim de dert değildi.

Evet, parasız sevişiyordum ama sırf sevişmiş olmak için sevişsem bile, sırf birbirimizi beğendiğimiz, sırf birbirimizden hoşlandığımız için sevişiyorduk. Üstelik bu bizi kötü hissettirmiyor, ne yaptığımızı biliyorduk. Bazen kafamız karışıyor, sevşme sonrasındaki günlerde birbirimizden köşe bucak kaçtığımız oluyordu ama bi kaç gün sonra yine sevişerek olayı kendimiz için normalleştiriyorduk.

Şimdi düşünüyorum da; aslında askerliğin, biseksüelliğimi normalleştirmemde çok katkısı olmuş. Hemde çok fazla. Üstelik erkekleri beğendiğimi kimseden de saklamıyordum ve bu konuda cırtlak olmasamda, aslında gayet gay hayatımı da yaşamaktan geri kalmıyordum.
Şimdi dönüp bakınca, güzel bir askerlik hayatım olmuş. 
Daha önce yazdığım askerlik anılarım için alttaki başlıklı linklere sevgiyle, aşkla tıklayın :)

(bu arada evden kaçışlarımla başlayıp, gay asker hikayeleri ile bitirmek de garip oldu :))))) 
İşte o hikayelerden bi kaçı:

Hepimiz Orospuyuz! Tek Farkımız Bahanelerimiz:  http://hayaterkegi.blogspot.com/2010/10/hepimiz-orospuyuz-tek-farkmz.html 

Her İbne Asker Doğar: http://hayaterkegi.blogspot.com/2010/10/her-ibne-asker-dogar.html

Et ve Tırnak: http://hayaterkegi.blogspot.com/2011/06/onunla-etle-trnak-gibiydik-yada-nasl.html

Sikilmek Ciddi Bir İştir: http://hayaterkegi.blogspot.com/2016/05/sikilmek-ciddi-bir-istir.html

Her asker ipne doğar: http://hayaterkegi.blogspot.com/2011/12/her-asker-ipne-dogar.html

03 Mayıs 2021

Borcunuz sadece 30.000 TL! Ödemeyi nasıl yapacaksınız?

Kendimi borçlu hissettiğim günlerin bu kadar çabuk geçeceğini düşünmediğim aile evinden herkese selam. Oysa hastane sürecimde yaptıkları büyük iyilik karşısında, kendimi borçlu hissediyor olma halim bir ömür sürecek ve ben yıllardır onlardan uzakta bir yaşam kurmama rağmen, bir kaçının gelip bilinçsizce can vermek için çırpınan bedenime sahip çıkmalarından dolayı, eve dönüşümden sonra neyi nasıl yapacağımı, nasıl davranacağımı tam bilmeden, nerde nasıl davranacağımı kestirmeden burada ezile büzüle yaşamaya devam edip sonsuza kadar da böyle gideceğini sanıyordum.
Fakat diğer şeyler gibi, her şeyin insanın düşündüğü gibi gitmediğini unuttuğumu da unutmuş olduğumu unutmuşum. 
Çok şükür ki, gelişimin daha beşinci gününde unuttuklarımı yaşayarak tekrar hatırladım ve durumun öyle olmayacağını, asla ama asla olamayacağını, bunun bana uyan bir davranış şekli olmadığı ortaya çıktı, bende çok geçmeden herkese göstermek zorunda kaldım.
Üstelik öyle sakin sakin değil, gayet çok ama çok yüksek sesli olarak, hatta sanki daha 3 hafta öncesine kadar can çekişen ben değilmişim gibi şimdi sinirden bağırıp çağırarak, daha geçen ay sesi bile çıkmadığı için konuşamayan ben değilmişim gibi lafını, sözünü hiç esirgemeden rap rap rap evdekilerle tartışarak.
Oysa tartışma konularımız da çetrefilli değil, tam aksine önemsiz ve hatta üzerine konuşulmasına gerek olmayan konulardı. Ama işte olan olmuştu ve ben borçlu olduğum hissinden kurtulmuş olarak çoktan açmış ağzımı, yummuştum gözümü.
Şimdi herkes hayretle bakıyordu bana. Ben yine her zamanki gibi sürprizlerle doluydum ve herkesi şaşırtmıştım.  

Şaşırtma/tartışma konularımızdan biri alt komşunun, gece yarılarına kadar bitmeyen yüksek sesle tv izlemeleri, çocuklarının gece yarısına kadar koştura koştura çıkardıkları ve bitmek bilmeyen gürültüleri yüzündendi.
Gece yarılarına kadar devam eden çocuk gürültüsüne, tv sesine ancak bir hafta dayanabilmiş ve en sonunda gecenin 1'inde kapılarını çalıp sessiz olmalarını rica etmiştim. 
Tabii adam yüzsüz çıkıp "gürültü çıkarmıyoruz yav, çocuklar da yeni geldi zaten" deyince bende "1 haftadır burdayım ve açıkçası gürültünüz hiç eksik olmuyor. bizimkiler rahatsızlıklarını komşuluk hakkı için söylemezler ama siz yine de televizyonunuzu da sadece kendiniz duyacağınız kadar açmaya özen gösterin lütfen" diye karşılık verip "iyi geceler" dileyerek eve döndüm. 

Benim bu artistiliğim ise ertesi gün, ablamların konuyu 2numaralı abime aktarmalarıyla patlak verdi ve o da bana bir sürü süslü yalan, anlamsız laf ebeliği, boş bir nutukla devam edip arada "20 yıldır burda oturuyorum ve hiçbir zaman alt kattan rahatız olmadım" diye söylediğinde, bende karşılık olarak "yalan söylüyorsun, 20 yıldır sen burda oturmuyorsun, ablamlar oturuyor ve onlarında duvardan tek farkı nefes alıp veriyor olmaları. komşuluk hakkı, ayıp vs diyerek asla da rahatsızlıklarını dile getirmezler." dedim. 
Benim böyle dememle onun bir anda "zaten derdinin bu olduğunu biliyorum" demesi bir oldu.
Bu cümlesini anlamadığım için bir kaç gündür ne dediği hakkında düşünüyordum ve aklıma bir şey gelmeyince, abime gecenin bi yarısını bunu yazıp attım.
Biliyorum cevap vermeyecek, ama en azından; ona, bu cümlesiyle ne demek istediğini sorarak içimi rahatlattım. 

Tabii konuşmamızdaki tek önemli nokta bu değildi. Karşılıklı yüksek sesli tartışmada bir kaç sefer "git başka yerde yaşa" cümlesini de sarf etmeden duramadı. Her sarf edişinde kalkıp diğer odaya gitmeye kalkışarak güya elbiselerimi toplayacaktım ama 3numaralı abim gelip benim "şimdilik sinirli olduğumu, yaptığımın doğru olmadığını, aslında ailecek çok duygusal olduğumuz için bu tepkilerimin de duygusallığımdan kaynaklandığını, bu hareketlerimin tartışmalarımın, alt komşuya tepki göstermemin normal olduğunu belirttiği cümlelerle beni durdurdu.
Durdurmasa, gerçektende valize dolduracağım giysilerle güya çekip gidecektim. Ama çekip gitmedim ve bana siktir çeken 2numaralı abime, gece yarısı "5-6 sefer git başka yerde yaşa demenden hoşlanmadım" diye yazdım.

Tabii şunlarıda yazmadan edemedim;
-Her zaman yük olduğumu söyledin ve zaten bunun farkındayım. Bu süreçte ise elimde olmadan yük olmama rağmen, yine de olabildiğince yük olmamaya gayret ediyorum. Şimdiye kadar yüklendiğin sorumluluk ve yaptıkların için allah senden razı olsun. Ama bana sürekli bunu söyleyip yüzüme çarpıp durman, borçlu olduğumu hissettirmen hoşuma gitmiyor.
-Kendim dışındaki insanlarla iletişimin hakkında bir şey söylemeye hakkım yok, ama benimle kurduğun iletişimdeki konuşmamız esnasında hoşuma gitmeyen cümlelerini sana açıkça ifade etmeme rağmen, lafı evirip alakasız bir konuya çevirmen, o an hemen başka bir yerinden tutup yanlış olduğunu söylemen hoşuma gitmiyor.
-Özünde kötülüğümü istediğine, hakkımda kötü düşündüğüne inanmıyorum ama bana kötü davranman, kötü sözler söylemeni de anlamıyorum. Çelişkili davranman hoşuma gitmiyor.
-Başkalarına değil ama bana net olmaman hoşuma gitmiyor.
-GİT BAŞKA YERDE YAŞA demenden ise rahatsızlığım bitecek gibi değil. Buraya gerçek anlamda sırf annemle vakit geçirmek için geldim. Buna bir süre izin verirsen sevinirim. Ama benim gitmemi beklemene gerek yok, gerçekten ne zaman gitmemi istersen söylemen yeterli.
Şimdiye kadar yaptıklarınız için allah sizden razı olsun.

İşte tüm bunları gece yarısı kaçan uykum sırasında yazdım ve içim rahatlamış şekilde uykuya bıraktım kendimi.
Ve gerçekten de bi kaç gündür ne zaman dönüp dönmeyeceğim, ne yapacağım üzerine düşünüyorum. Çünkü kendimi borçlu hissederek yaşamak bana göre değil ve zaten 2numaralı Abim'de bir kaç sefer bunu yüzüme çarparak, yaptıklarının karşılığını almış oldu bile. O böyle söylediğinde bi yandan sinir olsam da, bir yandan da rahatladım. Hatta artık ona borcum olduğunu bile düşünmüyorum ve daha bi rahatlamış gibiyimde.
Zaten ona göre ben "minnetsiz yaşıyormuşum" ve üstelik bunu bana daha ben hastanedeyken söylemişti. Şimdi aklıma gelince, evet, benim için doğru bir tespitte bulunduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ben kimseye minnet duymuyorum, kimseye kendimi borçlu hissetmeden yaşıyorum ve yaşayacağım da. Tek minnet duyduğum ise allah'tan başkası değil ve olmayacak da.
ve şundan eminimki, beni tam olarak özgür kılan şey bu anlayışla yaşamaktan başkası değil. Böyle yaşamak, bu anlayışla hayata devam ediyor olmak, tüm ilişkilerimde-iletişimimde bu anlayışla hareket etmek bana huzur veriyor, rahat davranmamı sağlıyor.

Diğer tartışmamız ise oğlum'un çok arsız davranması yüzündendi. Çocuk anne-baba ayrı büyüdüğü için, herkesin onu şımartmasına alışmış ve konuşmaları çok fazla emir kipliydi. Herkesi hizmetçisi gibi gördüğü bir bakış açısıyla iletişim kuruyor, konuşuyor ve yaklaşıyordu. Bu konuda bir kaç sefer tatlı tatlı uyardım ama tatlı dilin yılanı bile deliğinden çıkardığı zamanları çoktan geçmiş olduğumuzu görünce baya baya kızdım.
Konu bu olunca, abime göre çocuğa kötü davranıyormuşum ve oğlum bunu hak etmiyormuş.
O anda bir şeyler daha geveledi falan ama gecenin bi yarısı bu konu kafama takılınca, ona mesaj atıp "oğluma nasıl davranmam veya nasıl davrandığım konusunda bir şey söylemen hoşuma gitmedi" diye yazıp rahatladım. Çünkü oğluma nasıl davranacağım, davrandığım, konuştuğum konusunda kimsenin müdahale etmeye hakkı yok ve bir seferlik bile olsa izin vermeyeceğim. Herkesin sınırını bilmesi gerek, yoksa sonrası daha zor oluyor. İyisi mi baştan belirtmek.

Bir diğer konu ise bana bir kaç sefer "artık kendine bakman lazım, kendine bakmayı bilmen lazım, senin kendine bakmayı öğrenmen lazım" laflarıydı. Bunun üzerine tartışmadık ama yine de kafama takıldı. Ona göre ben sanırım sorumluluğumu onun üzerine bırakmış biriyim ve bu yüzden daha büyük bir yüke dönüşmemden korkuyor.
Fakat özellikle yük olmamaya dikkat eden biri olduğum için bu konuda içim rahat.

İşte durumlar böyle ve bu lafların toplamında, içimdeki borçludan kurtulmuş bulunmaktayım. Kimseye borçlu değilim ve borçlu olarak yaşayacak da değilim. 
Bu ve diğer konuları anneme anlattım ve en sonunda da "sende benimle İstanbul'a gel, benimle yaşa" dedim, O da karşılık olarak "o ne derse desin boş ver, sen benim yanımdasın, hep yanımda kalacaksın. burda beraber yaşayacağız. İstanbul falan olmaz" dedi. 
Bense sanırım biraz daha kalıp sonrasındaysa İstanbul'a dönmeye karar vermiş gibiyim.
Ama bi yandan da "acaba burda kalıp, yıllardır birbirimize karşı içimizde biriktirdiklerimizi ve tüm bunların sonundaki deneyimleri yaşayıp, hep beraber rahatlasak daha iyi olmaz mı?" diye de düşünmüyor değilim.
Çünkü ben yıllarca ailemden kimseyi, sırf aileyiz diye kırmamak için, iyiliğimi istediklerini düşünerek bana attıkları ok ve sapladıkları hançer yaralarını kendi kendime iyileştirip durdum. Zehirli sözlere karşılık hep sustum ve artık dayanamayacak olduğumda ise konuşmaktan ve kendimden ve onlardan kaçtım da kaçtım. Üstelik her karşılaşmamızda bir çarpışma meydana geldiği için arkamı döndüğüm gibi uzaklaştım. Söylenenleri unuttum, yapılanları yapılmamış kabul edip sessizce ortadan yok oldum.
Şimdi ise tam tersini düşünüyorum, düşünmeye başladım. Artık ölüme bu kadar yaklaşmış ve belkide tam kıyıdan dönmüşken diyorum ki; ne olacaksa olsun, kimsenin içinde bir şey kalmasın ve kimse içine atmasın. Artık ne bok olacaksa olsun.

Tüm bunların içinde, beni üzen tek şey ise; aniden ortaya çıkan hastalığımın sonucunda yaptıklatı yardımların karşılığı olarak beni köleleştireceklerini sanmaları, onlara el açmış vaziyette yaşamaya devam edeceğimi düşünerek yaklaşmaları, konuşmaları, davranmaları. Oysa ben hiçbir şekilde köleliği kabul edecek biri değilim. Hiçbir şekilde çıkarım için yalanı, doğruya tercih edecek biri değilim. Bunu bilmiyor oluşları, bunu fark etmemiş olmaları, beni tanımamış olmaları beni üzüyor. 2.numaralı abimin, kişiliğimin kâr zarar hesapları karşılığında eğilip bükülecek kadar zayıf olduğunu düşünmesi, düşünerek bana yaklaşması beni üzüyor, fakat yapacak bir şey yok. Burda kalıp, yaptıkları iyiliklerin aslında iyilik olmadığını yüzüne demirden bir tokatın can yakması gibi çarparak göstereceğim. Böylece o da, benim aslında çıkarlarımla hareket etmeyen, etmeyecek biri olmadığımı öğrenmiş olacak. 
Ama yine de biraz sabırlı olup, ikinci raundda harcayacağı cümlelere kadar bekleyeceğim. Çünkü belki de aslında o da kızgınlıkla hareket etmiş ve o anda söylemek istemediği ama söylediği cümleler sarf etmiştir diye düşünüyorum. Belki yanılmışımdır diye düşünüyorum.

Her neyse lafı uzatıp durmanın, boş boş gevelemenin de anlamı yok. 
Borçlu olmadığımı hissederek rahat rahat yaşadığım günlere geçmiş olduğum için, üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyorum. İçim rahatlamış olduğu için anneme sürekli sarılıp onu çok sevdiğimi söylüyorum, o da bana sarılıp "bende seni seviyorum, senin hasta olduğunu söylediklerinde günlerce ağladım, gelmek istedim ama beni getirmediler. fakat çok şükür bak şimdi burdasın ve çok iyisin" diyor.
-Ablamlara "size çok yük oluyor muyum?" diye sorduğumda "ne yükü, bir şey yapmıyorsun ki, öylece evde oturuyoruz zaten" diye karşılık veriyorlar. Haklılar da. Öylece evde oturup sadece yaptıkları yemekleri yiyorum.