-->

01 Ekim 2020

ölümlü şeyler

Dünyanın nereye doğru gittiği ile ilgili bir bilgim yok. Zaten kendim daha kendimin nereye gittiğini bilmiyorken, dünyanın nereye gittiğini bilmek çok aptalca olur. Çünkü insan önce kendini bilmeli, sonra şu koca küçük dünyanın nereye doğru gittiği hakkında istediği kadar atıp tutmalı.

Bilmiyorum, bana bir şey sormayın. Hiçbir şey bilmiyorum. Bilmediğiniz her şey kadar bilmiyorum. Kafam bi milyon değil, sarhoş olmadım hiç. Alkolü aptal icadı buldum diye, bir kaç deneme dışında ağzıma bile sürmedim. Eğlenmek için, kafayı bulmak için, rahatlamak için, yetişkinliğimi göstermek için, birilerinden ayrışmak için veya birileriyle aynı olmak için alkol almayı hiç mantıklı bulmamıştım ve bulanları da hep kendimden daha cahil gördüm. Hor görmedim. Sadece cahil gördüm.

Hiçbir şeyim olmamasına rağmen her şeyden bıktım. Her şeyden bıkmak için bir şeyin olmasına gerek yok. Bıkabilirsin. Hiçbir şeyin yokken hepsinden bıkman daha kolaydır. Belki de bunun nedeni; sahip olmak istediğinin asıl sana sahip olmuş olmasıdır. Çünkü kölelik artık içimizde ve boynumuzdaki ipler görünmüyor. Herkesin elinde olabilirler. 

Dünya bir kazan ve içimde büyük bir kepçeyle karıştırılıp duruyor. Kepçem kimin elinde bilmiyorum ama her defasında hissediyor ve karıştırıldığını anlayabiliyorum. Dünyam küçücük dünyam. Büyük düşünemedim. Çünkü çok ezildim, çok ezdirdi kendimi.

9 yaşında parmaklarım soğuktan donduğunda anlamıştım bir şeyleri. Ama sonra unuttum. Çünkü unutmak, bir tür ilaçtır. Ama hangi tür olduğunu bilmiyorum. Sormayın. Ben bir şey bile bilmiyorum. 

Henüz ikinizde ergenken, arkadaşının babası öldüğünde, onu telefonla arayıp baş sağlığı dilemek yerine, bir kaç gün veya ileriki günlerde ama mutlaka bir gün göreceğini düşünerek aramayı ertelediğin oldu mu hiç?
Benim oldu. Erteledim ve arkadaşımı 2 ay sonraki yaz tatilinde gördüğümde bana kırgın olduğunu, onu aramayarak kırdığımı bana sakin ama kırgın bir ses tonuyla "hı hı sen sus. sen hiç konuşma. babam öldü, sen hiç aramadın bile" diyerek dile getirdi. ben sustum ve hiçbir şey diyemedim. onu her gördüğümde utandım.
aradan 5-6 yıl geçip, yıl 2014 olduğunda o arkadaşıma freni patlamış bir kamyon çarptı ve o olduğu yerde öldü. Aylar sonra öldüğünden haberim olduğunda ruhuna fatiha okudum ama sanki bir daha onunla karşılaştığımızda utanmayacağım ve ayıbımla beraber ölmüş olduğu için de rahatladım gibi hissettim. fakat içimde de onun sesi hep yankılanıp durur. şu an bile aklımdadır " sen sus, hiç aramadın bile" deyişi. 


ölüm düşüncesi bu aralar çok aklıma geliyor.
oysa eskiden, yani bi kaç yıl önce falan ölümü kendimden çok uzak ve hiç yokmuş gibi hissederdim.
vardı ama yoktu gibi. sanki sadece başkaları için varmış gibi hissederdim. Bugünlerde ise kendim içinde ölüm olabileceği fikri aklımda ve ne olacağı, nasıl olacağını merak ediyorum.
yani; ölümlüyüz ama ölüm hep başkaları içinmiş gibi yaşarız ya, durum öyle değil. korona günlerinde bunu biraz daha iyi ve derinden anladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.