-->

25 Nisan 2024

OL de, OLSUN

 24 Nisan, saat 09:40

Annem, kendisine konan kanser teşhisinden sonra eve getirildi ve o artık nefes alan bi cenazeye dönüştü. İyileşmek, kalkıp eski hayatına dönmek için ufak bi takat bulduğunda, hırıltılarını kesip gözünü açmaya kalkıştığı ilk anda yanındakilerden biri ondan helallik istediği için yine az önceki, o ölmek üzere olduğu hale dönüyor. 
Şimdi, yani şu an itibariyle kesinlikle sevmediğimden emin olduğum bu kadının binlerce yıl önce canlı canlı gömülen firavun mumyasını andıran hafif kuru bedenine baktığımda içimde ona karşı yumuşak tuhaf bir şeyler kıpırdanıyor.
Biliyorum yani; onu kesinlikle sevmiyorum ama sevmiyor oluşuma rağmen neden ona bakarken "onu sevip sevmediğimi" düşünmeye başlıyorumki?
Yani belki geçen yıla kadar seviyordum, üstelik sırf annem olduğu, yaşayan herhangi bi insan olduğu için seviyordum ama şimdi sevemiyorum.
Ben niye bu kadını en azından şimdi, az sonra veya bir kaç an sonra ölmek üzereyken sevemiyorum allah'ım?

Daha 2 ay önce, daha 8-9 hafta önce ortalıkta caka satan, "bana kötü davranma"ması için beni tüm acınılası içtenliğimle kendisine yalvartan ve yalvarmalarımı duyduktan sonrada oyunbaz zevkiyle kaçmak için komşulara misafirliğe gidiyormuş gibi numara yapan o hoppa yaşlı kadın bu mu?
Evet bu o.
Hastalıksız bi halde 87. yaşını görmüşlüğünün kendisine verdiği güçle ve haklılıkla, daha geçen aya kadar ölmeyeceğinden ve yatağa düşüp en ufak bi kıpırdanışa bile muhtaç hâle gelmeyeceğinden emin olan o kadın, bu kadın..

Şimdi günlerdir yatakta uzanık, ara ara numara yapmıyorsa hırıltılar eşliğinde nefes alıp veren bu şeye durup bakıyorum, öylesine kırgın ve çok çok küsüm. hem bu yaşta birinin kötü olması gerçeğinin verdiği şaşkınlık, hemde bu kişinin annem olması kafamı allak bullak ediyor. çünkü ben kötülerin yabancılar olduğunu sanırdım ve tanıştığım herkes benden mutlak şekilde kat kat iyiydi. tanışmadıklarımsa tabiki kötü insanlardı ve kötülüğü onlar üretirdi belki de bilmem.
şimdi herkes bana bakıyor ve ben herkese de çok kalpsiz gibi görünüyorum. biliyorlar yani ona kızgın olduğum için öylece sadece izlediğimi. zaten bende bilmelerini istiyorum. çünkü ben bi müslümanım ve açıkçası, annem bile olsa sevmediğim birini seviyor gibi davranamam. allah içimi bilirken ve ben sadece ona sığınık yaşarken, neden bu insanları kandırayımki?
Hem zaten yaşamım boyunca, kimi sevmediysem onu sevmediğimi bilmesi için çırpınmadım mı? ve herkes sevdiğimden emin olduğu kadar, kendisini sevmediğimi de benden duymadı mı?
Yani evet ben böyleyimdir; birini sevmiyorsam, o kişi kendisini sevmediğimi bilir. asla onu seviyor muyum, sevmiyorum muyum diye düşünmez, düşündürtmem. doğruyu bilmek herkesin hakkıdır. müphemliğe yer bırakmamak benim yolumdur. bu yüzden herkes kendilerini sevmediğimi bilerek de ilişkisini sürdürür benimle. çünkü ben böyle bir müslümanlık bilinci oluşturdum kendimde ve işte şimdi yazarken anlıyorumki; düşmanım da benimle, bana hep dostça bi saygı duyarak düşmanlık güttü. beni gördüğü yerde kafası karışık bi halde saygı göstermekten de geri kalamadı. 
ben birini sevmiyorsam, o kişi bilsin isterim. düşmanlık etmem, sadece sevmediğimi açık ederim. benden emin olur böylece.
annemse düşmanım değil, ya da en azından ben onu düşman olarak görmedim hiç. beni basit uzaklardan gelmiş bi yabacı olarak bile sevmediğinden emin olduğum şu 2 yıl içindeyse, yavaş yavaş ondan soğuyup koca bi buz dağına dönüştüm ve bana kurduğu veya aslında oyunbazkarakterine oturmuş oyunlarından da çıkıp, onu sevmediğimi kendisine de yeterince açık ettim. çünkü ben onun çarpık inançları arasına sıkıştırdığı sahtekârlığından daha kutsal ve gerçek bi islam anlayışına sahibim ve dediğim gibi; onu sevmediğimi bilmeye hakkı vardı ve tabii beni, islam'ı kullanarak sahtekârlaştıramayacağını da öğretmeliydim.

insanların yaşlandıkça bilgeleştiklerini düşünürken, annemle yaşadığım şu son 2-3 yıllık dönemde, tam aksine insanların yaşlandıkça bilgeleşmediklerini ve içlerinde besledikleri sonsuz dünya sevgisi, bitmek bilmez yaşam hevesleri ve asla yok olmasını istemedikleri ve varlığını devam ettirmesi için beslemeye devam ettikleri bencilliklerinden dolayı tamamen orospuçocuğulaştıklarını da annemle anlamış bulunmaktayım.
bunları da yeterince düşündüm şu ara, tekrar tekrar ve katmanlarca...
ve yine çok düşündüm; dışarıda gördüğüm muhtaç onca yaşlıya yardım için koşturup dururken, şimdi annem yanımda can vermek için bile takatsiz olmasına rağmen hiç umursamıyor olmam üzerine düşündüm.
Beni o yabancılara yakın eden, kolların girdirip karşıya geçirten, poşetlerini taşıtan, onlar için koşturtup duran şey ile annemden uzak tutan şey aynı mı? Aynı değilse nedir bu?
ve en çokda onlara yardım ederken düşündüm. ben iyi biriysem, neden annemin davranışlarını hoş görmüyordum, neden ona azcık sabretmiyordum? ben iyi biriysem, bu ara anneme niye iyi davranmıyordum? 

en çok da, yabancılara yaptığımın iyilik olup olmadığını düşünmeden koşup kollarına girdiğimde veya poşetlerine uzandığımda, yani iyilik yapma esnasında kendimin "iyi biri" olup olmadığımı düşünmeye başladım. ben iyi biriysem, neden sadece yabancılara iyiyim? iyi biriysem, anneme neden iyi değilim?

Bunları her koşturma ve yardım esnasında kendiliğimden düşünüvermeye başladım. "Belki de aslında iyi biri değilim" dedim kendime ve o yaşlıyla, o çocukla, o genç kadınla gideceği veya yeter dediği yere kadar yürümeye devam ettim.
Defalarca süren bu şeyler beraber zamanla anladım; Sanırım onlardan bana hiç kötülük gelmemiş olması, hiçbir bağımızın olmaması ve bağsızlığımıza karşılık onlardan hiç kötülük görmemiş olmak, kötü oldukları bi an'a bile şahit olmamış olmak beni onlar için koştururken, annemle olan ilişkimizde onun tüm içselliğine sinmiş olan kötülüğü beni ondan uzak tutuyor. yeni anlıyorum ve evet işte şimdi kabul ettim; insanın annesi kötüyse, ona yardım etmemeli. kötü olan hiç kimseye yardım edilmemeli.
"Annem, keşke annem olmasaydın ve ben şimdi, bi yabancıya yardım ediyor gibi yardım ediyor olsaydım sana" demekten kendimi alamıyorum.

25 nisan 22:43
Annem lütfen öl artık ve bitsin bu ikimizin de yaşadığı büyük saçma işkence.
Sırf sen ölmüyorsun diye gitmek istemiyorum bu evden! daha doğrusu gitmek istiyorum ama gidemiyorum sıçtığımın yerinden. Çünkü sen ölmezsen, sen ölmeden önce tüm haklılığımla, yani bu büyük istenmiyorluğumla siktir olup gitsem bile sanki yanlış bi karar vermiş, yanlış bir şey yapmışım gibi hissediyorum-hissedeceğimi sanıyorum.
Anlıyorsun değil mi beni?
Evet anlıyorsun. Şimdi can çekişmek yerine iki lafı bi araya getiren güçte olsaydın, siktir olup gitmem için kapıyı da bana sen açardın ya senin amınakoyayım.

hadi canım, hadi aşkım, hadi bitanem öl de gideyim artık.
ölmeni bile beklemeden gidecek kadar haklı olduğumu biliyorum dedim ya zaten ve burada yaşadığım şu kısa sürede farkına varıp kabullendiğim şey şu ki; eğer "sen ölmeden gidersem konu komşu ve tüm tanıdık-tanışmadıklarımın ağzına lafı vermiş olurum" adlı çarpıtılmış toplum kuralları, gelenekler, gözenekler ve inandığım allah'tan bile daha çok önem atfedilen bilumum şeyler tarafından zihnim ele geçirildi. bi yere kımıldayamıyorum. 

eline geçtiklerimin hepsinin de ağzına vereyim lafı, ya aslında gitmeyi çok çok çok istiyorum ve üstelik bu gidişimin artık dönüşsüz olacağını da biliyorum.
benim bilmem kadar, içten içe herkes de biliyor bunu. hepimiz biliyoruz ve bu yüzden bi an önce gitmemi istiyoruz. hep bir ağızdan ve elden beni göndermeye çalışıyoruz ama buradaki yaşamı anladım, nasıl düşündüklerini kavradım ve bu yüzden zihnim tutsaklaştığından dolayı, yani; şu an milletin ağzına vermemek için lafı, annem ölmeden gidemiyorum.
hadi öl ve seni gömüp özgürleşerek siktir olup gideyim burdan.
ya da en azından; gitmek için herkesin ayan beyan kabul edip karşı çıkamayacağı haklı bi nedenim olmalı. Allah'ım "OL" de OLSUN o nedenim.


19 Nisan 2024

kadın sikmek mi ister, sikilmek mi, kadın ne ister?

eskisine nazaran daha sakin bi şekilde olsada, bu aralar yine kendimi yeniden yeniden yeniden yeniden anlamlandırma çabası içindeyim ve sanırım hayat bu anlamlandırmalar esnasında geçip giderken bana nanik yapıyor ama görmüyorum.
ışıkları kim söndürdü.

oldum olası, anlamsız ve boş bir hayat yaşamış olmak korkunç geldi bana ve sanırım bu yüzden olsa gerek, yaşarken hep bir amaç aradım.
zaten içimde her zaman, önemli bir şey yapmak için doğmuş olma hissiyle dopdolu bir halde şaşkınlıkla etrafa bakınan biri vardı. acaba neye gelmiştim bu dünyaya, ne yapacaktım, yapmalıydım.
yapmam gereken şey nedir allahım?
o küçücük halimle bile bu dağ kadar ağır hisle mücadele ederken, ne yapmak için doğduğumu anlamakla yıllarca çırpınıp durdum ama hiçbir şey bulamadım.
sahi ben niye doğdum allahım... 

yaşım bu yıl 39 oldu. artık 40'ım çıkmak üzere ama sorsan sanki az önce bu halimle var edilmiş gibiyim. ne zaman üzerimden geçti tüm o yıllar ve bu arada niye kimse beni sikmek ve kendini siktirmek dışında dürtmedi? yalasın dünya barışı.

son bi kaç aydır kendimde, gittikçe, yalancı da olsa toplum kurallarına uygun bi hayat yaşama arzusu duymaya başladım. galiba kendim olarak, kalarak, şakasına bile olsa karşımdakine asla yalan söyleme-yerek yaşadığım bu hayatta bir bok olamayacağımı anladım.
evet anladım ve şimdi en kendisi olmayan, en kendisi olmaya çalışmayan, şakayla bile olsa doğru söylemeyen birine dönüşmek üzereyim.
bunu siz istediniz. değil mi?

geçen gün "bir daha erkek sikmeyeceğim allahım" diye tövbeler ettim ve zaten bi kaç aylardır da "allah'ım bana erkek sikme iradesi verme artık. erkeklere duyduğum bu sonsuz sevme ve sevilme arzusunu, kadınlara yönelt. iyi kalpli, iyi huylu, güzel yüzlü ve sözlü, çok merhametli, benim ona göre, onun bana göre olduğu bi eş ver ve güzel bi yuva kurdur bana allahım. çünkü ben kuramıyorum." diye dua ediyordum.
allahım dua mı kabul et. amin.

yakışıklı erkekler görüyorum, varlar ve bu hisse neden odaklandığımı düşününce anladımki, aslında tüm erkeleri yakışıklı görüyorum. yani o hiç sevilmeyecek kadar huysuz, baktığın anda iğrenebileceğin kadar çirkin ve salt erkek olduğu belli bi siluete sahipliği dışında hiçbir özelliği, güzelliği, aklı ve ilmi olmayan  erkeklerde bile sevecek bir taraf arıyormuşum. hemde inatla. tüm kibirli inadımla.
yanisi başımdan geçip giden bu zamanlar içinde, kendimi "sadece erkek sevmeye" o kadar kaptırmışımki, yer yer onları ilahlaştırmış ve sadece onların rızasını kazanmaya adanmış bi hayatın kıyısına kadar varmışım.
ve yine yanisi; ne yaptığının hiç farkında olmayan ve bu davranışının da şüphesiz tek doğru olduğunu sanarak yaşayan bi zavallı ben. 
oysa Allah kitabında şöyle der "Fakat onların çoğu aklını kullanmaz."
gerçekten de bazen aklımı hiç kullanmadım. sen bana doğruyu buldur. benim bulacağım yok.

bu, sadece erkeğe odaklanma meselesini ben tek başıma edinmedim.
bu, kadınların gözüme herhangi bir şey gibi görünmeleri yetisini ben tek başıma kazanmadım. 
bu, kendimi sadece erkek sevmeye koşullandırdığım,
bu, kendimi kadınlardaki arazlardan uzak tutmak için sadece erkek sevmeye koşulladığım zihinsel inşa sürecini ben tek başıma becermedim. bunu da yeni anlıyorum.
Şimdi doğruya doğru; onca yakışıklıyla beraber onca çirkin erkek için ölüp bitmememin de başka bi açıklaması yok ve evet, bi erkeği sikip atsan veya bi erkek seni sikip atsa bile, bunun verdiği sosumsuz rahatlığı, hangi kadın verir ki? hiç. 
şimdi aklıma gelmeyen ama kendimi ibneleştirmek için sıraladığım tüm o haklı ve bol mantılı kadınsız kolaycı akıl yürütmelerim, kadınlardan kaçmak için bana yakıt sunan çarpık toplum kuralları, içsel huzur sağlayan tek başıma günahsız küçük sahte romantik anlar, allah'ı anarken bile hiç yokmuş gibi yaşayan büyük kalabalıkların ikiyüzlülüğüne karşı takındığım güya tek yüzlü güçlü dürüst duruşum falan, hepsini geç amınakoyim. bu yarrağı sokacak, yüreği salt insan sevgisiyle tıka basa dolu sımsıcak bi amcık bulup hayatıma devam etmeliyim.
gerisi fasa fiso.

bu düşüncelerle beraber, kadınlara dair bakış açımı da şimdiye kadarkinden farklı bi yönde ve anlamda düzeltmeye başladığımı söylemeliyim. örneğin, hayatıma giren veya henüz daha az önce tanıştığımız o ilk andan itibaren, onları her an sikme potansiyelim olduğunu düşünerek yaklaşan ve sesi titreyerek iletişim kuran, iletişimi bu titrek halleriyle sürdüren kadınların benden korkmalarını gerektirecek bi durum olmadığını belirtmek için o anda tonladığım "korkma ilk fırsatta seni sikecek biri değilim" adlı sesimle, aslında ibne olduğum ve bu yüzden sikimin ona doğru kalkmayacağı garantisini veriyordum ve böylece, benimle geçirdikleri zaman dilimlerinin tümünde iki insan olarak iletişimde kalacağımızı söylemeye çalışıyordum ama nerdeeeeeeeeeeee
şimdi anladım ve kabullendim. Tanıştığım kadınlardan 3ü 5i hariç hepsi, onları her an sikebileceğimden korkmuşlardı ve ben aslında onlara benden, onları sikebileceğime dair bir korku duymamaları için tüm iletişimimizde ibneliğimin altını çizip, asla onları sikmeye kalkışmayacağıma dair garanti veriyordum. oysa kimseyi sikmek istememiştim. salt insandık diye iletişim kuruyorduk ama bak neler olmuştu ve ben onlarla olan tanışıklığımız süresince ibne rolümü sürekli yüklenmiş olarak oynamak zorunda kaldım. oysa onların beni sıkıştırdıkları sığ dünyalarının aksine kocaman bi dünyam vardı.

şimdi bunları yazarken, yine hatırlıyorumda; ibne olduğumu belirterek iletişimde kaldığımız bi kaç kadın arkadaşım (ki 22 ve 40lı yaşlar arasında değişen farklı kültür ve profillerdeydi bunlar ) onlara meyletmediğim için bana kırıldıklarını açık açık söylemişlerdi. hatta içlerinden birinin, 2 yıl boyunca ona ilgi göstermediğim için sürekli erkekliğimle dalga geçmişti ve bende onunla beraber kendime gülüp geçmiştim.
o ise bu gülüp geçmelerime her defasında şaşırıp kalmış ve bana inatla yeşil ışık yakmasına rağmen neden ona yürümediğimi sorup durmuştu. çünkü ona göre erkekler, sonuçta sadece sikleri olan akılsız ve çok hissiz, sevgisiz ve merhametsiz sıradan birer canlılardı ve günün sonunda siklerini sokacak bi amcık bulmak dışında başka bi şey için yaşamazlardı. bu yüzden nasıl olurdu da, gerçekten hiç kadınlara ilgi duymuyor, onu sikmek istemiyor olabilirdim?
bunu farklı yaşlardaki erkekler gibi kadınlar da soru olarak açıkça-defalarca sormuşlardı ve benim "çünkü ben sadece gerçekten sevdiğim ve beni gerçekten seven biriyle yatmak istiyorum. amacım seks yapmak olsa, az sonra birini bulmak benim için zor değil" cevabıma, beni küçümseyerek gülüp geçmişlerdi. 
O zaman anlamamıştım ama şimdi anlıyorum; kadınlar, onları sikmek istemiyor oluşuma inanmamışlardı.
ben de artık kendime inanmıyorum ve hayatımın sonuna kadar sadece kadın sikmek istiyorum.


18 Nisan 2024

annem ölmek istemiyor

annem bi kaç gündür yoğun bakımda ve sanırım bu sefer gerçekten ölmek üzere olduğu için her tarafta sessiz bi EL-Fatiha havası var. Dün yoğun bakım odasının önünde beklerken, 10-15 kişilik bi yakın akraba grubu daha vardı ve bende ne yaptıklarını gözlemleyip duruyordum.
sahi bunlar ne yapıyordu, burada ne işleri vardı? 

aslında hastaneye gidecek de değildim ama evde oturup kanal kanal gezmek yerine, oraya gidip yoğun bakım kapısının önünde bizimkileri izleyerek oyalanmayı daha mantıklı ve farklı bir deneyim edindirmesi açısından ilginç bi şekilde daha anlamlı bulup aniden evden çıkmıştım. fakat geldiğimde abim, ablam ve yengemler dışında diğer ahaliyi de hazır bulmak sürpriz olmuştu.

hastaneye doğru yürürken, annemi sevmiyor olmama rağmen gerçek anlamda neden ona doğru gitmekte olduğuma dair de düşündüğümden, aklımda şunlar kendiliğinden belirip duruyordu. acaba ben gerçekten;
-onu sevmiyor olmama rağmen, merak ettiğim için mi gidiyordum? yoksa;
-benden, aynı ortamda bulunmamak için sürekli kaçmaya çalışan, göz teması bile kurmamak için büyük bir savaş veren 1 ve 2 numaralı abimle aynı ortamda bulunarak onlara işkence etmeyi mi amaçlıyordum? yoksa;
-canım olmayan annem son nefesini vermeden önce aile efradı içinde helallik alamadığı tek kişi olduğum için beni çağırtabilir ve benden, evde tüm acıklı halini takınarak yüklediği ses tonuna rağmen alamadığı "helal olsun"u yine isteyecek olursa, hazır abimler de burdayken helallik şartımı bi daha dile getirebilmek için mi gidiyordum?
Bunları ve şu an aklıma gelmeyen diğer nedenleri düşünüp oraya gitmiştim ama işte kalabalık bir grupla da baş başa kalmıştım. 
Sahi neden burdasınız? Ne yapıyorsunuz amınakoyim
insanların birbirlerini hiç sevmemeleri ve yıllarca birbirlerinin arkasından ahlaksızca atıp tutmalarına rağmen ölüme bir adım kalmışken böyle önemser gibi yaparak kenetlenmeleri çok garip.
Neyseki bu kalabalığa şaşırıp durma anlarım, doktorun gelip "bilinci yerinde, dün saat kaçta geldiğini, neden burda olduğunu, burda bi müddet kalması gerektiğini biliyor. normal odaya alacağız fakat boş yatak bekliyoruz" açıklamasıyla son buldu ve bende helal edemediğim hakkımla hastaneden çıkıp sokaklarca yürüyerek gerisin geri eve döndüm.
Yanisi; dünden bu yana değişen bir şey yok, annem ölmek istemiyor ve mahalleliye annemin ölüm müjdesini ilk veren olmak isteyen herkes evlerine dönüp, dedikodularına ve beş para etmez yaşamlarına devam ediyor. 

16 Nisan 2024

Annem gider ayak benden helallik istiyor

Annem geçen aydan bu yana kolon kanseri tedavisi görmeye başladı. Aslında tedavi falan da yok. Çünkü 85. yaşında olmasının yanında tümörler, akciğer ve böbreklerine tamamen yayılmış olduğu için ameliyat edilemiyor ve bu yüzden ağrıları çok artığında bir kaç ağrı kesici, mide bulantısı önleyici vb ilaçla oyalayıp duruyorlar.

Hastaneye götürüldüğü ilk 2 gün sonrasında eve geldiğinden bu yana yatakta öylece uzanıp inildemesi, sürekli eklem yerlerine masaj yapılmasını istemesi ve kusması dışında doğru dürüst bir yaşam belirtisi de yok. Zaten zayıfken, şimdi bir şey yiyemiyor olduğundan dolayı hepten zayıfladı ve yüzündeki deri iyice inceldiği için gözleri de hepten içe doğru çöktü kaldı.
Bu son haline baktığımda bazen ondan ürkmüyor değilim. Çünkü korkunç bir şekle büründü ve gittikçe daha bi korkunçlaşıyor gibi. Hele birde bazen konuşma yetisini de tamamen kaybedip hırıltıladığı zaman, insanlıktan tamamen uzaklaşmış oluyor.

Tüm bu halleriyle, sadece nefes alıp veren herhangi bir şeye dönüşüp kaldığını da söylememe gerek yok ve tüm bu acınmaya en muhtaç olduğu anında bile ona annem olarak acıyamıyorum. Sadece yaşlı ve yardıma muhtaç biri olduğu için merhamet duyuyorum o kadar ve bu yüzden "allahım, ölümünü acısız kıl ne olur" diye dua edip duruyorum.
Gün geçtikçe daha kötüye gittiğini söylememe gerek yok ve açıkçası herkesin yüzünde "zaten çok yaşadı. bi kaç güne kadar kesin ölecek. ama en azından bi an önce ölse de işimize gücümüze baksak" ifadesi yerleşik hayata geçti bile.
Tüm bu cenazeye her an hazır duran ev ahalisi ve elleri göğe açılmış halde el-fatiha okumak için tetikte bekleyerek gelip giden milyonlarca akrbabalar, tanıdıklar, konu komşu eşraf vs ise bana yorucu gelmeye başladı.
Hiç sevmediğim bu insana, sırf yaşlı olduğu ve öleceği için gelip gösterilen bu hürmet tiyatrosuna sinir olsamda, kenarda ellerim koltuk altıma bağlı şekilde öylece durup izlemek dışında bir şey yapmıyorum.
Bu gelip gidenlerinse, annem olmaktan çıkmış bu korkunç şeyden sürekli helallik istediklerini de söylememe gerek yok herhalde. Tabi onunda, gelenlerden helallik istediğini anlamışsınızdır. Sonuç olarak, evde akşama kadar "helal olsun"lar yankılanıp duruyor.

Sahi helalleşmek böyle bir şey mi?
Yani 85 yıllık ömrünüzde herkesin arkasından verip veriştirip, rahat rahat ortalığı karıştırırken ömrün bu son deminde eşşeğin amını tersten gördüğünüz için düştüğünüz ölüm döşeğindeki hırıltılar arasında "beni helal et, hakkını helal et. beni helal ediyor musun?"larla alınan helallikler, gerçek helallik sayılıyor mu?
Hayır.
Bence helallik, helalleşmek böyle bi şey değildir. haklar bu şekilde helal olmuyorlardır ama tabiki, bu işin mutlak doğrusunu da sadece güzel rabbim bilir. O her şeyi bilen, hakkı mutlak gözetendir.

Böyle çok ama gerçekten çok alakasız insanlarla helallikler alınıp verilirken, helallik alma işlemlerinin benim tarafında da bi gelişme oldu tabii. Şöyleki; sakin sakin oturmuş, annemin ablama eklem masajı yaptırmasını izliyordum ve hırıltıları arasında, orada olmadığımı sandığı için adımı sayıklayarak beni çağırmalarını söyledi ve o anda bende burdayım diyerek yanına doğru gittim. Bana;
-beni helal et
-hayır. seni helal etmiyorum
-hakkını helal et
-etmiyorum. etmeyeceğimde. daha 2,5 yıl önce tedavim devam ederken bi araya gelip beni sonbaharda evden kovdunuz ve sen gelip babamdan kalma o soğuk gecekonduda ne yaptığıma, nasıl yaşadığıma bile bakmadın. hiç umursamadın.
-gelip bakıyordum. sana kaç sefer domates getirdim
-bak öleceksin zaten. boşuna hiç yalan söyleme
-hakkını helal et
-sana olan hakkımı gerçekten helal etmemi istiyorsan, 2numaralı abimden evimi, arabamı, dükkanımı al bana ver, seni helal edeyim. (bu cümlemi tamamladığımda 3numaralı ablamın gözleri faltaşına dönmüştü. burun delikleri ise sinirden patlamışcasına gerginleşmiş halde yüzü tamamen bana dönmüştü)
-annelik hakkım var sende. ben senin annenim
-sen bana hiç annelik de yapmadın. zaten ben okula gidinceye kadar 2numaralı ablamı annem sanıyordum. 
-ben seni kışın ortasında doğurdum. o soğukta sana bir şey olmasın diye çok çabaladım
-köpeklerde doğuruyor. hemde bi batında 9 tane ve hepsini de besleyip büyütüyorlar. o yüzden boşuna bana bu yalanları anlatma. şu son 2-3 yıldaki en muhtaç anımda bile bana annelik yapamadın. gözünün önünde olup bitenlere rağmen kimseye bir şey demedin. hakkımı savunmadın. hep kendini uzak tuttun. şimdiyse zamanın geldi, ölüyorsun diye helallik mi istiyorsun? diğerlerinden hakkımı alıp bana vermeden seni helal etmeyeceğim.
-öyle olsun.
bu konuşma sonrası, herkes normal hayatına devam etti..

ve evet ben anneme hakkımı helal etmiyorum. etmeyeceğimde.
çünkü hayatı boyunca bana yapabildiği tek annelik vasfı doğurmak olan bi kadının, şu geçtiğimiz 3 yıl içinde eline geçen son fırsatı değerlendirip gerçekten annem olduğunu göstermesi sırası geldiğinde bunu değerlendirmek yerine,  3 ve 4 numaralı ablamla bir olup beni evden kovmuş, sonrasında da ben kendimi zorla eve aldırabilmiştim. (o yazıyı şurada yazdım, TIKLA)
ama şimdi, sanki tüm o olmuş olanlar olmamış gibi davranmaktan geri kalmıyor, ölüm döşeğindeki bu acıklı halini koz olarak kullanıp "beni helal et" diyerek, son dakka golünü de atmaktan geri kalmamaya çalışıyordu.
Oysa ona şu geçtiğimiz aya kadar, belki de ne yapması, nasıl yapması gerektiğibi bilmiyordur diye yeri geldikçe doğru olanı ve yapması gereken doğru hareketleri defalarca anlattım, onda en azından böyle bir hakkım olduğunu belirterek sık sık dile getirdim fakat buna rağmen, tüm bu çabalarıma rağmen sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, sanki allah'tan kendisine "ölmeme garantisi verilmişcesine" umursamaz şekilde tüm yaşlı şımarıklığıyla bana dudak büküp küçümseyerek gülümseyip geçip gitti beni.
Üstelik ona defalarca "sende biliyorsun sende çooook çook hakkım var. o yüzden şimdiden söylüyorum; son güne bırakma. bak sakın ola ölürken benden helallik isteme, çünkü sana hakkımı helal etmeyeceğim" de demiştim ve dediğim gibi, canım olmayan annem gülüp geçmişti bana.
şimdi gülme sırası bende ama gülmüyorum, gülemiyorum. bi an önce acısız bi şekilde ölsün diye dua ediyorum.
ve annem ölünce, bu aileyle bi bağım kalmayacak. şimdi bunu düşünüyorum.

29 Mart 2024

Annem Kanser Oldu

Annem 85 yaşında olmasına rağmen sürekli bir şeylere yakınan ve asla memnun olamayan kişiliğiyle hayatın karşısında dik durmaya devam ederken, önceki hafta fenalaşınca hastaneye götürüldü ve orda yapılan bir şeyler sonrası, başka bir şehre nakledildikten sonra yapılan kontrollerde midesinin tümüne yayılmış kanser teşhisi kondu. şimdi evde ilaçlar, bol ağrılar ve anlamını bilmediği ayetleri okurken kıvranıp duruyor. oysa keşke anlamını bilse ve ne söylediğini - söylemesi gerektiğini bilerek ayetleri okuyup şifa bulsa ama işte..
Hislerim çok karışık ve allah'ın ona acısız bir ölümü tattırmasını istemek dışında şu an yapabileceğim bir şey yok.
Kanser teşhisi konmadan önceki hafta ise yine her zamanki gibi bana sataştığı esnada artık dayanamayıp ona en içten halimle "bu yaşlı halinle bile yerinde durmuyor, insana rahat vermiyorsun ya. allah belanı versin. öl artık. umarım bi an önce ölürsün" demiştim. Sanki ona ettiğim duam kabul oldu. 
o beddualarımdan kaçıp dışarı çıkarken, bende odama gidip "allahım beni bunlardan kurtar" diye kendim için istekte bulunmuştum.

çok yazasım var ama şarjım az. 

15 Mart 2024

Hayvan Çiftliği- George Orweell

Boş kalmamak ve dağılmayan kafamı dağıtmak için okul okumaya karar verdiğim 2023 yılında, hocaların ödev olarak verdiği ve benimde yaptığım kitap özetlerimi şimdi silip atmak yerine burada yayınlıyorum. Sonra siliyorum.
Kitabı okuyanlar siz ne diyorsunuz?
Okumayanlar siz susup okuyun, sonra konuşun.


1984'de George Orwell ne dedi, ben ne anladım?

Geçen yıl gazetecilik okurken kitap özeti çıkartmıştı hoca. Ben yazıp verdim ama hoca ne anladı bilmiyorum çünkü geri dönüşü olmadı amcığın. ulan o kadar özene bezene tüm hücrelerimi işin içine katıp yazmıştım, bari emeğe saygı duyup "eline sağlık" gibi bir şey deseydin gerizekâlı.
Neyse işte, notlarım arasında görünce kendi emeğime duyduğum saygıdan dolayı buraya yükledikten sonra silip atmaya karar verdim ve işte yayınlıyorum. 
Bu arada kitabı okumuş biri de fikirlerini paylaşırsa iyi olur. Çünkü kendi kendime çalıp oynamak çok sikici.




09 Mart 2024

Akademik Hayat ne kadar akademik

bir hocamızın, akademik hayat üzerine tartışmamızı istemesi üzerine yazdığım yazı ve 95 puan almam :)
----

Her ne kadar, yüksek öğrenim verilen kurumlar için AKADEMİ tanımı kullanılsada, günümüzdeki akademinin LİSE'ye dönüşmüş olduğunu düşünmekteyim. Akademik hayatın en önemli basamağı olan üniversiteler için sokak konuşmalarında da bu algı, hiç kalkmayacakmışcasına zihinlerde kendisine bir yer açarak oturmuş ve üniversite eğitimine başlayanlar arasındaki ilk konuşmalarda da "lise 5'e geçtim" esprileri olarak kendisini utanmadan ve yüzü kızarmadan göstermekten geri kalmamakta.

Akademi'nin durumunun hep böyle olup olmadığı tartışmalarına girmemek hakkımı kullanıyor ve Akademi'nin; ergenliğini az önce yaşamaya başlamış genç insanların, bilim yapmak-yapabilmek için eğitim aldıkları bir "ilk alan" olmak yerine, bir kaç yıl sonraki ileride sırf "gömlek giyeceği bir işi olsun ve ekmeğini ırgatlık yapmadan kazansın" mantığıyla düşünerek girdiği hep fotokopili ve neredeyse hiç kitapsız, fakat instagram renkleriyle bezeli bol slaytlarla doldurulmuş salt sosyalliğin yaşandığı bir alana dönüştüğünüde her ders sonrası düşünmeden edememekteyim. İyi tarafı şu ki; günümüzde İnstagram vb var ve bunlar sayesinde rengarenk slaytlarla "ders işlenecek" adı altında sıkıştırıldığımız odacıklarda akaendemik eğitimlerimizi görebiliyoruz.

Peki ya instagram yokken?
Düşünebiliyor musunuz, insanlar siyah beyaz slaytlarla ders işlemişler. (Bu yaşanmış olanlar korkunç bi durum olsa gerek. O dönemi yaşayan insanlar özelinde, yine gömlekliler tarafından bir araştırma yapılarak, eğitim hayatlarında ve sonrasındaki yaşamlarında öğrenme güçlüğü yaşayıp yaşamadıkları belirlenip tüm dünya halklarıyla paylaşılmalı :)

Sırasıyla ve kendimi sakince gaza getirmişken, hiç uzatmadan ve şu gerçek düşüncemi de yazmadan edemeyeceğim;
Belkide herkes akademik eğitim almamalı ve hatta belkide "akademik eğitim yaşı" diye bir sınır belirlenmeli veya yeni bir  AKADEMİK HAYAT-AKADEMİK EĞİTİM-AKADEMİK EĞİTİM YAŞI benzeri yeni yeni ve sert sınırların olduğu tanımlamalar yapılmalı. Çünkü kafaları ergenlik baskısıyla fazlaca karışık bu yeni gençlerin, henüz  "ne oldum, ne oluyorum" diye düşünmeye bile fırsat verilmeden, yaşadıkları büyük veya küçük topluluklar tarafından adeta "aniden içine itilirek" veya atlamak zorunda bırakılarak geldikleri bu başka şehirler, içiçe girdikleri başka hayatların içinde Akademi'den çok, onunla beraber gelen-onun içindeki sosyal hayatı bir an önce doyumsuzca yaşamaya başlamak, yaşamakta olduklarından ise birazcık daha fazlasını deneyimlemek ve gündelik sosyal ağlarını güçlendirmek dışında bir amaçları olmadığını bol acılıklı bir şekilde gözlemlemekteyim.
Oysa ne çok isterim anne, baba, biraz geniş olarak ise tüm aile, konu komşu ve daha geniş anlamdaysa popüler meslek liderleri tarafından yönlendirilerek yapılan tercihler sonrası doldurulan okullarda eğitim gören insanların yerine geçmiş o; gerçekten ne olduğunun bilincinde, ne olmak ve yapmak istediğine karar vermiş, yaşı kaç olursa olsun, zihninde oturttuğu ve "ben bunu iyi yaparım, yapabilirim, ben bunun üstesinden gelirim, üstesinden gelebildiğim şey sadece bu, hayatım boyunca yapmam gereken şey kesinlikle bu" düşüncelerine kapılıp yolculuğa çıkarak varış noktasına gelmiş insanları görmeyi.

Yukarıdaki düşüncelerimde, içinde yaşadığımız durumdan çoğunlukla bu gencecik zihinleri sorumlu tutuyor gibi görünsemde, akademik hayatta eğitim verenler arasındaki gömleklilerinde en az onlar kadar sorumlu olduğunu ve hatta büyük, en büyük sorumluluğun da onlara düştüğünü düşünmeden edememekteyim. Belki de yapılması gereken şey; akademideki tüm gömleklilerin, bol köpüklü Double White Chocolatte Orange Mocha'lı sosyal medya paylaşımı yapmalarını sağlayan bu döngüden vazgeçip, asıl yapmak istedikleri işe dönmeleri ve olmak istedikleri kişiye dönüşmeleridir. Özetle; Akademik Hayat'ın çok da akademik olduğunu düşünmüyor ve bu yüzden akademideki tüm toplulukların, sadece akademiye gönül vermiş insanlardan oluşması hayalini kuruyorum. 
ve evet, bence bazılarımızın yapabileceği tek iş ırgatlıktan başkası değil, ırgatlık ise aşağı bi konum değil. 
aynı zamanda akademinin, modern dünyanın yeni kölelerini ürettiği alan olarak görmeye başladığımı da belirtmek isterin. fakat düşüncem henüz tohum aşamasında ve bunu detaylandırmadım.

04 Mart 2024

kader ağlarını nasıl örer

Henüz 13 yaşındayım ve yaz aylarından birindeki o sıkıcı haftanın, en sıcak gününün bi an önce bitmesi için elimden gelenin en iyisi olan depomuzda yerleri temizliyorum. Aslında o gün orda, kitap okuyorda olabilirim ama şimdi üzerinden çeyrek asır olan 25 yıl geçip gitmişken, anlatacağım konuyla çok çok alakasız ve gereksiz olan bu detaylara girip asıl anlatmak istediğimden fazla uzaklaşmamalıyım. 
Tamam, detayların canı cehenneme. Zaten 13 yaşımdan 1 yıl önce anladığım "kendi kendimi yetiştirmem gerektiği" düşüncesine teslim oluşumdan hemen sonra kolilerin arasına sakladığım yüzlerce sayfalık kalın kitapları okumaya başladığımdan kimene? O yüzden, işte hemen anlatmak istediğime geçiyorum;
    Hava karanlık ama  gündüzün teslim aldığı sıcaklığın etkisinden henüz tam kurtulmuş değil. Apartmanın önü, dairelerdeki ailelerin çocuklarıyla dolu. Merdiven şişlerinde sallanan çocukların arasından geçip, akşam ezanı okunmuş olmasının üzerinden çok zaman geçmiş olmasını geciktirmemeye çalışan acelemle eve doğru koşturuyorum. İşte geldim, 4. kattaki evimizde ablam kapıyı açıyor, yeğenlerim ortalıkta bir şeylerle oyalanıyorlar, abim çoktan gelip televizyonun karşısına dikilmiş, elinde kumanda bana ters bi bakış atıyor ve ben o bakışın "cehennemin dibinden mi geliyorsun? öyle eşşek eşşek bakacağına abdest alıp, namazını kıl! ne diye oyalanıyorsun?" demek olduğunu anlayıp, günlük koşuşturmasından dolayı dalgınlıkla namaz vaktini kaçıran müimin edasıyla, uyanırcasına kalkıp ışınlanır gibi tuvalete gidip sıçıyor, sonrasında banyoya koşup abdestimi aldığım gibi odalardan birindeki seccademle en müslümanın tartışılmaz bi şekilde ben olduğu havamla namazımı kılıp mutfağa geçiyorum. Bugünlerim güzel günler, çünkü yengem 6-7 hafta önce doğum yaptı ve şimdi bebekle beraber evde olduğu ve bundan dolayı da eve sürekli gelen giden olduğu için evde taze sıcak yemek, tatlı ve diğer atıştırmalıklar eksik olmuyor. Namazını eda etmiş küçük mümin havamla yer sofrasına oturup bir şeyler atıştırıyorum ve o esnada bebeğin ağlayışlarını dinliyorum.

Diğer odada durmadan ağlayan bu organizmayı nedensiz bi şekilde çok sevdiğimi söylememe gerek yok. Aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen, annesi bana hâlâ onu diğer yeğenlerimden daha çok sevdiğimi söyler. Çünkü o henüz bebekciğin teki, o evimizin en küçüğü ve ben oldum olası bebekleri sevmişimdir. Hâlâ da severim. O günahsız bebek bakışları, sadece ağlayabilme yetisine sahip olmaları bana hep yaşam sevinci vermiştir. Yıllar sonra oğlum olduğunda annesi hemen susturmasın, ağlaşıyını biraz daha dinleyeyim çabam da bundandı. Ama henüz kendi oğlumun olmasına çok var ve bu konuyla alakası yok. O yüzden, önceki cümleye geri dönüyorum;
Namazımı eda etmişliğimle, sofrada oturmuş bir şeyler yerken yeğenlerim de geliyor ve biz hep beraber yemeğimizi yiyip, sofrayı topladıktan sonra tv odasına geçiyoruz. 
Abim iri cüssesiyle kanepeye serilmişcesine oturmuş, elindeki kumandanın ona verdiği güçle bu evin kumandanı olduğunu belli ederek kanal kanal geziniyor. 3-4 dakikada bi değişen kanallardan sıkılıyoruz ama sıkılmak henüz dağarcığımda söz hakkı olmayı bırak, anlamlı bir kelime olarak bile varlığa kavuşmuş değil. Nihayet kanallardan birinde durduğu zaman, yengemde gelip diğer kanepeye oturuyor ve gün içinde gelen giden eşrafı saymaya başlıyor. Gelenlerin beşik hediyesi olarak ne getirdikleri gibi detaylar da konuşulunca artık konuşacak bir şey kalmıyor ve işte o an yengem;
-bugün öğleden sonra Rıfkiye geldi. ne dedi biliyor musun? Gelmiş meğer bizim evin hangi ev olduğunu bilmediği için kapıdaki çocuklara "bizim bi akrabayı görmeye geldik. yeni doğum yapmış. onun evi burda mı, biliyor musunuz" diye anlatmış ve Serra demişki "haaaaa hani 3 tane erkek çocuğu vardı, şimdi bi tane daha erkek çocuğu olan Muhterem Abla mı" demiş ve Rıfkiye "he odur he" demiş de onu eve getirdiler. Yaw sen biliyorsun, Rıfkiye içeri girdi, bi saat güldü. ben niye güldüğünü bile zorla öğrendim. dünya başıma yığıldı. hele bak, apartmanda çocuklar beni nasıl tarif ediyorlar. dünya başıma yıkıldı, demek herkes beni böyle tarif ediyor, evimi öyle gösteriyorlar!

Muhterem Yengem'in o konuşmasının üzerinden şimdi 25 yıl geçti ve yengem o günden sonra bi daha hamile kalmadı. Son yeğenim ise o bebekcikti ve büyüdü kocaman adam oldu. Muhterem Yenge'nin konuşmasındaki Serra ise 5 yıl önce, benden bi büyük olan abimle evlenerej yengem oldu ve üstelik Serra'yı abimle tanıştırıp evlilik yaptıran da Muhterem Yengem'den başkası değil. Peki asıl konu ne derseniz, konu şu ki;
Serra ve abim 5 yıldır evliler ve onca çabalarına rağmen çocukları olmuyor, olma olasılıkları yükseldiğinde ise her defasında bi kaç ay sonra düşük yapıyor veya dış gebelik gibi şeyler oluşuyor. Hastanelere ödedikleri paralar, yaptırdıkları aşıların ise hesabını tutan yok zaten.
Çocuk sevmeleri ise başkalarının çocuklarını sevmelerinden ibaret kaldı.
Acaba 25 yıl önce yaşanan o ev tarifiyle, bu çocuksuz evliliğin bi alakası var mı diye düşünmeden edemiyorum ve yine eminimki; her iki tarafta, o tarif ve konuşmanın gerçekleştiğini çoktan unutmuş ve hatta farkında bile değillerdir. 
bense tüm bunları hatırlayıp hatırlayıp duruyorum ve birinin çocuk yapmayı bırakıp, diğerinin ise tüm tedavilere rağmen çocuksuz olmasının nedeni olarak 25 yıl önceki o olay olduğu bağlantısını kurmadan edemiyorum. aynı zamanda acaba ikisini yüzyüze getirip geçmişlerinde böyle bi bağlantı olduğunu söyleyip, birbirleriyle konuşacak bir şeyleri var mı diye karşılaştırmak düşüncesine de saplanıp kalmış gibiyim. yani öyle çok saplantılı değilim ama bi ihtimal işte. belki de birbirlerinden helallik isteyebilirler falan.

23 Şubat 2024

baba söyler misin; ARA GÜLER mi, GÜLMEZ mi?

 Yıllar önce ufak bi entel dantel takımının alkışları eşliğinde açılan Ara Güler sergisinde gezinirken, ona da fotoğrafları gibi muamele edilen sanatçının kendisiyle tanışmış ve onun hayret dolu bakışları altında, anılaştırılmak istenmesine gıcık olması durumunu yüzünden okuyarak şaşırmıştım. Ara'nın uzun bi araya girmek üzere olduğu gerçeğinin yüzüne ısrarla vurulmak istenmesi gibi çekilen onlarca iphone selfieleri, sahte gülücükler eşliğinde tık tık tık sesleri arasında kaynayıp giderken,  adamın suratından düşende bin parçaydı. Adeta allah aşkına beni bırakın fotoğraflarıma bakın diye bağırıyordu ama çığlıkları kimsenin sikinde değildi ve herkes bi an önce, onunla çekildiği fotoğrafı sosyal medya hesaplarında paylaşıp ne kadar sanatsever, sanatçıdostu ve bilumum bilmem daha neler neler olduğu algısı yaratmakla çok meşguldu. 
Oysa sevgili Ara soyadına tezat bi şekilde asık suratını saklama gereği duymadığını belli edercesine sahte gülücüklerden bunalmış bi havayla tırnak ucu kadar küçük merceklere boş boş bakınıyor, zaten doğuştan çökük olan göz torbaları, bu entel tayfanın "sanatçıyla ölmeden önce son bi poz çektik" kokulu hareketleri sonrası 337 kilo daha göz yaşı yüklenmişcesine iyice çökükleşmişti. 
Ablaklaşmış suratı, çökük alnı, o gün iyice düşmüş alt dudağı, tıka basa dolu göz torbalarıyla öylece etrafta gezinip, insanların onu boş boş önemsediklerini ispat etme çabalarını dinliyor, 3-5 poz veriyor ve bi kaç iltifat sonrası diğerine geçip gidiyordu. 
Çok şaşırdığım için ve hatta onunda, sergisine gelenlerin aslında onun özünü ve sanatını hiç siklemediklerini, sikinde olmadığını anlamışlığını kabullenişiyle adama üzülmüştüm ve içten içe çok istememe rağmen fotoğraf çekmemiştim. 
O günün üzerinden yıllar geçti. Yani daha doğrusu sanırım 10 yıl falan. Ama 10 yıl geçmiş olsa bile, onunla ilgili her gördüğüm haberde-fotoğrafta, onun sergideki duruşu ve bomboş bakışları aklıma gelir. hazır bizimde böyle bir fotoğrafımız varken paylaşayım diye paylaşıyorum. 
ama bence insanlara "galiba yakında öleceksin, dur da iki fotoğraf çekelim" diye yaklaşmayın. çünkü ölecekler, öleceklerini bilirler ve yaşayacakların, neden onlarla fotoğraf çekinmekte olduklarını bilirler.
Ben bunu 18 yaşımda anladım. Ya da 19 falan. 
Babamın ölümünden hemen önceki aylardı ve ben babamın iyice çökmüşlüğü karşısında yapabileceğim tek şeyin, etrafta gezinmekte ola bi kaç bacak kadar torununu alıp yatağının kenarına dizip onun, bu pozunun son pozu olduğunu bile bile fotoğrafını çekmiştim. Üstelik ben, ufak piçlerle sonsuzlaşacak tek bi fotoğraf için hazırlıklar vs yaparken, onun da gözleri dolmakla meşguldü. 
İkimizde anlamıştık fotoğrafı neden çektiğimi. Zaten 1 yıla kalmadan ben askere gittim ve o da ben askerdeyken öldü. Fotoğrafı ise hala dolu dolu bana bakmakta.


07 Şubat 2024

mail olarak derdini anlatmak, derdine ortak aramak 1

bazen, ya da dönem dönem mi demek  lazım bilmiyorum ama durduk yere biri mail atar ve işte; yıllar, aylar ve haftalardır falan sessizce takip ediyormuş blogumu. beni samimi bulduğunu, yazılarımı sevdiğini ve aslında içimdeki iyi insanı gördüğü için bu maili atmaya karar vermiştir. 
böyle mailler alırım bazen. bazende sosyal medya hesaplarımdan yazarlar. eğer mailleri silmemişsem veya onlar sosyal medya hesaplarını silmemişlerse yazışmalarımız durur öylece. bazıları gerçekten güzeldir ve yıllar sonra dönüp bir şeyler ararken silinmemişlerse onlardan biriyle karşılaşır ve bu mesajlaşmamızı okurum. hoşuma gider. ne güzel yazışmışız, konuşmuşuz der ve kapatır unuturum.
işte böyle böyle yazışmalar olur ve kenarda dururlar ama bugün bazıları isimsiz olarak yayınlamaya karar verdim. nasılsa yıllar önce yazışmışız ve çoğunun maili de kapanmıştır falan.
Aşağıdaki mailleşme 2015 Eylül'ünde gerçekleşmiş:


Zeygün@@@@@
merhaba..sonunda atabiliyorum maili..ben Zeynep.yoğun bir ay geçirdim.

Bilmiyorum neden ama çok yakın hissettim blogunu biraz karıştırdıktan sonra.belki benimde Kürt olmAm.kitap Okumaya tutkun olmam.belki yazdıkların anlatım dilin çok sahici bununda etkisi vardır.acıların..

Bende zaman zaman Şiddeti çözüm gören despot bir Baba'nın kızıyım.asi tarafım oldu bu Yüzden sana benzer buldum kendimi.

Senin kadar yaralar biriktirmedim Çocukluğumda.ama farkına varıyorum bunların beni engellediğini.kendimi sevmeme engel.özgüvenime engel,yapacaklarıMa yapmak istediklerime engel hep geçmişte yaşadıklarım.insanın Çocukluğu anavatanıdır Demiş sanırım albert camu. ne kadar doğru..


Iki Çocuğum var onların psikolojisini düşünüp araştırınca DuygularıNda derinleşince kendimi tanımaya onarmaya başladım.o kadar iyi oldu ki bu süreç hem onlar hem kendim için.zamansızlıktan sorgulamadığımı, daha fazla kitap okuyamadığımı düşünüyordum. Ama şimdi Anlıyorum ve görüyorum ki ben asıl onların yardımıyla kendimi en tanıdığım noktaya gelmişim.demek istediğim çocukluğuna dön bunlarla ilgili yaZılarına devam et.acılarını Kaşımak olsada..cevaplar hep o bölümde..


Başkaldırdığım için mi duruşum için mi bilmiyorum ailede güçlü diye beni etiketlemişlerdi.şimdi bir basamak daha ileri.. hiç bir zaman sağlıklı bir aile yapısında büyüyen bir çoçuk kadar olamayacak..


Neyse..senin yazılırını okuduğumda eşcinsel insanlara bakışım çok Değişti.normalde özgürlük yanlısıyımdır.Her kesim için.kesinlikle ters bir düşüncem olmamıştı.Bu konuda ama empati kuracak kadar da bilgim yoktu.(yazılırını okuyana kadar).mutlaka bir bilimsel ve psikolojik ve genetik bir açıklaması vardır.sebep değil sonuç olarak beni rahatsız etmiyordu.Ama şimdi tanıdığım herkesten daha anlaşılır bakıyorum bu duruma.


Bir aile ye ait olmamak bir çok yetimin kaderi.ama en  acısı ailesi olupta kendini onlara ait hissedememek..senin için bu konuda üzülüyorum.(bu sözüme de kızma)bunun bir sevgili arayışında senin karşına çıktığını düşünüyorum.çünkü tarif ederken şöyle diyorsun sevmek, bağlanmak istiyorum ama özgür de olmak istiyorum.sanki aileyi tarif eder gibi...şimdilik bu kadar.uzun yazmamaya karar verdim.boğmak istemiyorum.Kendine çok iyi bak.



Hayat Erkeği@@@@
o kadar güzel ve kibar bi şekilde yazmışsın ki. biraz durgunlaştım. 
yazdıklarının çoğunda o kadar haklısın ki ve tespitlerin  o kadar yerinde olmuşki; içimden keşke daha uzun, daha uzun, daha uzun yazsa dedim.



Zeygün@@@@@

Teşekkür ederim.bunaltmak istemedim..yazıcam bu sanırım elimde değil anlayabilecek birilerini bulmak o kadar kolay değil.




Hayat Erkeği@@@@

hakkımdaki düşüncelerin duymayı çok isterim. çünkü bazen yazıp geçiyorum ve ne yazdığımı net göremeyebiliyorum. ama sonra biri söyleyince fark ediyorum.


mesela sevgili arayışının aile olduğunu söylemen o kadar doğru oldu ki. ve bende o kadar soğuk bir duş etksi yarattıki.

aslında evet, bir aile arayışım var. beni ben olduğum gibi sevecek, kabullenecek bir aile arayışım. aile ararken de bunun farkında olmadığım için saçma sapan bir hayat yaşıyorum. 


ve belki de en son 3 yıl önce yaptığım seks'den zevk almışken ve o günden bu yana onlarca kişiyle yatmama rağmen, ilk defa geçen haftalarda yine zevk alabilmişken neden seksden bu kadar uzun aralıklarla zevk aldığımı hep düşünmeme rağmen anlamamıştım.


çünkü onunla olan yakınlaşmam çok farklı olmuştu. arkadaş gibi ama değil, sevgili gibi ama değil. böyle çok garip bir şeydi. üstelik hiçkimseye söylemeyi aklımın ucundan geçirmediğim cümlelerle iltifatlar ettim ona. üstelik her şey o kadar güzel ve normal ilerlerdiki, sonrasında hep oturdum düşündüm neden bu sefer farklı bir his, farklı bir durum yaşadım diye. yani normalde hiç böyle olmazdı. üstelik çok mantıklı düşünüyordum, çok mantıklı hareket ediyordum. ama aldığım zevk en son 3 yıl önce aldığım zevkdi. 


şimdi sen söyleyince neden öyle hissettiğimi anladım. aslında ben onu aileden biri olarak görmedim; ben onunla gerçekten seks yapmak için, zevk almak ve ona zevk vermek için onunla beraber oldum. allahın bize verdiği şehvet hediyesini gerçekten onunla tatmak istedim. o da tatsın istedim. 

oysa diğer onlarca insanlarla ise, daha çok yalnızlığıma bir anlık da olsa son vermek için beraber oluyor, zaman geçiriyordum. çünkü etrafımda yakınlık kuracağım kimse yoktu ve ben aslında onarı bilinçaltımda ailemleştirerek yakınlaşıyordum. onlarda bana yakınlık duysunlar diye yatağa giriyordum.


bu şu an ensest gibi görünmüş olabilir ama ne dediğimi anlayacak zekâya sahip olduğundan şüphem yok. çünkü senin de dediğin gibi aslında kendimi aile denilen bir topluluğa ait hissetme çabası içerisinde kıvranıyorum ve bu yüzden böyle saçma sapan ilişkiler kurup kendime işkence ediyorum.


oysa ailemden görmediğim biri 3-4 yılda bir karşıma çıkıyor olsada, işte o benim için gerçekten özel oluyor. işte o benim için gerçekten onunla yatağa girip çıkmak istemediğim biri oluyor.


dediğim gibi bunaltmadın. yazarak çok iyi ettin. çünkü bu konu kafama takılmıştı ve günlerce düşünmeme rağmen nedenini anlamamıştım.

hatta benim erken boşalma sorunum var diye blogda bile defalarca yazdığım yazılar var. ama bu 3-4 yılda bir karşılaştığım kişilerle böyle bir sorun yaşamıyorum. hatta seks yaparken onlar boşalmamı istedikleri için boşaldığım oluyor.

ama diğer insanlarla seks yaparken bir an önce bitsin diye zihinsel olarak hemen odaklanıp boşalıyorum ve karşımdakini de mutsuz bi şekilde bırakıp giyiniyorum ve konuşmak için türlü türlü sohbet konuları açıyorum. bunu neden yaptığımı hiç anlamamıştım, anlamıyordum. oysa şimdi anladımki; ben kendim bir aile arayışındayım ve bu açığımı işte böyle kapatarak gidermeye çalışıyorum.


offf

ben çok yazdım.

asıl senin kafan şişmesin. 




Zeygün@@@@@

Anladım..tespit demişken..bende senin sayende kitap Okumayı Kitapları neden çok ama çok sevdiğimi anladım.çocukluğunu anlattığın bölüm bana rehber oldu.ben kaçışı kitaplarda bulmuşum.o Kitapların içine dalıp boyut değiştirmek,olduğun mekan dışında her  neresi olursa olsun uzaklaşmak.zaman makinası misali.bu  kadar yıl sonra farkettim ki sevmem bu sebeple ama hala devam etmem kazandırdığı zenginliklerden dolayı..

Aile çok Büyülü bir şey..neden?ben senin kine benzer bir aile yapısında büyüdüm.o kadar gaddar değil ama kültür örf adet bağlılık benzer şekilde..babam Lise Çağlar'ında GÖÇ etmiş Batıya arkasından amcalar.sonra klasik Doğu anlayışı birlik güçtür.aynı apartmanda yaşamışlar( halen de.)

Şimdi bazen düşünüyorum her bir amcam ayrı bir kötü..yani normalde insan olarak benim gözümde hiç bir değerleri yok.selam vermem derler ya o kadar.hepsi kötü filim karakter leri gibi diyeceğim yok karaktersizleri gibi..babaM Kötünün iyisi..ama gidiyorum ailemi ziyarete yinede akraba kontenjanından heralde seviyorum biraz.yılların alışkanlığımı ?kabullenmesi mi ?bilmiyorum..

Ailem ise babamı hiç affedememiştim.affedemediğimin bile farkında değildim.ama Çocukken uğradığım haksızlıklar Onur Kırıcı Davranışlar Yüzünden nefret biriktirmişim ona karşı.ve bu yine bana Zarar veren ağır bir Yük.anladım.sonra onunla yüzleştim konuştum kızdım.annem çok fedakar tanığım en iyi annedir.ama onun bu şiddet gösterileri esnasındaki Çaresiz suskunluğuna da kırılmışım..sonradan bütün bu zehirleri kustum diyelim..onlar içinde sancılı bir dönemdi..sürekli bu Konuları açıyordum ziyaretlerimde.neyse sonra hafifledim en basit tarifle..tabi anlattığım kadar kolay olmadı..ama çözümleyince içimde..affettim.buymuş onlarda bu kadar ki bu kadarını yapabilmişler.

Şimdi kendisi hiç takdir etmesini bilmeyen biri olarak benim anneliğimi takdir ediyormuş benim arkamdan..ben de buyum yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalıştım sadece bu konuda..çünkü çok canım acıdı aynı acıyı Çocuklarım yaşasın istemedim.teşekkür bile etmeliyim belki:)

Ben ilk defa bir blog takip ediyorum sayende..gerçekten bu yaşıma kadar olan esaslı kitap tecrübelerime dayanarak söylüyorum gerçekten çok güzel, akıcı Samimi ve çabasız bir yazı anlatımın var..bir çırpıda okunan ama etkisi olan..

Senin hakkında ne düşündüğümü sormuşsun.sen zaten kendini tanımıştın  özellik olarak sevgiye açlığını değersizlik hissini bunların yol açtığı sorunları..ben zamanla olaylardan yola çıkıp haddim olmayarak sorular sorabilirim.böylelikle farkında olmadığın bir şeyi sen belki keşfedersin.

Ama ben insancıl buldum seni var mı daha ötesi iyisi..


Hayat Erkeği@@@@@
canımsın çok sağ ol.

güzel dileklerin, hakkımdaki düşüncelerin için çok mutlu oldum.

hepimiz birbirimize bir şeyler öğretiyoruz, birbirimizden bir şeyler öğreniyor, öğrenmeye devam ediyoruz.

bu öğrenim hiç bitmesin inşallah. hep güzel şeyler öğrenelim ve bu güzellikleri hayatımıza aktaralım.

sevgiler.




Zeygün@@@@@
Öğrenim hiç bitmesin dedin ya..işte bu Tanışma mailini ve hikayemi Şunun için anlattım..ben sana bu maili bende bu iyileşme sürecini başlatan kişiyle tanıştırmak için atmaya karar verdim(tabi seni tanımak için de.)

Bu gerçek bir tanıştırma olamayacak elbette.ama eğer şu hayat ta sihirli bir değnek varsa sevgisizliğin açtığı yaraları kapatacak.bu anahtarın yerini bilen kişi Adem Güneş .lütfen Kitaplarını oku.d&r larda var.öncelikle Güvenli bağlanma Kitabı'nı ayaküstü yarım saat te okursun almak istemezsen..(küçük prensten biliyorum)..sana yapabileceğim en büyük iyilik bu yazarın Kitaplarını okuyana kadar baskı yapmak..onu bitirdikten sonra sırasıyla okuman gereken kitap isimlerinide yazıcam..




Hayat Erkeği@@@@@

birazdan yemek yiyip, D&R'a gidip bakıcam :)


ya ben o gün gidemedim D&R ve başka nedenlerden dolayı da unuttum kitabı. internetten pdf bakayım dedim ama bulamadım. bakıcam kitaba.

bu arada bloga nerden, nasıl ulaştın onu merak edince sormak istedim :)

04 Şubat 2024

kafam kadar güzelim

yazı KİTAPSIZ başlıklı olarak şurada başlamıştı, orayı oku buraya geleceksin; https://hayaterkegi.blogspot.com/2024/01/kitapsz.html  

...O günler sanırım hayatımda, her şeyi ıcığına cıcığına kadar didikleyip durduğum ve bu didiklemelerime rağmen de her şeyi hızlıca geçiştirerek yaşadığım dönemdi. çünkü içten içe çok istediğim bu terk edilmişliğime, imkânsız bi şekilde şaşırıp kalmıştım ve bu afallamayı bi an önce atlatmak için elimden geleni yapmalıydım ve işte elimden gelen de şaşırmaktan başkası değildi ve bu şaşkınlığı atmak için bi şeyler bi şeyler bi şeyler yapmalıydım galiba. hem üstelik ne yani? ben, içimde derinlerde bi yerde sevilmediğimi bana haykırıp duran ama bunu dile getirmeyen biri tarafından terk edilmeyi umduğum için terk edilebilir miydim? böyle bir şey bi gün uyandığın sabahın devamında mümkünleşebiliyor muydu? evet, ve işte bu derinimdeki düşünce mümkünleşmiş, karım anasının amına geri dönmüştü bile. ama boş ver şimdi şaşırmayı falan, etraftaki o koca boş kalabalıkların içinde yıllardır benim tarafımdan sevilmeyi bekleyen biri vardı, onu yorulmadan öpmemi, kimsesizce sahiplenmemi, alıp hayatımı içine içine sokmamı bekliyordu. ben şimdi onu bulmalıydım ve işte karımın beni terk etmiş olmasının verdiği şakınlıkla kaplı dört nala sevincin yarattığı hızla onu aramaya, kaçırdığım aşkları en azından ucundan ucundan yakalamaya ve yakaladığı yerde yaşamaya başlamalıydım ve işte etrafımdaki her şey, herkes ve tüm İstanbul, durmaksızın yağan yağmur damlalarının cama vuruşunda akıp gidiyor gibi silik ve çok belirsiz bi şekilde benim tarafımdan yaşanmaya başlamıştı bile. bi kaç gün sonra durdum. öylesine biraz durmak lazım diye düşünüp, durdum. zaten bana yetişebilecek kimse de yoktu ama ben yinede sağ kolum el frenine yakın ve onu aniden kavrayıp sertçe çekecek hazırlıkta yaşamaktan geri kalmamalıydım ve işte bi kaç gün sonrada durmuştum. Güneş kaybolup, sokakları Ay teslim aldığında tüm o renkli sokaklar, sevişme isteği yaratacak loş ışıklarla süslenmiş bol tenha köşeli mekânlar-barlar hepsi benimdi ve dönüp ikinci kez bakan kişiye gidip hemen şehvetten çok uzak olan haklı ilgi öpücüğünü veriyordum ama hiçbiri prense dönmüyordu.

Onları öpüyor olmamın nedeni; benim hiç ilgi görmemiş olan yanımı besliyor olmalarından kaynaklıydı ve onları masumca öptüğümde, sözsüz olarak bunu birbirimize anlatabiliyor olduğumuz için anlaşabiliyorduk. Birbirimizi sadece şehvetle değil, arkadaş ve tamamen dostça da arzulayabilir, siklerimiz kalkmadan kucaklayarak masumca ilgimizi gösterebilirdik. Fakat bu türden bir yaklaşımı çoktan unutmuş olan çoğu kişinin beni hiç anlamadığını da söylemeliyim. Çünkü onlara göre eğer iki erkek yakınlaşıyorsa silahları çekmişlerdir ve bu silahlardan biri, edilgen ağırlığa sahip olana mutlaka ateş etmelidir. Oysa yanılıyorlardı ve bu tanıştıklarımdan bazılarının şimdi aradan onca yıl geçmişken bile neden hâlâ yalnız olduklarını, neden hayatlarında arkadaş adı altında bile kimse olmadığını anlamakta zorlanıyorlar. Kafaları, hayatlarına giren herkese “girilecek bir delik” veya “yalanacak bir yarrak” olarak baktıkları için yalnız kaldıklarına basmıyor, etrafı iğrenç patlak aç gözleriyle süzmeye devam ediyorlar.

O yıllarımda, gece çöktüğü için ruhunu rafa kaldıran canlı bedenlerden biriyle tanıştığımda, kafamda döndürüp durduğum ve zamanla daha sağlam temeller üzerine oturtmayı başardığım kendi eşcinsel bakış açımı hemen orda ayaküstü tanıştığım kişiye de aktarmaya başlıyordum ve zamanla da bu bakış açımın getirisi olarak; birbirimizin sadık arkadaşlarına dönüşmeyi, birbirimizi sikmeden de dostluk sınırları içinde kalarak ve arkadaşça ilişki kurabileceğimizi deneyimleterek öğretiyordum.
Yine buna rağmen, o günlerimde tanıştığım ruhsuzlardan bazıları, arkadaşlık bağlarına sahip olmadan hayatlarını geçirmeye alışkın oldukları için bi kaç gün sonra aramızdaki selamlaşmanın hiçbir zaman sekse dönmeyeceğine iyice emin olup ardından karşılaştığımız mekânlarda dahi selam sabahı kesip beni tanımazlıktan gelirken, bazıları ise benim ısrarlı arama-sormalarım, bayram seyran bahanesiyle yazıp etmelerimden dolayı bi kaç yıl daha sürdürebiliyor ama en sonunda ben mesaj yazmayı, arayıp sormayı bırakınca da arkadaşlıklarımız bitmiş oluyordu. Tüm bunlara rağmen, o taze sperm kokulu günlerimde edindiğim ruhsuz bedenlerden yarattığım bir kaç arkadaşım da yok değil. Hatta o günlere dair olan anılarımdan biri de, hâlâ arkadaşım olan ama tanışmamızdan bi kaç yıl sonra erkek arkadaşıyla Yunanistan’a yerleşip orada yaşamakta olan bir arkadaşıma dairdir. Bana bi gün;

-olum senin burda ne işin var anlamıyorum. Bunca bok yiyenin arasında kaşıksız ve tertemiz kalabiliyorsun. Keşke hayatımda Yunus olmasaydı. Emin ol seni asla kaçırmazdım

-iyi de ben senin tipin değilim ki?
-bu önemli değil. İçini görebiliyorum. sen çok iyi birisin. bunca pisliğin döndüğü şu derin çukurda, sadece kendin olarak kalmaya çabalıyorsun. Kim böyle yapıyor ki? Baksana şu kenardaki ibneye, daha 3 ay önceki halini görseydin şimdi “bu ne” derdin? 3-5 dakkalığına iki yarrak yiyeceğim diye şekilden şekle giriyor hepsi. Ama sen hep aynısın, çok temizsin. Sanki çaban da aynı kalmaktan başka bi şey değil ha.
-sağ ol
-olum valla bak, cidden sen çok iyi birisin ve hiç buralara göre değilsin. Emin ol daha önce tanışsaydık, seni hiç kaçırmazdım. Bana göre gerçekten kaçırılmayacak birisin ama Yunnus benim için ülkesini ve ailesini bırakıp geldi, ben onu sırf bu yüzden bile bırakamam. Görüyorsun sokaktaki herhangi bi çöp kovası kadar çirkin ve aptal ama benim için bi daha bunu yapacak birini nerden bulacağımki?
-ben seni seviyorum. Sen de çok iyi bir insansın ve uğruna ülke değiştirilmeyi hak ediyorsun. Biz seninle birbirini sikmemesine rağmen her zaman çok iyi iki arkadaş olarak kalacağız.
-zaten sikişsek artık arkadaş kalamayız. Ben sikiştiğimle arkadaş olmuyorum.
-bütün gayler böyleler. Tanıştıkları herkesle mutlaka seks yapıyorlar ve sonra da sikmenin veya sikilmenin yarattığı aşağılanma hissiyle “işim çıktı” diye yalan söyleyerek yataktan çıkıp evlerine gittiklerinde “niye yalnızım, niye arkadaşım” yok diye içip içip ağlıyorlar
-ahahaha sus amınakodumunibnesi hemen felsefe yapma
-jjskdjkdhd yalan mı ama
-doğru olmasına doğru da, senin dışında kim böyle düşünüyorki
-işte sen düşünüyorsun ve Yunnus’la birbirinizi bulmuşsunuz. açıkçası evet, birbirinize yakışmıyorsunuz ama birbirinize verdiğiniz değer estetikten bağımsız olduğu için hiç azalmayacak.
-ne güzel dedin öyle.” demişti.


dev amı var