-->

31 Ağustos 2021

Hayat Erkeği'ni Geride Bırakmak

Evden kovulunca, tekrar İstanbul'a dönmek yerine babamdan kalma gecekonduya geldim ve komşunun verdiği kirli yatakla idare etmeye başladım. Ama ne yazıkki iş, kirli yatakla idare etmekle bitmiyormuş. Çünkü evde eşya ve düzgünce oturup kalkacak bir şeyler olmayınca, insan "eve yerleştim hissini değil, ev bana yerleşti hissi"ni yaşıyormuş. Yani; kirli yatakla yetinmeye kalkınca, kovulmuşluk hissini bi türlü alt edemedim ve "nasıl alt edebilirim" diye düşünüp dururken de eşya almaya karar verdim. Bu yüzden Letgo'dan kendime bir çalışma masası, bi yemek masası takımı aldım ve biraz da olsa "eve yerleştim" hissiyle doldum.

Şimdi ise, gerçek anlamda buraya tam yerleşmeyi düşünüyorum ve bu yüzden; fırın, buzdolabı, koltuk-kanepe, kap kacak, halı gibi şeyleri de almak için harıl harıl letgo'ya bakınıyorum. Letgo için, ciddi anlamda ihtiyaçlarımı karşılayan tek uygulama diyebilirim. Hatta bu aralar Letgo'yu, insanlığın uzaya ilk adımı atmasından daha önemli buluyorum. 

İstanbul'a dönme düşüncesini ise kafamdan tamamen silmeye niyetli gibiyim. Çünkü Öküz Herif geçen gün her zamanki gibi yarattığı aptal bi tartışma esnasında, benden kira istedi ve olan oldu. Oysa ona, daha henüz Kıbrıs'tayken "tamam anlıyorum yine beraber yaşayalım diyorsun ama biliyorsunki döndüğümde, ev tutacak param yok. yıllardır benim tuttuğum, masraflarını karşıladığım evlerde yaşıyorduk ama artık param olmadığı için sıra sana gelsin ve bu sefer evi sen tut, masrafları karşıla beraber yaşayalım" demiştim, o da bunun üzerine, daha önce ona uygun fiyata aldırıp kiraya verdirdiğim eski evden bahsedip "aylar önce boşaldı, tutan da yok. eğer kalacaksak orda kalırız" demişti ve ben de zaten saraylarda yaşamadığım için, teklifini kabul edip Türkiye'ye dönünce de bi arkadaşıma bıraktığım eşyalarımı alıp eve yerleşmiştik.
O günden bu yana kira vermedim ve işte onun evinde, benim eşyalarımla yaşayıp gelmiştik bugüne. Ama şimdi çıkardığı ağız dalaşında, kira vermediğimi söyleyerek üste çıkmaya çalışıyordu. 

Aslında bu yaptığı yanlış değildi. Yani kira isteyebilirdi. Ama öncesinde zaten şartlarımın elverişli olmadığını ve eğer yine beraber yaşayacaksak bu seferki ev sorunumuzu kendisinin çözmesi gerektiğini belirtmiştim ve o da kabul ettiği için beraber yaşamaya başlamıştık. Fakat şimdi ise, bu anlaşmamızı unutmuş veya hiç öyle bir konuşma gerçekleşmemiş gibi davranarak, tartışma esnasında üste çıkmak için bunu koz olarak kullanıyordu ve bence bu hareket çok çirkinceydi ve zaten durup düşününce bunu ilk defa yapmadığını, daha önceki farklı tartışmalarda da benden kira istediğini hatırladım ve bu yüzden durup düşündüm;
Bu adamla buraya kadar benim idare etmem yüzünden yürümüştük ve artık ben idare etmezsem bu iş yürümezdi. Üstelik tartışma büyümesin, birbirimizi kırmayalım diye süregelen alttan almalarım nereye kadar devam edecektiki?
Hele birde ben terapi alırken hiç yanımda bulunmamış, duygusal olarak tam bi çöküntü içinde olduğum günlerde yalnız yürüdüğüm hastane yolunda döktüğüm gözyaşlarıma hiç şahit olmamış, aylar süren tedavim esnasında beni kırmaktan, üzmekten hiç çekinmemiş ve üstelik, tüm bu zorlu süreçlerimde  yanında olup onu sikmediğim için, biriken sikişme isteğini de başkalarıyla yatarak giderdiğini söylemekten hiç çekinmeyen, hastanedeki terapim esnasında beni sadece bir defa görmeye gelip, terapim sonrasında ise eve götürüp onu sikmemi isteyen biriyle, bundan sonraki hayat yolumu nasıl yürüyebilirdim ki?
Hayır ben bu hayat yolunu onunla yürüyemem. Hayat Erkeği'm o değil.
Gerekirse bundan sonra bu gecekonduda yalnız yaşayıp ömrümü tek başıma tamamlayacağım ama artık şundan eminimki beraber yürüyeceğim kişi o değil, o değildi. Bu yüzden de onu bırakmamın zamanı geldi de geçiyor.

30 Ağustos 2021

76 yaşındaki kötülük dolu annem keşke annem olmasaydı

Önceki hafta komşumuz Nafile Abla'nın 3numaralıoğlu'na internet ücretinin yarısını ödemem karşılığında, evime internet çekmeyi teklif ettim ve o da kabul edince, mahallede bu işlerden anlayan genç bi adamla kablo çekip evime internet bağladık.
Artık internetim var ve hep aynı nickle chat sitelerine girebiliyor, burdaki yerel geylerin "slm, nbr, hangi mahalle, arayış ne, sikeyim mi seni" sorularını cevaplayabiliyorum.
Aynı zamanda internet üzerinden yapabileceğim ufak bir iş de buldum ve evden çalışmaya da başladım. Henüz ne kadar maaş alacağımı bilmiyorum, bu tür detayları konuşmadık ama açıkçası ne kadar olursa olsun, razıyım. Çünkü hem şu son zamanlarda yaşananlardan biraz da olsa uzak kalmak için kafamı meşgul tutmak, hem de bu meşguliyet sayesinde cebime üç-beş kuruş girmesini sağlayarak, bu aile cehenneminin kenarında dizlerim üzerinde değil, ayaklarım üzerinde sakince yaşamak istiyorum.

Chat sitelerinden henüz tanıştığım kimse olmadı ama sitede buralı olan ve burada yaşayan bir kaç kişi var ve ara ara "beni sikmek için buluşmak istediklerini" erkekçe söyleyip duruyorlar.
Doğrusu beni sikmeleri için değil ama sırf buralı oldukları için tanışmak istiyorum ama sohbet esnasındaki salak salak soruları yüzünden "yok ya, bunlarla tanışılmaz, muhabbet de edilmez, muhabbetlerine de gerek yok zaten" diye düşünüp, sohbeti yarıda bırakıyorum.
Çünkü akılları siklerine takılı halde kalmışlar ve iki ibnenin seks yapmak için buluşmak yerine, bi kahvede veya mantar gibi her köşe başında açılmış olan çayevlerinin bi köşesine oturup; hayattan, hayatımdan, hayatlarından, şimdiye kadar başımıza gelenlerden, bundan sonra başımıza gelmesini istediklerimizden, yaşamlarımızdan ve hayallerimize dair boş veya dolu bi şekilde konuşabileceğimizi anlayamıyorlar. Bir kaçına "oturup muhabbet edebiliriz bla bla bla" diye uzun uzun anlattım ama siklemediler. Bende boş verdim. 
Bazen boş vermek ve öylesine bırakmak da lazım. Bu ara bunu öğrendim, öyle yapıyorum. Zaten bu eve de birazcıkda olsa bu yüzden yerleştim ya. Yani her şeyi boş verdiğimden ve öylesine bırakmışlığımdan...

Evime yerleştiğimden bu yana 1numaralıablam ve annem ara ara gelip, Nafile Abla'nın 3numaralıoğlu'nun verdiği 2 kişilik eski koltuğa, çalışma masası olarak kullandığım kırık ütü masasına, paslı demir sandalyeye, üst üstte bıraktığım tek kişilik iki eski kirli yatağın çarşaflarına ve boş kalan diğer 2 odaya  bakıp "yapma böyle, herkese ayıp olacak. hadi gel evimize gidelim. sanki koca evde sana yer mi yok" diye sürekli söylenip biraz oturduktan sonra kalkıp gidiyorlar.
Böyle davranma nedenleri üzerine düşünürken, ikisinin de ses tonlarına ve kullandıkları cümlelere takıldım ve anladım ki; beni eve davet etmeleri her zaman oynadıkları oyunlarından başka bir şey değil. Yani aslında; babamdan kalma terk edilmiş bu gecekondudaki yalnızlığıma, evden kovulmuşluğuma, haksızlığa uğramışlığıma değil de; konu komşunun, tanıdıkların ne diyeceklerine, boş eve, bir evde olması gereken temel eşyalar olmadan yaşamama-yaşayabiliyor olmamdan yola çıkarak eve dönmemi istiyorlar. Oysa insan eşyasız bir evde, konu komşunun dedikodularını umursamadan da yaşayabilir. Bunu anlamıyorlar. Anlayamıyorlar ve beni üzüyorlar...

Diğer iki ablam(2 ve 3 numara) ve iki abim (2 ve 3numara) ise, evime henüz hiç gelmediler ve annem her gelişinde onlar için "hepsi çok hasta, hep hastaneye gidip geliyorlar" adındaki yalanını söylüyor. Böyle söylediğinde de ayrıca üzülüyorum. Çünkü kendince, onların hasta olduklarını bana söyleyerek, benim sevinmemi sağlamaya çalışıyor. Oysa biliyorum hasta değiller ve bende bu yüzden, onları sevmiyor oluşuma, nefret ediyor oluşuma rağmen her defasında "allah şifa versin" diye cevap veriyorum ve cevabımla birlikte o da derin bir suskunluğa boğuluyor...

Annem işte bu kadar kötü bir insan ve ben onun 76 yaşında bile kötü olabilmesine-kalabilmesine şahit olduğum için ona belli etmeden o sırada içten içe onun kötülüğüne ayrıca üzülüyorum. Oysa o beni sırf oğlu olduğum için kendisi gibi kötü biri olarak değil, iyi bir insan olarak tanımalıydı. Bunu ondan bekledim ama yok. Her defasında gelip farklı hastalıklardan, rahatsızlıklarından bahsedip, bunun karşılığında ise benim sevinç naraları atmamı bekliyor. Ama sevinç  naralarımı duyamayacaksın canım kötü annem benim. Çünkü;
-yabancı dahi olsa birinin başına gelen kötü bir durumdan kendime sevinç payı çıkaracak kadar karaktersiz değilim.
-ben, beni sokağa atmış dahi olsalar, insanların hastalandıklarından onların hastalığına sevinip "ohh olmuş" diyecek biri değilim
-beni kendin gibi ve kadar kötü sanıyorsun ama ben kötü biri değilim!
-ve anlıyorumki; evet sen beni tanımıyorsun. sen, benim kendi içimi, kötülüğe yer kalmayacak şekilde hep iyilikle doldurduğumu bilmiyorsun.
-ve canım kötü annem benim, düşmanım dahi olsa, birinin başına gelen olumsuzluklara bile üzülen biri olduğumu bilmiyorsun ve bilmediğin için de her gelişinde, abimler ve ablamların hasta olduğunu söyleyip sevinmemi bekliyorsun ya, ben çok üzülüyorum. 

ve canım kötü annem; sen sırf beni sevindirmek için tüm kötülüğünle çabalarken, üzüldüğümü görmüyorsun ya, ben buna da ayrıca üzülüyorum.
ve sen yalansız yaşayamıyorsun ya, yalanını sikeyim anne.
Zaten hayatın boyunca doğru yapabileceğin iki şey vardı, ikisini de yaptın.
-Biri beni doğurmaktı ve yıllar önce gerçekleşti. Benim dışımda yaptığın her şey yanlıştan başka bir değil.
-İkincisi ölmekti, ama bi türlü ölmüyorsun ve yalanlarına devam ederek hâlâ yaşamaya devam ediyorsun. Öl artık lütfen.
Öl de artık senden nefret edemeyeceğim için gözyaşı dökeyim.
Öl de, arada bazen sana zorla sarılıp öptüğüm zamanlarımı tebessümle anayım,
Öl de seninle olan tüm anılarımı yeniden şekillendirip kötülüğünü-kötülüklerini, aile içindeki haksızlıklara göz yumuşlarını, Allah'ı beni kandırmak için diline dolayışlarını, işine karıştırmanı, bir kancık kadar annem olamayışını, annelik yapamayışını ve bu yüzden 10 yaşıma kadar seni annem olarak değil de evdeki herhangi biri olarak gördüğümü unutayım.
Öl artık nooolur öl!
Niye ölmüyorsun? Vaktin gelip geçmesine rağmen neden ölmeyi beceremiyorsun.
Öl artık nolur, yalvarırım öl!!!! Çünkü ölürsen senden nefret etmeyi bırakacağımı biliyorum... 

25 Ağustos 2021

Kalabalığın içindesin, herkesi tanıyorsun, ama aynı zamanda hiçkimseyle tanışmıyorsun

Kan bağın olan herkesle dolu tıka basa dolu bir şehirde ve şehir merkezindeki nerdeyse herkesle az çok tanıdık olmana rağmen, yalnız olmayı-kalmayı bi anlamda tercih etmek-yalnız bırakılmak, tüm tanıdıklara rağmen yalnız olmak sanırım en büyük lüks olsa gerek.
Şu an o lüks içindeyim ve anladığım kadarıyla lüks denilen şey, bazen insanı şimdiye kadar olduğundan-yaşadığından daha çok yıpratabiliyor. Çünkü şimdiki yalnızlığım, içine itilmiş olduğum anda tutunacak başka bir şeyim olmadığı için mecburen yuvarlandığım derin, kapkaranlık, sessiz bir çukurdan başka bir şey değil.........

Tercih edilen yalnızlık ile çukuruna itildiğin yalnızlık arasında derin bir anlam farklılığı olduğunu da şimdi bu karanlık sessiz çukurda anlıyorum. İkisi arasında büyük bir incelikte fark var. Üstelik sadece şimdiki yalnızlığım için değil, önceki yalnızlıklarımla karşılaştırdığım zaman görebildiğim büyük bir fark bu.
Tam olarak anlatılmaz, anlaşılmaz ama sadece içine düştüğünde-itildiğinde, yaşanınca anlaşılacak-hissedilecek bir fark ve şimdi içinde kalmayı tercih etmiş gibi yaşayarak anlıyorum ki yalnızlık;
-Tek başına yaşamaktan, yaşıyor olmaktan, tek başına kalmaktan ibaret değilmiş.
-Gece yatağa girdiğinde, ona sarılarak uyuyacak birinin olmamasından ibaret değilmiş
-Yalnızlık, hayatında seni sikecek veya senin sikebileceğin birinin olmaması değilmiş
-Vaktini doldurmak için boş boş konuşacak arkadaşının olmaması değilmiş
-Yalnızlık, küçük basit dünyandaki tüm romantik anlamları yükleyebileceğin bir kelimeden ibaret değilmiş
-Hayatında çok insan olmasına rağmen, aslında seni anlayacak kimsenin olmaması değilmiş
-Tüm inceliğine rağmen, herkesin vicdanını susturmak için bulduğu ilk küçük bahaneyle seni kaba bi şekilde başından savmaları değilmiş
-Ama sanırım yalnızlık biraz da olsa; sen tüm bunları anladığın için, kalabalığın uzağında durmaya başladığında da "naapalım bu da böyle işte" diye umursamamalarıymış.
-Tüm bu yalnızlık tanımlarına daha onlarcası eklenebilir ama kısa kesmek gerekiyorsa bu kadarı yeterli. Fakat şu tanımı da yapmak, iç rahatlığını biraz daha iç artırmak için çok gerekli; yalnızlık, insanın aslında her zaman tek başına olduğunu anlayıp ağlayarak kabul etmesinden başka bir şey değil........

Tercih edilen yalnızlık ile içine itildiğin yalnızlık arasında da derin anlam ayrılıkları var. Yani yalnızlık bile kendi içinde anlamsal olarak alt başlıklara ayrılıyor ve bu alt başlıklar da kendi içinde yeni yeni alt başlıklara ayrılarak altındaki iyice yalnızlıklaşıyorlar. 

ve şimdi anlıyorum onlarca kedi sahiplenip, ölünceye kadar onlarla yaşayan insanları, vaktinin tamamını sokak hayvanlarına ayıran kadınları, öldüğü zaman tüm mirasını muhabbet kuşuna bırakan adamları, o güzel sahil kasabasına hayali olduğu için yerleştiğini sandıklarımızın aslında bu yüzden yerleşmediklerini, kimsesiz oldukları-kaldıkları-bırakıldıkları için Azrail'le orda buluşmayı seçtiklerini şimdi anlıyorum.


21 Ağustos 2021

delirmek veya delirmemek. işte bütün mesele bu

Madem ailem tarafından 37 yaşında def edilmeme rağmen, uzaklarına siktir olup gitmek yerine burda kalıp leş tabakasına dönüşmüş bir kitleye yakından bakmaya, dokunmaya, midem bulanarak da olsa içinde yaşamaya karar verdim...

Madem bu hiç sevmediğim yerden, defalarca siktir çekilmesine rağmen def olup gitmek yerine burda kalacağım, öyleyse; kendimi, buraya uyum sağlayabilecek bir karaktere de sike sike dönüştürmeli ve buradaki hayatı ve içindekileri, sanki hep burdaymışım, onlardan hiç ayrılmamışım, hiç uzaklaşmamışım gibi içselleştirerek yaşamayı da öğrenmeliyim.

Madem şimdiye kadar ki acılarımın etkisini azaltmak için, hayatı hep bi maceradan ibaret gördürdüm kendime ve bu sayede daha az acı çekebildim, canım daha az yandı ve hatta bazen hiç yanmamasını sağlayabildim, öyleyse bu kokuşmuş küçük şehirde kalmaya karar vermiş olarak, yine acı çekmeden ve burada başlayacak olan maceramın da tüm gerektirdiklerini yapacağım.
Yani maceram ne kadar sıkıcı olursa olsun, elimden geldiğince onu eğlenceli kılacağım ve eğlenceli tarafını sadece kendime özel tutarak bu pisliğin içinde yaşayacağım.

Bunun için; hayatımın hiçbir anından eksik olmayan acımdan bi çimdik, sadece hayallerimde yaşayabildiğim mutluluğumdan bi avuç, tüm yaşanmışlıklarıma rağmen terk edemediğim-bırakıp gidemediğim saflığımdan iki çorba kaşığı ve hayatımdan hiç eksik olmayan-eksik etmediğim-edemediğim trajedimden de iki tatlı kaşığı kadar alıp, hepsini bi kaba koyduktan sonra kulak memesi kıvamına gelinceye kadar iyice karıştırarak kendime yeni bir kişilik yaratacağım.
Çünkü burada kendime ait yeni bir kişilik yaratmazsam; bu küçük insanların, büyük rezilliklerini kendim olarak-kalarak çekebileceğimi sanmıyorum.
Çünkü burada saf kötülüğü, saf iyi niyetin içine karıştırıp saklayarak yaşıyorlar ve ben bunun yanlış olduğunu söylediğim için, iyiliğin içindeki kötülüğü işaret ettiğim için, işaretim iplenmeyince sesimi yükselttiğim için deli ilan edilmek istemiyorum.

Herkesin ahlaksız birer deli olduğu bu kokuşmuş küçük şehirde, görüyorum ki; akıllı'dan daha delisi yoktur. O yüzden bende herkes gibi delirerek normalleşmeliyim, normalleşeceğim.
Hem gerçekten delirmesem bile, deli gibi davranabilirim. Çünkü bu sadece tüm inadımı takınarak, sabırlı bir şekilde davranmama bağlı ve biliyorum ki onlar gibi olduğumda beni çok sevecekler. Hatta yer yer beni sikmek veya kendilerini bana siktirmek bile isteyecekler. Biliyorum, çünkü hep öyle oldu.
Bunun için yapmam gereken tek şey; çokça sabredip, ereksiyon olmayı veya olmalarını beklemek. İşte o zaman herkes için, her şey daha güzel olacak.
Burada çok kullanılan deyimlerinde de denildiği gibi; kalkmış sikin, dini imanı olmaz. 

19 Ağustos 2021

deneme bir ki üç

Geçen hafta, gittikçe daha da arttığını düşündüğüm unutkanlıklarımdan dolayı nöroloji doktoruna gidip şikayetlerimi dile getirdim. Yakın zamanda çekilmiş olan beyin mr'ıma bakıp bi aksilik olmadığını-görünmediğini fakat yine de psikiyatri bölümündeki psikolog'da bi test yaptırıp gelmem gerektiğini söyleyerek bi kağıda bir şeyler karalayıp verdi.
Teşekkür edip yanından ayrıldıktan sonra gittiğim psikiyatri servisinin önündeki kalabalığı görünce "nasılsa durumum acil değil, bari korona kapmıyım" diye düşünerek notu cebime atıp kaçtım ve bi kaç gün sonra notu tekrar cebimde görünceye kadar da unuttum. 

Notu tekrar cebimde gördüğümün ertesi günü, hastaneye erken saatlerde gittiğimde ortalığın sakinliğinden dolayı beklemeyi göze alıp, ayaklarım üzerinden yarım saat bekledim ve doktor geldi. Görevliye "nöroloji'den bu notu yazıp doktora görünmemi, burdaki yazılanların bir test olduğunu ve bunu doktorun bildiğini" söyleyince, görevli beni anlayışla karşılayıp doktorun odasına yönlendirdi. 

İçeri girdiğimde, masada gençten bi adam oturuyordu ve ben hemen "doktor olup olmadığını" sorup, doktor olduğunu öğrendikten sonra "nörolojiden geldiğimi, notun kendisine yazıldığını" belirtip uzattım.
O da kısa bi göz atıp, ardından bi kağıdı önüne alıp bana "son 6 ay içinde ölüm, kayıp gibi bir şey yaşayıp yaşamadığımı" sordu. Bende ona;
-Aslında ölüm, kayıp vb gibi bir şey yaşamadım ama Şubat ayında beyin ameliyatı oldum ve ameliyat öncesinde ailem gelip benimle ilgilenince, yıllar önce beni evden kovmuş olmalarına rağmen gelmiş olmalarına şaşırdım ve ameliyatım sonrası iyileşme belirtilerim artınca ve iletişimimiz de hâlâ devam ediyor olunca, beni sevdiklerini düşünüp memlekete geldim. Ama meğer beni sevmiyorlarmış, çünkü yine kovdular. (dedim ve o anda ağlamaya başladım)

Ağlamamı bekliyormuşki kenardan aldığı peçete kutusunu uzatırken "ailen seni seviyor" dedi ve ben de bu arada kutudan bir kaç tane peçete alıp yüzümü, gözümü silip konuşmaya devam ettik.
Çok da detaylara girmeden "resmi olarak evli olduğumu fakat 9-10 yıl önce ayrıldığımızı, 13 yaşında bir oğlum olduğunu ve çoğunlukla annesiyle yaşadığını, kendimi bildim bileli biseksüel olduğumu lakin erkek ağırlıklı olmasına rağmen ara ara kadınlarla da ilişkilerimin olduğunu" anlattım.
-Peki kendini hangi tarafa daha yakın hissediyorsun?
-bilmem. aslında herhangi bi tarafa yakınlığım yok. hatta son 2 yıldır cinsellik yaşama arzum bile yok.  Son 8 aydır ise mastürbasyon bile yapmamıştım, geçen gün ise aklıma gelince, sırf denemiş olmak için yapabildim.
-anladım. ailen seni hâlâ seviyor.  sence ailen seni biliyor mu?
-bence biliyorlar ama dile getirmiyorlar. çünkü ben hep böyleydim. hatta çocukken, akranlarım konuşmam yüzünden benimle dalga geçerdi. yetişkinler arasındayken konuşmaya başladığımda da, herkes aniden başını çevirip bana bakardı. birileri için konuşma tarzımın, hareketlerimin tuhaf, ilginç bir durum olduğunun hep farkındayım.
-dediğim gibi "ailen seni seviyor" ama buranın kültürü, buradaki yaşam tarzı farklı. onların seni olduğun gibi kabullenmesi, kabul etmesi onlar için zor bi durum. buranın şartlarını göz önünde bulundurmalısın. onları anlamalısın.
-bilmem
-ayrıca her konuda çok fazla kararsız kalmışsın. kendine göre düşünüp bir karar verip sonuçlarına katlanmalısın. kararsızlığın sana çok fazla yük olmuş. bu da seni çok yoruyor.

..cümlelerini tamamladığında ne dediğini tam anlamadım. Şimdi ise kurduğu cümleler üzerine düşünüyorum da; sanırım aile içindeki dışlanmalarımın nedenini, ibneliğime bağlıyor ve ibne olduğum için aslında kovulduğumu söylemeye çalışıyordu. Oysa hayır öyle değildi. Çünkü ailem paraya tapan, para için birbirinin etini bile yiyecek karaktere sahip insanlardan oluşuyor. Bu durum ben çocukken de böyleydi ve ben şimdi kocaman adam olmuşken de hiç değişmedi, değişmeyecek de. 
Yıllar önce beni evden kovmalarının nedeni de ibne olmam değildi, ibne olduğumu hiç bilmediler ve hatta daha büyük bir iddia olarak ibneliği sezinleyecek kapasiteye de sahip değiller.

Beni kovmalarının nedeni ise; şimdi onlarla vakit geçirdikçe açıkça anladım ki; hepimizin ömrümüz boyunca köpek gibi çalışarak biriktirdiği devasa zenginlikti. 
Bu zenginlik ise, resmi olarak sadece 1 ve 2numaralı abim üzerine kayıtlı. Şimdi anlıyorum ki; biz büyüdükçe mal mülk de beraberimizde arttı ve mal mülk arttıkça da, büyükler tarafından biz diğer küçük kardeşlere daha fazla baskı uygulanmaya başlandı.
Baskılarını da sürekli arttırarak bizi aile dışına çıkmaya zorladılar ve biz de zamanla baskılardan, dayaklardan, aşağılanmalardan, bitmek bilmeyen yıldırma politikalarından bıkıp, cahil ve yenik bi şekilde her şeye arkamızı dönüp aileden dışarı çıktık. Dışarı çıkmak demek de tüm zenginliği terk etmekti. Yani bizi; zenginlikte pay sahibi olma iddiasından uzak tutmak için dışarı çıkmaya zorluyorlardı. Bunu şimdi, inatla içlerinde yaşarken anladım..

Farklı zamanlarda pes edip dışarı çıkanlar olarak 3 numaralıabim ve benden küçük olan erkek kardeşimle beraber biz toplamda 3 kişiydik. Kardeşim ve 3numaralıabim yıllar sonra bi şekilde aile içerisine geri dönüp, gece gündüz demeden çalışmalarının karşılığı olarak birer ev ve araba koparıp bunlara razı bi şekilde evlenip, aile içerisinde de tekrar kabul görerek düzenli bir hayat kurdular ama ben bu duruma hiç ayıkmadığım için hep dışarda kaldım.
Hem evden kovulmuş olsamda, bir ibne olarak zar zor kazandığım özgürlüğümü, aile arasına dönerek kaybetmeyi göze alamıyordum, almadım. Ayrıca eğer dönecek olursam, akrabalarımla tıka basa oldu bu küçük şehirde, olurda ibneliğimi yaşamaya çalışırsam-yaşayacak olursam nasıl yaşayacaktım ki? Bu yüzden dönem dönem aileden uzak kalmanın verdiği acıyla ağlayıp sızlasam da, kendime ait bir hayatı, sadece beni tanıyan veya kan bağım olan herkesten uzak kalarak yaşayabileceğimi düşünerek uzak durmaya ama bayram-seyranlarda gidip onlarla vakit geçirmeyi kendime yeterli bularak yaşamaya devam ettim. Para konusu ise şimdiye kadar hiç aklıma gelmedi. Çünkü içimde bi yerde; özgürlüğüm karşılığında, sahip olduğumuz tüm zenginlikten vazgeçmem gerektiği hisssini inceden inceye hissediyor ve bu da bana hayatımı özgürce yaşamak için, özgürlüğümü de para karşılığında satın almış olduğum için rahat davranmamı, rahat yaşamamı, herkese ilk yanlışında arkamı dönme özgüveni veriyordu. Verdi de. Yıllarca böyle yaşadım ve hiç pişman olmadım...

Öte yandan; dışarı atılmış olduğumun farkında olmadan, aslında dışarı çıktığımı sanarak geçirdiğim yıllardan sonra şimdi geldiğim bu aile cehennemindeki konuşmalardan, eskisi gibi kaçıp gitmem için gerçekleştirilen baskılardan anladımki; daha önce düştüğüm oyun da pek farklı değildi ve hatta yaşım göz önüne alındığında çok çok çok insanlık dışıydı.. O yüzden şimdi tekrar kaçıp gitmek yerine, bizimkilerin inadına babamdan kalma bu gecekonduya yerleşerek bir süreliğine dahi olsa buraya kök salmaya karar vermiş bulunmaktayım.

Hem baskılara yenik düşerek kaçtığımda nereye gideceğim?
Gidecek bi yerim yokki!
Tedavi gördüğümde bile, durmadan kendisini sikmemi isteyen Öküz Herif'in yanına da gidemem.
Ben kemoterapi haplarından dolayı yorgun düşüp, onu sikemediğim için hemen başkalarını bulup seks yapmaktan geri kalmayan adamın bana ne hayrı dokunacak ki?
Ben hasta bi şekilde yatakta inlerken, o sikimi yalayarak kaldırmaya çalışıp ölmeden önce son bi kez onu sikmemi isteyen birinin yanına gitmem kendimi aşağılamamdan, kendimi insan yerine koymamış olmaktan başka ne olabilir ki?
Böyle bir adamın yanına gidemem.

Zaten İstanbul'a dönüp yeni bir hayat kurmak için şimdilik ekstra bi gücüm yok. Var olan gücümü de oraya ve Öküz'e harcamak istemiyorum.
İşte bu ve diğer yazamadığım tüm nedenlerden dolayı şimdilik dönesim yok. Dönmek yerine kalıp burayı kendime yuva edinesim, kimseye el açmadan, çalıp çırpmadan yaşayasım var. Ya da en azından yaşamayı deneyesim var.

Hem bence bu evde kalıp, daha az çalışarak ve hatta sürekli çalışmaya gerek duymadığım sakin ve sade bir hayat yaşayabilirim. Üstelik böyle bir hayat kötü de değil ve hatta benim için gayet uygun duruyor.
Yani; koşturmadan, nefes nefese kalmadan, her şeye sakince yaklaşarak, sade bir şekilde uyum sağlamaya çabalayarak, buradaki her şeyi iyice içime sindirmiş halde yaşayarak sağlıklı kalmam da mümkün.

Tamam belki burası bir sahil kasabası değil, bir tatil beldesi değil ama sonuçta burda az parayla her zaman tatildeymiş gibi olacağım ve sahil kasabası kafasında yaşayabilirim. Çünkü bu potansiyele sahip biriyim ve biliyorumki; her şey benim onu nasıl yaşadığımla ilgili. Güzel bakarsam güzel göreceğim. Eğer burda yaşamayı becermezsem ve hiçbir şey olmazsa da, en azından denemiş olacağım. Denemek, denememiş olmaktan iyidir. Ayrıca belki oturup kitap da yazmayı deneyebilirim. Neden olmasın ki?
ve son olarak bu yaptığım, yani burda kalmak vs savaşmak da değil. Sadece kapana kısılmış olmanın getirdiği "farklı bir yol var mı" diye etrafa bakınmanın mecburiliği. Hem psikolog'da "iyice düşün bir karar verip, yükünden arın. bu yüzden bir daha gel olur mu?" dedi. Galiba tekrar gideceğim. Zaten testim de normal çıktı. Unutkanlıklarım, aldığım ilaçlar ve yaşadıklarım yüzünden hiç de öyle abartılı değil, hatta normalmiş. 
Her şeye rağmen; hadi bismillah. 


18 Ağustos 2021

Savaşma veya sıvışma. Sadece sessizce yaşa

Kafamın, beynimin, aklımın, zihnimin (adı artık her neyse) işini yapmayı, düşünmeyi durdurduğu, benim de zaten durmaması için yapabileceğim bir şeyin olmadığı, mecalimin kalmadığı o an'dayım. Hiçbir şey yapasım yok, hiçbir şeyi yapılası bulmuyorum. bunlar yerine her şeyi ve kesi izlemekle yetiniyorum.
Doğduğumdan bu yana benimle beraber var olan içimdeki o yazma hevesi, yaşamın ne olduğuna ve yaşamın kendisine dair beslediğim sonsuz merak da çoktan bitti gibi hissediyorum.

Sanki zehirli bir et parçasını yedikten sonra neden öldüğünü bilmeyen, bilmeyecek olan sahipsiz bir sokak köpeğinin cesedi gibiyim. Biri beni acilen gömmeli, ya da bir çukura çekip üzerime kalın bir kireç tabakası döktükten sonra bir kaç kürek toprakla üstümü örtüp gitmeli. 
Ama yok, etrafta kimsecikler yok. Bu yüzden kendi kurtçuklarımı yaratıp, kendimi ancak böyle yok edebileceğim.
Gerçek kimsesizlik belki de budur işte ve bunu da öğrettiğin için teşekkür ederim en büyük kimsesiz olan güzel Allah'ım...

Babamdan kalma bu gecekonduya taşınırken, bu şehre de tamamen yerleşip ailemin çektiği siktirlere karşı savaşmayı düşünmüştüm. Ama aradan bir kaç gün geçince, kendi kendime geldim ve baktımki; aslında ben savaşacak kadar güçlü değilim ve hiçbir zamanda savaşacak kadar güçlü biri olamamıştım.
Ben savaşmayı göze alacak kadar bencil değilim. Ben siktir çekilince, çekilen siki alıp giden biriyim. Ben buyum.
Ben basit, sıradan, kalabalığın içindeki herhangi biriyim. Benim gücüm, sıradanlığımda. Herkes gibi davranmamda, tüm tehlike ve tehditlere karşı kendimi herkes gibi savunmamda saklı. Yani benim savaşma şeklim sıvışmaktan başkası deği ve başkası olmayacak da.
Çünkü savaşmak için kin lazım ve bende de ne yazıkki ondan hiç yok. Hatta birazcık kinlensem, içimde tutup fırsatı gelince kullanmak yerine, içimde tutarak yok ediyorum. Doğrusu bu ya, kinlenmeyi, kin tutmayı dahi bilmiyorum. Öğrenmedim, öğrenmek istemedim ve öğrenmemeyi başarmış olarak yaşayıp bugüne kadar geldim.
İşte tam da bu yüzden kalıp savaşmak yerine sıvışmayı düşündüğüm günleri yaşamaya başladım, başlamıştım ve yaşıyordum. Ama tüm zorlamalarıma rağmen, birazcık olsun yaratabildiğim kinim bitince sıvışmayı da doğru bulmamaya başladım.
Hatta önceki gün aklıma "savaşmak" ile "sıvışmak" dışında bir yol olamaz mı? sorusu gelip takıldı ve gün boyunca bu konu üzerine düşündüm, düşündüm, düşündüm ve üçüncü bir yol olarak, kendime şunu buldum;
-Kalıp savaşmak çok yorucu, zaten savaşamam da ve yine zaten; savaşacak kadar enerjim de yok. Ki olsa bile enerjimi savaşmaya harcayamam, harcamak istemiyorum. Çünkü savaşmak için yaratıldığımı düşünmüyorum. Savaşmak bana göre değil. Ben çocuksu bir bilgelikle yaşamayı, çekilen siktirleri duymazlıktan gelmeyi öğrettim kendime. Kinim de bu yüzden birikmiyor, en fazla 2 saat sonra geçip bitmiş oluyor.
-Kalıp savaşamazsam, kaçıp sıvışayım diye düşündüm ve bu yüzden sakin bir zamanımı bekliyordum ama zamanı beklerken kendimde şunu gördüm ki; aslında sıvışmak da, ergenliğimden bu yana taşıdığım, boş bir kendini haklı görme kibrinin yarattığı savunma mekanizmasıydı. Bu yüzden ergenliğim ile kibrimden sıyrılmalı ve şimdi şu yaşlı halimle kendime yeni bir şey-yeni ve daha bilgece bir yol bulmalıydım. 

Bir kaç günlük bilgesizce düşünmeden sonra, sıvışmak yerine oturduğum yerde sessizce oturmaya ve insanların ne yaptığını, ne yapacağını izlemeye karar verdim. Bu insanlar ailem, çevrem, eş, dost, konu, komşu ve uzak yakın akrabalardan başkası değil. 

Evet burda kalıp, tüm bu kokuşmuşların nasıl yaşadıklarını, neye nasıl tepki verdiklerini, birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını, birbirleriyle ve ötekileriyle nasıl bir ilişkide olduklarını, ilişkilerinde birbirlerine nasıl davrandıklarını, davranacaklarını gözlemlemeye karar vermiş bulunmaktayım ve bu yüzden hiçbir savaş açmayacağım gibi hiçbir yere de sıvışmayacağım.
Bunlar yerine oturup, sabırlı olmayı ve sabrımla beraber gözlemlemeyi öğreneceğim, öğreteceğim kendime.

Sahi bu gecekondu mahallesi neden yıkılmıyor, TOKİ neden buraya girmiyor? 

Kocası yıllar önce çekip gitmiş olan ve 2-3 yılda bir gelip onu sikip hamile bıraktıktan sonra yine ortadan kaybolan komşumuz Nazime Abla kocasız bi şekilde yaşamasına rağmen geçimini nasıl sağlıyor? Çocuklarına nasıl bakıyor? Kafayı yiyen kaynanasına yıllarca nasıl bakabildi, midesi bulanmadan yaşlı kadının altını nasıl temizledi, sokaklarda peşinden koşmaya, onu temiz tutmaya nasıl sabredebildi? aynı şekilde kayınbabasına da sahip çıkmıştı kadın. Üstelik ne kocası, ne kayınları, ne görümceleri vs hiçbiri ölen anne-babalarının taziyelerine bile gelmemişler. Tüm bunları o kadın nasıl kaldırabiliyor. Mental olarak sıkıntılı olan çocuklarını da büyütmüş maşallah. Umarım büyüdükçe iyileşir ve mental sorunlarından tamamen kurtulurlar.

Ya amcamlar nasıl bu mahallede oturmaya devam edebiliyorlar. Onca paraya, mala mülke rağmen neden hâlâ burdalar, neden kendinlerine güzel birer ev alıp taşınmıyorlar?

Çapraz karşı komşumuz İsmet Amca bir kaç yıl önce ölmüş. Karısı Şefika Abla ve bir oğlu İshak tek başlarına evde yaşıyorlarmış. İshak şu an 40'lı yaşlarına varmak üzere ve hâlâ alkol, esrar, arada türlü türlü uyuşturucular, haplar vs vs kullanıp duruyormuş.
Geçenlerde yolda karşılaştık, göz bebekleri hepten sönmüş, saçları bembeyazlaşmış ve avurtları da iyice çökmüş. Zayıf, çelimsiz bedeniyle, sokağın ortasında ayakta durmuyordu da sanki bir askılığa giydirilmiş pantolon ve gömlekten ibaret gibiydi. Gördüğümde üzüldüm ve içimden "acaba bunun leşi ne zaman, nasıl bulunacak?" diye düşünmeden edemedim.
Şefika abla ise zaten küçücük bir kadındı. Şimdi hepten ufalmış, cep cücesine dönüşmüş. Herkes onun bu hâle gelmesine, oğlunun yaşam şeklinin neden olduğunu söylüyor.

Yan komşumuz Nafile Abla burda değil. Geçen hafta köye gitti. Bir oğlu burda ve o da işsiz güçsüz biri. Herkes, adamın iş beğenmediği için çalışmadığını söylüyor ama ben konuştum; adam iş beğeniyor ama az para verilmesi ve çok hakaret edilmesini beğenmiyor. Kimsenin, adamın az para aldığından ve çok hakaret işittiğinden haberi yok.
Nafile Abla'nın diğer çocukları ise yurdun dört bir yanına dağılmış haldeler. Bir kızı Kocaeli'ne okul okumaya gitmiş ve orda bi yandan okuyup, bi yandan Bim'de kasiyerlik yapınca, okullar bittiğinde orda kalmaya karar vermiş ve bu yıl hiç gelmemiş. 
Diğer kızı İstanbul'da bir Kur'an Kursu'nda hocalık yapıyormuş. Kara çarşafa falan da girmiş.
Diğer iki kızı ise evlenip yuvalarını kurmuşlar, çoluk çocuğa karışmışlar. Bunlar iyi yapmışlar, çünkü açık açık söylenmesede, herkesin yüreğinin saklı bi köşesinde, kalplerinin taaaa en içinde Bim'de kasiyerlik yapan kız ile İstanbul'da Kur'an Kursu'nda hocalık yapan çarşaflı kızın orospu oldukları şüphesi var. Yoksa neden uzun zamandır ailesinin yanına gelmesinlermiş falan fistan.

Karşı komşularımızdan birinin bir sürü tavuğu var, yumurtalarını toplayıp satıyorlar. 
Oğullarından biri Uzman Çavuş olmuş ve bilmem nerde görevliymiş. Ama ailesi onunla iletişimi kesmiş. Çünkü oğlan, ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen 2 çocuklu dul bi kadınla evlenmiş ve bu yüzden onlarla görüşmeyi kesmiş. Diğer bir çocuklarının küçük bir marketi, orayı işletip parasını yiyorlar.

Burda keseyim yazmayı. Zamanla belki daha iyi yazarım. Ama dediğim gibi, bir süre burada kalıp, savaşsız, sıvışmasız, sessiz bir hayat yaşamaya karar vermiş bulunmaktayım.
Tüm bu izlemelerimi-gözlemlerimi yaparken, olabildiğince sessiz bi hayat yaşayıp, onlar iletişime geçmedikleri müddetçe de iletişime geçmeyeceğim ve tıpkı yıllardır terkedilen bu ev gibi kenarda öylece bekleyeceğim. Bakalım neler olacak, nasıl olacak.

14 Ağustos 2021

SAVAŞMA, SIVIŞ!

Siktir çekilince hemen yüzünü asıp ortadan kaybolan, eline geçirdiği ilk biletle uzaklara kaçan, giden, gitmeye alışan ben'in, şimdi bu ahlaksızlarla savaşmak neyine? 
Ben kimim, neyim ki içi kötülükle dolu birilerine savaş açıyorum.
Etim ne, budum neki onlarla savaşayım?
Boş ver işte her şeyi ve herkesi.
Bırak onları kendi hallerine, eskisi gibi boklarında boncuk araya dururlarken çek git uzaklara. Onlar, elleri boka bulanmış hale geldikten sonra boncuklarını bulduklarında sen çoktaaan çekip gitmiş ol ve ağızlarını da siktirleriyle başbaşa bırak. 

Evet en iyisi, yine eskisi gibi yapmak, daha önce yapmış olduğunu yine yapmak, aynısını tekrarlamak. Yani savaşmak yerine; siktir çekilmişken, bunu fırsat bilip yine burdan SIVIŞMAK...

Çünkü savaşmak çok yorucu ve bitmek bilmeyen, hatta asla ama asla bitmeyecek bir kin istiyor. Sürekli bir uğraş, sürekli bir tetikte olma hali, sürekli kindar bir plan program istiyor.
Savaşın yakıtı ise kinden başka bir şey değil ve savaş, sadece bir parça et ve bir yudum kandan ibaret kindar cahiller içindir.
Ben ise onlardan değilim. Ben cahilliğimin birazından da olsa arındım, kinimi de çoktaaan tükürüp toprağa attım.
Çünkü ben kinle yaşayamıyordum. Ben kindar olamıyor, olsam bile 2 dakikadan fazla kindar kalamıyordum. Şu bir kaç gündür, gördüm ki hâlâ da öyleyim. Çok şükür.
Allah mı beni böyle kinsiz yarattı, ben mi kendimi böyle yarattım bilmiyorum ama kindar olacak kadar güçlü değilim. Var olan gücümü de bu beş para etmeyen insanlarla çıkacak savaşa ayırmak yerine, yine önüme bakarak yürürken karıncaları ezmemeye dikkat ederek yaşamaya, bundan mutluluk duymaya devam edeceğim.

Hem burda kalıp, savaş adı altında aslında onlara benzemeye ne gerek var ki?
Hakkımı arıyorum diyerek neden kendime işkence edeyim ki?
Bunca yükle yaşarken, neden kendime bin ton daha yük daha bindireyim ki?
Bana yazık değil mi? Valla çok yazık bana. Kendime acımalıyım, çünkü kendime benden başka acıyan yok. Ben biraz da kendime acıdığımdan dolayı savaşmayacağım, sıvışacağım.

Ayrıca son zamanlarda kısaca "kaçmak" olarak tanımladığım şey, gerçek anlamda "kaçmak" kadar basit bir olaydan ibaret değildi. Sadece; benden başkasının anlamadığı, anlayamayacağı çocuksu bir bilgelikle kendi kendime geliştirdiğim, derin bir savunma mekanizmasıydı ve zaten en iyisi de oydu.
Yani sıvışmak, kendi çocuksu bilgeliğimle bulduğum bir tür zırhtı ve beni kötülerimin kötülüklerinden çok iyi korudu. Hatta şimdi dönüp bakınca görüyorum ki; çoğu zaman bu kadar iyi koruduğunun bile farkında olmamışım ve bu yüzden dönüp anca şimdi diyorum ki; iyiki sıvışmışım...

Zaten siktir çekilmesine rağmen aynı yerde kalıp saatlerce, günlerce, haftalarca ve hatta aylarca onlarca insanın içinde küfürler, bağrış çağrışlar işiterek aşağılanmaya göz yummak yerine, siktir'in sahibini içimdeki allah'a havale edip ilk fırsatta da sıvışmak en iyisiydi. Afferin bana.

Hem karşımda insanlıktan nasibini almamış biri varken, insan olmayanla muhatap oluyorken, ondan uzak ilk anda ortadan kaybolmak basit bir kaçmak değildi. Sadece kaçmak olarak tanımlanamazdı, şimdi de tanımlanamaz. O yüzden, daha bacak kadarken, sıvışmayı akıl ettiğim için afferin bana.

-Çocukken, arkadaş edinmeme izin vermeyen birine, tüm çocukluğumu bana yalnız yaşatan birine ne diyebilirdim ki? dilim dönmüyordu, dilim nasıl döneceğini bilmiyordu. İyiki sıvışmışım.

-18 yaşımdayken bile, bana günde 2 posta dayak atan birine, o çelimsiz ufak tefek halimle ne diyebilirdim ki? İyiki dayak yemek yerine sıvıştım.
-Üstelik yıllar sonra bile, aynı adam gözlerimin içine bakarak; beni öldürüp bir yere gömmekle tehdit etti. O küçük, çocuk bedenimle sıvışmayıp nasıl kafa tutabilirdim ki?

-Karımı sikmek istediğini mertçe, delikanlıca, ERKEKÇE yüzüme yüzüme açıkça söyleyebilen abimin karşısında durmaya devam ederek ne diyebilirdim ki? Yoksa aslında karımı sikmek istediğini ima ettiği ilk anda, haklı bir bahane bulmuş olarak karnını mı deşmeliydim? 
Bence hayır, iyiki deşmek yerine sıvışmışım. 

Bu liste daha çok uzar gider ama ben kararımı verdim; savaşmayacağım, yine sıvışacağım.
Çünkü ben savaşacak kadar değil, sıvışacak kadar güçlüyüm.

05 Ağustos 2021

Savaş nedir, nasıl yapılır?

Hiç bu kadar gerçekçi yaşamamıştım.
Ne birini bağıra çağıra sikmem, ne "acaba sikilmek nasıl bir şey. osbir esnasında çok kudurup kendini parmaklarkenki gibi mi? yoksa gerçekten bi kere verdikten sonra, artık hep vermek isteyecek kadar zevkli mi?" merakımdan dolayı kendimi bağırta çağırta siktirmem, ne de yıllar önce abimin karımı sikmek istediğini yükseks sesle, açıkça, mertçe, hiç çekinmeden rahat rahat yüzüme söylemesi ve aradan 12 yıl geçse bile hâlâ lafının arkasında durması...
Bunlar ve diğerlerinin hiçbiri, ablamlar tarafından da, şimdi ben hastayken ve hâlâ tedavimin devam ettiği şu günlerde evden kovulmak, kovulduğumda ise gidecek bir yerim olmadığı için yüzsüzlük ederek kalmaya devam etmek; tek can acıtıcı gerçek bu. En sert gerçek bu. Hayat işte bundan ibaret...

Bu aralar evde soğuk bir savaş var ve savaşın taraflarından biri olan ben, 2numaralıabim tarafından evden "kimse seni buraya getirmedi, burda zorla tutan da yok. niye gitmiyorsun" denilerek sürekli kovulup duruyorum, ablamlar tarafından "geldiğinden bu yana bize rahatsızlık veriyorsun, rahatımızı kaçırdın" sözleriyle kapı dışarı ediliyorum. 
Abimin söylediklerini siktir edin de, (çünkü o zaten bana kötü davranıp beni yıldırıp kaçırtarak, benden kurtulmaya çalışıyor ve bende bunu fark ettiğim için inadına inadına ablamlarla yaşamaya devam ediyor, abimin inadına hiçbir yere kıpırdamıyor, evde yiyip içip sıçmaya devam ediyor ve o geldiğinde de onu, karşımda olmasına rağmen görmezlikten gelip, adeta o yokmuş gibi davranarak onu çıldırtıyorum), ama onu takmasamda, ablamların 2numaralıabimin gazına gelerek geçen gün söyledikleri bana fena şekilde koydu...

Aslında gördüğüm onca şey ve yaşadıklarıma göre, bu duyduklarımın koymaması lazımdı ama koydu işte.
Artık onlara nasıl güvenmişsem, uzaklarında olmama rağmen onlara nasıl bir sevgi beslemişsem, onlardan böyle cümleler beklemiyordum.
Lakin şimdi anlıyorumki; şok olmamak, orda karşılarında donup kalmamış olmak için beklemeliymişim...
Onlarında bi parça et ve bi bardak kan'dan ibaret, basit birer canlı olduklarını ve bu basitliklerinden dolayı da güce tapındıklarını ve 2numaralıabim ne derse öyle davranacaklarını, öyle konuşacaklarını beklemeliydim, bilmeliydim...

Ablamlar 2numaralıabim'in gücüne boyun eğip, ona tapınarak onun düşüncesinde olduklarını yüzüme yüzüme söyledikleri günün gecesinde gurur ve kibrime yenik düşerek valizlerimi topladım ve sabah İstanbul'a dönmeye karar verdim. Ama ne olduysa oldu ve bu konuda acele etmemeye, zaten 2numaralıabim'in isteğinin de bu olduğunu, yani beni kendisi defalarca açık açık evden siktir etmesine rağmen, aslında benim onu siklemediğimi ve söylediklerini takmadığımdan emin olunca ablamları bana karşı dolduruşa getirip; beni en duygusal yanımdan vurup yıldırarak, eskisi gibi gurur ve kibrime yenik düşürerek gitmemi sağlamaya çalıştığını düşündüğümden kalmaya karar verdim.

Kalmaya karar verdim ama ablam ve annemlerin yaşadığı o evde de, bana karşı takındıkları tavır yüzünden kalamazdım ve bundan dolayı; kendimce daha iyi bir çözüm yolu bulmuş olarak doğup büyüdüğüm gecekondu evimize taşınmaya karar verdim. 
Hem sürekli yıldırıldığımdan dolayı "hayır siz kovmuyorsunuz! ben bizzat kendim gidiyorum" diyerek, ceplerimde sadece gurur ve kibrimle yola çıkıp vardığım çok uzaklarda, onlarsız ve hatta adeta kimsesiz bi şekilde yaşayarak, elime; göt ve yarraktan başka ne geçti ki? HİÇ...
ve zaten yarrak ve göt'de bi yerden sonra bayıyor. 
(İnsan bi zaman sonra yarraksız ve götsüz bi hayat yaşamak isteyebiliyor. Ben galiba şu an o moddayım.)

Ailem içindeki bu yeni gelişmeleri ve gecekonduya taşınma kararımı, burda yaşamakta olan ve ailesiyle hemen hemen benim yaşadığım sorunların aynısını yaşayan bi arkadaşıma anlattım ve o da bana karşılık olarak;
-Çok iyi bi karar vermişsin. Çünkü seni tanımama rağmen, eğer olurda bu hasta halinle kalkıp İstanbul'a gidersen, herkes seni suçlar ve derlerki "bu zaten hep böyle boş bi hayat yaşamaya alışmıştı. Ailesi ona sahip çıkıp hastalığıyla ilgilenmesine, ona sahip çıkıp yanlarına getirmiş olmalarına rağmen, o burda ailesiyle kalmadı, biraz toparlanınca yine nankörlük ederek çekti gitti. Valla açıkçası seni tanımama rağmen, gidersen ben bile böyle düşünürüm. O yüzden sakın gitme, burda kal. O eve de 1-2 parça eşya al orda yaşamaya başla. Mahalledekiler de "ailene rağmen neden bu gecekonduda yaşadığını" sorarlarsa, hiç utanıp çekinmeden açık açık "ailem beni evden kovdu. gidecek yerim yok, bende burda yaşıyorum" de gitsin.
Bak sana yine söylüyorum; hatta şimdiki bu durumu, şimdiye kadar onlarla olan yaşamını bi savaş gibi gör. Vallahi billahi gidersen savaşı kaybedersin ve herkes, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonraki her olumsuz şeyden de seni sorumlu tutmaya devam edecek. O yüzden çekilen siktirleri yut, kimseden bir şey beklemeden burda kendi başına bi hayat kur. 
Zaten sen kaldıkça, kalmaya devam ettikçe millet gerçekleri öğrenmeye başlayacak ve bu yüzden de sürekli dedikodu yapacaklar. Bi yerden sonrada bu dedikoduları bırakıp direkt onlara laf söylemeye başlayacaklar ve diyeceklerki "yazıklar olsunki, o kadar mal mülkün içinde hasta bi kardeşlerine sahip çıkamayıp dışarı attılar." Bu dedikodular ve laflar sürekli tekrarlanınca, sizinkilerde bi yerden sonra dayanamayıp mutlaka ayağına gelecekler. Ama bunların gerçekleşmesi için senin sabretmen, pes etmemen, bi yere gitme deliliğinde bulunmaman lazım. Hani seni onca yıl çalıştırmalarına rağmen, "bu mal mülkde hakkın yok" diyorlar ya, herkes biliyorki hakkın var. Zaten şundan emin ol ki; eğer varsada inan Allah'a hakkını ancak böyle alabilirsin. Bunun başka bi yolu yok. Ha bir de sen, gecekonduda yaşarken sana her "eviniz var, neden burda yaşıyorsun" diye sorana da, evden kovulduğunu ve ablanlar dahil hiç kimse tarafından evde istenmediğini de açık açık söyleyeceksin ki millet sen ve onların dedikodusunu yaparak onlara daha fazla baskı yapsın. Sen beni dinle, oraya çeki düzen ver, biraz sabrederek orda yaşamaya başla."

Onun tüm bu ve daha buraya yazamadığım uzun uzun akıllı ve olgunca söylemleri bana çok mantıklı geldi ve kafama da tam oturdu. Bu yüzden geçen hafta gidip evi temizledim ve tamda o günlerde Öküz Herif 3numaralıabim'le anlaşmış olarak, bana sürpriz yapmış halde buraya gelince, ona da olayları özet geçtim ve hatta o da bunun doğru bi davranış olduğunu "dinsizin hakkından imansız gelir" diyerek destekledi.

Öküz Herif'in geldiği ilk gün onu gördüğümde, abimin yanında dayanamayıp ağlamıştım ve sonra toparlanınca şehir turu attık. Şehir turundan sonra annemlere de en azından "selam"laşırlar diye düşünerek götürdüm. Eve gittiğimizde herkes "hoş geldin" muhabbeti yaptı ve biraz oturduktan sonra kalkıp 3numaralıabim'in evine gittik. (çünkü evden kovulduğum günden bu yana onda kalıyorum ve eşide, başka bi ilde yaşamakta olan annesine misafirliğe gittiği için, ev bize kalmış durumda) 

Ertesi gün bir iki arkadaş ziyareti yaptıktan sonra, ilaçlarımı almak için Öküz Herif'le annemlere tekrar gittiğimizde, annem beni mutfakta, dolaptaki ilaçlarımı toparlarken yalnız yakaladı ve "adama söyle artık evine gitsin" dedi. Bi an şaşaladım ama sonra hiçbir şey demeye gerek duymadan "tamam" deyip, ilaçlarımı aldığım gibi mutfaktan çıktım. 
Öküz Herif'in yanına gittiğimde ona "annemin onu istemediğini" ve "evine gitmesini istediğini" söyledim. Şaka yaptığımı sandı ama son günlerde yaşadıklarımın özetini geçince inandı.
O şok olmuş haldeyken kalkıp evden çıktık ve sokaklarda biraz gezdikten sonra, doğduğum gecekonduya götürdüm onu. "bu son olaylardan dolayı, bi kaç parça eşya alıp artık burada yaşamayı düşünüyorum" dedim ve o da bana hak vererek "iyi yaparsın. ama eve çok eşya alma sakın. hatta sadece bir odaya halı, çekyat, masa al yeterli. mahalledekilerden neden burda yaşadığını, soran olursa da hiç çekinmeden her şeyi açıkça anlat. hem zaten sen anlatmasan bile insanlar kendi kendine "ailesi var, mal mülkleri var, karısı var, çocuğu var ama bu adam tek başına burda böyle sefil bi halde niye yaşıyor ki?" diye sorup, kendi aralarında konuşurlar" dedi. 
Söylediklerinden dolayı ona da hak verdim.
Evet, artık yıldırıldığım için yüzlerce km ötelere kaçıp gitmek yerine, 500-600 metre uzağa yerleşmek daha mantıklı. Hem madem psikolojik bi savaştayız, bu sefer gururuma yenik düşüp kaçmayacağım. Hatta kibrimin son damlasına kadar meydanda kalıp savaşacağım. 
Böylece gurur ve kibrimden eser kalmayınca, savaşı da elbet ben kazanmış olacağım. Çünkü bu savaşta sadece bedenimle var olamayacağımı üzülerek anladım. Artık bir imansız olarak, dinsizlerin hakkından gelmeyi, birde bu şekilde deneyeceğim...
 
Öküz Herif ise dün sabah gitti. Annemin söylediklerine çok üzülmüştü ve gerçekten burda bi kaç gün kalma hevesi de hepsi kaçıp gitmişti. Ona kusura bakmamasını, zaten beni de istemediklerini ama inatla kalmaya devam edeceğimi tekrar edip durmuştum. O da karşılık olarak "olsun. sıkma sen canını. mahalleye yerleş ve bunların hakkından bu şekilde gelmeye bak. oğlunun annesi de, senin ailende anlasınlar ne bok yediklerini" diyerek beni destekledi.

Önceki gün evin su ve elektrik işlerini hallettim. Şimdi de bir iki parça ev eşyası bakıyorum. Bi kaç güne kadar 2-3 parça alıp eve yerleşeceğim. Belki de asıl savaşım şimdi yeni başlıyor.


03 Ağustos 2021

75 Yaşındaki Ahlaksız Annem

Zamanında ailem beni evden defalarca kovmuş olduğu için (şurda yazmıştım) en sonunda dayanamayıp, onlardan uzakta bi yerlerde o zamanki bilincimin doğruluğunda bi hayat yaşamış olsamda, aslında en derinlerimde, yani kendimin bile çok az bildiğim gizli bir yerimde, onlardan uzak bi hayat yaşadığım için hep kendimi suçladım, en mutlu anlarımda bile durmadan kendimi suçlamaya devam ettim.
Suçlarken içimden sessizce şunları veya şunlara yakın şeyleri söylüyordum;
-ne olursa olsun, uyum sağlamalıydım
-onlar ailemdi. benim kötülüğüm için değil, iyiliğim için çırpınıyorlardı ve ben onların bu iyilik dolu çabalarını anlamamıştım
-aramızda her şey olabilirdi, ama yine de aileydik, onlardan uzaklara gitmemeliydim. uzağa gittiğim için tek suçlu benim.
-ben kötü biriyim.
-ben ibneyim ve aslında ibneliğimi rahat yaşamak için, onların beni kovmasını fırsat bilip hemen evden ayrıldım.
-sikimin keyfine, götümün rahatlığına olan düşkünlüğümden dolayı onlardan uzak bir hayat yaşıyorum
-ben ibneydim, evliliğimi de bu yüzden sürdüremedim. aslında karıyı iyi sikebilseydim, belki bi yere gitmezdi.

..bu cümleleri ve şu an aklımda olmayan daha nicelerini içimden yıllarca ama yıllarca hiç yorulmadan, usanmadan, bıkmadan tekrar ede ede kendimi, kendime kötü ilan edip, her olumsuzluğun sorumlusu olarak görüp durdum.
Peki bunun sonucunda ne mi oldu?
Tabiki kanser oldum. Ya da diğer hafif adıyla "beyin tümörü"ne yakalandım. 
Bu yakalanışımla, adeta yeni doğmuş aciz bir farenin kapana kısılması gibiydim ve bir kaç günlük baygınlıktan sonra gözlerimi açtığım zaman, başımda 1 ile 2numaralıabim'ler vardı.

Onları gördüğüm anda tutulduğum ağlama krizini atlattıktan sonra, onlarla aramızda geçen tüm eski olayları unutmuş bir halde etrafa bakındığım bi kaç günü bitirdikten sonra, yoğun bakımdan çıkarıldım.

Yoğun bakımdan çıkarıldığımın daha ikinci gününde, etrafta kimseler yokken, doktorların mesaisi bitip evlerine gittiklerinde, çalışanlar el ayak altından çekildiklerinde yatağımın başucuna bir kaç saat arayla, hatta sırayla oturup bana "minnetsiz yaşamaya alıştığımı, ama öyle bir yaşamın olmadığını. insanın her zaman başkalarına ihtiyacı, birilerine muhtaç olduğunu" ve "hayat işte böyledir, kime ne zaman ne olacağı belli olmuyor. insan başına ne geleceğini heç bilmiyor" cümleleriyle başlayıp yarım saat kadar süren ego tatmini cümlelerini dinlemiştim.
Doktorlar, ameliyat sonrası bile bana söylemeye çekindikleri çok ama çok ciddi şeyleri, ameliyat öncesinde sadece onlara söylemişlerdi ve gerekli imzaları alıp ortadan kaybolduklarında, abimler de memlekettekilere "ameliyat olmazsa öldü ölecek" haberini uçurup sonrasında da başucuma oturup, kuru nasihatlerini sıralayıp, onlara muhtaç olduğumu ve onlar olmazsa aslında öleceğimi, hatta ne kadar uzaklarında bir yaşam kurmayı başarmış olsamda "dünyanın küçük olduğunu ve işte böyle ellerine düştüğümü" söyleyerek egolarını tatmin etmişlerdi.

Ben bunları ve diğer söyledikleri hiçbir şeyi umursamadım. Çünkü gün içinde gelip yapılan doktor kontrolleri sırasında durumumun çok ciddi olduğunu anlamıştım ve kavga etmenin sırası olmadığını bilincim bana fısıldamıştı.
Hem vücudumdaki tüm damarlarıma ve deliklerime onca ilaçla pompalanıp dururken, pompalanmaya devam ederken, duyduklarımdan hangisi doğru olabilirdi ki?
Hayır.
Onca şüphem varken, kimin ne söylediğinden emin değilken ve hatta yatakta yatarken rüyada olup olmadığımı bile kendime sorarken, kimse hakkında bu kadar kötü şeyler düşünemezdim, düşünmemeliydim. Zaten kimse bu kadar kötü değildi, olamazdı da. Çünkü yıllardır kendime söylüyordum; en kötü bendim, tek kötü bendim.

O yüzden asık suratımı güldürmeli, abimlerle de sanki yıllardır birbirimizi görmüyor gibi değil de, yıllardır hiç ayrılmamışız ve her zaman mutlu mesut yaşamışız gibi davranmalıydım. Çünkü onlar cesedimi teslim alıp gömmek için yüzlerce km öteden kalkıp gelmişlerdi. En azından sırf gelmiş oldukları için olsa bile, son günlerimde onlarla iyi geçinebilirdim.

Öyle yaptım; onlar odaya her girdiğinde serumları siktir edip ayağa kalkmaya çalıştım, suratımdaki ekşiliği çöpe salladıktan hemen sonra gözlerinin içlerine bakıp gülümseyerek "hoş geldin" dedim, telefonlarına mutlu ve enerjik ses tonumla cevap verdim, yıllardır görüşmediğim, görmediğim, arayıp sormayan insanlarla görüştürdüklerinde "iyi olduğumu, çok çok iyi olduğumu, toparlandığımı vs" söyleyip durdum.

Tüm iyi cümlelerim, tüm gülümsemelerim cesedime sahip çıkacakları içindi, ama ben ölmüyordum ve hatta 11 saatlik ameliyatım da iyi geçmiş, bir kaç gün sonra ise domuz gibi ayağa kalkıp, 3numaralıabim ile hastane koridorunda turlamaya bile başlamıştım. Çünkü ibne olduğum için 3-4 yıl önce postu deldirmiş olsamda, şimdi avuçiçim büyüklüğünde bir tümöre yenik düşüp ölecek biri değildim.
Evet, bu kadar güçlü olduğumu bir tek ben ve Allah biliyorduk, hâlâ da ikimizin arasında bir sır olarak duruyor...

Hastane maceram bittiğinde, terapi maceram başladı. Bunlar hep sırayla ilerleyen şeylerdi. Ama o da bitti. Çünkü başlangıcı olan her şeyin, sonu da vardır.
bu süreçteki bir-iki ufak tefek pürüzü saymazsam, görmezlikten gelirsem, hiç yaşanmamış farz edersem, ailemin bana iyi davrandığını, davranmaya devam ettiklerini rahatlıkla söyleyebilirdim. Öyle yaptım, söyledim kendime ve onlar çekip gittikten sonra yine aramaya-sormaya devam ettiklerinde, beni sevdiklerini düşündüm, bana değer verdiklerini düşündüm ve zaten; tüm her şeyi, onlarla olan 40 yıllık tüm maziyi çöpe atabileceğimi ve atabileceğimizi düşünerek, iyi hissettiğim ilk günlerde, arkadaşlarımın önerisine uyup kalkıp memlekete geldim.

Sevgiyle karşılandığımı düşünerek, sürekli ilgilenilen, sürekli ziyaretçilerin gelip "geçmiş olsun" dediği bir kaç güzel günden sonra, evin içine 2numaralı abim tarafından etrafa döşenmiş mayınlara bastığımda; yüreğim parçalamaya, kalbimi acımaya, beni bir anda nefessiz bırakmaya başladı.

Bunları türkçe bilmediğini sık sık tekrarlayan annem'e "evde istenmiyorum, gideyim" diye yerel dille anlattığımda, o da karşılık olarak "kim ne derse desin, sen benim yanımdasın. onlar istediği kadar kovsunlar" diye yanıt verdi.
Haklıydı. Hak verdim. Hem kendimi kandırmaya çok ihtiyacım vardı. Hak vermeyip, haklı bulmayıp ne yapacaktım ki?
-Buranın havası iyiydi, çünkü İstanbul gibi nemli değildi
-Burda doğal gıda bulmak daha kolaydı, çünkü İstanbul'da doğal olan her şey sadece adında geçiyordu
-Burda sakin bi hayat vardı, İstanbul gibi kalabalık değildi
-2numaralıAbim tarafından her gün evden kovuluyor olsamda, onun evinde olmadığım için, onun kovmalarına karşılık yüzsüzlük ederek, annem ve 2 ablamla kalmaya devam edebilirdim.

Devam ettim.
Kaldım. Tüm yüzsüzlüğümle kalmaya devam ettim.
Arada 2numaralıabim tarafından yine siktir çekiliyor, sürekli kapı gösteriliyordu ama umursamıyor, annem ve ablamlarla yaşadığımı kendime söyleyerek kalmaya devam ediyordum.
Bu şekilde 3-4 ay geçti ve işte asıl bomba geçen hafta patladı...

Patlayan bombanın etkisiyle, her tarafım kan revan içindeydi. Sümüğüm günlerce aktı, gözyaşlarım hep tetikteydiler, akmaya fırsat buldukları ilk anda yanaklarımı yıkayıp, sakallarımın arasında çıkmış olan kepekleri görünmez kıldılar. Çünkü 2numaralı abimle yine atışmaya başlamıştık ve bana;
-kimse seni buraya getirmedi, sen kendin geldin
-biliyorum. geldiğim günden bu yana defalarca söyledin ve bende zaten farkındayım. Ama ben yüzsüzlüğümden kalmaya devam ediyorum.
-yüzsüzlüğü bırak git. niye gitmiyorsun. seni zorla mı tutuyoruz
-yoo kimse beni zorla tutmuyor. ben kendim annem ve ablamlarla kalıyorum
-kalarak onlara da rahatsızlık veriyorsun, rahatsız ediyorsun" dedi ve ablamlara dönerek şöyle devam etti;
-size de rahatsızlık vermiyor mu?

 Ben içimden 1 saniyede "ahaha ablamlar benden rahatsız olmuyorlarki. şimdi "yoo rahatsız olmuyoruz" diye yanıt verip abimi göt edecekler diye düşünürken, sazı alan ablamlar;
-valla rahatsız oluyoruz. geldiğinden beri bi rahat vermedin bize. herkesle kavga ediyorsun, herkesle atışıyorsun. 2 dakkan birbirini tutmuyor. senin yüzünden sabah 8'de evden çıkıp, akşama kadar dışarlarda gezip öyle geliyoruz. evde rahatımız kalmadı. senin yüzünden evde oturmuyoruz, oturamıyoruz, evde durmuyoruz." diyerek abim yerine, beni kocaman bi göt ettiler.

Böyle diyeceklerini, yani onları rahatsız ettiğimi hiç beklemiyordum, çünkü geldiğimden bu yana sık sık onlara sarılıp öpüyor ve "kusura bakmayın size çok yük oluyorum. hakkınızı helal edin" diyordum ve onlarda bana "ne biçim konuşuyorsun, ne yükü. sen bizim kardeşimiz değil misin? yük olmak mı bu" diye yanıtlıyorlardı.
Onların herhangi bir şeye karşılık olarak öf-pöflemeleri olduğunda ise "rahatsızlık veriyorsam kusura bakmayın" dediğimde ise "rahatsızlık mahatsızlık yok. niye böyle şeyler söylüyorsun" diye cevap veriyorlardı, vermişlerdi. Ama şimdi, öyle konuşmuyor, tam tersini ve hatta kat kat fazlasını şu an bağıra çağıra söylüyorlardı.

Onlar bu cümleleri sarf ederken, ben öylece dondum kaldım ve hiçbir şey demedim. Çünkü yük olmamak, onları rahatsız etmemek için kendi yemeğimi kendim yapıyordum, eşyaları düzenli kullanıyordum, evdeki düzene hiç müdahale etmiyordum, etmemiştim ve etmeyecektim de. Ama işte yine de rahatsızlık vermiştim.
Tek verdiğim rahatsızlık ise; anneme bağırıp çağırmamalarını söylemek, kendi ilişkileri hariç ben ve annem arasındaki bir konuşma yüzünden ona hakaret etmemelerini hatırlatmaktı.

Buna hakkım vardı. 
Annem çok söylenen, sürekli şikayet eden bir insan olduğu için, bana söylendiğinde vs kimsenin aramıza girmesini istemiyordum ve bunu onlara da defalarca, uzun uzun açıklayarak anlatmıştım. Buna rağmen ona bağırdıklarında ise araya girip "benim yüzümden ona bir şey söylemeye hakkın yok" diye söylenip, onları engelliyordum. İşte rahatsızlıkları da bu yüzdendi.

Onlar rahatsız olduklarını söyledikten sonra, sazı 2numaralı abim tekrar eline alıp;
-işte herkesi rahatsız ediyorsun, istenmiyorsun. zaten kimse seni buraya getirmedi kendin geldin, zorla da burda tutulmuyorsun" dedi.
3numaralıabim'de salonda bu söylenenleri dinlerken, benimle beraber ezildiğini, paramparça olduğunu sessizliğinden anladım ve bu yüzden kavga etmek yerine;
-tamam. anladım" dedim.

Eğer evde ablamlar ve annemler tarafından da istenmiyorsam neden burda kalacaktım ki?
Devam etmekte olan "git, rahatsız ediyorsun bizi" deyişlerine karşılık "tamam" dışında bir şey söylemeye, cevap vermeye gerek yoktu. "Tamam, tamam" deyip durdum ve sonra kalkıp balkona gidip biraz ağladıktan sonra, 3numaralı abim geldi, onunla şu an hatırlamadığım şeyler konuştuk ve sonrasında dışarı çıktım.

Dışarda gezinirken "başka ev tutup, burada ailesiz yaşamaya devam etmek" fikrine kapıldım ve bir kaç ev baktım. Sonra aklıma doğup büyüdüğüm gecekondu gelince, o mahalleye gidip eve baktım. Çok kötü bi ev değildi, temizlenip bi kaç parça eşya alınırsa ölmeden yaşanabilirdi. niye olmasındı ki? sonuçta burda doğmamış mıydım.
Hem ailem beni her yerden kovsa bile burdan kovamazlardı, çünkü burası babamdan kalmaydı ve hatta adam 16 yıl önce ölmüş olsa bile, elektrik faturası hâlâ onun üzerineydi.
Komşumuz olan Naftalin Abla'dan evin anahtarını istemek için onların balkonuna gittim ve o da çay içmem için içeri oturmamı söyledi. Annemden bir kaç yaş genç olan bu yaşlı kadın, evin anahtarını neden istediğimi sorduğunda "burda oturucam" dedim ve o;
-niye annenlerle kalmıyorsun
-onlar beni istemiyorlar
-istemediklerini onlar mı söyledi" diye sorduğunda, ağlamaya başladım ve o da, bam telime bastığını anlamış oldu. Bende hem ağlayarak, hem anlatarak son gelişmeleri anlatmaya başladım. Kadın renkten renge girerken, aynı zamanda eski olaylar hakkında da soru sormaya başladı ve ben eski defterleri de önüne açıp, olanları açıkça dillendirdim.

Konuştukça anladımki, yıllardır sessizce ortadan kaybolmalarım, sessizce gelip gitmelerim işe yaramış ve herkes, ailemin içinde olan bitenden habersiz bi şekilde, benim kendi keyfimden dolayı onlardan uzak yaşadığımı kabullenmiş. Evden kovulmamdan habersiz olan onlara göre, meğer ben haylazın tekiydim ve işte bu yüzden İstanbul'da yaşıyordum. Karımı da ben eden kovmuştum ve ailemle de durduk yere irtibatı kesmiştim falan.

Naftalin Abla'ya yaşadıklarımı anlattıkça, dizini dövüyordu ve olayları hiç böyle bilmediğini, hatta kimsenin böyle bilmediğini söylüyordu.
Ona abimin, karımı sikmek istediğini söylediğimde ise çığlık attı. İlk önce inanmadı ama ben olayın öncesi ve sonrasını tüm detaylarıyla hem ağlayıp, hem anlatınca inandı ve "sen üzülme. allah büyüktür. hepsinin hakkında gelir" dedi. 
Karımla olan ayrılma konusunun öncesini anlatınca ise dondu kaldı. Çünkü herkes, meğer karıyı benim kovduğumu sanıyormuş, onun defalarca beni terk etmesine rağmen, benim yinede onunla bi ortak nokta bulup İstanbul'a geri döndüğümüzden kimsenin haberi yokmuş. Zaten kimsenin haberinin olmasına da gerek yokmuş, ama meğer benim karı ve ailesi olayları başka anlattığından, artık birilerinin haberinin olmasının zamanı geldiğine ikna olup, diğer detayları da anlattıkça anlattım.
Kadın saatlerce beni dinledi, ben ağlarken anlattıklarımla o inledi.

"Abim ve ablamların benden rahatsızlık duydukları için evden gitmemi istemeleri konusunda annemden destek almamı" söylediğinde, ona "anneme söyledim. zaten o da yanımızdaydı ve tüm konuşmalara kendisi de şahit oldu. hatta ona "bak gördün, kimse beni istemiyor" dedim, bana "siz türkçe konuştunuz, ben hiçbir şey anlamadımki" dediğini" Naftalin Abla'ya söylediğimde, karşılık olarak bana "evet, annen biraz işine geldiği gibi davranan biridir. her zaman olaylardan kendini uzak tutar, her şey olup bittikten sonra da yeni haberi oluyormuş gibi davranır" dedi. Naftalin Abla'nın bu cümlesiyle içime bir rahatlık geldi, bi ferahlama hisssettim..
Çünkü annem gerçekten öyleydi ve ben onun bu her şeyden uzak durma davranışlarına art niyetli bir anlam yüklemektense, yıllardır annemin kötü biri olduğunu değil, cahil biri olduğunu kendime söyleyip sakinleşiyordum. Oysa herkes açıkça biliyormuş, annem ahlaksız biriydi. Annem, güçlünün yanında yer almaktan asla çekinmeyen ve bunu da hiçbir saklamayan bir ahlaksızdı.
Bense onun ahlaksızlığını kabullenmemek için, görmezlikten gelmek için hep kaçmıştım, kaçmaya devam etmiştim. Şimdi 78 yaşında olan bu kadın, hayatı boyunca ahlaksızca yaşamıştı ve bunu benim dışımda herkes çok net olarak zaten biliyormuş...

Naftalin Abla, bu eski evimizde yaşayamayacağımı, çünkü kışın havanın çok soğuk olduğunu, evin pis olduğunu, sobalı bir evde yaşamanın zor olduğunu ve zaten bu şartlar dışında benim hasta olduğum için kendime yetecek bir durumda olmadığımı söyleyip, beni eve yerleşmemem konusunda ikna etmeye çalışırken, ona "gidecek başka yerim yok. mecburen buraya yerleşeceğim. idare ederim. zaten evden kovulduğumda sokaklarda da yaşadım. bu ev, sokaklarda yaşamaktan daha iyi" dedim ve o ikna olup sustu.

Bi ara ağzını açtığında "bu malı mülkü siz hepiniz beraber çalışarak yaptınız. seninde o malda hakkın var." dedi. Bende ona zaten bu para-çalışma muhabbetlerini yaptığımı ve hepsinin bana o günden sonra daha sert tavır aldıklarını, daha kötü davrandıklarını söyledim.
-Peki ne diyorlar, vermeyecekler mi?
-Yok
-Niye
-Bana "sen gittin gezdin tozdun, şimdi bizden bir şey istemeye hakkın yok" diyorlar
-Gitsende, burda o kadar çalıştın. Valla senin de hakkın var
-Söyledim. Söylediğim günden bu yana annem bile benle artık oturmuyor
-valla sana yazık. sen boş ver olanları, git söyle sana da bi ev versinler. abinlerin 5-10 tane evi var zaten. ne yapacaklar bunları
-defalarca söyledim, baktılar olacağı yok işte ablamlar bile kovdular. bende o yüzden bu eve yerleşeceğim. en azından kimse babamın evinden beni kovamaz. 
-allah insanı merhametsiz etmesin
-amin abla.


Geçen haftaya kadar 2numaralıabim beni evden kovup dursada, bi yere gitmiyordum ve zaten geçen hafta beni tüm ev ahalisi içinde kovduğunda da, oraya buraya kıvırmadan "beni defalarca kovduğunun farkındayım ama ben yüzsüzlük edip bi yere gitmiyorum. Çünkü senle değil, annem ve ablamlarla yaşıyorum" dedim. Direkt böyle deyince bi an dondu ve sonra hemen toparlanıp "seni ben kovmuyorum, ablanlar da senden rahatsızlık duyuyorlar, sen onlara rahatsızlık veriyorsun" dedi ve ablamlarda bu cümleleri tekrarladılar.

Şimdiye kadar ablamlarla kalıyorum diyerek kendimi kandırıyordum ama ablamlar da "evet senden rahatsızlık duyuyoruz, senden rahatsız oluyoruz" deyince göt olup kaldım. 
E madem benden rahatsızlık duyuyorlar ve elimden kendimi kandıracak başka bir şey kalmadı "tamam" deyip sustum.

Sonra terasa gidip ağladım, 3numaralı abim geldi beni teselli etti ve karısı başka bi ilde, annesine misafirliğe gitmiş olduğu için, bi kaç gündür onda kalıyorum.
Hatta bu arada Öküz Herif'de çıktı geldi. Onunla beraber abimde kaldık.
Abimler Öküz Herif'i hala arkadaşım biliyor. Hep öyle bilecekler.
Öküz Herif'i annemlerle de mecburi olarak tanıştırmaya götürdüm, çünkü annem sürekli ona dua ediyordu. Bende tanışsınlar diye düşündüm ama meğer olay başkaydı. Çünkü annem 3üncü gün "adama söyle artık gitsin" dedi ve bende Öküze "annemin ettiği duaları siktir et, senin gitmeni istiyor" dedim.
Önce inanamadı ama sonra aslında beni de evde istemediklerini vs detaylarını anlatınca inandı ve bu sabah da kalktı İstanbul'a döndü.
Bense bi müddet daha burda kalıp dünyayı onlara, eski karıma ve tüm akrabalara dar edeceğim...

Bu süreçte yaşadığım en büyük hayal kırıklığı ise, annemi cahil sanıyor olarak yaşadığımı fark etmem oldu. Evet, kadın benim için 76 yaşında bir cahilden başka bir şey değildi. Ama onunla vakit geçirdikçe gördümki cahil değilmiş, sadece ahlaksızın tekiymiş.
Çünkü işine gelince sular seller gbi Türkçe konuşan bu kaltak, aile olaylarını anlatıp "ablam ve 2numaralıabim tarafından evden kovulduğum için yakında gideceğim"i söylediğimde, bana "siz türkçe konuşuyorsunuz, anlamıyorum ki" diye cevaplayarak susturuyor.

Orospunun işine nasıl gelirse öyle davranıyor ve ortalık hafif karışmaya başladığında hemen kayboluyor. Çocuğu olmam onun sikinde bile değil. Hatta onun için orospuçocuğu olmam bile önemsiz küçük bir detay.