-->

26 Mayıs 2018

ramazan ruhu ve körlük

mübarek ramazan ayı geçen hafta başladı. henüz fire vermeden ilerlemiş bulunmaktayım. ama yarın ilk firemi vermeyi düşünüyorum. bakalım sonraki günlerde ne olacak.
Ramazan ayındayız ama ne yazıkki burda o efsane "türkiye'deki ramazan ruhu" yok.
malum şu an olduğum yerde herkes öğrenci ve oruç tutan kişi sayısı çok az. bu yüzden de "ramazan ruhu"nu hissetmek imkansız.
tabii "ramazan ruhu" sadece oruç tutan kişi sayısı ve bulunduğum yerin okul olmasıyla alakalı bi durum değil. Bunun nedeni daha çok aslında türkiye'deki herhangi bir mahallede yaşamıyor olmakla alakalı.

Çünkü ramazan ayı'nda, iftara yakın bi vakitte mahallelerden herhangi birinden geçerken, insanların evlerine çekildiklerini, dışarda kalmış bi kaç kişinin ellerindeki marker poşetleriyle, az önce fırından alınmış sıcak pidelerle apartmanların kapılarına doğru koşturduklarını, çocukların balkonlarda ezan sesini duymak için sabırsızca bekleştiklerini, esnafların, dükkanlarının önündeki küçük bi masa üstüne sofra hazırladıklarını, trafiğin ortadan kalktığını hatta sokaklardan hiç araba geçmediğine şahit olursunuz.

tabii bunları hep aynı şekilde gördüğünüz için, bunun "ramazan'ın ruhu" olduğunu farketmezsiniz. çünkü bazen insan; içinde olduğu halin, atmosferin farkında olmaz, onu görmez. farkına varması için ondan kopması, görmesi için uzaklaşması gerekir. bu her zaman böyledir ve hiç değişmez. bu duruma; gerçek körlük diyorum.


18 Mayıs 2018

bi ibnenin, kendisinin baba olduğunu hissetmesi üzerine

Geçen ay olup biten sınavların sonuçları açıklandı ve çok şükür hepsinden beklediğim sonuçları aldım. Bu sefer seviyeyi bir tık da olsa yükselttiğimi söylemeliyim. Eğer mezun oluncaya kadar da tık tık ilerlersem, daha iyi olacak. Çünkü tüm bu olayların en sonunda, kesin olarak hukuk okumak için DGS sınavına girmeye karar verdim ve seneye o sınava girdiğimde, okul mezun puanım baya etkili olacakmış.
(Öyle diyor herkes. Umarım doğru söylüyorlardır. Çünkü ben de araştırmaya üşendim. Eğer dgs ile geçiş yapmış biriyle karşılaşırsam ona işin aslını detaylı olarak soracağım.)

Tabii mezun olunca diploma puanından önce benim de matematik ve diğer şeylerden biraz anlamam lazım. Çünkü DGS sınavında çıkacak soruları çözebilmem için matematik, türkçe ve işte diğer tırt dersleri öğrenmiş olmam gerek.
Bunları diyorum ama benki daha bi kaç yıl önceye kadar "bir şey olmak için illa da okul okumaya gerek yok. sadece istediğin işi/şeyi öğrenmek için ona tüm zamanını ver yeterli" diye götümü yırtarken, şimdi kalkıp okul okumaya başlamış biri olarak o cümlemi şu şekilde güncellemeliyim;
"bir kaç sayılı meslek dışında, o mesleği yerine getirmek için yıllarca okulunu okumaya gerek yok. çünkü her şey okullarda öğretilmiyor ve okul aslında çoğu meslek için zaman kaybından başka bir şey değil. Hem zaten artık internet çağında yaşıyorken, tüm okullar elimizin altındayken, bir çoğunun ayağına gitmemize hiç gerek kalmadı. Oturduğumuz yerden istediğimiz bilgiyi edinip, o işte uzmanlaşabiliriz."

Bunlardan sonra şunu da söylemeden edemeyeceğim: aslında Hukuk alanınında böyle olduğunu düşünmüyor değilim. Evet hukuk da, oturduğumuz yerden bilgilenebileceğimiz alanlardan biri. Ya da şu an ben öyle sanmaya başladım.
Ama tabii, doktorluk için bunu diyemeyiz çünkü, işin okulunu okumak farz. Bunun gibi mesleklerin okulunun olması ise zaten gerekiyor ve sanırım sonsuza kadar da tıp okulları var olmaya devam edecekler.

Şimdi tüm bu olayları geçip, yine kendi küçük dünyama dönecek olursam; işte sınavlar bitti, sonuçlar açıklandı ve 2 hafta sonra final'ler başlıyor. Eğer olurda yine istediğim sonuçları alırsam, ortalamamı biraz daha yükseltmiş olurum. ki bu da demektir ki; hukuk'a bir adım daha yaklaşmış olacağım.

sanırım şunu da söylemeliyim; şu an, geçen sınavlarda çalıştığım gibi çalışmıyorum. Hatta o sınavlarda çalıştığımın yarısı kadar bile çalışmıyorum. Yani öyle kendimi heder etmiyorum. Ama tabii önceki dönem olduğu gibi bu dönem de, dersleri kaçırmıyor, tüm derslerime giriyor, ders boyunca önemli bulduğum şeyleri not alıp, sonrasında ise o gün işlenen konuya biraz göz atıyorum o kadar. sınav zamanı ise sadece notlarıma bakıp, sınavdan 1 saat öncede tekrar edip sınava giriyorum o kadar.
Yani artık az çok nasıl çalışmam gerektiğini biliyor ve kendimce belirlediğim şekilde çalışarak ilerliyorum. Geriye ise kocaman bi boş zaman ve ben kalıyoruz. 

Çalışmalarım sonucunda ortaya çıkan notlarımı ufak ufak satmaya da devam ediyorum. Onlar sayesinde biraz daha rahatladığımı söylemeliyim.
Tabii bu not satıp para kazanma işine rağmen, 2 ay sonra eğer bi yolunu bulamazsam, o zaman tamamen sıfırlanmış olacağım. 
Ki sıfırlandığımda asıl boku yemiş olurum.  
Bakalım okul bittiğinde uçak biletini nasıl alacağım. Çünkü 1 haftadır uçak biletlerine bakıyorum ama ne yazıkki fiyatlar almış gitmiş. Mübarek sanki uçağı satın alacakmışım gibi fiyatlar. Yani neden böyle yapıyorlar anlamıyorum ki. Ben sadece bir bir koltuğu işgal edeceğim ve hep topu 60 kilocuğum.

"60 kilocuğum" demişken, askerliğimi yaptığımdan bu yana ilk kez, 60 kilo'ya çıkmış oldum. Resmen burda yatmaktan kilo aldım ama buna rağmen arkadaşlarım fotoğraflarıma bakıp zayıfladığımı söylüyorlar. Oysa sadece fotojeniğim o kadar :P
Evet, sanırım artık küçücük de olsa bi ayva göbeğim var. Onu sevmiyorum. Ama göbek yakışmıyor. Çünkü hem kısa boyluyum, hem çirkinim, hem esmerim. Tüm bunların üzerine bir de göbek yaparsam iyice iğrenç bi tipe dönüşürüm ki; o zaman intihar etmek zorunda kalabilirim :Pp
Kiloyu miloyu, okulu falan geçip gerçek hayatın gerçek sorunlara dönecek olursak; bu yaz oğlumu yanıma almak gibi planlarım vardı, ama şimdi parasız, evsiz, işsiz kalmışken nasıl yanıma alıcam onu bilmiyorum. 
Umarım o zamana kadar bu sorunumun mantıklı bi yolunu bulmuş olurum. Çünkü oğlum'la da geçen ay telefonda konuştuğumuzda onu bu yaz yanıma alacağımı söyledim ve eğer söylediğimi yapmazsam, bu çok kötü olur. allahım ne olur yardım et ve söylediğimden dışarı çıkmış olmayayım..

Bu yaz özellikle onunla vakit geçirmeliyim. Çünkü geçen yaz, oğlum tatilini benimle geçirmek istemediğini söylemişti ve ben "tamam, madem sen bu yaz tatilini annenle geçirmek istiyorsun, o zaman öyle yapalım" deyip onun ağzından çıkanların da önemli olduğunu, benim onun söylediklerini önemsediğimi, onun da fikirlerinin olabileceğini, bunları yüksek sesle dile getirebileceğini, çocuk bile olsa ve hatta ben onun babası bile olsam, aslında onun söylemlerinin de önemli olduğunu" vs vs gibi şeyleri düşünmesini isteyerek onu onaylamış ve sonuç olarak; onun söylediği gibi karar alarak ilerlemiştik.

O gün onun dediğini onayladığımda, o da buna şaşırmıştı, çünkü bir çocuk olarak söylediğinin yapılması garip gelmiş olmalıydı. Yüz ifadesinden bunları anlamıştım ama hiç çaktırmamıştım.
Çünkü ne olursa olsun, onun söylediklerinin önemli olduğunu ve benimle her şeyi rahatlıkla konuşabileceğini şimdiden anlaması gerekiyordu.
Bu bilinç deneyini onunla ilk defa yapmıyorum. Daha önce de buna benzer ufak tefek şeyleri yaşamıştık ve ne olursa olsun, konuşması gerektiğini yavaş yavaş öğretmeye çalışmıştım.
 
Yani bu olayın aynısı olmasa bile, mantık çerçevesi içerisinde aklındakileri dile getirmesi ve kendisinin de bir şeyleri çok net bi şekilde söyleyebileceğini, yapabileceğini, daha çok küçükken de yavaş yavaş aşılamıştım. Çünkü biliyordumki; o da bi gün, benim kadar yalnız olmasa bile, her şeyle tek başına karşı karşıya kalacaktı ve en azından o güne kadar, benimleyken geçirdiği zaman içerisinde, bir şeyleri biz bizeyken deneyimlemeli, istemediği şeyleri yapmak zorunda olmadığını şimdiden yavaş yavaş öğrenmeliydi. 
bir şeyleri tek başına yapabilmesi, karar alabilmesi vs vs için illa  da çok ilerde yalnız kalmasına gerek yoktu. Ben ve annesi henüz onun hayatında varken de bunları yapabilirdi. 

Bu fikir kırıntılarını daha biz annesiyle ayrılmadığımız zamanlarda ekmiştim ve annesiyle ayrıldığımız konulardan biri de bunlar olmasına rağmen, her fırsatta oğlumun kafasına, düşünce sistemine ekmeye devam ediyordum. Çünkü kendimden biliyordum, bizim kanımızda; sikinin keyfine göre yaşamak denilen bir şey vardı ve er geç o kan harekete geçecekti. En azından o kan harekete geçmeden, ben harekete geçip bir şeyleri daha kontrollü yaşamasını şimdideden aşılayabilirdim. Bir gün herkese siktir çektiğinde, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmadığını şimdiden öğrenmesi, tüm insanlık için iyi olacaktı. Ben de zaten ne bok yerse yesin arkasında duracaktım. Bana siktir çekecek olması, çekmiş olması falan önemsiz detaylardı.

Fikir ekmek, düşünce falan filan demişken, tüm çalışmalarımın ilk meyvesini, ben ve annesi ayrıldıktan 2 yıl sonraki yaz tatilinde, onu yanıma aldığımda almıştım. Ki o an sanırım dünyanın en mutlu insanı olmuştum ve bu mutluluk deneyiminin hiçbir şekilde tarifi yok. Ya da ben henüz ifade edebileceğim kelimeleri kurmaktan acizim. Gerçi o kadar da aciz biri olduğumu düşünmüyorum. Çünkü bazı şeyler anlatılmaz yaşanır. Oğlumun bana hissettirdiği şey de işte buydu.
O an içimdeki dünyanın en büyük havaii fişekleri patlarken "işte bu gerçekten benim oğlum" demiş ve bütün otobüse dönüp tebessüm etmekten kendimi alamamıştım.

Otobüs demişken, olay şöyle olmuştu:
Ben ve oğlum otobüsdeyiz ve oturacak yer yok diye ayakta bekliyoruz. Oğlum o yaz 8 yaşında ve her zamanki gibi bana tutunmadan sadece kendi çabasıyla ineceğimiz durağa kadar ayakta durmak zorunda. Bir elinde su şişesi, diğer eli otobüsün koridorundaki demiri tutmuş vaziyette yol alıyoruz. Bi ara elindeki su şişesi düşüp koridorun sonundaki adamın ayağının yanına yuvarlanıyor, adam bana ve oğluma bakıp, ben yerimden kıpırdamadığımda su şişesini alıp oğluma getiriyor, oğlum şişeyi alıp tekrar yere atıp bu sefer kendisi yerden alıyor, ben ise o anda "işte bu benim oğlum" diye sevinçten kuduruyorum ama dışarı hiçbir şey belli etmiyorum, oğlum tekrar demire tutunuyor, adam ve yolculardan bi kaçı, bana ve oğluma hafifçe garipsemiş bi şekilde bakıyorlar ama biz siklemiyoruz ve zaten 3 durak sonra da durağımıza geldiğimiz için inip ufukta kayboluyoruz.

(Evet, ondan istediğim tek şey buydu. birilerinin yardımı olmadan, kendi işini kendinin görmesi gerektiğini öğrenmesi lazımdı. Gerçekten o gün, oğlumun beni anladığını, ondan nasıl biri olmasını istediğimin farkında olduğunu hissettim ve mutlu oldum.
O gün gerçek bi baba olduğumu hissetmiştim. Ve o an'ın üzerinden 2 yıl geçmiş olmasına rağmen, her aklıma geldiğinde çok çok çok çok mutlu olmaktan kendimi alamıyorum.
Umarım sizler de bu tür güzel deneyimler yaşarsınız. yazıyı burada bitireyim, çok uzadı. muck)


10 Mayıs 2018

özlediğim şeyhler

Uzun zamandır sevgilim yok. Edinmeye de çalışmadım. Hatta bu süre zarfı içerisinden birileriyle seks yapmazsam, Allah; halime acıyıp, hayatımın aşkını karşıma çıkarır diye düşünerek, kendimi tuttum da tuttum ve böylece, kimseye de yavşamadan sadece sikimle aylar geçirdim.
Ki onu bile bazen aksattığım olmadı değil. Buna rağmen hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey.

Tüm bunlardan anladığım kadarıyla Allah'ın sevgili dağıtma sistemi "anlamadığım bi şekilde" çalışıyor. Olay seks yapmak, başkalarına yavşamakla alakalı değil. Geriye kaldı diğer milyonlarca olasılık.
İnşallah ömrüm diğer olasılıkları denemeye yeter de, bi gün sevgili edinirim. Çünkü olayın, kendimi tutmakla alakalı olmadığını anladığımdan bu yana, osbir çekmeye başladım ve artık osbir çekmekten sikimi de hissetmiyorum. 
Bu aralar o kadar fazla osbir çektim ki, artık onunda zevki kalmadı. Garibana asıla asıla iyice yordum. Damarlarında derman kalmadı. Bi gün elimde kalacak diye de korkmuyor değilim. Hatta geçen gün bi iki sefer hafif teklemedi değil.  Bu yüzden "yoksa adım kuşu ötmez'e mi çıkacak" diye şeyler düşünmedim değil. Ama bakalım artık.

Böyle düşünürken gittim bi kaç defa ayıplı şeyler yaptım. Öğütücü de sıkıntı yok, alet edavat sağlam çalışıyor ama açıkçası zevkte almadım. Sonrasında kendimi kötü de hissettim. Bunu partnerlerime de "ya kusura bakma. ne beni sikmenden zevk aldım, ne de seni sikmekten zevk aldım. galiba kafamdaki seks başka türlüydü" dedim. hönklediler.

bi kaç gün boyunca bu konu üzerine düşündüm. Dedim her halde iyice yaşlandım. Artık götüme şarapnel girse, arı soktu diye düşünücem. Zayn Malik'i 10 dakika ayakta siksem yine zevk almayacağım.

Kafamda bu cümleler ardı ardına kurulup dururken, anladımki; ben zaten oldum olası; kuytu köşevari yerlerdeki veya yarım saatliğine boş olan evlerdeki hızlı seksleri hiç sevmemiştim. Benim sevdiğim seks, sevgili ile olandı. Ya da sevgili ihtimalim ile olanlardaydı. Şöyle yatakta uzun uzun seviştikten sonra yorulup uyuya kalarak, sabah beraber uyanıp, birbirimizin salyalarını yaladıktan sonra, iki posta atarak, gün içinde salak salak mesajlaşıp akşamı ederek, akşam ise beraber yemek yapıp yedikten sonra yavaşça soyunup yatağa girerek yapılan sekslerdi.

Sevdiğim seksler; sabah yanımda uyumakta olan kişiden önce uyandığımda onu izlemek, uzun uzun kaşına gözüne, götüne, sikine, başına, burnuna öpücükler kondurduklarımdı. Ben böyle quick sesklerin adamı değilim. Fast Food bile yemeyi sevmeyen ben, nerdeyse şipşakçı olup çıkacaktım.
Oysa kendime yakıştırmıyordum böyle şeyleri. Ama bak ne hale geldim.

Öte yandan sevdiğim, beni seven biriyle de yatakta oyalanmayı da çok özledim. Kalbinin atışını dinlemeyi, salak salak bakışıp gülümsemeyi, saçlarını karıştırmak da özlediğim şeylerden bir kaçı.  Tüm bunların sonrasında da sarılıp uyumayı, uyuyamayıp o tarafa bu tarafa dönmeyi ve en sonunda tam uyuya kalacakken, onun bana sarıldığını hissederek uyuya kalmayı da özledim. ve bunların sonrasında ise; 
bir sabah sarılarak uyandırılmayı, bir başka sabah öpülerek uyandırılmayı özledim, bi başka sabah ise saxo çekilerek uyandırılmayı da hep özledim de özledim. 

06 Mayıs 2018

ben senin kötü olduğunu anlamamak için çok çalıştım

Okul için istanbul'dan ayrıldım ayrılalı Öküz'le hiç görüşmedik. Ne aradı, ne sordu. Zaten buraya gelmeme de hep karşı çıkmıştı. Ona göre "okul kararını alırken kendisine danışmalıydım ve her şey onun isteğine göre yapılmalıydı. Ama yapmamıştım ve işte gidiyordum" diye sürekli söylenerek hakaret ederken bağırıp çağırıyordu.
Oysa haksızdı ve ses tonunu yükseltmesinin nedenlerinden biri de buydu. Yani her zamanki gibi haksız olduğunu bildiği için inatla gözümün içine baka baka utanmadan yalan söylüyordu ve bundan zerre kadar rahatsızlık duymuyordu.

Eski ben olsam, bu gibi anlardaki kavgalar fazla uzamasın diye alttan alır "haklısın" falan derdim ama bu sefer öyle yapmadım. Pantolonumu indirip "beni sınava sen götürdün. sınav sonuçları açıklanıp, tercih zamanı geldiğinde, soğan cücüğü kadar puana devlet okullarının gelmeyeceğini sana söyledim ve istanbul'da 'özel adı' altında açılmış tüm tırt okulların fiyatlarını sorup en uygunu için pazarlık yaptım, sana da eğer okul paramı verirsen, aylık taksitler halinde, geri ödeme yapacağımı açıkça konuştuk. ama sen 'okulun mokulun beni ilgilendirmez, paran varsa git oku. ne bok yersen ye.' diyerek reddettin. ben de bunun üstüne, tercihlerimde sadece tam burslu özel okulları yazdım. tercih yaparken aslında geleceğini düşünmüyordum ama geldi. o yüzden şimdi ben gidiyorum. sen de evimden siktir ol çık, ananla yaşamaya devam et" diyerek ağzına sıçtım.

tam burslu okul bana piyango'dan çıkar gibi çıkmıştı. üstelik bunu sadece Öküz değil ben de beklemiyordum. Gayet bi anda çat diye özel okul çıkıverdi ve bende bunu ona söylediğimde delirdi.
Çünkü tercih zamanımda benimle dalga geçiyordu ve "bakalım beni dinlemeyerek bu sefer ne bok yiyeceksin" deyip duruyordu.
Haksız değildi, ama doğrusu ben de, tüm kapıların açık olup olmadığını denemeden vaz geçen biri olmadığım için, ilk tercihlerimde sadece tam burslu okulları yazmıştım, eğer çıkmazsa bu sefer yarı burslu okulları yazacaktım, o zaman kesinlikle tercihlerimden birinde tutturacaktım ve okul parasını da kredi çekerek ödeyecek. krediyi de gerekirse okurken köpek gibi çalışarak ödeyecektim.

hatta planlarıma göre eğer bankalardan kredi çıkartamazsam diye, kredi kartı limitlerimi bile yükseltmiş, gerekirse ordan kredi kartıyla ödeme yapacaktım.
kredi konusunda ise bi kaç bankaya bakmıştım ve o ara kendimce en uygun krediyi de aramaya başlamıştım.

tüm bu olanları, düşüncelerimi falan Öküz'e de anlatıyordum. o da her defasında götüyle gülüyor, beni aşağılıyordu. ama tüm bu aşağılanma ve götle gülünme olaylarını aşmış olduğum için umursamıyordum.
çünkü ortada umursamamı gerektirecek bi durum yoktu. hem ben zaten yıllardır bi şekilde yaşayıp gidiyordum. ne olursa olsun bu durumun da üstesinden gelirdim.
bunu ona da söylüyordum ve o bana "he he böyle hayal kurmaya devam et" diyerek gülüp duruyordu.

tercihler açıklandığında ise gördümki tam burslu kazanmıştım ve bunu ona söylediğimde ise kafayı yemişti. bu yüzden de her gün evime gelip kavga ediyor, küfür ediyor, en sonunda da siktir olup gidiyordu. Tüm bu kavgalardan, olan bitenlerden falan artık yorulmuştum. Hatta enerjimi emiyor gibi hissediyordum.
Zaten bi kaç yıldır takıntılı bi şekilde onunla böyle saçma sapan bi ilişki yumağına bulanmıştık ve ikimizde ayrılmaya karar verdikten bi müddet sonra tekrar geri dönüp duruyorduk.
Yani bizimki aslında ilişki olmaktan başka bir şeye dönüşmüştü. Zaten tekrar yeni birini bulmak, ona alışmak, onun sana alışması falan baya uzun süren şeylerdi. İkimizde aynı şehirde olunca, tüm bu yeni biriyle tanışma hengamelerini yaşamaktansa birbirimizi dönüp dönüp duruyorduk.

Oysa daha önce bunu fark etmiştim ve sırf bu basitlikten kurtulmamız için İstanbul'dan ayrılmayı düşünmedim değil. Böylece onunla tüm iletişimimi koparıp uzak bi yerlere gidip yeni bi hayat kurmayı ve belki daha iyi bir ruh haline de bürünebilirdim. ama yapamadım, yapamamıştım. Çünkü İstanbul'u seviyordum, aç da kalsam sevecektim, kötü biri de olsam istanbul'da kalacaktım. Sanki istanbul için doğmuşum gibi hissediyordum ve bi yere gitmek de zor geliyordu.
Tüm bunlar olup biterken İstanbul'da kalarak iletişimi kesmek ise zaten bi boka yaramıyordu. eninde sonunda birbirimize dönüyorduk. en iyisi gitmekti, ama gidemiyordum da. gidememiştim.

İşte o gitme düşüncelerinin içimde bi yerlerde sürekli hareket halinde olması ama benim hareket etmek için sağlam bi nedenimin olmamasıyla istanbul'da çakılıp kalmıştım. Kazandığım bu okul ise benim kendimi sökmeme yarayacaktı.
Şimdi okul için İstanbul'dan mecburi olarak ayrılmam ve en azından aslında kafamdakini mantıklı bi nedenle beraber tamamen hayatıma geçirme şansımı elime vermişti. İşte kafamdaki, elimdeydi.
İyi oldu.

Ben istanbul'dan ayrılırken, Öküz Herif ise bana beddualar edip durdu. Küfürlerin ardı arkası kesilmedi. Son bi kaç gün ise iletişimini tamamen kopardı ve artık küfür edecek kimsem de yoktu.
Oysa gideceğim tarihi, her bokumu biliyordu. En azından son gece "yolun açık olsun" veya "gönlünce olsun" gibi sığ bi mesaj bile atmasını bekledim. Atmadı.

kabul ediyorum; iyi bir dilekte bile bulunmamış birinden bunu beklemem aptalcaydı. ama ne yapıyım, şartlar ne olursa olsun, böyle düşünmekten kendimi alamıyorum. yani ufak bi mesaj o. yazması, gönderilmesi bile en fazla 5 saniye alırdı. buna 5 saniye ayıramaması kötüydü. bunu düşünmemek elimde değil.
Ben böyle düşünürken, o ise son görüşmemizde; her şeyin daha boktan olması için dua edeceğini söylemişti. umarım bana iyi dilekte bulunmak için 5 saniyelik zaman ayırmayı çok gören Öküz, beddua etmeye de üşenmiştir. inşallah üşenmiştir.

Üşenmiştir diyorum ama Kıbrıs'a geldikten sonra "eninde sonunda yapamayıp döneceksin. sen iradesiz, sabırsız, bi boka yaramayanın tekisin. yapamayıp dönüp geldiğinde sakın bana yazma" diye yazıp durdu.
yazık. her şeyin sadece onunla ilgili olduğunu sandı. sanmaya devam etti.

geldikten sonra edindiğim çevre içinde bazen güzel ve gerçekten mutlu olduğum anları whatsapp güncellemelerimde paylaştığımda, hemen ardından küfürler ettiği mesajlar gönderdi. farklı zamanlarda ise, kendimi kötü hissetmem için "bi boka yaramayanın teki" olduğumu yineleyip durdu.

ilk zamanlar bu mesajlarına, bitmek bilmeyen hakaretlerine cevap vermedim. çünkü beni gerçekten sevdiğini, ondan uzakta olduğum için acı çektiğini falan düşündüm.
acı çektiği için aslında böyle şeyler yazdığını söyleyip durdum kendime. (evet böyle onun için iyi şeyler düşünmemek elimde değildi. aslında bu sadece onunla ilgili değil, ben böyleyim. ben buyum. kimsenin içinde sadece kötülük olduğuna inanmıyorum. yaptıklarımız salt kötülükle ilgili değil. o da sadece kötü olamazdı. kötü biri olduğundan dolayı böyle yazamazdı. her şeyin açıklaması sadece "kötülük" diye açıklanamazdı. bu fazla basit olurdu.)
ama yılbaşından 2 hafta önce
-yılbaşında ne yapıyon hayvan" diye yazdı. ben:
-bi planım yok, burdayım. sen ne yapıcan?
-Danimarka'ya gideceğim" diye yazdı. sonrasında da o aralar annesinin sağlık durumu biraz kötü olduğu için "annen nasıl oldu" diye sorduğum için muhabbetimiz öyle devam etti ve kapandı.

bu yazışma bana ilk başta gayet normal geldi. ama bi kaç gün sonra dönüp yazışmayı tekrar okuduğumda, aslında sırf Danimarka'ya gideceğini söylemek için yazmış olduğunu düşünmeye başladım. hem zaten 1-2 haftadır küfür bile etmek için yazmayan etmeyen adam neden yazsındı ki?
Üstelik öyle "nasılsın, nasıl gidiyor" türünde cümleler de kurulmamıştı aramızda.
o an yazışırken aslında onun kötü niyetli olduğunu pek düşünmesem de, şimdi beynim de; onun beni kıskandırmaya çalıştığına dair işaret fişekleri patlayıp durdu.

çünkü adaya gelirken beş parasız olduğumu ve buraya kapağı atar atmaz bi yere kıpırdayamayacağımı en iyi o biliyordu. buna rağmen kendisinin yılbaşını nerede geçireceğini söyleyerek kendince beni çatlatmak istiyordu.

oysa kıskanmayacağımı en iyi de o bilirdi diye düşünüyordum. ya da bilmesi gerekirdi. yazık bilememiş ve işte yanlış kişiyi çatlatıyordu, çünkü ben o kadar salaktım ki, olayın beni çatlatmakla ilgili olduğunu bile anlamadım.
hatta olayın beni çatlatmak olduğunu yılbaşı gecesi gittiğim bok gibi bi mekandan paylaştığım eğlenceli videoyu whatsapp'imde paylaştığımın ertesi günü, izleyenler arasında onu da görüp "iyi yıllar" diye yazdığımda mesajımın iletilememesi üzerine anladım.

o an, bu mesajlaşma konusu, bi puzzle'ın parçaları gibi kafamın içinde ait olduğu kısma oturuverdi. keyifli olduğumu, mutlu olduğumu gördüğünde blocklamıştı. üzüldüm. çok üzüldüm.
çünkü aramızda olan biten tüm sikik şeylere rağmen benim için sevineceğini düşünürdüm. ya da aslında düşünmeye çalışıyordum.
yani ben zaten beş parasız, bok gibi bir hayatı olan kıskanılmaz biriyim. benim neyimi kıskanabilirsin ki? kıskanacak neyim vardı ki? ne olabilirdi?
dün gece gittiğim bok çukurunda attığım kahkahalar, bi zaman en yakınımda olanı kişiyi neden rahatsız etsinki. tamam belki yılbaşında dünyanın öteki ucuna gidemezdim ama işte olduğum yerde de kendimi iyi hissederdim. iyi hissetmemin bana bağlı olduğunu biliyordum. farklı bir yere gittiğim için değil, ben mutlu olmayı bilen biri olduğum için mutlu olurdum. benden başka beni mutlu edecek kimsenin olmayacağını bildiğim için mutlu olmayı da bilirdim. mutluluğumun sadece benim uğraşımla, içimle ilgili olduğunun fazlasıyla farkındaydım. o anlamadı ve bunu hiçbir zaman anlamayacak diye düşünüyorum.

2 hafta sonra block'u kaldırdığını, profilinde fotoğrafını gördüğüm zaman anladım ve 1 saat sonra yine çok mutlu olduğum bi anımı paylaştım. fotoğraftaki ortam curcunalıydı. arkadaşlar, sarılmalar, koklaşmalar falan.
Öküz Herif'in bu fotoğrafımı gördükten sonra ne yapacağını merak etmiştim. Çünkü belki de ben onun hakkında yanlış düşünmüş olabilirdim. Sonuçta ben de insandım ve işte yanlış düşündüğüm için kendimden utanacaktım falan.
öküz 3 saat sonra fotoğrafımı gördüğünde merakımı giderdi ve beni yine block'ladı. Artık kabullenmeliydim, o benim iyi olduğumu görmek istemiyordu. İyi vakit geçirdiğime şahit olmak istemiyordu. Bana dair her şeyin yolunda olması onun hoşuna gitmiyordu. Bunu onu kötü hissettiriyordu. O kadar kötü biriydiki; ona göre, ben onu kötü hissettirdiğim için kötü biriydim.

Belki de artık onun gerçekten kötü biri olduğunu kabullenmeliydim. Hem zaten hepimiz iyi olmak zorunda değildik. Bazılarımız kötü olmayı seçeriz. Kötü biri olmak da, diğer şeyler gibi haklarımızdan biriydi. Kötü olmak onun hakkıydı.
Bir kaç hafta sonra block'lamayı yine kaldırdığında ona Birhan Keskin'in: "ben senin kötü olduğunu,
senin kötü olduğunu anlamamak için çok çalıştım" cümlelerini attım. içim rahatladı.