-->

27 Aralık 2020

kendini özgür bırak gitsin

Bir sabah gözünü açtığında 35 yaşında olduğunu görüp, öylece tavana bakakalıyorsun. Kimse sana mutsuzluk ve sevilmemişliğin de seninle beraber büyüyüp serpildiğini söylememiştir. Zaten sende on yıllar önceki o çocuk yaşlarında bunların farkında değildin.

Sahi küçük bir çocukken bunların farkına nasıl varacaktın ki?
Sen yıllar önce, henüz çocukken, o küçücük yüreğinin hızla giden bir arabanın içinde sana fark ettirdiği terkedilmiş biri olduğun hissini kabullenmiş ve buna karşılık canın yanmasın diye sürekli kendini bir şeylerle meşgul tutmuştun. O yüzden ne denilirse onu yaptın, ne gösterilirse onu öğrendin, ne söylenirse içine attın. Zaten yarrak kadar boyun ve türlü türlü huyunla başka ne yapacaktın ki?

Ne yapılacağını bilemediğinden, daha o yaşında, daha fasulye kadar boydayken, hepsini siktir edip kendini, zihnini, olmayan beynini gerekli gereksiz bir şeylerle meşgul tuttun, hep meşgul tuttun ve hep meşgul tuttun.
Çok da farkında olmadan yarattığın bu kaçma yöntemin, çalışkan olmana bağlandı.
Kimse seni karşısına alıp nedenini sormadı. Sen çalışkandın.

Sahi meşgul tutmayıp ne yapacaktın yarrağım. Kendini meşgul tutmayıp ne yapacaktın?
Tuttun işte ve 3-4 yıl dayanabildikten sonra bi gün yediğin dayağın etkisinin verdiği cesaret ve haklılık ile evden kaçtın. sokaklarda yatıp kalkmak ekranda göründüğü kadar renkli değil.
Geceleri hava soğuk olur. Küçük çocuklar için tehlikeli olur. Çok tehlikeli olur.

O yüzden 1 hafta sonra sokaklarda sürtmeyi bırakıp sike sike döndün, kaçtığın yere. Aynı terane, aynı huzursuzluk, aynı şeyler işte.

Sen kaçtığında şehir ardından yıkılmıştı. Sessiz sakin biri olduğun için asla evden kaçmayacağın söylenmişti ve bundan dolayı kaçış haberin o göt kadar küçük şehre hemen yayıldığında herkes kaçırıldığını, kaçırılıp öldürüldüğünü düşünmüştü. Bu yüzden de derelerde cesedin aranmış, ücra köşelerde sikilip atılmışlığın bile düşünüldüğü için bedenin aranmış, ikinci gün ise öldürülüp bi yerlere gömüldüğün kabullenilerek fatiha'n bile okunmuştu.
Evet.
Sen yaşarken ölümü kabullenilmiş basit bir et yığını,
Sen herkesin gözündeki o sırtından torbaları eksik edilmeyen yük eşşeği.
Sen ağzı var, dili yok uslu çocuk, sen sadece insan görünümlü nefes alıp veren bir canlıydın onlar için. 
Bu yüzdendir ki, kaçmanın sorununu çözmediğini, aksine o yaşta daha büyük bir sorun olduğunu kabullenip, çaresizce; herhangi bir sebepten dolayı dayak yediğin, hiç sevilmediğin, hiç sevilmeyeceğin, hep ötelendiğin, hep kenara kıyıya iteklendiğin ve mecburi olarak sana yedirilen her lokmanın sahiplerinin gözlerine battığı o yere döndüğünde, kimse sana neden kaçtığını sormadı, kimse neden uzaklara gittiğini, daha 14-15 yaşında neden evsizliği seçtiğini sormadı.
Kimsenin sikinde değildin. Dönüp geldiğinde ise sadece ölmemiş olmana sevindiler. Çünkü ölümünle başlarına bela olacaktın ve işte ölmeyip onları beladan kurtarmıştın.

Şimdi tüm o hengamenin üzerinden 10 yıllar geçti. Her şey bir toz bulutuna dönüştü. Diyeceğim o ki; sende şimdi boşuna kendine yüklenme artık. Çünkü senin suçun değildi sevilmemek, mutlu edilmemiş olmak, o çocuk bedeninin hiç kucaklanmayışı, başının okşanmaması. Bunlar elinde olan şeyler değildi. Onların elinde olan ama sana verilmeyenlerdendi.
Sıkma canını artık, geçti gitti hepsi. Bak şimdi kocaman bir yüreğin var. Kocaman bi adam oldun. Sıkma canını canım benim.
Sen masum bir iş gücüydün ve karnının doymasına karşılık olarak köpek gibi çalışman gerekiyordu. Hakkınla çalıştın ve karnını doyurdun. Hepsi buydu. Hepsi bu. Bak şimdi hayal olarak gelecek kadar uzaktasın o günlerden.

Hem kendini suçlamayı, kendine acımayı, acınılmasını beklemeyi de bırak artık.
Sen yanlış bir şey yapmadın. Sadece çocukluğunu içine atıp yaşadın ve bugününe geldin.
O günlerde ise sadece gerçek bir çocuktun. Sevilmediğinin bile farkında değildin. Sadece bir şeylerin eksik olduğunu, birinin elinden tutması gerektiğini, birinin elinden tutman gerektiğini, birinin başını okşaması gerektiğini en derinde bi yerlerde biliyor, hissediyordun fakat nasıl dile getireceğini bilmeden yaşayıp gidiyor, sevilmemişliğin açlığı da günden güne büyüyüp seni içine çekip etraftan saklıyordu.
Yani özetle; çocukluğunu, çocuk halini içine atarak iyi yaptın. Yapman gereken şey bundan başkası değildi. Bugüne kadar yapmış olduğun tek doğru şey bu bile olabilir. Yani sen yanlış bir şey yapmadın. Affet kendini. O zamanlar bir çocuktun, sadece bir çocuk.
Şimdi ise artık büyüdün. Gerçek bir yetişkine dönüştün.
Yaşayamadığın çocukluğun, yaşatılmayan çocukluğun hepsi geride kaldı. 
Şimdi sende o içindeki o orospuçocuğunu bırak gitsin.
Çünkü sen artık dünkü o ezik çocuk değilsin, sen artık 35 yaşındasın. İçine hapsedilmiş o çocuğu özgür bırakabileceğin yaştasın.
Bırak gitsin. Tutma içinde, bırak gitsin.



25 Aralık 2020

Bıktım, hatta fena şekilde bıktım şu "iyi ve güzel bir dünya var" alt metinli yazılardan, muhabbetlerimden, yediğim her kazığa rağmen bitmek bilmeyen o "acı çektim ama az ilerdeki köşeyi de dönücem" adlı durmadan umut pompalamaktan.

Dünya bok gibi bir yer ve gittikçe bulanıklaşan inancıma rağmen inadına inadına hâlâ cennete inanan biri olarak söylüyorum; bence dünya cehennemden başka bir şey değil. O yüzden lütfen ağlamayı kesin ve öteki dünyadan geldiğinizin farkına varın. Orda ne bok yediyseniz, burda onun hesabını ödüyorsunuz, orda kimin kuyruğuna bastıysanız burda onun adına ciyaklıyorsunuz ve diğer afili cümleler işte.

Yani özetle diyorum ki; Birazda kötü şeyler üzerine konuşalım mı?
Şu olmayacak olanlardan, kırılacak olan kalbinin alacağı şekillerden, tutmayacak olan sözlerden, sevilmeyeceğin aşklardan, dışlanacağın arkadaşlıklardan, aile kuramayacağından ve diğer kurduğun eciş bücüş hayallerinden.
Dünya böyle bir yer canım. O yüzden kemerini sıkı bağla ve fermuarını açanın önünde diz çökerek yükselmekten vaz geç. Za

17 Aralık 2020

bir intihar sekli olarak delirmek

Delirmenin kişisel bir tercih, yaşanılan çağdaki toplum düzeninden bir çeşit uzaklaşma yolu, hayatın yüklediği sorumluluk almaktan kaçış şekli, yani korkaklıktan kaynaklı bir ruh veya yaşam şekli olarak düşünürdüm. Ama bu son zamanlarımda, eskiye nazaran daha sık yaşadığım şu adını "gerçekliğe bağlanma" dediğim şey yani ruhsal veya psikolojik farkındalıklardan anladığım şu olduki; aslında delirmek, en basit tanımlamasıyla edindiğin yeni farkındalığın yaşattığı derin bir dehşet halinin yaşanmasıdır. Üstelik anlatmak için çırpınmana rağmen, doğru kelimelerin bir araya geldiği cümleleri kurmaktan acizsindir ve senden başkasının seni anlayamadığı gerçeği de ayrı bir dehşet yaşatıyordur.
Anlatamadığın bu yeni farkındalığın altında tek başına ezilirken, öylesine sessizleşirsinki bir yandan da tüm sakinliğini korumaya çalışarak her şey olup bittikten sonra "acaba diğer insanlarda bunu yaşamışlar mıdır, yaşıyorlar mıdır?" diye düşünerek senin gibi insanların da olabileceğini, tıpkı şu an senin yaşamış olduğun bu farkındalığı anlatmak için doğru cümleleri bulamaman gibi onlarında bulamadığı için susup, tek başlarına ezildiklerini düşünürsün. Yani böyle düşünürken bile aslında yalnız olmadığını, yalnız ezilmediğini düşünerek, dehşeti hafifletmeye, yaşadığını kendin için normalleştirmeye çabalarsın. Oysa normal değil. Kabullenmelisin. Çok acilen kabullenip, iyileşmelisin.
Ve akıllı kalmak kadar, delirmek de çok zordur. Üstelik delirmek, akıllı kalmaktan daha güçtür.

Eskiden delilere bakıp "ne güzel, hiçbir şeyi ciddiye almıyorlar, hiçbir şey umurlarında değil" derdim. Şimdi ise onları kendimce de olsa birazcık anlıyorum; Delirmek bir korkaklık hali değil. Bir rahatlık, bir umursamazlık veya başka bir durum değil, delilik bir çaresizlik halidir. Ve gerçekten bir yardım çığlığının vücut bulmuş halidir. Yani delilik ne övülecek, ne de sövülecek bir haldir. Delilik sadece bir acil yardım çağrısıdır.


15 Aralık 2020

siz oturabilirsiniz ama kişiliğiniz hep ayakta kalacak

Henüz daha 9-10 yaşındayken kimsenin seni sevmediğini düşündüğün için evden ayrılmaya karar verip, şehirlerarası yolda akşama kadar gidebileceğin kadar uzağa yürüyüp, karanlık bastırdığında da açlık, susuzluk ve korkudan dolayı geri dönüp onca yolu tekrar yürüyerek eve gittiğinde, evdekilerin senin yokluğunu bile fark etmediklerini görüp çocuk halinle üzüldün mü?

Henüz çocukken, yaşın daha 12-13 iken, bundan sonra en büyük abin ve yengenle yaşayacağını söyledikleri için seni alıp başka bir şehre götürdüklerinde, orda gözlerini henüz açmışsın gibi bir şekilde şaşkınlıkla etrafa bakınırken ailen tarafından terk edildiğini düşündün mü?
Üstelik terk edildiğin için üzülüyor olmandan, günlerce süren çocuksu mateminden dolayı küçücük boyunu, çehreni ve bakışlarını saran sessizliğinin kimsenin dikkatini çekmediğini, bunun aksine uslu bi çocuk olduğunu düşündüklerini fark ettin mi?

Sonraki 3. gün ise aslında sadece iş gücü olarak görüldüğünden dolayı çalıştırılmaya başlatıldın mı?

Sabahın köründe kalkıp, akşama kadar köpek gibi çalışmana rağmen, kahvaltıda bir bardak fazla çay içtin diye, 3-5 zeytin ve bir parça fazla ekmek yediğin için yengen tarafından hakarete uğradın mı?
ve üstelik bu hiç bitmeyen bir şeye dönüştüğü için, sen henüz bir çocukken doymak için yengenden gizli gizli bir şeyler yemek zorunda olduğunu anlayıp, yıllarca ona yakalanmadan karnını doyurmak zorunda kaldın mı?
ve yine üstelik şu an 35 yaşına gelmiş olmana rağmen, görmekte olduğun rüyalarda yengenden gizli gizli yemek yediğin oluyor mu?
O çocuk halinle elinden gelenin en iyi haliyle çalışmana rağmen, az çalıştığın bahanesiyle dayak yediğin oldu mu?
Ya da önemli veya önemsiz bir sebepten dolayı en ufak bir kızgınlıkta dahi kalabalığın içinde yüzüne tükürüldüğü ve bu tükürülmeler sen 18 yaşına bastığında evden kaçıncaya kadar devam etti mi?

Arkadaşın olmasına izin verilmediği için tüm çocukluğunu tek başına geçirdiğin oldu mu?

Sürekli bağırıp çağrıldığı için, sürekli tokatlandığın, aşağılandığın için şimdi oturmayan bir kişiliğe sahip olduğunu düşündüğün oldu mu?

Sürekli aşağılanarak büyütüldüğün için kendinin sıfırdan aşağı olduğunu sandığın ve hatta bir insan olmadığını düşündün mü?
Tüm o değersizleştirici yaşanmışlıklarını aşmak için, bu yaşında bile elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor musun?

Henüz küçük bir çocuk olmana rağmen, o günlerde yaşamakta olduklarını hak ettiğini düşündüğün oldu mu hiç? Küçük bir çocuksundur ama aslında hak ettiğin için yüzüne tükürüldüğünü, dövüldüğünü, çok yemek yediğin için sofradan kovulmayı, sofrada delici bakışlarla kalk denilmeyi hak ettiğini düşündün mü hiç? Ben düşündüm. Çok düşündüm. Küçük bir çocukken böyle şeyleri çok ama çok düşündüm. 

14 Aralık 2020

bir eşya olarak dildo ve mutluluk

Son bi kaç aydır Öküz Herif'le yaşadığımız gerilimli günler, sürekli bana "evimden siktir ol git" demesi ve benim bunun karşılığında gidecek bir yerimin olmaması yüzünden çektiği siktirleri sineye çekmem,  ailemi özlediğimden dolayı aradığımda annemle olan muhabbetlerimizin sürekli "karınla yine deneyin, yazık oluyor oğluna, bak kocaman oldu, büyüdüğünde sana hesap soracak" demesi, benimde zaten bu konu özelinde ara ara vicdanen duyduğum rahatsızlık, yaş aldıkça beyazlayan saçlarımın beynimde oluşturduğu baskı, kafamın içinde sürekli var olan kardeşlerimle bile bi aile kuramamış olma düşüncesinin dönüp durması, karımla güya kurduğum ailenin ise bir boka yaramamış olması vs derken bir anda "acaba eski karımla yeni bir hayat kurabilir miyiz?" diye düşünmeye başladım ve işte onunla oturup konuşuyorduk.

Beraber yaşadığımız süre içerisindeki yanlışlarımızdan, o süre içerisindeki uyumsuzluğumuzdan, onun tabiriyle zıt karakterler olmamızdan bahsettik.
Evet çok zıttık. Onun gittikçe İslam olduğunu düşündüğü ama aslında İslam ile alakası olmayan sapkın bir müslümanlık anlayışını hardcore benimseyerek yaşamaya başlamış olması, oğlumuzu bu küçücük yaşta "mekruh, hazreti cibril" gibi kelimeleri rahatlıkla telaffuz edecek kıvama getirmiş olması, kendisinin gittikçe yalnızlaşan hayatını ve yaşadığı çevre içerisindeki "kocasından ayrılıp baba evine dönmüş kadın" bakış açısının ağırlığını hafifletmek için din adı altında hurafeleri sorgulamadan hayatına aktarması vs dine olan sorunlu bakış açısını gözler önüne seriyordu.
Zaten muhabbetimiz esnasında da bir kaç cümlesinde bana "dinsiz bir yaşam sürdürdüğümü, dinden çıktığım" gibi cümleler kurduğunda, ona "ben allah ile arama, annem dahil kimsenin girmesine izin vermediğim bir müslümanlık yaşıyorum" diyerek cevap verdim ve o bu cevabım üzerine, zaten kocaman olan gözlerini iyice açarak bana dehşet içinde baktı.
Gözleri daha da büyüyüp, yüzünün yarısını kaplarken "çünkü günah veya sevap yaşadığım ne varsa bana ait olsun, sadece benim kararlarım olsun istiyorum. Allah'a da başkasının hesabını vermek istemiyorum" diye devam ettirdim ve o bu sözlerim üzerine kocaman bir yutkunmayı çenesini bile örten başörtüsünün altında saklamayı başaramayarak zorla yuttu.

Bu 2-3 saat süren eski hesap defteri muhabbetimiz esnasında, 2010 yılındaki ayrılışımızdan bu yana ikinci defadır oturmuş onunla şimdi tekrar bir araya gelebilir miyizleri konuşurken, onun sarf ettiği cümlelerleden, bakış açısını netleştiriyor, bi yandan da olurda bir araya gelirsek onunla aramızda açılmış olan milyarlarca kilometrelik farklılığı nasıl kapatacağımızı düşünüyordum.
Düşündüm düşündüm düşündüm ve konuşurken bi yandanda düşünmeye devam ediyordum.

Gördüğüm kadarıyla o şimdi daha da içine kapanıp kalmışken, ailesinin ona verdiği imkanlarla yeterli bir hayat sürdürürken, başörtüsünün altına saklandığı bir hayat yaşamayı dindarlık sanırken, müslümanlık olmayan ama belki bunu nasıl red edeceğinini de bilmediğinden mecburi bir sapkın müslümanlık hayatı yaşarken ve aslında din olmayan şeyleri vicdanını ve çevresindeki insanların ağzını susturmak için tüm içtenliğiyle dibe batarcasına yaşarken, olurda biz bir araya gelirsek aramızdaki farkı nasıl kapatacaktık?
Sahi kapanabilir miydi?
Onunla olan bu çok farklı bakış açılarımızı nasıl değiş tokuş edecektik veya nasıl uyum sağlayacaktık?
Üstelik ben beş parasız bi biseksüeldim ve onada biseksüelliğimden ayrı bir konu olan parasızlığımı "son 4 yıldır doğru dürüst çalışmadım ve kazandığımıda zaten hep yedim" dediğimde o bana "hiç mi paran yok" diye sordu ve ben karşılık olarak "sadece 15 bin liram var" dediğimde o bana "15 lira ne ki? ev kurmaya kalkışsak ona bi koltuk takımı bile gelmez" diye cevap vermişti.
Bu cevabı da o günden bu yana kafamın içinde şimdi dahil milyonlarca defa dönüp durmuşken biz onunla nasıl bir araya gelebilirdik ki?
Sahi işin bir de bu boyutu vardı değil mi? yani 15.000 TL'ye koltuk takımı alıp onunla da yetinmeyi bilmeyen biriyle biz yapabilir miydik?
Onun deyişiyle "üstelik oğlumuz için de bir araya gelmemeliydik. Biz anlaşabilir miyiz, asıl mesele bu olmalıydı, asıl önemli olan bu olmalıydı geriye kalan hiçbir şeye bakmamalıydık" da diyordu.
Bunları ve daha bilmem neler neleri konuşmuştuk ve benim aklımda kala kala 15.000 TL'lik koltuk takımı kalmıştı.

Oğlumuz için bir araya gelemezdik, ama 15.000 TL'lik bi koltuk takımı için bir araya gelebilirdik. 
Direkt böyle dememişti ama söyledikleri üzerine düşüne düşüne şimdi bu sonuca varmıştım.
"Bir yuvam olsun istiyorum" diyordu ama yuvasını sadece eşyadan ibaret görüyordu. Oysa zaten aramızda eksik olan sevgiyken, birbirimizi sevebilir miyiz, birbirimize şefkat gösterip, merhamet edebilir miyizi düşünmek, konuşmak lazımken, konuştuğumuz ve beni düşündürttüğü şeye bak.

Tüm çulsuzluğumla ona koltuk takımı alacaktım ve o, biz şimdi tekrar bir araya gelip mutlu olabilir miyiz konusunu değil, "o paraya koltuk takımı gelir mi"kiyi düşünüyordu.
Haklıydı. Koltuk takımı gelmezdi ve bende Öküz Herif'den yediğim siktirleri yine düşünmeye başlamıştım. Sineye çekmeli miydim? Böyle bir bakış açısına sahip biriyle tekrar bir araya gelmeli miydim?
Yani onunla hiçbir ortak noktamız yokken, pardon! "Tek ortak noktamız ikimizinde erkeklerden hoşlanmasıydı" bunun dışında ortak noktamız yokken ve ben yediğim siktirlerden dolayı artık hayatımdaki tek erkekten de vazgeçmeyi düşündüğüm o raddeye gelmişken, eski karımla artık hiç ortak noktamız kalmayacaktı ama işte tüm bunlara rağmen mutlu olabilir miydik? Yani hiçbir ortak noktamız kalmadığında kurduğumuz bu yeni hayatta mutlu olabilir miydik? 
Hayır olamazdık.
Üstelik oğlumuz da büyüdü ve hatta geçen gün onu kızdırdığımda bana "seni babalıktan red edebilseydim red ederdim" dedi :)
Ona edebileceğini söylediğim de "keşke edebilseydim" diye cevap verdi.
Şimdi ben tüm bu yaş almış olma psikolojisinin yarattığı baskı, öküz'den yediğim siktirleri sineye çekememelerim, annemin tekrar deneyin ısrarları karşılığında bu hengameye düşmüşken ve dibime kadar mutsuzluktan kaynaklı huzursuz günler geçirirken, acaba bir kadınla tekrar yuva kursaydık mutlu olabilir miydik diye düşündüğümden ve şu an hatırlayamadığım daha binlerce hatta on milyonlarca nedenden dolayı bu kargaşayı yaşarken, o sadece koltuk takımını düşünüyordu.
Üstelik o da mutsuz olduğunu, ailesiyle yaşamasına rağmen bunun çok zor olduğunu söylüyordu ama işte yinede düşüncesi buydu.
Yıllardır ayrı olmamıza ve bir türlü tek başımıza ayrı ayrı mutlu olmayı beceremiyorken, bir çok nedenden dolayı tekrar bir araya gelip 15.000 TL'lik koltuk takımına oturursak mutlu olabilir miydikki?
Şimdi sadece bunu düşünüyordum. 
Üstelik aklımda, onun şöyle cümleler kurması hayaliyle onun karşısına gelmişken;
"-siktir et parayı pulu, biz bir araya gelelim. ben senin her haline razıyım
-boşver evleri arabaları, ben seninle kuru ekmeğe talibim
-tamam şimdilik hiçbir şeyin olmayabilir ama zamanla yaparız, huzurumuz olsun yeter."
o bu cümlelerin hiçbirini söylemedi. Sadece düzenlik aralıklarla tozunu alabileceği eşyalar istiyordu, hizmetini yapacağı bir takım mobilyalara dalıp gidiyordu, konu komşuya göstereceği şeyleri düşlüyordu. Bu durum hem kendim için, hem onun için çok acınasıydı. Ama ne yapabilirdim ki? O benim eşyalarla mutlu olamadığımı bilmiyordu, kendisinin de mutlu olamayacağından haberi yoktu.
Ve bence eşyalarla mutlu olabilirim diyenler, kendilerine dildo alarak mutluluğa ilk adımı atabilirlerdi. ama o bunu da bilmiyordu. zaten benimde aklıma şimdi bu cümleleri yazarken geldi. 


13 Aralık 2020

acı çektiğimi göstermek istiyorum
çünkü acımı hep sakladım
hep güçlü durdum
geçilemez bir dağ, sert bir kış, aşılamaz bir deniz gibi durdum

12 Aralık 2020

kayıp

Bi gün çok erken yaşlarda,
Henüz kimsenin seni ciddiye almadığı ama senin herkesi ciddiye aldığın o çok masum zamanlarda
İçinde bi yerde kayboluyorsun.
Henüz küçük bir çocuksundur
Küçücüksündür. küçücük.
Sen kaybolursun, hiç kimse farkında varmaz.
Kaybolmuşluğun, kaybolmanın ne olduğunu sen bilmezsin.
sen sadece kaybolduğunu bilirsin.
Kaybolmak senin için bir anlamdan uzak, sadece bir varlıktır, ilerde öğreneceğin bir kelimedir.
Kayıpsındır ama ordasındır da.
Çünkü herkes tüm boşluğuyla, koca hiçliğiyle, içindeki hiçsizliğiyle sana bakıyordur
ama gördükleri tek şey bir et yığınıdır
Orda olmadığını anlamazlar.

Kimsenin senden haberi yok, tek başına tüm kalabalığa karşı yaşıyorsun.
Tüm kalabalığa karşı yalnız, tüm kalabalığa karşı tek başına.
Önceleri, yani henüz çok erken zamanlarında bunun farkında olmazsın.
Böyle yaşadığının, yaşamının, debelendiğinin, hiç farkında değilsindir.
Hayat denilen şeyin bu olduğunu sanarak yaşarsın. yaşarsın. yaşarsın ve zaman akıp gider.

11 Aralık 2020

hakkimda hayrlisi

bir erkekle yaşamak için ölüp bittiğim günler, haftalar, aylar, yıllar falan hepsi geride kaldı. sırf bir erkekle yaşamak için tüm hayatımı alt üst etmiş olmama da acıyorum. yazık ettim kendime. zamanıma. ruh halime. psikolojime. her bokuma yazık ettim.
artık bir erkekle yaşamak için yanıp tutuşmuyorum. çünkü bir erkekle yaşamak boka bulanmaktan başka bir şey değil. üstelik ne yaparsan yap, zamanını alıp seni yormaktan başka bir şey vermiyor eline. bu çok acınılası bir durum ve bunu anlamak için yıllar geçmesei gerekiyor. hatta bunu anlamak için yıllarını vermen gerekiyor. 
özetle; işte bak ben anladım ve karşılığında yıllarımı verdim. siz vermeyin ibneler.
bakın şimdi tüm ateşim söndü, bende küle döndüm. keşke güle dönseydim. ama olmadı. 
yıllar önce yola güle dönüşmek için çıkmıştım ama ne yazıkki küle döndüm. (bu uyaklı cümleden edebi şeyler çıkarmaya çalışıyorum. çünkü yapacak daha iyi bir şeyim yok. saat gecenin yarısı ve ayaklarım üşüyor olmasına rağmen inatla oturmaya devam ediyorum. keşke doğalgazın parasını ben ödeseydim de eskiden olduğu gibi, üşüdüğüm zaman açabilseydim. ama ne yazıkki parasını ben vermiyorum ve bu yüzden açmaya hakkım yok. nerden nereye geldim. resmen kül olduğumun başka bir kanıtı)

yorulduğum şey bir erkekle yaşamak falan da değil. yorucu ve her şeyde bi kusur bulup, bunu sürekli yüzüne çarpan, kusur bulmak içn her şeyi didik didik eden bir insanla yaşamak.
aslında olay hep böyleydi ama ben görmemeyi seçiyordum. zaten başka ne yapabilirdimki? çünkü kusur bulmak istesem, araya eser miktarda karışan olumlu şeyleri de hiç görmeyecek, cehennemden farksız olan hayatımı cehennemden daha beter bir ad bularak isimlendirmek zorunda kalacaktım.
her neyse işte, tüm bu yorgunluğu edebi bir şekilde anlatmak yerine şunu söylemeliyim ki; ben çok yoruldum. artık iyi bakarsam iyi görürüm, iyi konuşursam iyi olur, güzel bakarsam güzel görür adlı kendi kendimi oyalayıp durduğum kandırmacalarımdan da gına geldi. o kadar yoruldumki; kendimden bile kaçasım var. kendimi bile terk edesim var. 
artık yaşım 35 oldu ve ben incir çekirdeğini bile doldurmayacak kadar önemsiz bir şey için yorulmak istemiyorum. ben artık kendi kabuğuma çekilip ordan bir müddet yaşamak ve sonra günüm geldiğimde azraile ellerim havada sessizce teslim olmak istiyorum. ben çok yorgunum. yolun yarısında bu kadar yorulduğum için pes etmek bana yakışmadı ama ne yapıyım; elimden başka bir şey de gelmiyor.
belki de hakkımda hayrlısı budur.

30 Kasım 2020

bitmeyen şok etkisi

Bu aralar çok sık küçük küçük depresyonlar olduğunu düşündüğüm şeyler yaşıyorum. Daha doğrusu hani şu gerçekliğe bağlanma durumu dediğim şey var ya, işte onu.
Bazen öyle ansızın oluyorki, sanki şimdiye kadar ben diye biri yokmuşta, henüz az önce tüm bu olmakta olanın içine doğmuşum gibi donup kalıyorum.
O an gördüğüm, hissettiğim şey; sanki tüm bu hayatı ben yaşamamışım ya da yaşamışım ama aslında farkında olmadan yaşamışım gibi bir farkındalık oluşuyor ve bu farındalık beni dondurup bırakıyor.
 Sanki tüm yaşanan hayatın, şu başımdan geçip giden onlarca yılın yaşayanı değilde, izleyicisiymişim gibi içimdeki pencereden dışarıyı izlercesine bakınarak yaşamışım gibi öylece kalakalıyorum.
Bunun adı depresyon mu, ya da benim ilk zamanlarda dediğim adıyla "gerçekliğe bağlanma" mı, yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama işte böyle şeyler oldu ve öyle görünüyorki olmaya da devam edecek.
Bununla yaşamaya alışmak, kendimi bunu engelleyen olmaktansa ona alıştırmak ve olan her ne ise onu normal görerek çabalamak ise yeni düşünce ve davranış biçimin oldu.
ve açıkçası şunu da söylemeliyimki; üstesinden gelemediğim ve zaten ne olduğunu da bilmediğim için olsa gerek asla üstesinden gelemeyeceğim bu ruh halini bu şekilde ele almak, böyle davranmak, o an onu yaşarken beni daha sakin ve iyi hissettiriyor. bugün 2-3 saat aralıklarla iki defa yaşarken de hissettirdi.

Yani; tüm bu şok edici korkunçluğa rağmen işin güzel tarafı şu ki; artık bu yaşadığım bok her ne ise ondan korkmuyor, sadece yıllardır ve defalardır üst üstte farklı zamanlarda, farklı insanlarla, farklı olaylarda, farklı konuşmalar esnasında, farklı durumlardayken aynı hissi deneyimlediğim için, deneyimliyor olduğum için artık bunun farkında olarak kendim için o anı normalleştirmeye başlıyorum ve bu sayede artık o anın içindeyken ondan korkmak yerine, o anı anlama ve neden yaşadığım üzerine yoğunlaşıyorum ve hatta; henüz o anın ta içindeyken, yaşamakta olduğumun gerçekte ne olduğunu anlamam, hissetmem ve sonrasında ne hissedeceğimi anlamama dair "önüme çıkmış bir fırsat daha" olarak görüyor ve bu sayede de önceki deneyimlerime oranla, yaşamakta olduğum şeyi daha rahat ve normal görmeye başlıyorum.
Bunun sonucunda da sanırım böylece bunun o ilk zamanlardaki korkunçluğunu şimdi daha sakin atlatabiliyor, atlatmayı becerebiliyorum. 
Böyle yaklaşmam, olayı kendimce böyle ele almaya başlamış olmam, yaşanmakta olan karşısındaki yeni davranış şeklim benim için daha rahatlatıcı ve o anın etkisinden sanırım daha kolay çıkmama da yarıyor.
Çünkü tüm olan bitenlerin sonrasında artık eskisi kadar sert bi gerginlik veya sert bir şokluk yaşamıyorum. Sadece bir deneyim daha yaşamış olduğum için, farklı ne hissettiğimi, ne hissettirdiğine odaklanıyorum veya beni, bu deneyimi yaşamaya iten şeyin ne olduğu üzerine düşünmeye başlıyorum. Belki de bu durumu yaşamama sebep olan tetikleyiciye ulaşabilirsem, olayın kendisini çözümlemeyi de başarırım ve böylece her şey daha rahatlatıcı olacaktır.
Hem dünyada milyarlarca insan varken, bunu bir tek ben yaşıyor olamam. Mutlaka başka insanlarda yaşıyorlardır ama ne olduğunu bilmiyor, nasıl ifade edeceklerinin yolundan habersizdirler. Ya da belkide ifade ediyorlar ama birbirimizden haberimiz yoktur. en azından benim henüz onlardan haberim yok.

25 Kasım 2020

geçtin gittin sessizce kimseye görünemedin

Bi sabah gözünü açtığında 35 yaşına gelmiş oluyorsun ve öylece apışmış bi şekilde etrafa bakınıp neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorsun. Oysa istediğin kadar bakın, istediğin kadar anlamaya çalış. Sanki yediğin tüm haltlar, senden habersiz bir şekilde olup bitmiş ve hatta senin başından geçmiş olmalarına rağmen sanki hiçbir şeyden haberin yokmuş ve sen daha az önce bu halinle dünyaya gelmiş gibi şaşkın bi şekilde bakınmaya devam edersin.

Sahi neler yaşadın öyle, neler gördün, neler geçti başından, kimler girip çıktı hayatına, kimler sıçtı ağzına hatırlıyor musun? Dur söyleme, tabiki hatırlamıyorsun. Hatırlamayacaksın da. Çünkü her şey o anda olup bitiyordu ve zaten sende sanki hep o yaşında, o anında kalacakmışsın gibi yaşıyordun. Öyleydi değil mi? Açıkçası benim için hep öyleydi ama buna rağmen senin aksine ben biraz allayıp pullayarrak, biraz olmasını istediğim gibi abartarrak ve hatta boş kalabalık cümleler arasına bir kaç anımı sıkıştırarak da olsa burada hangisinin doğru olduğunu bildiğim kendi yalancı tarihimi tutabildim.

Ya sen?
Not düşebildin mi bi yerlere, kimseye anlatabildin mi yaşamadığın ama yaşamak istediklerini, başkalarının hikâyelerini dinlerken hissettiklerini seninmiş gibi paylaşabildin mi kimseyle, ucundan azcık yaşadıklarının içini süsleyip püsleyip defalarca anlattın mı etrafındakilere?

Durdurulamayan o gençlik coşkunu, heyecanını, saman alevinden farksız aşklarını, yalancı arkadaşlıklarını, gelip geçen sahte duygularını, sırf yaşamış olmak için gözünü sımsıkı kapayıp daldığın o aptal ötesi maceralarından haberdar edebildin mi diğer insanları?

Ya da hepsini boşver, etrafında senin gerçekte neler hissettiğini bilerek yaşayan kimsen var mı?
Girip çıkanlardan kimseyi tutabildin mi yaşamında, yoksa geldikleri hızla siktir olup gittiler mi hayatından?
Tutamadın değil mi kimseyi? Bölünmüş kendinden başka hiç kimse yok değil mi hayatında? Ne kadar benzer ve acıklı. Aynısından ama biraz daha az acıtanından bende de var.
Yani şimdi bir sik gibi dik, ama tek başımızayız.

Herkese böyle oluyor. Böyle olacak. 
Ben henüz anladım ve evet dedikleri gibi, burun kıvırdığımız büyüklerimizin dediği gibi; bir anda olup bitttiyor her şey.
Hepsini tek tek yaşıyor olmaya rağmen, başından geçen hiçbir şeyin farkında olmuyorsun, farkına varmıyorsun, varamıyorsun. Sanki yaşamamış gibi bu yaşında öylece aptal aptal bakınakalıyorsun.
İşte böyle sıradan, sıradan bir sabah, sıradan bir anında uyandığında yaşın çoktaaaaan başından geçip gitmiş oluyor. Saçın beyazlamış, sakalın birbirine karışmış, hayallerin çoktan uçup gitmiş oluyor.
Üstelik gaza getirilmiş olarak yaşamış olduğunu da yeni yeni anlıyorsun. Ne tuhaf. 
Oysa bir zamanlar demişlerdi sana "her şey çabuk geçiyor, hiç fark etmiyorsun"
Sense klasik cümleler deyip gülüp geçmiştin. Zaten başka ne yapacaktın ki?


hayatı gelişi güzel yaşayınca, yaşadığından da bir şey anlamıyorsun. düşünki önüne sürekli top geliyor ama sen kaleye şut çekmek yerine topu ayağında sektirme derdindesin. oysa kaleye atsan gol olacak, tribünler sevinçten havaya uçacak, sen omuzlarda yerini almış olarak sahayı turlayacaksın. fakat topu kaleye atmıyorsun. almış hâlâ sektiriyorsun. peki o zaman işin ne? neden ilk 11'desin, neden sahaya çıktın?
değil mi?

hayatı anlamadığını, onun hakkında hiçbir bok bilmediğini, onu aslında çözemediğini düşündüğün, anladığın oldu mu hiç?
Benimki şimdi öyle. hakkında hiçbir bok bilmiyorum. hiçbir bok bilmemişim. Ne olduğunu anlamadım. anlamıyorum.

Anlamadığım için oturup ağlayasım var ama ne işime yarar bilmiyorum. 

13 Kasım 2020

Moses ile ben üzerine

15 mayıs 2020
saat: 00.27


olağanüstü bir adamsın
zeki
hırslı
çok düşünceli
çok iyi düşünen birisin, çok iyi düşünüyorsun
insanları çok iyi anlıyor, tanıyorsun
kafana koyduğunu, emek vererek, zaman yaparak yapan
ama doğrusunu bildiğin bir konuda, herkes senin gibi olsun, senin gibi düşünsün istiyorsun.
insanları kırmaktan korkmuyorsun ve sanırım bunun nedeni çok makale , kitap vs okuman olsa gerek. çok okuyorsun ve onların psikolojisiyle çevreni çok kırıyorsun
çok ciddi şeyler okuyup onların etkisinde kalıp insanları çabuk bozuyorsun,
kimseyi alttan almıyorsun
insanları değersiz şeyler için bile çabuk kırıyorsun. ceviz kabuğunu doldurmayacak şeyler için bile parlıyorsun
okuduklarının etkisinde hareket eden birisin
insanlara ders vermeye, sürekli öğretmeye çalışıyorsun, öğrettiğin kabul edilmeyince kızıyorsun
minnetsiz yaşıyorsun, yaşamaya alışmışsın.
beni bile çok kırdığın terslediğin vakitler oldu. ama seni tanıdığım bildiğim için bir şey demedim.
çabuk kırıyorsun. basit şeyler için bile kırıyorsun

2016'dan gelen saçmalık

kimsenin gücü yok bir ayrılık daha yaşamaya
herkes yorgun ve yine de başı dik.


küçük bir gönlü, yarım saatliğine sevindirmek uğruna koparılan çiçeklerin vazoda en fazla iki gün ayakta durma cezası alması gibi hayat.

solgun renkler edininceye kadar mutlu görünme alışkanlığı edindirdik sevenlerimize de.

çok silahsız ve çok bıçaksız ellerimiz, ama yine de saldırıyoruz hiç acımadan onların bedenine.


mis kokulu çıplak bedenleri, ağızları temiz sözleri kirli insanlar

bir dokunsalar boşalacak sokak

bütün hevesleri kaçacak, sana duydukları aşk bitecek.

herkes yorgun düşecek yatağa, gözleri kapalıyken “keşke gelmeseydimler” belirecek akıllarda, kaçıp gitmek isteyecekler uzaklara. cümleler de acılar gibi hep tekil, yaşarlarken hep çoğul. 

22 kasım 2016 (saat 10:34'da böyle saçmalamışım)

11 Kasım 2020

yoruldum

Sınırsızca sabır göstermekten, bir şey yaparken veya bir konu hakkında fikrimi söylerken yanlış anlaşılmamak için uzun uzun ve etraflıca tüm detaylarına kadar anlatmaktan, bitmek bilmeyen bir şekilde sürekli kendimi savunmaktan, yanlış yapmadığımı sadece yanlış anlaşıldığımı ama bunun sebebinin de ben olduğumu çünkü yeteri kadar açık ifade edemediğimi söylemekten, özür dilemenin küçük düşmek olmadığını bildiğim için tartışma esnasında haklı olmama rağmen olay çığrından çıkmasın diye özür dilemekten, sürekli alttan almaktan, büyümüş olan olayların daha da büyümemesi için susmaktan, güçsüzken bile güçlü durmaktan, üzgünken üzdürülmüşken üzülmemişim gibi yapmaktan, güvendiğim sırada kandırılmaktan, hiç olmadık bi anda, hiç kırılmaması gereken yerde bile kırılan kalbimin kırıklarını saklamaktan, kırılmamışım gibi davranmaktan ve davranmaktan ve davranmaktan yoruldum anlıyor musunuz? çok yoruldum.

ilişkimde sevgi için, sevilmek için dilenircesine bakınmaktan ve konuşmaktan ve her defasında her fırsatı sevilmek için değerlendirmeye kalkışmaktan, ilgi gösterilsin diye sırnaşmaktan, sırf sarınmak için sarılmaktan, hal hatrım sorulsun diye bomboş sohbet konuları bulmaktan, beraber vakit geçirmek için plan yapmaktan, planları hep ben yapmaktan, hep ben yamaktan, hep ben  yoruldum.

bir köleymişim gibi davranılmaktan, hissettirilmekten, mutsuz edilmekten yoruldum.
çok yoruldum.

05 Kasım 2020

yamlış

Nereden geldiğim, nerede olduğum, nereye gideceğim hakkında bi fikrim yok. Her şeyin birbirine çok fazla ama çok çok fazlaca karıştırılmış olduğunu gördüğüm veya düşündüğüm bir dönemdeyim.
Sağım solum sobe.

Yanlış olmamasına rağmen yanlış kabul edilen çok şey yaptım. Doğru olduğu kabul edildiği için yaptığım doğrularım ise yanlışlarım kadar bile olsa iplenmedi.
Sonuç; yanlış kabul ettiklerine karşılık olarak doğrularımı alıp götürdüler.
Otur, sıfır.

Az önce anladım ve iman ettim "istediğin gibi bir hayat yaşamak" diye bir şey yok.
Yine karşılık olarak ise anladım ve iman ettim "istedikleri gibi bir hayat yaşamak" denilen bir şey var.
Robot.

Özgürlük denilen şey ansiklopedi yayıncılarının, bir ton kağıdın değerini 5 katına çıkarmak için uydurduğu sikik bi kelimeden ibaret. Yani özgürlüğün varlığı da, sırf herkes ona para verdikten sonra okuyup geçsin diye kağıt üzerinde olmasından ibaret.
Tüh. Yandırıldım. Yok.

Kafam karışık değildi. Her şey çok basit ve açıktı. Ama ben açıklığın karşılığı olarak bir bedel ödemem gerektiğinin farkına çok geç vardım. Kafam şimdi ise çorba gibi karmakarıştı. Durmadan da karıştırdılar. Pardon tuz alabilir miyim? ve lütfen biraz da pul biber.
Acısız olandan.



03 Kasım 2020

geleceksizliğe dönüş

Dönüp arkama bakıyorum da, sanırım hayatı çözdüğümü sanarak yaşamama rağmen meğer hiçbir bok anlamamışım ve hiçbir bokunu çözememişim. Anladığımı sandığım her şey ise, meğer şımarık bir çocuğun gördüğü her şeyi isteme hakkı olduğunu sanarak el uzatmaya kalkışmasından ibaretmiş gibi.
Onu da işte bu yaşa geldiğimde anladım.
Belki de hayat denilen şey budur. Yani insanın yanılgılarından ve onu çözdüğünü sanarak yaşamış olmasından ibaret bir komedidir.
Tüm bu anlamalarıma rağmen diğer insanların hayatından farkı ise; bol deneyim ama deneyimlerin karşılığının koca bir sıfırdan ibaret olması. Başka bir fark yok.
Tüm bu yaşam çabalamalarım çok trajikomikte durmuyor değil. Duruyor.
Geçmişime dönüp baktığımda, dudağımın kenarında kendiliğinden ortaya çıkan merhametle sarmalanmış bir acıya ait sırıtış kendiliğinden bi anda ortaya çıkıp orda öylece duruyor.

Yaşantıma dönüp baktığımda, kendi halime gülmekten ölme olasılığım olmasına rağmen ölmedim ve işte tam olarak da gülmeden sürünüyorum. Bu hayatın başka bir yüzü ve sadece bana özel olduğunu düşünüyorum.
Tabi bu kadar da ajite etmeye gerek yok. Yakın bir arkadaşımın da dediği gibi "sağlığımız yerine de ya, daha ne isteyelim."

Evet sağlığım yerinde ve gerçekten daha başka ne istenebilir ki? Belki hayatı daha erken anlamış olmak, anlamış olarak yaşamış olmak, onu daha sakin ve sindire sindire yaşamış olmak, daha sabırlı davranmış olmak, daha fazla iyi insanla yolumun kesişmiş olmasını istemek dışında ne isteyebilirim ki?
Ama işte yolu yarıladım ve isteklerimi sıralasam bile ne olacak ki? 
Yolun yarısında hangi isteğin yerine gelmiş olması, gelecek olması insanı mutlu edebilir ki?

28 Ekim 2020

zaman kendine benzetir herkeşi

Koştura koştura yaşadığım o yorucu yıllar boyunca biriktirdiğim önemli önemsiz anıların ağırlığı şimdi yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Sahi, ben, şahsım, bizzat kendim tüm olanların hepsini nasıl yaşadım, nasıl oldu da tek bir hayatta, tek bir defada hiç öğürmeden rahatça sindirebilmiş olarak yaşadım. pardon ben insan mıyım? hâlâ yaşıyor muyum?

Hiçbirini yaşamıyormuşum gibi hızlıca geçip gittiğim o günleri artık biraz birazda olsa hatırlamaya başladım ve doğrusu onları tek tek yaşarken, ağırlıkları hakkında hiçbi fikrim yoktu. hâlâ da yok ve çok merak ediyorum; gerçekten ağır mıydılar, yoksa aslında hiçbir şey değiller miydi de ben şimdi kendimi rahatsız ettirecek bir şey bulmak için mi böyle düşünüyorum. neden böyle yapıyorum, yapmaya çalışıyorum? Yoksa benim bir sorunum var ve ne olduğunu bilmiyor muyum. pardon siz iyi misiniz?

Sadece öylesine bi şekilde yaşadım ve sessizce geldim bugünüme.
Geçmişim pek bir gri, çok kirli ama yine de benim. Hem ne yapıyım, zaten günler ardı ardına gelip geçerken öylece duramazdım ya? Dursam bile günler geçip gidiyordu ya? Hepimiz için. Herkes için. Benim için. Senin için. İçin için. Geçip gidiyorlardı.

O zamanlar çok yalnızdım ve inanır mısınız lütfen; yalnızlığımın farkında değildim. Şimdi yıllar geçmişken dönüp ardıma bakıyorum da; gerçekten çok yalnızmışım. Çok.
Ama tüm o çooook yalnızlığıma rağmen onu sanki  ben istemişim gibi, ben kendim seçmişim gibi davranmaktan geri kalmamışım. Çünkü yapacak bir şeyim yokmuş, şimdi dönüp bakınca görüyorum. Havalı cool bi yanlızlığa dönüştürmüş olarak sikimin keyfine göre yaşadığımı sanarak bugünüme yetişmişim. 

İstediğim bir hayatı yaşadığımı sanarak, dimdik durmaya çabalarken akan sümüğümü bile silemiyordum, fakat; ağlamaktan yorgun düştüğü için uyuya kalan küçük bir çocuğun masumluğunu üzerimden atıp kendimi ateşe atarcasına yataklara atmışım. Çünkü unutmak istediğim çok şey vardı. En başta da sevilmemişliğimi unutmak geliyordu ve ben onu görmüyordum. sadece her şeyi unutmuş olarak yaşamak için elimden geleni yapıyor, ardımda bir şey bırakmıyordum. ardımdan bırakmadığım şeyleri ben yanımda taşıyormuşum. o zaman görmemiştim, işte şimdi görüyorum.

26 Ekim 2020

bilirsin işte, insan yaşlanınca doğduğu topraklara dönmek ister. çünkü 

 çünkü çocukluğu orda geçmiştir ve yaşlılık da ileri dönem çocukluk olduğundan dolayı böyle davranmak normaldir.
çocukken kafanda belli bir şey olmaz. doğruların yanlışların yoktur. sadece yaşarsın. ölmekte olan binlerce kişi, aç susuz milyonlar, savaş esirleri, tecavüz gurbanları, çocuk köleler, seks işçileri ve diğer acı çekenlerden haberdar değilsindir ve haberleri verilmez sana. televizyonlarda sadece çizgi filmleri ve sahte kahramanları takip edersin. bugs bani'ye gıcık olursun, tom ve jerry'ye gülersin ve sokaktaki farelerin neden kocaman gözleri olmadığını düşünür, buna anlam veremezsin. en büyük derdin, neden jerry'nin bodrumunuzdaki fareden farklı olduğunu düşünmektir. başka bir şeyi kafana takmazsın. kafan sadece bu kadarına basar. kafasızsındır. kafasız olmak böyledir.

Yaşlandıkça doğduğun topraklara dönme nedenin bu kafasızlığında olabilir. doğrusunu allah biliyor. ben bilmem bana sorma. ama bildiğim şey şu ki; bir zamanlar nerde mutluysan, nerde birazcık dahi olsa kendin olmuşsan oraya dönmek için fırsat kollarsın. hem tüm şehir tanıdık ve herkesle selamlaşabilir, herkesle birbirinizi soruşturabilirsiniz. yalnız kalmak bir yaşlı için cehennemdir. ben yaşlı değilim ama hep bir cehennemdeydim. cehennemimi içimde taşıdım. içimde dipsiz bir yalnızlık vardı. dipsiz olduğundan habersiz bir şekilde elime geçen her şeyi içine attım. hiç yaşanılmamış gibi, ya da hiç atılmamış gibi geçip gittiler.


24 Ekim 2020

herhangi bi konuda bağımsız

Depresyona mı giriyorum, yoksa depresyonda mıyım neyim anlamadım ama sürekli uzaklara dalıp gidiyorum. Ya da ağlayasım geliyor ama gözyaşı pınarlarım uzun zamandır kurumuş olduğu için yanaklarım bir türlü ıslanmıyor.
Sahi ağlayanlar nasıl ağlıyor, eminim ağladıktan sonra çok rahatlıyorlardır.

Zaten ağlayanları hep kıskanmışımdır. Çünkü bence ağlayabilmek çok müthiş bir şey. İnsanı gevşetiyordur. (benim kıskançlığımda ne tuhafmış. insan para, mal mülk vb kıskanır değil mi? vizyonsuzluk da işte böyle bir şey işte. gözyaşı dökenleri kıskanmak tam bir vizyonsuza göredir. dünyada en büyük vizyonsuz olduğumu da gözyaşı dökemediğim için anlamış bulunmaktayız.)
ve bu arada ağlayamama nedenim gerçekten depresyonda olmam ise, ona da yazıklar olsun. çünkü insan doğduğu andan itibaren depresyonda olmamalı ve sadece ama sadece en büyük acılarda ağlama-malı. bunun yerine; istediği zaman hüngür hüngür ağlayabilmeli ve etrafı nezle bir köpekmişcesine salya sümüğüyle sırılsıklam ıslatabilmeli.

Fakat işte yazıklar olsun bana ve gözlerime. Gözyaşı dökmeyi bırak, göz kuruluğundan kör olacağım. Ama yine de uzaklara dalıp gitmelerimin nedeni de inşallah depresyonda olmamdır ve farkında değilimdir, çünkü başka bir şey olmak istemiyorum. şu korona günlerinde yeni bir şeyin hiç sırası değil.
-----------
ailemi çok özlediğimi fark ettim ve içimde sürekli "kalk git onlara sarıl öp kokla" adlı bir kalabalık var. o kalabalığa tek başıma hükmedip susturabildiğim zamanlar geçeli çok oldu. onların hepsini ezip geçtiğim günler geride kaldı. artık güçsüzüm ve bu yüzden kalabalığa gücüm yetmiyor, susturamıyorum.

zaman zaman ailemden nefret etttiğimi düşünsemde, aslında etmedim. nefret yerine daha çok kızgındım. çünkü ilk elden çıkarılan, hep köşede bi yerde saklatılan, gün yüzü görmesine izin verilmeyendim. yaşanılması gereken bir çocukluk yerine, işçilikle geçen bi döneme rağmen nankör ilan edildim ve bende nankörsem iyice nankör olayım diye o yola baş koydum. kimse "ne yapıyorsun, kendine gel" demedi, sadece "sen zaten bu'sun" denilerek hemen nankör olarak görülüyor olduğumdan dolayı iyice kabullenildim.
hem zaten nankörlükte üstüme göre biçilmişti, kimse sen nankörsün demedi.
üzüldüm ama benim dışımda kime ne. kimsenin umrunda olmadı. çocukluğuma verdiler, biraz daha büyüdüğümde ergenliğime verdiler, biraz daha büyüdüğümde ise kudurmuşluğuma.
tüm sanılmalara karşı bense üzülmüşlüğümle kala kaldım ve kalkıp üstümü silkeleyip yola devam ettim.
attığım tripler kimseye denk gelmedi, kimse üstüne alınmadı, alınganlığım da triplerimle birlikte bana yapıştı kaldı. zaten "bu da hep değişik, hep alıngan" denilen de oldum.

1-2 ay içinde gidip görmek istiyorum bizimkileri. ama biraz daha para biriktirmeli ve en azından onlarlayken biraz rahat davranabilmeliyim.

sahi mevzu paraya gemişken, insan nasıl para biriktirebiliyor. siz hiç para biriktirebildiniz mi? 
ben bu işi beceremeyengillerdenim. biriktiremiyorum ve nasıl biriktirilir onu da bilmiyorum. biraz birikince ise içimde davudi bir ses "para biriktirdin de ne oldu, paran varda ne oldu, ne değişti" diye durmadan söyleniyor ve ben param olduğu için kendimi kötü hissetmeye başlıyorum.
siz de böyle hissediyor musunuz? Yani paranız var diye bu ne olduğu belli olmayan sesleri duyuyor musunuz ve bu yüzden aklınızda "bu parayı bir an önce harcamalı veya bi şekilde kurtulmalıyım" diye düşünüyor musunuz? Ben düşünüyorum. Çünkü hayatı boyunca parasız olduğum için, iki üç kuruş param olunca ne yapacağımı şaşırıyorum. Kafayı yiyecek gibi oluyorum. Sanki param olmaması lazım gibi bri his yaşıyorum. Sanki çalmışım veya birinin hakkıymış da bendeymiş gibi hissediyorum. Ben bunları niye hissediyorum. Herkes böyle mi hissediyor yoksa sadece ben mi hissediyorum? Olayın aslı ne? Ne olur bunu hisseden bi tek ben olmayayım hep birlikte böyle hissedelim. En azından bu konuda yalnız olmayayım. 

üff amma saçmaladım. yayınla gitsin.

21 Ekim 2020

ve o ilk kıvılcımının üzerinden çok zaman geçince
sen artık sadece bir kömüre dönmüş olarak öylece kalırsın
ateşin sönmüş, sen fark edilmez olmuşsundur
karanlıkta değilsin, sadece yeşermeyecek şekilde kararmışsındır.

18 Ekim 2020

helal bana

İçime dönmek, kendime gelmek vs vs derken, galiba içimde kayboldum ve hiç kimse bunun farkında değil. Tek farkında olan benim ve içerden dışarıya bakınca ise gördüğüm tek şey; benim gerçeklikten kopuk olarak yaşamış bir halde bugüne kadar gelmiş olduğum.

Helal bana ki; öldürülmeden, kendimi öldürtmeden, kendimi öldürmeden, her yüzüme güleni iyi sandım, her göz kırpana aşık oldum-bana aşık oldu sanarak kazasız belasız (ki bir kaç kasık biti kapma olayı, kasık mantarlanması, basit bir iki akıntı hastalık dışında) yaşayıp geldim bugünlere.

Helal bana ki; tüm iyi niyetime rağmen kimseden sakatlanıp kalmak gibi büyük bi zarar görmeden bu yaşıma kadar geldim.
Helal bana; kendimi hep başkalarından görüp, kendimden korkup kaçtığım için farkında olmadan kendimi ve karşımdakileri korumuş olarak yaşımı 35 ettim.
Helal bana; ya valla bak helal bana. İyiyim ama akıllı mıyım bilmiyorum.









Yani Bir süreliğine içime kapanıp kendimi göreyim derken, kendimi içerde unuttum ve artık dışarı çıkamaz oldum. 

17 Ekim 2020

bülbülü öttürmek

Ortak yapabildiğimiz tek şey seksti ve ne yazıkki aylardır sikim kalmadığı için artık o da yok. Yani onunla ortak yapabildiğimiz hiçbir şey kalmadı. Üstelik aramızda gittikçe dozajı artan, evereste doğru tırmanan bir gerginlik var ve bunun nedeninin de kalkmayan sikim olduğunu çoktan anlamış bulunuyorum. 
Eskiden olsa böyle davranıldığı için üzülürdüm, kendimi durvardan duvara vurur "rabbim ben sana ne ettim de, bana böyle bir ilişki yaşatıyorsun" derdim ama artık eskide değilim ve nedenini de tahmin edebiliyorum. Emin değilim ama evet tahmin edebiliyorum.

Hiçbir zaman kendimi bu kadar bok gibi hissetmemiştim desemde, hayır hissetmiştim. Hem de çok defa hissettim ve bu yüzden bu seferki bok gibi hissetmelerimi umursamıyorum. Bok gibi hissettiğimde dışarı çıkıp bi tur atıyorum, bok hissi gidiyor, sadece biraz yorgunluğu kalıyor.
Döndükten bir kaç saat sonra uzanıp yorgunluğu atınca ise bok gibi hissetmek geri dönüyor. ama umursamıyorum. Çünkü umursayınca bir şey değişmiyor.

-----
Yukarıdaki iki paragrafı geçen gün yazıp öylece bırakmışım. Üstelik sikim kalmadı, kalkmıyo, kalkmayacak diye söylenirken o akşam seks yaptım. İnsan ne tuhaf bir şey. Bir varlık. Bir canlı. Bir bilmem değişik bir şey işte.

Sanki insan sadece kendine kafa tutmak için yaşıyor ve yapmam etmem, olmuyor, yapamıyorum dediği şeyleri gerçekleştirmek için yaşamaya devam ediyor gibi. Tuhaf ve tuhaf işte.
Oysa ben de isterim tek bi karar alıp, sanki o karar olmadan yaşayamayacakmışım gibi davranarak nefes alıp vermeyi ama olmuyor. Yapamıyorum. Çünkü duygularım, davranışlarım falan hepsi bir araya gelip kendime meydan okuyorlar ve aldığım kararın tam tersi olan neyse onu yaptırıyorlar. Ben de böyleyim işte. Kendime meydan okuyarak yaşayıp gidiyorum.

Sahi insan hep böyle midir? Yani insan aslında kendine meydan okumak için mi yaşıyor, yoksa meydan okuyacak bir şey olmadığı için kendine bir yasak koyup sonrada  ona karşı çıkıyor. Nedir yani olayımız, nedir bu yaptıklarımız, yapmaya çalıştıklarımız, nereye doğru gidiyoruz, gitmek istiyoruz.?
Ben bir şey bikmiyorum. Bildiğim tek şey kendime meydan okuyarak yaşıyor olduğum ve bu durumun diğer insanlar için de geçerli olup olmadığını merak ediyorum. 
Merak ediyorum. Çok merak ediyorum. Çünkü bu konuda yalnız olduğumu bilmek istemiyorum. Her konuda olduğu gibi.  


12 Ekim 2020

ben insan değil miyim?

Korona günleri bitip gidecek gibi değil. Bütün insanlığı dağıttı ama hala geçip gitmedi. Gitmediği için de, ihtiyaçlar dışında evden çıkmamaya çalışıyor ve zaten normalde de pek çıkmıyorum.
Korona günlerinde dışarı çıktığımda ise tam bir pimpirikli olarak, maske, mesafe ve hijyene dikkat ederek çıkma nedenine bağlı olan işi yapıp alelacele eve, mağarama, korunağıma dönüyorum.

Döndüğümde maskemi, üstümü vs hepsini bir odada çıkarıyor, sonra üstümü başımı yıkıyor ve sonra ev giysilerimi giyiniyorum. Son olarak elime kolonya döküp yüzüme sürdükten sonra temiz bir nefes alıyorum. 

Sadece ben değil. Öküz'de böyle. Hatta "onu böyle davranmaya ben itiyorum, mecbur bırakıyorum" desem yeridir. Zaten ilk günlerden bu yana da, dışarı her beraber çıkışımızda sağa sola dokunma diye diye  dört dönüp duruyorum yanında. Çünkü adam sürekli bi şeylere dokunma peşinde. Sürekli bir şeylerle haşir neşir olup, orasını burasını cimcikleme derdinde. Sanki sağa sola dokunmasa olmuyor. Bende tabii o anlarda kafayı yiyorum ve bir yerden sonra kayışları koparmış halde birbirimize giriyoruz. daha doğrusu giriyorduk. 
O ilk zamanlardaki korona krizlerimiz yüzünden çok kavga ettik. Hâlâ da ara ara kavga ediyoruz ama şimdi biraz daha azaldı. Çünkü o da artık dikkat etmeye ve üstelik daha temiz olmaya, kalmaya özen gösteriyor. Yani biz kazanacağız, korona değil.

Korona'nın patlak verdiği o ilk günlerde bi ajansın dijital işleri için evden çalışmaya başladığım için şanslıyım da. En azından sağa sola git gelim yok, kimseyle yüz göz olmuyor ve işi internet üzerinde yürütebiliyorum. Patron tarafında da pek sıkıntı yok, bazen yanlışlarım yüzünden herkesin olduğu gruplarda azarı yiyorum o kadar. O da pek sıkıntı değil. Zaten şu parasızlık ve işsizlik günlerinde yediğim fırçaların lafını da etmemeliyim.

Çalışmaya başladıktan bu yana biraz para biriktirdim. Bunu yapabildiğim için, hayatımın ender zamanlarından birinde olduğumu söyleyebilirim. Çünkü para tutan, tutabilen biri değilim. Daha çok birazcık aç karna yaşamayı, ihtiyaçsız bi şekilde günü geçirmeyi ve olanı sike sike idareli kullanmayı kendime öğrettiğim için, sırf para için çalışılması gerektiği, çalışırken olanın en az yarısının mutlaka kenarda tutulması, biriktirilmesi gerektiği fikrine sahip olamamışım. Bu ve benzeri düşünceler yerine, daha çok ihtiyaçlar için elden hemen çıkarılması gereken bir şeymiş gibi yaklaşmışım. Yani gerçekten elimin kiri olarak görmüşüm ve sonuç olarak da bi boka sahip olamamışım.
Bunları ve bunlara benzer sıkıntılarımın olduğunu da Öküz Herif sayesinde kabullendim. Çünkü o paranın değerini çok iyi biliyor ve bunu abartılı derecede hayatına uygulayabilmiş biri. Onu biraz örnek alıyor ve aslında doğru olanın bu olduğunu düşünmeye de başladım. Çünkü elden avuçtan düştüğüm, düşeceğim zamanları görecek olursam, o günlerde biraz olsun rahat etmek, en azından para için koşturmak istemiyorum. O yaşta para için koşturmadan, sade bi şekilde sadece yaşlılığımı yaşamak istiyorum.

Her neyse işte. Para konusundaki olumsuz yaklaşımlarımı-durumları kabullenmelerimin sonucu olarak, hesabımda ilk defa 15.000 TL param var ve ne yapacağımı bilmiyorum. Adeta kafayı yiycek gibi hissediyorum. Yani düşünsenize bi miktar paranız var ve harcamıyorsunuz. Öylece orda bi yerde duruyor. Bu çok saçma geliyor bana. Harcamayacak, ihtiyaçlarımızı görmeyeceksek neden para topluyor, biriktiriyoruz ki? Saçma değil mi? Hem de çok çok çok saçma.
Ama dediğim gibi, ilerde ihtiyacım olabileceğini düşünmeye başladıktan sonra sakinleştim ve birikim yapmaya karar verdim. Yıllarca yokyemez olarak yaşadıktan sonra, şimdi de varyemez olayım bakalım, ne olacak.

Tabi para biriktirebilme nedenim, dışarı çıkmıyor oluşum ile eve kira ödemiyor oluşumdan başka bir şey değil. Zaten dışarı çıksam ve üstüne bir de kira ödesem, asla ama asla para biriktiremezdim. Hatta bu konu üzerine düşünemezdim de. 

Kira ödemiyorum dedim ama evin faturalarını tabiki ben ödüyorum ve hepi topu 300-500 TL gibi bir şey tutuyor. Bir de işte eve yemeklik malzeme vs alıyoruz. Onlara harcıyorum arada.
Ama kira ödemiyor olmak cidden çok iyiymiş. Bu rahatlığı, 35 yaşımda yaşamak nasip oldu. Şükürler olsun rabbim sana.

Rahatlık falan diyorum ama Öküz benden sürekli ev kirası istemiyor değil. Sık sık istiyor. İstiyor, ama vermiyorum. Vermeyi de düşünmüyorum ve bunu ona da açık açık defalarca söyledim. Bu davranışıma çok kavga ettik. Defalarca evi bırakıp ebemin amına taşınmayı düşündüm, ama ebem nerde bilmiyorum.

O ise kavgalarımızdan güç alarak her defasında daha da laflarını bileyledi ve hiç acımadan her defasında kavga ede ede benden kira istedi. Ona "param olmadığını zaten biliyorsun, bilmeden rağmen neden benden para istiyorsun" diye açıkça neden belirttiğim, her defasında söylendiğim o işsiz güçsüz günlerimde bile hiç acımadan benden para istedi ve "evin bütün yükünü ona yüklediğimi, çok acımasız olduğumu" söyleyerek, durmadan kira ücreti olark 1500 TL istedi. ama çok şükür hiç param yoktu, çünkü olsa anında ağzına tıkamak için çat diye çıkarıp öderdim. Bende böyle bir malım işte ne yapıyım. Kızdırılınca deliğikanlılığım tutuyor ve kimsenin lafının altında kalamıyorum. Durum böyle olunca ise, elimde avucumda bir şey de birikmiyor. Yani gördüğünüz gibi para tutamama nedenlerimden biri de; deliğikanlılığım.

Her neyse işte. O böyle sürekli söylendiği zamanlarda param olmadığı için ona bağırıp çağırarak "yıllarca sen benim evimde yaşamıştın, herhangi bi ödeme yapmadın. Şimdi de ben senin evinde yaşayacağım ve sana kira ödemeyeceğim" dedim durdum ve evet, gerçekten böyle düşünüyordum.
O ise bu laflarım üzerine hırçınlaştı, hırçınlaştı ve hırçınlaşmalarının sonucu olarak kudurdu durdu. Param olmadığını bildiği için ise "o zaman iyi sik beni de bu evi hak et" demekten geri kalmadı. Üstelik sadece kızgın olduğu zamanlarda değil, normal sevişmelerimiz esnasında bile bu cümleleri gülerek kurdu. Üzülüyor olduğumu umursamadı bile. O koca göbeğinin altındaki küçücük sikinde de değildi.

Tüm bu lafları, kavgaları esnasında hiç param olmadığı için hırçınlaşmalarına son veremediğim için, şimdi kendimi şanslı ve dört ayak üzerine düşmüş bir kedi gibi de saymıyor değilim. İyiki param yokmuş. Yoksa çat die çıkarıp verirdim. Ama yoktu ve öylece yaşayıp geldik bugünlere.
Ama artık param olsada, inada bindirdim ve gerçekten kira vs ödemiycem.  Hem faturaları ödüyorum yeterli. Başka bir şey ödemeyeceğim. Ama o ısrarla istiyor. Bende ısrarla ödemeyeceğimi söylüyorum. Bakalım ne olacak.

"Bakalım ne olacak" dedim ama bu aralar sikim kalkmadığı için, bana sürekli "böyle gitmez, böyle olmaz, bu ilişki böyle yürümez" gibisinden lafları da ard arda sıralayıp duruyor. Eskiden olsa böyle laflar ettiği için çekip giderdim ama artık çekip gitmiyorum. Hem nereye çekip gideceğim ki? niye gideyim ki?
Olayımıza artık durum değişikliği ile bakınca, ortada bir sorun görmüyorum. "Sorun var" diyense, sorunu kendisi çözsün.

Bu arada ondan, önceki yıl aldığım borç paranın yarısını da ödedim. Yarısını da bir kaç ay içinde bitireceğim. Bakalım sonra bana nasıl davranacak. Çünkü bana bu aralar, eskiye nazaran biraz daha iyi davranmasının nedeni olarak, ona olan borcumu kazasız belasız alması olarak görüyorum. Yoksa başka bir şey olduğunu düşünmüyorum ve zaten o düşündürtmüyor. 

O biraz böyle bir insan. Yani her zaman ve her şartta para onun için ilk sırada oluyor ve olacakda. Öte yandan onun bu huyunu, yani alın terini kimseye kaptırmamasına hayranım. Gerçekten hayranım. Onun bu yönünü kendime örnek alıyorum ve hayatımda da tamamen uygulamayı düşünüyorum. Hatta ona kira ödememe sebebimin çok çok altında bi yerlerde birazcık da olsa bu düşünceye kapılmış olmam var. Evet onu kendime örnek aldım ve deneyi de onun üzerinde yapıyorum.
Öte yandan onun sayesinde çok daha fazla tutumlu olmayı da öğrendim ve paranın, alınterinin değerini daha iyi anlayabiliyorum. Ama cimrilikten nefret etmeye devam edeceğim. Bu huyumu değiştiremeyecek hain kostok.
İşte böyle. İnsan hep değişiyor. Ben insanım.



11 Ekim 2020

yabanotu

geçip gitmiş her şey
terkedilmiş koca bir dağa dönüşmüş tüm anıların
artık yorgun, kararsız ve sadece kendinlesin.

birilerinin kimsesi olamamak
kendine kimse bulamamak
varlığından habersiz milyarlarca insanla beraber bir hiç olarak yaşamak.
kader ve kederden başka dert ortağın yok. 
sus ve yala, yıllardır kanayan yaralarını.

bir çiğ tanesi kadar taze
yaban otu gibi değersiz
daha ilk çimlendiğinde ezilmeye hazır, sökülüp atılmaya razı.
ulu bir değersizliği kabulleniştir seninki.
kes sesini ve sus. konuşmak işe yaramadı. susmak tek çarendir artık.


10 Ekim 2020

bal arısının duası

Artık sikim hiç kalkmıyor ve aile saadetimiz, içten içe çürümüş ve bu yüzden yıkılmak üzere olan ahşap bir evin çatırlarını andıran sesler çıkarıyor. Sikimin kalkmamasını Allah'tan ben istemiştim, lakin şimdi değil. Taeaee 3 yıl önce falan istemiştim. Fakat duamın kabul sırası şimdilere denk geldiği için olsa gerek sikim artık bana baş kaldırmıyor ve bu yüzden Öküz Herif(canmıniçi) sürekli bana şu cümleleri kuruyor:
-buna bi çare bulmalıyız
-böyle olmaz
-viagra mı kullansak
-eğer böyle olacaksa ayrılalım
-ihtiyaçlarımı nasıl karşılayacağım

vs vs vs beni terk etmek, ayrılmakla tehditler dair her şeyi barındıran cümlelerle sürekli yüz göz ettiriyor ama sikimde bile değil. Hatta sikimin umrunda bile değil. Öylesine bedenime yapışık bir şekilde durup, çişi geldiğinde işeyip, tekrar fermuardan içeri gidip karanlık dehlizlerde kayboluyor.
Doğrusu onun bu halinden şikayetçi de değilim. Hatta kalkmaması sanki daha iyiymiş gibi geliyor bana. Çünkü bunu bi sıkıntı olarak görmüyorum ve kalkmamasını ben istemiştim diye de söyleniyorum. Bunu geçenlerde Öküz'e de söyledim fakat o bana "iyi  bok yedin" dedi.
Hatta geçenlerde bi şair arkadaşıma da dediğimde o da  bana "sen istediğin için değil, bazen böyle olur" dedi. Ama bence ben istemiştim diye böyle oldu. Çünkü sik olarak görülmekten çok yorulmuştum.

Sevdiğim birine dokunmak, sarılmak, rahat rahat öpmek için önce sikimi öne sürmek bana zor geliyordu. Kendi kendime küfür ediyormuşum gibi hissettiriyordu ve ben de bu yüzden zamanla dualar etmeye başlamıştım.
Hem herkes beni değil de, sikimi seviyorken neden birilerine aşık olacak, onu karşılıksız sevecek, onun için ölmeyi bile göze alacak kadar peşinden sonsuzluğa doğru gitmeye razı bir şekilde yaşayacaktımki?
Gereksizdi ve tüm o gereksizliklerin farkına varıp kabullene kabullene "allahım, ne olur sikim kalkmasın ve ben tüm enerjimi sadece kendim için harcamaya, kendim için bir şeyler yapmaya başlayarak harcayayım. allahım ne olur içimdeki bi hissi yok et, artık kurtar beni bundan" diye diye dualar edip duruyordum. Çünkü kimsenin beni sevmeyeceğini, kendime göre birini bulamayacağımı, istediğim gibi birininin asla hayatıma girmeyeceğini ve insanların sikten başka bir arayışlarının olmadığını büyük bir üzüntüyle kabullenmiştim. Evet, kimse beni sevmeyecekti. Çünkü ben, içimde birikmiş olan o sevilmemişliğin verdiği açlıkla, önüme ilk çıkana tapmaya hazırken, kimse beni sevmeyecekti. İnsanlar sadece yarrak ararken, ben içimde bitmez bir enerjiyle "doğru kişi"hikayesine sıkı sıkı sarılmış, etrafta arıymışcasına gezinip druyordum. Komiktim ama kendimden haberim yoktu. Olmaya başladığında işte öyle dualar etmeye başladım ve hatırlıyorum şöyle bir dua da etmiştim: allahım içimdeki bu hissi yok et. ne olur allahım yalvarıyorum yok et bu hissi.enerjimi gücümü, daha yararlı, daha iyi bir şeye yönlendirmem için bana yardım et, yol göster. allahım beni kurtar sikimden. çünkü bunun gösterdiği hedeflerin hepsi yanlıştı.

tamam tamam, son duayı abarttım ama böyle bir şeyler söylediğimi hayal meyal hatırlıyorum. çünkü sevgi her şeyden ve herkesten ve her seksten sıkılmıştım ve dünyanın dibini bulamamıştım. yatmak ama duygusuzca, sırf bir ihtiyaç olarak görüp sadece seks yapmak bana göre değildi. seksin bir ihtiyaç olduğuna inanmıyorum. seks sadece üremek için var. geri kalan her şey için sevgi ve gerçek içtenlikle ilerler.
 yazmaktan da sıkıldım. iyi geceler. her nerede seviyor ama sevilmiyorsanız.


01 Ekim 2020

ölümlü şeyler

Dünyanın nereye doğru gittiği ile ilgili bir bilgim yok. Zaten kendim daha kendimin nereye gittiğini bilmiyorken, dünyanın nereye gittiğini bilmek çok aptalca olur. Çünkü insan önce kendini bilmeli, sonra şu koca küçük dünyanın nereye doğru gittiği hakkında istediği kadar atıp tutmalı.

Bilmiyorum, bana bir şey sormayın. Hiçbir şey bilmiyorum. Bilmediğiniz her şey kadar bilmiyorum. Kafam bi milyon değil, sarhoş olmadım hiç. Alkolü aptal icadı buldum diye, bir kaç deneme dışında ağzıma bile sürmedim. Eğlenmek için, kafayı bulmak için, rahatlamak için, yetişkinliğimi göstermek için, birilerinden ayrışmak için veya birileriyle aynı olmak için alkol almayı hiç mantıklı bulmamıştım ve bulanları da hep kendimden daha cahil gördüm. Hor görmedim. Sadece cahil gördüm.

Hiçbir şeyim olmamasına rağmen her şeyden bıktım. Her şeyden bıkmak için bir şeyin olmasına gerek yok. Bıkabilirsin. Hiçbir şeyin yokken hepsinden bıkman daha kolaydır. Belki de bunun nedeni; sahip olmak istediğinin asıl sana sahip olmuş olmasıdır. Çünkü kölelik artık içimizde ve boynumuzdaki ipler görünmüyor. Herkesin elinde olabilirler. 

Dünya bir kazan ve içimde büyük bir kepçeyle karıştırılıp duruyor. Kepçem kimin elinde bilmiyorum ama her defasında hissediyor ve karıştırıldığını anlayabiliyorum. Dünyam küçücük dünyam. Büyük düşünemedim. Çünkü çok ezildim, çok ezdirdi kendimi.

9 yaşında parmaklarım soğuktan donduğunda anlamıştım bir şeyleri. Ama sonra unuttum. Çünkü unutmak, bir tür ilaçtır. Ama hangi tür olduğunu bilmiyorum. Sormayın. Ben bir şey bile bilmiyorum. 

Henüz ikinizde ergenken, arkadaşının babası öldüğünde, onu telefonla arayıp baş sağlığı dilemek yerine, bir kaç gün veya ileriki günlerde ama mutlaka bir gün göreceğini düşünerek aramayı ertelediğin oldu mu hiç?
Benim oldu. Erteledim ve arkadaşımı 2 ay sonraki yaz tatilinde gördüğümde bana kırgın olduğunu, onu aramayarak kırdığımı bana sakin ama kırgın bir ses tonuyla "hı hı sen sus. sen hiç konuşma. babam öldü, sen hiç aramadın bile" diyerek dile getirdi. ben sustum ve hiçbir şey diyemedim. onu her gördüğümde utandım.
aradan 5-6 yıl geçip, yıl 2014 olduğunda o arkadaşıma freni patlamış bir kamyon çarptı ve o olduğu yerde öldü. Aylar sonra öldüğünden haberim olduğunda ruhuna fatiha okudum ama sanki bir daha onunla karşılaştığımızda utanmayacağım ve ayıbımla beraber ölmüş olduğu için de rahatladım gibi hissettim. fakat içimde de onun sesi hep yankılanıp durur. şu an bile aklımdadır " sen sus, hiç aramadın bile" deyişi. 


ölüm düşüncesi bu aralar çok aklıma geliyor.
oysa eskiden, yani bi kaç yıl önce falan ölümü kendimden çok uzak ve hiç yokmuş gibi hissederdim.
vardı ama yoktu gibi. sanki sadece başkaları için varmış gibi hissederdim. Bugünlerde ise kendim içinde ölüm olabileceği fikri aklımda ve ne olacağı, nasıl olacağını merak ediyorum.
yani; ölümlüyüz ama ölüm hep başkaları içinmiş gibi yaşarız ya, durum öyle değil. korona günlerinde bunu biraz daha iyi ve derinden anladım.

29 Eylül 2020

şükür

Televizyona bakmaktan ve herhangi bir şekilde film izlemekten epey uzaklaştığım bir dönemdeyim. Doğrusu şimdiye kadar izlediğim filmlerin de bi yararını görmüş değilim. Ya da farkında değilimdir. Ama şu bi gerçekki; artık tv izlemekten çok uzak, film izlemekten epey ayrıyım. Uzun bir süre böyle olmasını da planlıyorum. Çünkü geçen yıl başladığım matematiği, bu yıl da devam ettirmeye ve sonrasında da öğrenmiş olmaya kararlıyım. Sonuçta gerizekalı değilim ve geri zekâlı olmadığım için biliyorumki; sorunum; eğitim geçmişimin olmamasından kaynaklı ve eğitimsiz bir zihne sahip olduğum için geç öğreniyorum. ama bunu aşacağımı da biliyorum. Çünkü başaran bir çok insan var ve benim onlardan bi eksiğim olduğunu düşünmüyorum. Aksine belki fazlam bile vardır, ama neyimin fazla olduğunun da farkında değilimdir.

Geçen aylarda oğlum yanımdaydı. Çocukluk arkadaşım İstanbul'a gelirken onu da yanında getirdi ve biz bir kaç hafta beraber vakit geçirdik. Bu süreçte onu çok sevdiğimi anladım. Onun da beni sevdiğini görünce, babasız büyümesine neden olduğum için ara ara kendime kızdım. 

Her şeye rağmen aramızda normal bir ilişki olması çok hoşuma gitti. Üstelik beni sevdiğini gözlerinden, kurduğumuz iletişimimizden, birlikte vakit geçirişimizden anladım ve mutlu oldum. Şimdi de aklıma geldiği için çok mutluyum.

Öküz Herif'le zaten çok eskiden tanışıyorlardı. Şimdi ise Öküz Herif'le ev arkadaşım olarak tekrar tanıştılar ve araları da iyiydi. Ona "abi" deyip duruyordu. İletişimleri çok hoşuma gitti. Ama ilerde yani çok çok ilerde her şeyi anlamaya ve algılamaya başladığında tüm bu ilişkilerimiz ne olacak, nasıl bi hal alacak bilmiyorum ve umarım çok daha iyi olacak.
Gelecekten korkmuyorum. Gelecekse gelsin. Gelecekse, göreceği de var.

Oğlum burdayken Öküz Herif diğer odada uyudu. Biz ise oğlumla beraber çift kişilik yatakta uyuduk.
Ona sarılmayı çok özlemişim. Oğlum olduğunu bildiğim birine sarılmak, merhamet göstermek, uyurken onu izlemek ve saçlarını öpmek çok hoş bir duyguydu. Tarifsiz ve benzersiz. Üstelik insanın içi mutluluk doluyor. O burada olduğu müddetçe mutlu oldum. Beraber vakit geçirdiğimiz süre içerisinde, içimdeki babalık duyguları tekrar depreşti. Sadece koku duyum olmadığı için kokusunu alamamaktan kaynaklı biraz düşündüm ama sonuç olarak bugüne kadar hiç koku almamış olduğumdan dolayı, çok kafaya takmayıp geçip gittim.

Eskiden, yani annesiyle ilk ayrıldığımız zamanların sonunda, oğlumla görüşmelerimizin daha da azalacağını bildiğim için zamanla ona karşı hiçbir şey hissetmeyeceğimden korkardım. Bu normaldi. Çünkü bi şekilde hayat devam edecekti ve ben zaten ortalıkta bir vazo gibi yuvarlanıp dururken ve tamamen dışlanmış bir şekilde olmama rağmen sanki aslında dışlanmamış gibi yaparak kendi ayaklarım üzerinde durup sürekli kıvranırken, hayatın her şeye rağmen devam edeceğini kabullenip önüme bakmaktan başka ne yapabilirdim ki?
Üstelik içimdekini kime nasıl ve neden anlatacak, nasıl anlatacak ve sonunda anlaşılacaktım ki?
Biliyordum. Kimse kimseyi anlamazdı. Kimse beni anlamazdı. Ve bende her şeyi tutup içime attım, doldukça da gelip buraya alakasız şeyler yazarak rahatladım. Çünkü kimsem yoktu ve ben mayınlı araziye terkedilmiş bi eşşek gibi başım önümde, mayınlara basmamaya birazcık özen göstererek gezinip durarak yaşamayı başardım. 
Zaten başarmaktan başka ne yapabilirdimki?

Bazen geçmişimde evlenmiş olduğum için pişman olsamda, şimdi bakıyorum da; sonuç olarak geçmiş gitmiş işte, napiim. Üstelik evlilik kurumuna da inanmıştım ama hiçte öyle inanmakla olmuyormuş. Evlilik koca bir aldatmaca ve yapmacıklıkla tıka basa dolu. O yapmacıklığı aşmaya çalıştığımda hep mutsuz oldum, mutsuz ettim.
Üstelik verilen sözlerin hiçbiri de tutulmuyor, nasılsa evliyiz ve birbirimize mahkumuz bakışı, insanı çok yoruyor. Ben yorulmuştum.
Üstelik evliliğinde, eşinle aranızda ne bok olursa olsun, yürüyüp gideriz diye düşünmüştüm ama bi baktımki ben hep tek başımaydım. Durum böyle olunca iki kat yoruluyordum.
Her neyse. Şimdi Öküz Herif'leyim ve iyiki hayatımda o var. Çünkü onunla yaşadığımız her boka rağmen, bana yanımda olacağını gösterdi ve artık buna inanıyor, inanarak yaşıyorum. Öküz Herif için teşekkür ederim Allahım.


27 Eylül 2020

balığa giderken halığa kavuşmak

Burda istediğim kadar bir kahraman, bir romantik ve ulaşılamaz bi yüksekliğe sıçılmış kutsal bok falan olayım. Gerçek şu ki;  dışarda, yani sokakta sıfır bile değilim. Sıfır bile olamadım. Tüm bu yaşam hengamesi içinde, bulutların altında uçan kuşun kanadından kopan önemsiz bir tüy gibi süzülüp bugüne geldim.

Hayat koca bir illüzyondan ibaret ve üstelik bunun sadece romanlardaki kelimelerden ibaret olmadığını yani aslında bunun gerçek bir illüzyon olduğunu kimse söylemiyor. Filmlerdeki illüzyonun (illüzyon yazmak çok zor ya sıkıldım yazmaktan) gerçek olduğunu kimse söylemiyor ama bak ben söylüyorum; hepsi gerçek, hepsi geçecek. kendine gel lan.

Biliyorum bi şekilde, ishal boku gibi lağıma son sürat akan şu hayatta, kendini başarılı olacağına inandırmış bi şekilde yaşıyorsun, ama aslında öyle bir şey yok. Çıkar onu aklından. Olan tek şey ise bok olduğun ve sonunun lağımda noktalanacağı.
Uyan da balığa git yarrağım. Çünkü büyüdün ve artık kimse sana balık da vermiyor. Zaten tutmayı da öğretmemişlerdi. Sen de geç ayıktın mevzuya. Yaşın aldı başını çoooktaaaan gitti. Şimdi en azından kalk git te, balık avlamak için su da yüz ve büyük olsun lütfen. en büyük sularda yüz. Ya kendine yem bul, ya da kendin yem ol balığa. Hem böylece halığa'a kavuşursun. 



24 Eylül 2020

idare edemem, idare edemem

Bir kaç aydır cinsel performansım çok düştü. Hatta öyle bir düşmekki, sikim çiş yapmak dışında hiçbir iş yapmıyor. Öylece önümde sağlıklı bir şekilde salınıp duruyor.
Onun bu halinden şikayetçi değilim ama ne yazıkki benim aksime Öküz Herif çok şikayetçi ve geçen hafta itibariyle "beni sikmeyeceksen, ayrılalım" dedi. Gerçi abarttım ama aslında tam olarak böyle değil, şöyle dedi; ne olacak böyle, eğer bi şey yapamayacaksan ilişkimiz de bitsin, gitsin.

O böyle dediğinde, karşılık olarak bütün alemlerin benden beklediği gibi "sen bilirsin" dedim. Sonrada içimdeki şaşkınlığı ona göstermeden tutup götüme soktum. Bir iki gün sonra defalarca daha aynı cümleyi kurduğunda, ya da bu anlamda şeyler söylediğinde "yaw ne yapıyım, sikim kalkmıyo" dedim ama bu söylemlerim onun sikinde değildi. Çünkü istediği tek şey onu sikmem ve haklı da. Zaten şunu anladım ki; ilişkileri ayakta tutan şey kalkık bi sikten başkası değil. Para bile, sikin kalkışından çok sonra geliyor. 

Yani ona hak veriyorum, ama ne yazıkki bende "hadi beni sik" denilince sikimin anında hazır ola geçtiği dönemleri çoktan gerimde bıraktım. Çünkü artık 35 yaşındayım ve sikim, gördüğü her meme ucuna dikelmiyo, her yakışıklıya ve güzele ağzının suyu aka aka bakmıyor, her canım diyene "buyursunlar efendim" çekmiyor ve her romantik sözde sulanmıyor.

Ne yapıyım bende durum böyle. Ama galiba ondaki durum benimki kadar değişmedi ve değişecek gibi de değil. Gerçi böyle diyorum ama çok da haksızlık etmiyim. Yani eskisine nazaran onunda libidosu vs çok düştü.

Ya da kendimi kandırmayı bırakıp, en azından hiç kimseye olmadığım kadar sadece kendime karşı dürüst olup "aslında sikim kalkmadığı için seks yapamıyoruz ve onun libidosu düşük gibi duruyor" mu diyeyim, ne diyeyim bilemedim.

Bundan çok da emin değilim. Çünkü bir kaç aydır, sikimin kalkmayışından dolayı osbir çekmeye yönelmişti ve o anlarda bende hafif şişmeye başlayan organımla ona yardım ediyor, boşalınca da içimden "ohh beee, çok şükür bitti" diye şükür secdesi niyetine gerisin geriye yatağa kendimi bırakıyordum.
Yani şu günlerde sakso çektirmek, o boşalsın diye uğraşmak bile aslında istediğim bir şey değil. Hatta seksin kendisi bile bana artık tamamen gereksiz bir zaman kaybı gibi gelmeye başladı. 

Neyse işte, böyle ite kaka bi şekilde bugüne kadar sürüp geldik ve sonuç olarak şu bir haftadır onu sikmediğim için beni, ayrılmakla tehdit ediyor. Böyle davranması karşılığındaki o ilk gün kendime bile çaktırmasamda, çok bozulmuştum. Çünkü uzun zamandır bu "seks yoksa bende yokum" tarzına çekilebilecek lafları söylemiyordu ve ben seksin önde değilde, arka planda olduğu bir ilişki yaşadığımı düşünerek çok mutlu olmuştum. oluyordum.
Olmaya devam edeceğim sanıyordum ama işte gerçek tüm çıplaklığıyla lambur lümbür yüzüme kıllı götünü basmıştı ve ben o ilk anda nefessiz bile kalmıştım.
Sonra tabi ellerimle biraz parmaklaya parmaklaya kendime yol açtım ve işte rahat olmasada, nefes alıp vermeye başlamıştım.
En azından ölmemiş, sadece bir anlık ağırlıktan dolayı öylece kalakalmıştım.
Şimdi toparlanıp kendime geldim ve ne yapacağım üzerine düşünüyorum. Düşünüyorum. Düşünüyorum ama bi şey bulamadım. O yüzden oluruna bıraktım. Bakalım oluru neymiş...

Beni tanıyanların bildiği gibi, aslında tehditlere gelen biri de değilim. Hatta tehditler beni daha çok kızdırdığı için, o anda karşımdakine hemen siktir çeken biri olduğum için Öküz Herif'de beni tehdit etmemesi gerektiğini biliyor. Hemde çok iyi biliyor. Ama ne yazıkki ona siktir çekemiyorum. Çünkü ilişkimizi ayakta tutan şeyin sikim olduğuna inanmıyorum ve böyle söylemesine rağmen ona siktir çekmiyorum.
Belki de aslında inanmak istemiyorumdur ve bu yüzden oluruna da bırakmamalıyım. Hatta bir sonraki "beni sikmeyeceksen ilişkimiz de bitsin" cümlesinde anında yataktan çıkıp, ağız dolusu bir siktir çekmeliyim. Ya da.. bilmiyorum işte.
Ama şundan eminim ki; onun bu söylemi karşısında ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Öylece şaşkaloz gibi kalakalmış durumda beklemedeyim ve eskiden olduğu gibi hemen çekip gitmek istemiyorum. Ya da çekip giden ben olmayayım diyorum. Gidecekse bu sefer o gitsin, bitirecekse o bitirsin ve nedeni onu "sikmemem" olsun.

Ha bu arada seks meks dedim ama yani tee 7-8 yıl öncesindeki günlük 5-6 defalık seks yapmalarımızı saymazsak, aramızda çokta kayda değer bir şey olmadı. Sadece onu sevdiğim, onun beni sevdiği için bir şeyler yaptık, yapmaya çalıştık ve ikimizde aynı anda boşaldığımız için muhteşem bir seks hayatımız vardı gibi bir algıyla bugüne kadar geldik.

Doğruyu kabul etmek gerekirse, yalnızlığın verdiği kaçıştan dolayı birbirimize sığınmış ve seks yapmayı bilmiyor oluşumuza rağmen, birbirimizi idare ediyorduk ve şimdi dönüp geriye bakınca muhteşem bir seks hayatımız varmış gibi bir yanılgıya düşüyoruz. Oysa, bence iyi bir cinsel hayatımız yoktu. Çünkü her defasında etrafı bok götürüyordu ve ben her defasında kusmaya yakın kendimi zar sor tuvalete atmış oluyordum.
O ise bu halimi hiçbir umursamadı, bende onu sevdiğim için bi kaç defa bu bok mevzusuna çözüm bulması gerektiğini söyledim ama aramızda huzursuzluk yaşanmasın diye pek de ses çıkarmadım. Çünkü insan birbirini idare etmeyince, hiçbir şey olmuyor. 

Çok uzattım artık bitireyim; yaşlandım ve artık idare etmekten ve yaşattığı olumsuzlukları görmekten çok yoruldum. Artık üzerime gelmesine, önemsiz bir  konuda bile bana hakaret etmesine, beni sürekli kendince küçük görmesine vs vs vs onlarca konuda beni ezip geçmesine izin veremiyorum ve bu yüzden bir şey yaptığında ona hareketinin yanlış olduğunu, davranışının kırıcı olduğunu uzun uzun anlatıyorum. Üstelik laf olsun diye değil, gerçekten dikkatli bir şekilde, mantıklı bir şekilde uzun açıklamalar eşliğinde konuya değiniyorum ve bununla güya aramızda saygıya dayalı bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Fakat pek başardığımı söyleyemem. Ya da beni anlama ve anladığını hayatımıza geçirme konusunda onda bir ilerleme göremiyorum. Bu da beni çok üzüyor. Artık üzülmek istemiyorum.


20 Eylül 2020

bilinçüstüakışı

Gençken çok güçlüsündür ve gücün kadar cahilsindir de. Her şeye gücün yeterken, hiçbir şey bilmemen çok normal. Çünkü güçlü olduğun için haklı olduğunu da sanarak yaşarsın ve sana haksız olduğunu söyleyenleri de elinin tersiyle ezer geçersin.

Gençken üşümezsin. Tiril tiril ince bir gömlekle en sert rüzgâra bile karşı koyar, etrafına sadece gevrek gevrek güler geçersin.

Gençken mahallenin ya delikanlısısındır, ya da deliğikanlısı. Her mahallede ezen ve ezilen birileri vardır. Bu böyledir ve herkes bilir ama kimse dillendirmez. Sadece dil atar.

Gençken kimseye gücün yetmiyorsa, önüne bakarak yürümeye alışman lazım. Ya da gücün yetmiyorsa bile, dayak yemek uğruna kafa tutman gerek. Ben bi kaç sefer kafa tuttum, ama kafam kırıldı. Kimse arkamda durmadı, kafamdan toprağa dökülen kan yanıma kâr kaldı. Bir kaç seferlik tekrardan sonra, oturdum küçük kafamı minik ellerimin arasına alıp düşündüm, düşündüm, düşündüm. Bu böyle olmamalıydı. Yakınıma anlattım dinlemedi ama yinede beni haksız buldu. Küçük kafam, minik ellerimin arasında bir kaç sefer mengenedeymiş gibi sıkılınca, yediğim tüm dayakları küçük bir sırt çantasına doldurup dünyayı gezmeye çıktım. Yalnız olduğumu, tek olduğumu, kimsesiz ve salak olduğumu öğrenen herkes arkama geçmeye kalkıştı.

Gençken insanlar seni sever gibi yapar, pundunaya getirip canının yanmasına aldırmadan sikerler. Anlam veremezsin. Gençsindir ve istediğinin bu olduğuna çoktaaaaaaaaaaaaan inandırılmışsındır. Hem baktığın her yerde seks varken, nasıl inanmayacaktın ki?

Gençken, çok aptalsındır. Her şeye ve herkese anlam yüklersin. Büyüdükçe anlamsızlığı fark edip çökersin. Olduğun yere.

Geçken kanın fokur fokurdur. Yerinde duramayışın biraz da bundan olabilir. Yaşlandıkça ateşin yanmaya devam eder ama kanın yıllardır kaynamaktan dolayı azalmıştır ve artık sadece yaşamana yetiyordur. 

Ne kadar güzel kelimeler ama hepsi boş ve anlamsız. Anlamlı olan şey sokakta yaşayan, yaşamaya çalışan insanların gözlerindeki bakışta saklı. Sağa sola koşturmalarında, yarını da karınları tok ve sağlıklı atlatma mücadelelerinde. Gerisi boş ve anlamsız.



10 Eylül 2020

OFF deme OHH de

Kimsenin sana müdahale etmesine izin vermediğin, senin kimseye müdahale etmediğin kolay bir hayat yaşamak için yapman gereken tek şey; tanıdıklarından uzaklaşmak ve onlarla olan iletişimini tamamen kesmek. Bunun başka bir formülü yok. Bunu yap ve gör, bak neler oluyor?

Ben öyle yaptım. Herkesten ve herkesimden kaçtım. Bazen yanlış olduğunu bilsemde, sırf kendi kararlarımın arkasında durmak için yanlışımda ısrar ederek yaşamaya ve tüm doğrulara tek başıma karşı çıkarak yürümeye devam ettim. Çünkü yanlışımın sadece bana ait olmasını istiyordum ve oldu. Ama bak ne oldu?

"Başkasının yanlışı üzerine bir hayat yaşayıp pişman olmaktansa, kendi yanlışın üzerine yaşayıp pişman olmak daha mı iyi" diye soracak olursan, cevabım; eğilip bükülmeden, oraya buraya sallamadan ve kaçak göçek bir kaç cümle ile kalabalık etmeden "evet, daha iyi" derim.

Çünkü seçimin yanlış olsa bile, ileriki yıllarda, bunun için kimseyi suçlayamazsın ve kimseye nefret duyamazsın, kimseye karşı kızgınlığın olmaz ve kırgınlıkların da yoktur. Bu saate kadar alınmış tüm yanlış kararların ve temelsiz ısrarlı tutumunun tek nedeni sensin.
Bunun böyle olduğunu unutmamışsan, şu anki yaşamın sadece sana ait olduğunun farkındaysan, için rahatlar ve kendine karşı samimi bir şekilde deriiiin bir OHH çekersin. Ama unutmuşsan ve etrafında suçlayacak birini arıyorsan OFF dersin ve ne yazıkki; bundan sonraki hayatında da OFF'un F''leri gittikçe daha da artacaktır.

Ben 35 yaşıma geldim ve çok şükür OFF değil, deriin bir OHH çektim. Ama tabii ara ara Sadece dönüp kendi bilgisizliğine, acemiliğine, hayat deneyimsizliğime üzülmüyor değilim. Ama biliyorumki, düşünce şeklimi değiştirerek hayata karşı hep bir savunma iç güdüsüyle değilde, yumuşayarak adapte olabilirsem, yaşam şartlarım biraz daha kolaylaşacak ve hayatın beni hırpalaması da azalacaktır. 

Tabii şimdi böyle diyorum ama, bu demek değilki,  hayatı kolay yaşamak için büyük bir değişim geçirip iyi bir yalakaya dönüşeceğim veya tam bir yavşak olacağım.
Hayır. Ben yalaka veya yavşak olacak kadar balçık ruhlu biri değilim. Ben, sadece insanları daha az kırmak istiyorum. Ben sadece en basit konularda bile kaçınmadığım o gereksiz tartışmalara girmemem gerektiğini düşünmeye başlamış sıradan bir insanım. Ben salak değilim, hepiniz kadar biraz abtalım o kadar.

ve tüm bu mantıklı cümle kurma çabalarından sonra, doğrusu şunu da eklemeliyim ki; tüm iyi yönlerine karşın, yıllar sonra hayatında suçlayacak kimsen olmaması, insanı bok gibi hissettiriyor. Bok gibiyim ve keşke etrafımda sürekli suçlayarak rahatlayacağım birileri olsa ve onlara aile desem.

05 Eylül 2020

küstüm oynamıyorum


Bir şeylere sahip olmak için öncelikle düzene ayak uydurmanız, ona başınızın üstünde yer vermeniz gerekir. Öteki türlüsü davrandığınızda, benim gibi 35 yaşına geldiğinizde bile beş para etmezin tekine dönüp öyle kalırsınız. Yani bana dönersiniz.
"Düzen nedir?" derseniz, şöyle tanımlayabilirim;
Her hangi bir topluluğun içinde doğup büyümüş olmanıza rağmen, kararlarınızın önemsiz olduğu ama söylediklerinizin ve söyleyeceklerinizin aleyhinizde delil olarak kullanılacağının görünmeyen bir şekilde kabul etmiş olunduğu bir yaşam şeklidir.
Yani orda bi yerlerde nefes alıp veriyor oluşunuzun önemsiz olduğunu kabul edeceksiniz. Sıfır olduğunuzu ve dünyadan göçerken de bir hiç olduğunuzu bilecek ve öyle yaşayacaksınız. Çünkü siz asla var olmayacak ve varlığınızsa sadece var olanları kabul ederek yaşamaktan ibaret olacak birisiniz ve öyle de kalacaksınız. Zaten siz bir hiçken, var olmak, olmaya kalkışmak da ne demek oluyor?
Haddinizi bilin ve yaşamaya bir hiç olarak devam edin.

Ben küçük bir topluluk içinde yaşamama rağmen hiç olduğumu, olmayı kabul edemedim. Girmek istediğim diğer topluluklarda da farklı bir şeyle karşılaşmadım. Hep susup yalamam istendi. Hep susup önüme bakmam beklendi. En marjinal topluluklarda ve en dindar ve en kindar ve en dinsiz topluluklar da bile bu hep böyle sürüp geldi. Yani tabii sadece yalamayı seven biri olsaydım, bu yalama uğraşı işime gelirdi ama ben geveze biriydim ve bazen yalamayı bırakıp konuşmak zorundaydım.
Fakat onlar, o önemli olduğunu sanan önemsiz toplulukların hepsi, o dünyayı sadece kendilerinin anladığını sananların tümü benim, susup yalamamdan başka hiçbir şey istemediler.
Bende ise papuç kadar dil vardı ve konuşasım geldiği zaman izin vermediler ve bende dilimi alıp götlerine şap diye yapıştırdım. Bunun üzerine etki tepki meselesi gereğince; onlar da bu hareketimden sonra beni dışarı kustular. küstüm onlara. hepsine. tüm marjinallere, marjinal olmayanlar, marjinal olmayı seçenlere, marjinal olmaya özenenlere falan filan.
şimdi herkese ve her kesime küstüm. oynamıyorum. tek başıma eğleniyorum ve bu çok sıkıcı. 



02 Eylül 2020

rabbe teşekkürler

belli bir yaşa gelmiş olmanıza rağmen, hayatı, yaşamı, ilişkileri daha henüz çok yeni anlamaya başladığınızı farkettiğiniz/düşündüğünüz oldu mu?
Öyle bir farketmekki, bugüne kadar neden anlamamış olduğunuzu, anlamadığınızı da anlamaya çalışırsınız.
Sahi onlarca yıldır yaşayan biri olmanıza rağmen neden anlamamışsınızdır ki? Bunu da çok çok ayrıca düşünürsünüz, düşünmeye başlarsınız.

Peki anlamamış olmanızın nedeni neydi? bir sorununuz mu vardı?
Çok mu iyi bir aptaldınız, yoksa sadece bir aptal mıydınız?
Bu soruların cevabını kendim için verecek olursam; ben bi aptaldım. Doğuştan profesyonel bir aptaldım. Aptalım. bu yüzden farketmedim, farketmemişim.

Öte yandan "yeni fark ettim" diyorum ya, aslında durum tam olarak yeni farketmek de değil. Çünkü yaşamım boyunca, çevremdeki insanlar aptal olduğumu söylediler veya bana aptal olduğumu davranışlarıyla fark ettirmek istediler ama ben anlamadım. Çünkü aptaldım. 
Aptal olduğumu anlatmaya çalışanlarda, aptal olduğum için onları anlamayacağımı anlamadılar. Böylece ben aptallığımın farkında olmadan onlarca yıl yaşadım ve işte kazasız belasız bu yaşa geldim. Aptal olduğum için çok çektim, kendime çok çektirdim ama nihayetinde ölmeden fakat biraz sürünerek de olsa işte bu yaşa geldim. 

Bu farkındalığımla beraber hayatı, yaşamı, ilişkileri, iletişimi yeni yeni anlamaya başladığım için, daha bi yavaş yaşamaya, kendime dönük olarak ve sadece kendimi düşünerek yaşamaya başladım. Eskisi gibi dışa değil, bunun yerine artık sadece içe dönüğüm. Bu değişimi kendimde çok net görebiliyorum. Farkımdayım.
Üstelik bu değişimler, farketmeler çok garip olduğu kadar ve güzel de bi his. Tabii biraz da korkutucu. 
Ama yine de iyi. Çünkü fark etmeden ölseydim, kesin gözlerim açık kalacaktı :)

her neyse ne. ama şunu biliyorumki; aptal olduğumu anladığım için, tetikleyen hayat anlamış olma halimden dolayı çok değişmeye başladım ve hatta biraz değiştim bile. değişim ne güzel. insan ne güzel.

30 Ağustos 2020

sürpriz

Küçükken herkesin senden bir şeyler sakladığını, tüm büyüklerin önemli bir sırra sahip olduğunu sanırsın. Ama öyle değil, kimse senden bir şey saklamıyor, büyüklerin bir sırrı yok. Hiçbir bok bilmiyorlar. Bunu büyüyünce, yani onların yaşına gelince görerek anlayacaksın.

Küçükken "yaşın ilerledikçe bir şeyleri daha iyi anlayacağını, kafandakileri daha iyi anlatacağını" sanırsın. Böyle düşünmenin nedeni, yaşadığın o önemsiz sorunların kocaman olduğunu sanman ve sandığın kadar da sorunların senden kaynakladığını düşünmenle alakalı bir durum bu. Oysa yaşadığın çoğu sorunun seninle alakası yok. Küçükken dünyan da senin kadar küçük olduğu için böyle düşünürsün, geç tüm bunları. Çünkü hepsi önemsizdiler. 

küçükken büyüklere hayranlık duyarsın. Duyma. Hayran olunacak tek kişi kendinsin. Bunu çok geç olmadan anla. Erken anladığında daha az hırpalanmış olacaksın.

Aileler, sürekli olarak çocuklarını tehlikelere karşı uyararak şizofreniyi ve bilimum diğer hastalıkların temelini atarak başlatırlar. Bu yüzden ailen dahil hepimiz yani herkes hasta. Ama herkes hasta olduğu için, aynı zamanda hepimiz hasta da değiliz. Böyle bir ikileme hazır ol. Deliler arasında bir akıllıyı sevmeyiz. Sana önerim; büyümeden önce mutlaka delir. Çünkü deliler içinde asıl deli olan akıllı olandır. 

Hayat sana bir çok kötü sürpriz hazırladı. Hepsinin tadına bakacak, hepsinden bi parça alıp yoluna devam edeceksin. Zaten almazsan da parçayı eline verecekler. Bize öyle yaptılar. Ben ve keyfimin kâhyasına.
Bazı sürprizleri henüz çoooook erken yaşlarında yaşarken onların kötü olduğunu anlamayabilirsin ve hatta sürpriz olduğunu bile bilmeyebilirsin. Hatta o kadar bilmemezlikki bu; yaşadığın şeyin, yaşatılan şeyin, yaşamakta olduğunun, hayatın normal akışı içerisinde devam eden bir döngü olduğunu, normal bir şey olduğunu sanarak yaşar geçersin. Ama yıllar yıllar yıllar  yıllar sonra dönüp baktığında ağlayabilirsin. Yaşadığının bir sürprizin olduğunu, çok ama çok kötü bir sürpriz olduğunu anlamışsındır ve işin işten geçmiştir. Eğer bu farkındalığından sonra kendini toparlayamazsan, topal topal yaşamaya başlarsın. Bununla yaşamaya alışmalısın. Yoksa topallayan atlara yapılan şey sana da yapılır. ya da sen kendine topal at muamelesi çeker, böylece sonsuza kadar uykuya dalarsın.

ve son olarak sürprizlerin içinde "en kötüsü" yok. En kötüsünün hangisi olacağına sen karar vereceksin. Beğen beğenebilirsen.