-->

27 Ekim 2009

aduket etkisi, gül darbesi, psikopat sevgili

 yıllar önceydi. daha istanbula yeni gelmiştimn. çevreyi fazla bilmiyor, asosyal olduğumdan dolayıda en sosyal olduğum yere internet cafelere takılıyordum. bi çay ocağında çaycılık yapıyordum. bildiğin kıçı kırık çaycı parçasıydım. garson bile demiyorlardı bana. pöf kadar götüm vardı ve hiç kaale alınmıyordum bile. çalıştığım yer tokatlıyan pasajının en alt katıydı. o çay ocağı hala yerinde duruyor. atmasyon dan bol salladığımı söyleyenler, mail atanlar, dm bırakanlar gidip ziyaret edebilirler.

tokatlıyan pasajının tarihi çok eskidir. pasaj daha önce tokatlıyan oteli olarak hizmet vermişti ve bu yüzden şimdilerde tokatlıyan oteli olarak da bilinir.

tokatlıyan pasajı nın 309 numaralaı odasında atatürkün bir hafta geçirdiğini bilen pek az kimse vardır. ama şimdiki hali ile o zaman ki hali arasında kocaman bi dağ farkı olduğunu unutmazsak, o günün değeriyle en pahalı otellerden biriymiş.

altın kaşık çatalları, özel yaptırılan ithal porselenleri ve hizmetiyle o günün en pahalı oetliymiş. neyse işte açık adres verdim. beyoğlunda, istiklalde, şimdiki vakıfbank ın hemen yanında. karşısında örs pasajı var. nevizadeye girmeden cadde üzerinde muhakkak görürsünüz.


dedikten sonra konuma döneyim.

işte ben asosyal olarak hayatıma devam ederken, her gün takıldığım internet cafeye TAKSİM İNTERNET cafe ye gittim. hani şu benetton mağazasının alt tarafında bi sokak varya işte ordaki binanın 2, katındaydı bu internet cafe. her gün takıldığımdan dolayı ben ne kadar asosyal olsam da orda çalışan kızlarla samimi olmuştum.(burayı niye söyledim, neyi ima etmeye çalışıyorum anlamadım, bilinçaltı sen nelere kadirsin)


o kızlardan 2siyle hala görüşüyoruz, gerçek adımı bilmiyorlar (yaşarken de fake tim. :))


ama iyi kızlardı. onlara sürekli kahve falı bakardım, onlarda benden internet ücreti almazlardı.

böyle beleş bi ying yang sistemi kurmuştuk aramızda. bide bu kızlardan birinin kardeşide orda çalışmaya başladı. bi gün o kıza arda kural teklifte bulunmuştu, kız salak kabul etmedi. sonra arda kafayı yedi, hatta o ara kıza olan aşkından dolayı kafayı kazıttı. biz görüp kello diye dalga geçerdik. kız bize küserdi.

bide arda kıza inat tam karşıda bi bar alıp işletmeyede başlayınca ortalık şen şakrak oldu. kız akşamları gidiyordu bara ve bu sefer kız arda ya aşık oldu. hayat böyle devame derken bi gün ben yine akşam saatlerinde çaycılıktan kazandığım yevmiyemi alıp internet cagfenin yolunu tuttum. sokakta hiç kimseye pas vermiyor, hiç kimseyle konuşmuyordum. ee tabi daha ilk günler olduğundan dolayı korkuyordum da kimseyle görüşmeye. kendi halimde çaycı parçası kılığında dolaşıyordum ortalarda.


ki öyleydim de. ama bi gün ne olduysa oldu ve ben yine her zamanki masamda chat e girmiş sanal sex yapıp, bi yandan da kasiyer kızlara laf yetiştirirken, hesabı ödemekte olan birinin bana bakıp bakıp gülümsediğini farkettim.

:)

çok hoş bi gülümsemeydi ama, böyle yarı utangaç, yarı yüzsüz ama farkedilmesini bekler bi şekilde gülümsüyordu.

bana mı gülümsüyor diye baktım, yüzünü gülümserken saklamaya çalıştı, sonra ekrana baktım ve hızlı hızlı bişiler yazarken bi daha ona baktım, yine bakıyordu ve bu sefer ki gülümsemesi daha tatlıydı. kasada hesap ödüyordu ve para üstünü beklerken bana bakıyordu. şaşırdım. ben ki hiç kendimi beğenmezdim.

böyle kara kuru bişiy bulurdum kendimi. dedim acaba bi yerim mi açık kalmışda bu bana bakıp gülüyor. sonra hesabı aldı ve çıkarken kapıya çarpıp bi daha baktı bana :) gülürdü beni.

o inerken bende indim ve sokakta bakarmısınız diye seslendim. dönüp baktı, biraz şaşırmıştı, buyrun dedi ve yine o tatlı gülümsemesi oluştu yüzünde. ben elimi uzatıp pardon tanııyormuyuz dedim; hayır dedi tüm sakinliğiyle, peki bi yerlerde falan karşılaştık mı dedim yine hayır dedi. şaşırdım. bende gülümsedim ve sanki tanışıyormuşuz gibiyiz dedim. belkide dedi. o zaman tanışalım mı dedim evet deyip elini uzzattı BEN SERCAN. elini tuttum ve bende XX dedim. elleri sıcaktı. tıpkı gülümsemesi gibi.

bi yere mi gidiyorsun dedim. evet dedi, beraber gidelim mi dedim ewet olabiliri dedi. izin isteyip hesabı ödemek için cafeye girdim. kızlara 2 dakkada olayı tüm ayrıntıllarıyla anlatıp çıktım. indiğimde beni bekliyordu. gülümsesi hala yüzündeydi. bana baktı ve bu sefer dişleri görünebilecek kadar gülümsedi.

konuşmaya başladık, ne iş yaptığımızı falan konuştuk, ben çaycıyım demedim garsonum dedim. oda anadolu yakasında bi ofiste çalışyormuş.

konuşmalarımız devam ederken ona daha çok dikkat etmeye başladım. sarışına yakın bi tipi vardı. benim boyumda ama benden 5 kilo kadar fazlası vardı :)

oda bana bakıyordu beni inceliyordu.

nereye gidiyoruz diycekken, o söze başladı, bi cafe ama senin bildiğin cafelerden değil dedi. önemli değil dedim. nasıl bi yer olduğunu ne yapcam ki dedim. tamam dedi ve beraber yürümeye devam ettik. istiklalin ter kokulu sokağında ilerleyip bahsettiği cafeye girdik. 4 katta mor kedi diye bi yerdi.

içeri çok kalabalıktı, iğne atsan yere düşerdi ama.

herkes beni ilk defa görüyordu ve bu kim gibisinden kaş göz işaretleriyle soruyorlardı.

bende hiç umursamıyordum. sonra göt kadar cafe de boş bi masa bulup oturduk. cola istedik ikimizde ve konuşmaya daldık. o cafe nin müşterileri hep aynı oldukları için beni ilk defa görüyorlardı. gören de gelip bakıp bakıp kaçıyordu. anam neydim ben tarihi eser falan mı?

sonra biz konuşmaya devam ettikçe etrafta olan bitenleri görmemeye başladık.

biribirmizle aşırı ilgileniyorduk. küçük hareketlerle biribirimize dokunmaya çalışıyorduk. sonrada utanmış gibi geri çekiliyorduk. o başka bi yöne dönse ben hemen dalıyordum ve yüz hatlarını falan inceliyordum. birde bakıyordum karşımda çok tatlı biri.

ben de o beni incelesin diye numaracıktan dönüyordum ve duvardaki beş para etmez resimlere dalıyordum. o anda bende onun beni süzdüğünü farkediyordum. sonra saatler ilerledikçe, biz yer minderlerine geçtik.

yer minderleri daha rahattı. en köşeye geçip, oturduk. yanyana oturmuştuk ve o başını yasladı bana. bende hafiften kendimi eğdim ona doğru. öyle kaldık bir kaç saniye. ama çok yavaş geçti o saniyeler.

sonra gece ilerledikçe ışıklar kısıldı, herkes bi yerlere oturmaya başladı. sevgililer bi kenara yanlızlar bii kenara çekildiler. artık kimse kimseye bakmıyordu. daha da rahat bi ortama benzemişti şimdi.

bi ara dönüp duvardaki resme yine dalar gibi yapınca nefesini kulağımda hissedip dönüp baktım. ama utandı ve gülümsemeyle karışık bi şekilde yüzünü diğer tarafa döndü. bende eğer öpmek istiyorsan öpebilirsin dedim. dönüp bana baktı, hiç konuşmadı ve zorlama olduğu he rhalinden belli olan bi şekilde; kızmazmısın dedi.


güldüm ve neden kızayım ki. öpmek istemiyormusun dedim. isterim dedi ve ben başımı sola hafif yatırıp gözlerimi kapadım. oda o anda yapıştı bana. çok uzun bi şekilde öpüştük ve hiç bırakmadık. sonra bıraktığımızdada uzun uzun soluklandık. biribirmize gülümseyip tekrar deneyelim mi dedi.

hiç konuşmadan bu sefer de ben uzandım ve öpüştük.

çok uzun uzun öpüştük. ve sarıldık birbirimize.

o anda ne oldu dersiniz, tabiikii bizim şişko cafe işletmecisi geldi ve öhöm öhöm çekti. geber kadın diycektim ki, sercan hemen toparlandı ve pardon dedi. kadın hiç bişi olmamış gibi dönüp gitti.

sonra bizde hiç bişi olmamış gibi devam ettik öpüşmeye. o ilk utancı üzerimizden atmıştık ya artık rahattık. durmadan öpüşüyorduk ve artık dudaklarımız uyuşmuştu.

cidden söylüyorum dudaklarımı hissedemiyordum.

ama öpüş öpüş de bıkmıyordum ki.


sonra gece 12 gibi çıkıp bara gittik. onun arkadaşlarıda geldi, tanıştık kaynaştık eğlendik. sabaha doğru simit sarayına doğru gidip oturduk hep beraber, 10 kişi falan vardık. biz yanyana oturduk.

laf lafı açarken gelseninle bi yere gidelim dedim ve elinden tutup kaldırdım. oda sesini çıkarmadı kalkıp marmara oteline doğru yürüdük. ordan beşiktaş stadına doğru yürüdük ve onu sadece benim bildiğim bi yere götürdüm. ben bazen canım sıkılınca oraya gider uzanıp müzik dinlerdim. en çokda kafamı dinlemek için gelirdim. gerçi maç günleri kaçaklar rahatlık vermezdi ama olsundu.

tam ritz carlton otelinin karşısına oturduk. ağaçlıkla da vardı ama yüksekde olduğumuzdan her tarafı görebiliyorduk..

ben buradan güneşin doğuşunu hiç izlememiştim onuda buraya güneşin doğuşunu izlemeye getirmiştim. şafak sökerken güneş yavalş yavaş kendini göstermeye başladı. uzandık çimlerin üzerine, o soğukta hiç üşümedim. oda üşümedi. sarıldık birbirimize ve güneş doğarken öpüştük doya doya.

güneş iyice doğup,tepede yer alınca saate baktık; 6,30 du.


kalkıp silkelendik. üzerimizdeki çimen lekelerini birbirimize gösterip, güldük. sonra onun bildiği bi börekçiye gittik.

böreğin ismi kürt böreğiydi. çok a güzeldi.

bol bol yedik.

öğleden sonraya kadar beraber takıldık ve o artık eve gitmeliyim dedi.

öpüştük gitti.


bende dönüp eve geldim. onu düşünerek 2 defa mastürbasyon yaptım. sonra uyudum. çaycılar pazar günü çalışmazlardı. bi ara uyandığımda saatin kaç olduğuna bakıyım dedim. ama tv yi açamadım. telefonumu arıyım dedim uyku sersemi bi şekilde bulamadım ki telefonumu.


kafayı vurdum yattım. ertesi sabah telefonun alarmı sayesinde uyandığımda saat 7,00 idi.


giyinip çıktım. çay ocağına doğru gelirken dün yaşadıklarımın gerçke olup olmadığını sordum kendime, hayır gerçek değildi dedim kendime. bi iki defa parmak attım kendime, acaba rüyadamıyım diye, baktım yok gerçekten rüya da a değilim.

dedim her halde dün iş yorgunluğundan olsa gerek eve gidip hemen uyuyunca, böyle tatlı bi rüya görüdm.


işe geldiğimde, üst kattaki ermeni saatçi arçez dayı çoktan gelip dışarıya iskemlesini atmış ve güneşin tadını belinden alıyordu. malum yaşlılıktı bel soğukluğu kapmamalıydı.


atölyelerdeki işçiler gelmiş işe başlamadan önce son çaylarını yudumluyorlardı.

herkes erkenciydi. bi ben oayalnmıştım demekki.

işe koyulup çayları dağıtmaya başladım. yan taraftaki vakıfbank a servis yaptım. teşekkür ettiler. kasalardaki paralara baktım vayybe çektim çıktım.


öğlene doğru telefonum çaldı baktım.sercan yazıyordu. demek telefonunu almayı akıl etmiştim. oysa hiç hatırlamıyordum. çağrı atmıştı.

bende yanıtladım çağrıyla. sona bi daha çağrı attı ben bu sefer aramak için uzun uzun çaldırdım. kapattı ve ben yine aradım. cevap vermedi.


sonra ben telefonu cebime atıp işime bakıyım derken, çay tepsisini düşürdüm. boştu bardak yoktu tepside kırılan dökülen olmadı :)


o anda mesaj geldi ''unutuldum mu'' diyordu.hemen yanı yazdım '' mümkün değil ki'' dedim. sonra cevap geldi sadece gülücükdü.

güldüm. bu moraalle işime devam ettim. herkese gülücükler dağıttım. hiç sevmediğim Paragöz'e bile öğlen kahvesini ikram ederken tüm içtenliğimle afiyet olsun dedim. başka zaman olsa zıkkım olsun anlamında kahvesini önüne bırakır defolurdum onun yanından. adam erol giyim mağazalarının sahibiydi. ve çok ama çok soğuk biriydi. Paragöz bi yahudi olduğundan mıydı neydi. bende ısınamıyordum ona bir türlü.


ama o gün pişmiş kelle gibi sırıtmıştım ve afiyet olsun da demiştim. :)


sonra hafta sonuna kadar biz böyle mesajlaştık hafta sonu o gelince yine aynı hikaye yi baştan yaşadık.

seviştik, bara gittik, simit sarayına gittik, kalkıp güneşin doğuşunu seyrettik. ama bu sefer üşüdük ikimizde.

öğleye doğru o yine gitti. ben yine gidip eve uyudum.

hafta içi yine mesajlaştık. çarşaba günü gelen mesajdada artık görüşmeyelim diyordu. hiç umursamadım. butür durumlarda hep böyleydim. hiç cevap yazmadım. mesaj üstüne mesa geldi. hiç birini yanıtlamadım. ve hepsini karşılıksız bıraktım.


çünkü ben 2 sevişmede, 2gece de, 2 sefer güneşin doğuşunu izlemede bayağ yol katetmiştim.böyle bitecekse bitsindi.


bu yaşa geldim kendimi yen yeni anladım. bu gönül işlerinde ilk ayrılık günlerinde bana hiç bişi koymaz, herkes yoluna der bırakırım. ama benim bok gibi yüreğim var ve 1 hafta sonra kokusu çıkar ortaya. aslında bilinçaltıma itiyorum o olayları ve görmemezlliğie duymamazlığa geliyorum o an. ama sonra bi anda öfke patlamaları oluyor. nefret ediyorum herşeyden herkes ten.

öyle de oldu.

yine aynı intenet cafede oturmuş kızlarla laflarken, onunda orda olduğunu görüdm. beni görünce kalktı ve çıktı. ardında çıktım ve ne oldu dedim. hiç dedi seninle görüşmek sitemyorum dedi.

tamam dedim ve sadece arkadaş kalalım dedim.

şu arkadaş kalma işi de pek sağlam durmaz ya neyse :)

öyle kararlaştırıp yürümeye başladık. elini omzuma attı, birbirimize baktık ve gülümseyip arkadaşız dedik.

ama olmadı. arkadaş da kalamadık.

o akşam özlem diye bi asexüel arkadaşı geldi. biz onunla laflarken aslında farketim ki ben sercan a çok alışmıştım.

bunu özlemle konuştuk ve ona söyleme dedim. tamam dedi ve aramızda kaldı. bi iki hafta böyle, sadece hafta sonları buluşmaya devam ettik.

bir hafta barbahçe diye bi bara gittik ve ben orda biriyle kesişip köşeye kaçtık. öpüşmeye başlamıştık ki, sercan geldi, bana uzun uzun baktı ve gitti.

anladım ki kızmıştı. ve bende zaten onun bu konuda fikri nedir diye merak etitğimden böyle davranmıştım. pişman oldum o an. hemen kaçtım ordan. dışarı çıkmıştı. bende çıktım ve yürüdük. taksime doğru ilerledik konuşmadı.

bende konuşmadım.

meydana geldiğimizde bi banka oturduk ve sıradan bi konuşma yapmaya başladık.

sağdan soldan konuşmaya başlamıştık. hiç alakasız şeyler anlatıyorduk birbirimize. dönüp baktı bana, yüzü asıktı, bende yüzümü ekşittim ve kalkıp yürümeye başladı. gitti.

ardından gitmedim. gecenin yarısında onu istiklale doğru yürürken bıraktım.


sonra bi gün özlemle o geceyi konuşurken, onun onlarla buluştuğunu söyledi. benim başkalarıyla onun yanındayken bu kadar rahat oluşumdan tiksindiğini söylemiş. özlemde ona benim onu kıskandırmak için bunları yaptığımı ve aslında onu çok sevdiğimi söylemiş. özleme onu ne kadar sevdiğimi daha önce söylemiştim. bu konuyu özlemle çok nce ayrıntılarına kadar konuşmuştuk. özlemde olduğu gibi ona aktarmıştı.


oda bunun üzerine beni sevdiğini söylemiş, ama bana layık olmadığını falan eklemiş.

oysa layık olmayan bendim diye düşünüyordum.

meğer oda benim için öyle düşünüyormuş.


bi gün işe dalmış oraya buraya çay yetiştirmeye çalışırken, telefonum çaldı, baktım oydu, buluşalım mı dedi. ewet dedim. o akşam taksime gelicekti.

iş çıkışı aradım ve cafede buluştuk. normal 2 medeni insan gibi konuştuk ve ayrıldık. ama ayrılırken aslında ikimizde ayrılmak istemediğimizi farkettik.

olan olmuştu ayrılmıştık zaten.


o gece geç saatlere kadar takılmadık. erkenden işim var deyip gitti.

bende eve gittim. her gece selamlaştığım travestiyle selamlaştım, büfeden sek marka günlük sütümü aldım, meyvemi aldım eve çıktım. tarvesti benim apartmanın kapısında beklerdi, biriyle anlaştımı, tarlabaşına sapardı hemen.

işler nasıl muhabbetti bile yapardım onunla :) muhabbeetimiz bayağ ilerdeydi onunla :) bu gece canım sıkılıyor dediğimde bana; ayol geçer geçer derdi :))

hala aklımdadır kart yüzü falan :))


hafta sonu yine buluştuk ve bu seferde 1 sat sonara ayrıldık. eve geldim ben yine.

ne yapcaktım ki dışarda.

canım sıkılıyordu gidip eve tv izliyordum.


sonra bi gün artık hiç görüşmeyelim dedik ve son buluşmamız olsun diyede buluşmaya karar verdik.o beni üsküdar a davet etmişti.

zaten taksime yakın oturduğumdan dolayı biriyle görüşmek istesem kimse beni bi yere bırakmıyordu, amın sikin götün merkezi taksimdi, herkes bana geliyordu, kimse demiyorduki ulan bi günde sen gel bizim buralara eğlenelim.

istanbulda yaşadığım müddetçe taksime kapattılar beni.

bu yüzden o beni üsküdara davet edince çok sevindim.

kendimi özel hissettim onun için ve ona bi hediye almaya karar verdim.

günlerce gdüşündüm:

saat : pöfff

gömlek: pöfff

tişört: pöfff

düşünüyordum habire ama ne almalıydım, alacağım şeyi sürekli kullanmalıydı, sürekli onda durmalıydı, baktıkça beni hatırlamalı ve hatta beni hiç unutmamalıydı.

yüzük:pöffff olmaz ki. ayrılyıoruz yüzük mü takcam :)

günlerce düşündüm ama bi türlü bir şey bulamıyorum. vereceğim hediye kalıcı olmalıydı, beni hiç unutmamalı ve hep hatırlamalıydı.

hediyelik tezgahların önünden geçerken bi bıçak gördüm evettttt dedim bıçak iyiydi.



hayır bildiğiniz gibi bıçağı görünce bıçak hediye etmeyi düşünmemiştim. onu bıçaklamayı düşünmüştüm.

nasılsa ben onun beni hiç unutmamasını istriyordum ya, küçük bi bıçak darbesi sevgiliye ne yapardıki.

böylece asla beni unutmazdı, o yaraya baktıkça beni hatırlıycaktı.

neresine bıçağı sokacağımı günlerce düşündüm. ya bişiy olursa diye değil, neresinde yara olursa daha çok farkeder ve beni hatırlar diye düşünüyordum.

beni hiç bir zaman unutmamalıydı.

hep hatırlamalıydı.

günlerce düşündüm ve buldum. eğer bacağını bıçaklarsam bel altı olduğundan dolayı hem az ceza alcaktım, hemde amacıma ulaşmış olacaktım.

bıçağı almak için istiklaldeki tezgahçılara doğru yola çıktım ve gelen tramvaya takıldım. tramvaya beleş binmek kadar da zevklisi yoktu. para vermek de neydi.:))


bıçağı alıcakken uyandım ve ben ne yapıyorum dedim. şaştım kendime. ben ne yapıyordum yaaa.


o anda ne yaptığımı, ne yapmak üzere olduğumu farkettim. buuşma yarındı ve ben onu sevidğimi söylüyordum ve ben bu yüzden beni unutmasın diye bıçaklycaktımmm.


film bi anda koptu. gerisin geriye yürüdüm ve kendime baktım. tükürdüm yere ve çıktım ordan.

bu kendimde karşılaştığım ben, bend eğildim. başka biri vardı içimde.

ben böyle olamazdım.

durdum gidip meydandaki çeşmede elimi yüzümü yıkadım defalarca.

kendime gelmiştim.

ve utandım o halimden.

sonra eve döndüm.

çırılçıplak kalıncaya kadar soyundup ve yatağa uzandım. ben ne yapıyordum neden yapıyordum ki.

düşündüm düşündüm düşümdüm.

sabaha doğru kendime geldim.

bu yanlıştı. ve ben yanlışı yapmadan öne farkına varmıştım.

kimse zarar görmemişti ama ya biri görseydi.

o anda aklıma gazetelerin 3 üncü sayfaları geldi. sevgilisinden ayrılan çılgın aşık puntoları nı okudum sanki zihnimde ve sanırım kendimce o tür cinayetleri anlamlandırmaya başladım.

eşinden ayrılan koca, onu başkalarıyla paylaşamadığından öldürüyordu.

sevgilisini doğraya genç, ona aslında zarar vermek istemiyordu, sadece unutulmak ağrına gidiyordu ve o, hep hatırlanılmak için yapıyordu.


işte buydu. şifre buydu kimse katil değildi sadece kıskanç ve unutulmak korkusuydu.


ben bunları düşünürken kendimden utandım ve uyudum.

uyandığımda işe çok geç kalmıştım. öğlene doğru çay ocağına gidip ezik büzün bi şekilde kemal sunal tipli patronumdan özür diledim. oda ilk defa oldu bişiy olmaz dedi.o günlerde çalışırken bu konu hep kafamı meşgul etti ve her seri katile çılgın aşık gözüyle baktım, gazetelerin 3 üncü sayfasını hep aşk haberleri okumak için açtım.


güner geçti gitti, ve biz buluştuk.

üsküdarda kız kulesinin oaraya gittik.

fotoğraflar çektik, bol bol konuştuk. çay içtik beraber sonra kalktık beni yolcu etti.


ben hiç bir şey almamıştım ona. unutursa unutsun demiştim son anda kendime.

ama o ben minibüse binerken bi zarf verdi bana. teşekkür ediyordu bana.

minibüsten son kez ona baktığımda el sallıyordu.bende ona el salladım.

o günden sonra bi daha hiç karşılaşmadık. sadece msn de konuştuk bir iki kez. 5 yıl geçti hiç karşılaşamadık bile, msn de bile konuşmadık. sadece 3defa mailleştik. o mailler yetti bana.

unutmuştum onu takii, şimdi yeni bi acı yaşayıncaya kadar.

21 Eylül 2009

milli maça kara çarşafla çıkılmaz

 hayatımda yapmayacağım şeyleri o kadar çok tekrarladım ki en sonunda da hepsini yaptım.

bunlardan bir tanesi de asla bi oruspuya aşık olmamak vardı. ama gel görki kara talihim, kör bahtım gitti bula bula onu buldu. okada konan , boka da konan bu gönül pisliği bula bula anadolunun küçük bi ilini doldurucak kadar hayvan sayısıyla yatmış bi şıllığa bulaşmıştı.
yılın önemi yok ama daha ergenliğe ilk adım attığım yıllardı diyerek söze başlıyım.
ee tabi serde dedlilik olunca, gönül uçmayı öğrenmiş bok sineği gibi ordan oraya konup da duruyor.
aşk a inanmam aşkla yatıp kalkmam desemde içimdeki karıncalanmaların tek sebebi de kendime söylediğim yalanlar dı.
ne yani ben aşk yoktur diyince aşk yok mu oluyordu. hayır bilakis götümün arkasında dönüp dolanıyordu.
işte bu dönüp dolanmalardan birinde onunla tanıştık. daha önce den ablasıyla olan merhabamız yüzünden, tanışıyorduk. ablası bir ninjaydı. bildiğiniz kara çarşaflı.ve üstelik ablası benden büyük tü, ben yinede ne yapmış etmiş onu tavlamıştım. telefon konuşmalarıyla başlayan sohbetimiz bayağ uzamıştı.1 ay gibi bi zaman geçmesine rağmen hep telefonda konuşuyorduk. hiç unutmam serdar ortaç ın bilsemki şarkısını söylerdim telefonda ona.
sırf iki kuruşluk kuku için ne numaralar yapmıyordum ki.
hele birde aşkım deyişim vardı pöfff evlere şenlikti tamamen.
kız kocaman bi buz dağı gibiydi. ben küçücük kumdan kale gibiydim. kızın benden önce yediği bokları bildiğimden dolayı, onunla görüşme isteklerim hepsi sadece kuku su içindi. onun dışında da bi kızla yakınlaşmak nasıldır, ne hissedilir bilimsel araştırmaları çin yapılan arge çalışmlarımdı.
kızı ne yapıp edip çıkmaya ikna ettim ama daha ilk buluşma da kara çarşaflı biri çıkmaz mı karşıma. anaa dedim bu kız ne elletir ne söyletir.ne emmeye gelir ne gömmeye.
oha oldum kaldım.
bide yanında ufaktan bi kız getirmiş. çarşıdan aldım bi tane, eve geldim 2 tane tarzı bişiy oldu. neyse dedik madem işin bi ucundan tutmuşuz sonuca gidelim. verdik elimizi çayırlara. ee tabii kız çarşaflı olunca yanında gezdirip ben buna asılıyorum, serdar ortaçı buna kurban ediyorum diyemiyorsun. çayırlara gitme bahanen de otomatikman kimse görmesin oluyor. ben parka gidelim dedim o yok dedi. o yok dyince bi daha da ısrar etmedm zati. aman allahım ya birde kabul edip parka götürmek zorunda kalsydım ne bok yiycektim.
oyy anam hiç düşünemiyorum.
herhalde yolda giderken ufak kızı kaldırıma itekler onuda bi taksinin altına atar kaçardım.
allahtan çayır mevzusunu hemen bağlayıp yola koyulmuştuk. çayır çimen geze geze ooo şarkısı eşliğinde dere kenarında gelince soluklandık güya. kıza aç yüzünü nur cemalin göreyim dedikçe kız açıkta kalan gözlerini de kapatıyordu.telefonda işveli gülen kız gitmiş, yanımda mermer bi taş yığını gelivermişti. oysa o kahkahalar hiçde bu çarşafa uymuyordu.
neyse ya.
işte ben ona yalvarıyorum türlü türlü hikayeler buluyorum ve sonunuda sevgilliler konusunda bağlayıp hadi yüzünü aç diyorum. böyle o beni yalvartırken ufak kızda (kızkardeşiymiş) orda börtü böcekle ilgileniip bize uzaktan uzaktan bakıyordu.
ben biraz daha sıktım ve açda göreyim yüzünü, üfleyecek değilim dedim de açınca bide ne göreyim. allam o telefondaki güzel ses bu kare yüze mi sahip.
ıyyy kızın yüzü onca sene geçmesine rağmen hala kalıma geliyor. irin akan sivilceler, mayın tarlasına dönmüş alın,o kesme şeker yemek için allah tarafından verilmiş at dişleri, hala bazı günler gündüz kabusum olmaya devam etmektedir.

ben o sese bu yüzü yakıştıramayınca sırtındaki kara çarşafa bi daha baktım ve yüzünü kapat, allah günah yazmasın dedim.
biz ikimiz birbirimizin haramı iken yüzünü açma kapat, başkasıda görmesin dedim içimden.
mümkünse eve gittiğin zaman bi bardağa bolca fare zehiri koyda intihar et. düşüncelerini aklımda geçirerek vıdı vıdı ladıktan sonra geç oldu deyip hadi siktir olup gidelim babında bişiler söyledim.
kalktık, arkamızda da kardeşi var.
oda gözetmen lik mi ne yapıyorduysa artık öyle yürüyerek kaçtık o güzelim dere kenarından.
yolda gördüğüm dişi köpekler bile gözüme bi hoş, bi alımlı geliyordu artık.
allahım sen bana ne biçim bi deneme yanılma yöntemi sundun diye içimden geçiriyorum.
onları evlerinin sokağında bırakır bırakmaz döndüm gerisin geriye. bi daha da aramadım. ee tabii o zaman daha bıyığım bie terlememişti, aşşağı mahallede ise ufaktan bi hareketlenme bi karaltı vardı o kadar.onun dışında bacaklarımda ki tüyler biraz kabalaşmışlardı. başka da erkeklik belirtisi yoktu. ha birde göğüslerim ağrıyordu biraz :) sanırım oda ergenlikte salgılanan hormondan dı.
neyse işte ben onları bırakıp kaçtım.
sonra bir iki defa aradım iş olsun diye. kız benden büyüktü, benden büyük olduğunu bile bile, güzeldir hayaliyle arıyor konuşuyordum ama öyle olmamamıştı. o ses o bedene hiç yakışmamıştı. o sivilceler vezüv yanardağının ikizlerinden farksızlardı.
ben sesini duyup kendimden geçerken, ne güzeldi oysa. bilmeden ne büyük bi sanal aşk yaşamışım o yaşta.
aradan zaman geçip ben artık aramayınca kız başka birini kandırıp kaçtı da evlendi ve benide kurtardı kendini de.
tüm insanlığı kurtardoığını müjdelemekten onur duyarım. ama işte bu kadar değil.
aradan 4 yıl geçti.ben geldim sakal traşı çağına. bi gün iş yerinde oturuyorum, biri geldi merhaba x bey yok mu dedi hayır dedim. bizim şöförü sormuştu. allahım dedim bu kız kim. ben bunu nerdentanıyorum.kesin bi yerden tanıyorum ama nerden diye düşübürken çıkartamadım bi türlü.
ertesi gün ben iş yerindeyim yine o kız geldi. buyrun çekip nasıl yardımcı olabilecğeimi sordum. x bey burdamı dei. yne bizim şöförü sormuştu. bizim şöförde az değildi ki. kesin vardı bi yamuğu.
kız 1 hafta boyunca her gün gelip x beyi sordu. artık arkadaş olmuştuk. tokalaşmayla başlayan merhaba, yanak yanağa öpüşmeye varmıştı. bir haftada bu kadar mesafeyi insan bi oruspuyla ancak katedebilirdi.
2 hafta sonra iyice sorumaya başlamıştık birbirimizi artık x kiş iyoktu ve o kız da 4 yıl öncki sümüklü kızdı. kızda o biçim kız olmuştu. kendisinin o kız olmadığını söylemese hiç bilmeyecel hiç öğrenmeyecektim.
neyseki merakımı gidermiş ve kim olduğunu söylemişti.
ablasıyla olna buluşmmaızdan konuştuk ve zaten siz birbirinize olmazdınız dedi.
şaşırdım. oha deidm. kendime . ama düşününce harbiden de olmaz dı ki ama.
ablası yaş ilerlemiş evde kalma korkusu geçiren bi EV KIZIYDI ben ise daha çıtırdım.
oda artık benim gibiydi.
merhabalaşmalarımız ilerlemiş artık ben ona borç para veriyor modunda görmüştüm kendimi.
o yaşda bi atölyede iş bulmuştu ve bi ev arıyordu. daha önce arkadaşlarıyla yanlzı kalıyordu ama arkadaşlarından ayrılmak istiyordu. ulan hiç unutmam bu haberi bana söyleidğinde ne sevinmiştim varya. hemde ilk kirasını depozitosunuda ben ödemiştim.
kızın evini tutuup da yerleştiğinde. artık daha rahat olmuştuk ama beni onunla görenler onun hakkında iyi şeyler anlatmıyorlardı. kızın daha önce kimlerle çıktığını, nerde nasıl bi bok yediğinianlatıp duruyorlardı.
oha diyodum bu nasıl yapar öyle birşeyi, oda küçük diyodum ve kovuyordum onun hakkında konuşanları.
ama yok sonra baktım ewet doğruydu. yaşını başını almış adamlarla görüyordum.
resmen oyuna getirilmiştim.
nasılsa bulmuş tu benim gibi eşşeği, sağıyordu da sağıyordu.
ben ne yapıyordum karşılığında, bende gidip canım, benim, kuşum benim deyip, öpmeyebile kıyamıyordum ama millet onu altına alıyordu. pestilini çıkarıyordu.
yazıklar olsundu bana. ben daha o tarşlık yaşa gelmişim elim bi kızın şeyine değmemiş o mneler neler yapıyordu.
bi gün akşam küstüm ona ve konuşmadım. beni zorla eve davet etti. gittim. sobayı açtık yorganı serdi.
ben battaniyeyi almış kışın soğuğunu götümün ateşiyle söndürmeye çalışıyordum. tir tir titrerken yatağa girip hadi senden gel böyle daha çabuk ısınırız dedi.
yok ben böyle iyim dedim.
o odanın bi köşesinde yaakta sobanın karşısında ben, kanepenn üzerinde battaniyeyle bakıştık biraz.
sonra gel dedi kalktım gittim yanına. yatağı açtı. sarıldık biribirimize. ve durduk öylece. sonra ayrılıp yanyana oturduk.
elimi attım omzuna, oda başını iyice yasladı sağ göğüs kafesime :) öylece durduk.
ama ben duramıyordum. bende bi heyecanlanma bi kıpraşma bi zelzele belirtisi başgöstermişti bi kere.
anam demeye kalmadan, omsunda olan kolum onun dudaklarını ayırıyordu. tamamen içgüdüsel hareketlerle onun dudaklarını ayırıp sıkarken biribirimize dönüp öpüşmeye başladık.
ama nasıl öpüşme varya.
köpekler gibiydik resmen.
ben o zamana kadar ilk defa MİLLİ TAKIMDA oynuycaktım.daha önce amatörde çok koşturmuştum ama, bi mok olmamıştı. zaten bütün koşturmalarımda elimde bi kalıp ortası delik sabunla son buluyordu.
ama bu koşturma tamamen plansızdı ve kendi kedine bişiler oluyordu.
allahım nasıl bi plandı dememe kalmadan olmuştu her şey.
işte altımdaydı. öpüyordum.
işte onca yıl izlediğim porno filmlerdeki göğüsler, işde onca yıl izlediğim filmlerdeki göbek deliği. allahım ne güzel bi sürprizdi bu böyle.
saçları uzun du. alta sütyen giydiğini düşünüyordum ama hayır kazağının altına el atınca hiç bişrşey olmadığını gördüm. hemen çıkardım kazağını ve yumuldum. hiç bırakmak istemiyordum.
benimdiler KİMSE ALAMAZDI ONLARI BENDENNNNN
işte böyle başlamıştı olay.
ve devam etti.
yıllarca kurduğum hayaller gerçekleşmişti. tamda istediğim gibiydi her şey.
filmlerde görüpte hayalimde kurduğum tüm düşlerimi daha ilk MİLLİ MAÇIMDA gerçekleştirme fırsatım vardı ve bende hepsin yapıyordum. o anda aklıma her geleni yapıyorum.
sonra iş bitince iç güdüsel olarak her erkek gibi kadınımı yüz üstü bırakıp, giyindim ve çıktım. tabiki artık işim bitmişti. ne diye durcaktım ki. benim bi ton işim vardı değil mi??
tabiki de canım.
ama yok işim yoktu.
sadece arkadaşlara yaşadığım şeyi anlatmaya gidiyordum.
telefonumu elime almış tüm tandıklara MİLLİ OLMANIN ayrıcalığını 160 karakterde anlatıyordum.

13 Eylül 2009

sanat için az kalsın pornocu olacaktım

 tamam. artık benden yeterince bıkabilirsiniz. blogun içine iyice ettim değilmi?

hayır efendim. benim blogum değil mi( büyükleniyorum, sanki blog yazınca ne bok olunuyorsa, dersin uzaya çıkmış ilk göt oluyorum) yazarım yazarım. ohhh be şöyle dolu dolu özgüven, yükleneyim de havam yerine gelsin.
ruh halim de bi türlü yerine oturmadı, olgunlaşamadı ki. bazen ben bile kendimi anlayamıyorum.

anam başıma ne geldiyse şu istanbul da geldi. ben temiz anadolu çocuğu, ben saftirik elmır, ben şapşal abdülcanan, istanbula gelince ilk işim yanlışlıkla taksime çıkmak oldu.
hani fatih sultan mehmet, istanbulu fethedince bi çağı açıp, diğer güzelim çağımızı açtıya, bende taksime çıkınca, buluğ çağımı kapatıp, yetişkinlik çağımı açtım.
artık herkes benden korkuyordu, önüm dik yürüyordum sokaklar da.
her saf anadolu çocuğu gibi bende, istanbul da yaşayan ların, akşama kadar köşe başlarında seviştiklerini, yiyiştiklerini düşünüyordum.
tıpkı istanbulda yaşayanların, Anadolu'da yaşayanları namazlı, niyazlı başı seccadeden kalkmadığını bildikleri gibi biliyordum.
ama öyle değildi, hayallerim suya düşürülmüştü. millet sevişmek bi yana, göz temasında bile bulunmuyordu.bende karar verdim karaköy e yatırım yapacaktım. karaköy e yaptığım yatırımlarla, 3 üncü köprü rahatlıkla kurulabilir.ülke sefaletten, sefahate erişebilirdi.
ama yok olmadı.
hayat bu şekilde akıp giderken, ben internet bağımlılığının pençesinde acılar içinde kıvranıyordum. girdiğim porno siteler de yetmiyordu bana. soft dan, hard a geçiş yapıyordum yavaş yavaş.
işte ne oluysa o ara geçişte oldu ve bi linke tıkladım, karşıma yabancı sitede olmama rağmen, türkçe bi form çıktı ve yabancı bi ajans adı vardı.ajans modeller arıyordu. tekli çekimler, çiftlerli, gruplar, gibi sınırsız seçenekleri vardı ve ben farketmez deyip hepsini işaretledim. kendimle ilgili bilgileri de doldurduktan sonra, mailimde kötü günler için sakladığım çırıl çırıl çırıl şıplak fotomuda yükledim ve gönderdim.
hergün mailime bakıyordum bi halt var mı diye, ama yok. ümitlerim sönmüş ve ben artık unutmuştum da.
ama aradan 1 ay geçmiştiki bi gün bi mail geldi. kendisinin anakara da oturduğunu ve bu hafta sonu ajansıyla bağlantılı olarak, görüşmelere başlıycağını tekrarlıyordu ve bu yüzden birebir iletişim içinde telefon numaramı istiyordu. telefon numarasını yazıp gönderme zahmetinde bulundum.
ertesi günüm telefonum tatlı tatlı çaldı.
istanbul türkçesiyle alooww dedim.
kendisini tanıttı ve kısa bi konuşma yaptık.
hafta sonu istanbulda olacağını ve büyük ihtimallede çekimlerin gerçekleşeceğini söyledi. tamam deyip kapattıktan sonra bende onun telefon numarasını, pornocu diye kaydettim.
hafta sonuna doğru zaman hızla ilerlerken. ben de kabim yerinden çıkmasın diye sık ve dar body ler giyiniyordum. bide adam telefon da, aşşağı mahalleyi sakın temizleme demişti.
ulan varya bayağ da uzundu, saç traşım bile ordan kısaydı.
ne yapalım sanat için ne gerekiyorsa yapacaktık. kilotsuz, slipsiz, şaban donsuz gezdiğim için, burger king ve mc donald gibi yerlerde işemek zorunda kaldığım zamanlarda, araya sıkışan cansız hücreler canımı çok yakıyordu ve olur olmaz dalgınlığımda viyaklıyordum bazen.
hafta sonu gelip çattığında telefonum bu sefer de tatlı tatlı çaldı. arayan pornocuydu, telefonu, büyük bi artiz edasıyla açıp, hal hatır sorduk biribirmize. sanki dersin, emmioğluydu. amcık nasıl olduğumu soruyordu. ben de iyi bi mukabele yaptıktan sonra ticaretimize döndük. meğer adam istanbula gelmişti.
kapalı çarşıdaymış ve müsait bi saatte buluşup yüzyüze görüşmemiz gerektiğini söylüyordu.
ağırdan alıp bi dakka dedikten sonra, telefonu televizyonun üzerine bırakıp mutfağa gittim. su içip geldim ve tamam bugün görüşelim dedim. 2 saat sonra ücret ve diğer detaylar için aksaraydaki simitçi de buluşmak için sözleştik.
allahım bi yıldız adayıydım ve aksarayda simitçide buluşuyoruz, allahım bi yamuk varsa olmasın baştan dedim ve giyinip salına salına evden çıktım.
aziz istanbulumun, merkezine taksime çıktım.
ünsüz ken, insanlar ne olur bi imza diye kendilerini yırtmadan önce, gençkızlar g-stringlerini yüzüme atmadan önce, korumalarım olmadan rahatça bi gezinip öyle gideyim dedim.
millete baktım, güzel güzel gezdim. ve aklımdan siz şimdi yanımdan geçin gidin, ama yakında hepiniz yanımda olmak için amuda kalkıp, birdir bir oynuycaksınız diye geçirdim.
taksim turumu bitirip, buluşma mekanına gittim. dışardayken aradım ve üzerim de neler olduğunu en ince ayrıntısına kadar anlattım. hatta çamaşır giymediğimi de söyledim. erotik konuşup kendimi pahalı satmaya kararlıydım.
adamla buluşmadan önce onun tüm hormonlarını harekete geçirmeli ve istediğim fiyatı koparmalıydım.
sonuçta herşeyden önce insan önce kendini pazarlayabilmeliydi.
adama o kadar iyi anlatmışım ki, simitçiye girdiğim gibi, maki örtüsü içinde yaşamış olduğu boyundan belli fodulun biri ayağa kalkıp, el salladı, hay ammına koyum dedim. ne bok yedim de geldim. tipe bak be, adam anakaradan geliyo ama tipe bak. çay bile demlenmez bu tipe. simit sarayına bile almamalılar dı dedim kendimce. sonra en vahşi görüntümü en dolgun dudaklı görünebileceğim somurtkanlığımı, en can alıcı ses tonumu seçip ona doğru gittim. elimi uzatıp merhaba dedim. merhaba bende pornocu dedi.
karşılıklı nice to meet you laştık tan sonra, konuya hemen girdik.
tüm detayları konuştuk.
2 gün çekim olacaktı ve hafta sonuydu.
cumartesi günkü çekimler, 2 farklı bölgede yapılıcaktı.deniz manzarası ve ormanlık alandı. yerler güvenlik nedeniyle star adaylarına şimdiden söylenilmeyecek, çekimlerden bir iki saat önce starlar belirlenen adreslerden alınacaktı.
ücret de simit sarayına yakışır şekilde 250 dolardı.
1,5 saat video kamera çekimleri ve aynı zamanda fotoğraf çekimleri de yapılıcaktı ve ben bunun karşılığında 250 dolar alacaktım.
aslında o an çok büyük bi para gibide geldi.
kabul ettim ve ayrıldık.
eve gelir gelmez, eski ev arakdaşımı arayıp tüm olanları anlattım oda sağolsun beni kaos gl nin, yazarlarından biriyle tanıştırdı ve başımdan geçen olayı ona da anlattım.
(bu kaos gl yi de başka bi gün anlatırım, oda büyük film ya neyse)
beni can kulağıyla, dinledikten sonra bana şöyle dedi:
''seni ucuza kapatmışlar''
içimden; evet ben aslında milyon dolarlık anlaşma yapacaktım ama, porno sektörünün durgunluğu, ve piyasanın hareketsizliğinden dolayı bunu kabul ettim. zaten sektör, 18 yaşındaki bebelerin 100 kontör umudu karşılığında sekteye uğradı, bari bizim gibi ünlüler de 250 dolar isteyip, sektörün canına okumasınlar dedim kendi kendime.
adam gururumu bu sözlerle iyice okşadıktan sonra, bende popo tavan yaptı.
adama göre en az 1000 dolar almalıydım. sonuçta çekimlerden sonra artık tüm film hakları fotoğraflar falan onların elinde olucak ve istedikleri gibi yayınlıycaklardı.

hak verdim tabii adama, arkadaşımla adamın yanından ayrılırken görmeliydiniz, bendeki burun nah, göğe sürtüyordu.

o an karar verdim eğer bi daha ararsa 1000 dolardan aşşağı çekimlere katılamayacağımı söylüycektim ve eğer kabul ederlerse çalışabileceğimizi, aksi takdirde beni bir daha aramamalarını rica ettim.

öylede oldu.
pornocu o gün akşam saatlerinde ben taksime dolmuşla geçerken aradı ve çekim ekibinin de türkiyeye geldiğini söyledi. tamam ama, bi sorun var dedim.
beni dinlediğini söyledi. konuyu hiç lam ve mime gerek duymadan şöyla açıkladım:
sevgili pornocu, benim kiramı ödemek için innaılmaz sıkışık olduğumu söylememe gerek yok, ama verdiğiniz 250dolar da bana az. bu durumda bana 1000 dolar verirseniz gelirim yoksa kusura bakmayın, çekimlere katılamayacağım.

adam hiç oralı bile olmadı, tınlamadı bile, ne yapıyorsun bile demedi.
sadece; senn bilirsin ben aracıyım, sadece bana ne denirse onu yaparım dedi ve onlarla görüşeceğini, olumlu yanıt alırsa döneceğini söyledi.

cumartesi sabahına kadar gözüme uyku girmedi.telefonu şarjı biter de kapanır diye, şarj makinesinden hiç ayırmadım, ama tık yoktu.

elin kaos çusuna güvenip eldeki 250 dolardan da olduk.
boşuna kaos dergisi dememişlerdi.
kaos a sürükledi beni. kiramı o ay gecikmeli ödedim. ev sahibine iki büklüm olmak zorunda kaldım, ve kapımı çalan şöhret sessizce beni terkedip gitti.
kurduğum hayaller hepsi söndü. türkün gücünü, anadolunun bağrından kopup gelmiş bu gencin, gücünü hiç kimseye gösteremedim.

oysa ne çok istemiştim benimde bi başarı hikayem olmasını, insanların bana bakınca aaa bak gördün mü, çok ter dökünce nerelere varılıyormuş demesini ne çok isterdim. ama olmadı.
ben hala başarı hikayeleri okudukça, bi tuhaf olurum, içim gider. kıskanırım.en çok da sibel kekillinin başarı hikayesine içerledim. kıskandım hatta.
türkün gücünü ben gösteremedim ama sibel kekilli fazlasıyla gösterdi tüm dünyaya.
helal sana sibelllll
kim tutar seniiii