-->

12 Haziran 2011

Onunla "etle tırnak gibiydik" yada nasıl desem işte

Hani şu yazıda "asker arkadaşım gibi" birinden bahsetmiştim ya, yada sizin anlayacağınız dilde askerdeki orospuçocuğundan. Hah işte ordan devam edeyim.

..Ben o zamanlar da böyle "altta kalmıyım kafasında" yaşayan biri olduğum için, bu tişört hediyesi karşılığında utanıp "ehi ehi dur lan ben de sana bi tane alıyım" deyip sanırım bi mavi tişörtte ben ona almıştım. Yakışmıştı piçe. Zaten ne giyse yakışıyordu. Ya da ben yakıştırıyordum. Bak böyle yazınca, aslında "giydiği her şey ona yakışıyormuydu" yoksa "ben mi her şeyi ona yakıştırıyordum" anlamadım. Neyse işte, ama mavi tişört yakışmıştı.

Oruspuçocuğu evliydi ve 2 çocuğu vardı. O yüzden askerlik süresince yalnız böyle olacağımızı biliyordum. İlk yakınlaşmayı da o başlatmıştı. Sonra ben tiryakisi olmuştum. İlk yakınlaşmamız da askerliğimin 7inci ayında falan olmuştu. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben onu ilk gördüğümde de beğenmiştim ve bu yüzden ona yakın olmak istemiştim. Ama onun evli olduğunu öğrenince, sex anlamında uzak durmuştum. Sonra zaten evli olunca bizim bi bokumuz olma ihtimali sıfır oluyordu ve bende bu yüzden biraz uzak kalmaya ve onunla ilgili ayıplı şeyler düşünmemeye başlamıştım.

Zaten düşünsene, gerçek hayatta adamın sikini sokacak bi deliğe ihtiyacı olsa; adam karısını mı sikecekti, beni mi? Zaten öyle biri için, karşısında güzel bi amcık dururken, kim boklu bi götü sikerdiki? Bide evliydi ve işte ne bileyim lan, adamın huzurunu bozacağımdan korkuyordum ve biraz daha açık konuşmak gerekirse aslında "ah almak"tan korktuğum için, ondan uzak duruyordum ve kendi kendime de şu cümlelerle nasihatler ediyordum "zaten karısı var, uzak dur bundan aile faciasına neden olup insanların ahını alma" diyordum.
Yoksa nerden bileyim onun içinde de ibnelik olup olmadığını.

O zamanlar böyle düşünüyordum ve bu yüzden sadece "oooo devrem nabber" ayaklarında yalnız muhabbetimiz oluyordu. İşte aylarca bu muhabbetler falan sürdü ve aramızda cinsel anlamda hiç bi çekim, anlamlı bakışmalar falan gibi "kendi kendine gelin güvey olma" hallerim bile hiç olmadan aylar geçti. Yani aslında ben onunla ilgili, başka hiç bir şey düşünmedim. O 7 ay boyunca da aklıma dahi gelmedi. Benden 8 yaş büyüktü. Büyük olması güzeldi. Çünkü kafa dengiydi. Bir çok kişiden farklı düşünüyor, farklı bakıyor ve askerde olmasına rağmen hiç kimseyi siklemeyip taşşakları serip uzanabilecek rahatlıkta biriydi. Diğerleri gibi sürekli askerde olmanın verdiği o "kıttt aaa dur" modunda değildi. Böyle sanki "askerlik onun tatil çiftliğiydi" gibi davranıyordu. Zaten kendisi de öyle diyordu "laaa olum ben askere gelmeseydim eşşek gibi çalışacağtım, en azından burda biraz dinlenip sonra da yine kendi işlerimin başına geçcem" diyordu. Böyle rahat, dünya sikine modunda yaşıyordu askerliği. Bende zaten "dünya sikine" tavrından yaşayan biri olduğum için olsa gerek, biz onunla askerlik süresince diğer herkesten daha iyi anlaşmaya başladık ve ikizmişiz gibi hep beraber takılıyorduk.

Mesela yemek vaktinde ben ortalarda yoksam yemeğe gitmiyordu ve beni bekliyordu. Yada beni gördümü "hadi laa yemeğe gidek" diye çağırıyordu beraber gidiyorduk. Tabii bende aynı şekilde davranıyordum. Yemekte hep aynı masaya otururduk, aynı anda kalkardık. Yemek sonrası gidip kafeteryada çay içerdik. Zaten askerde çay içmek devlet görevi gibidir. Benki çaydan nefret eden 20 yıllık has anadolu erkeğiydim, ama şu nalet olası askerlik sayesinde çay tiryakisi oluvermiştim. Sikiyim ammını, zaten askerlik bi tek kötü alışkanlıklar edinmek, bi sikime yaramayan devlet erkanına köle gibi hizmet etmek içindir. Askerliğin başka da bi sike yaradığını görmedim.

Neyse işte biz böyle aylarca "arkadaş-yoldaş-askerde güvenilecek tek adam" olarak beraber takıla takıla geldik 7inci ayımıza. Tabii o zaman kışa denk gelmişiz. Hava nasıl soğuk anlatam ve biz tüm askerler soğuk havadan etkilenmeme emri aldığımız için, kat kat giyinerek lahana askerlere dönmüşüz. Böyle akşamları bi soyunma anımız varki, yemin ederim üzerimizdekileri çıkartmak 3 saatimizi alıyordu. Zaten sabah giyinmekde 3 saatimizi alıyordu. Etti sana 40 saat. Iyy tamam durun bahçeli'nin mhp esprisini yapmıycam.
Biz onunla beraber askerlik yapışımızın 7inci ayına gelmiştikki, bi gün onunla kapalı bi yerde oturmuş; havaların soğukluğundan girip, kantindeki çikolataların tadından çıkarkene, nasıl olduysa bu bana arkadan bi sarıldıki tüm kemiklerim kırç kırç kırıldı sandım. Zaten o an da zaman diye bi kavram ortadan kalktı. Saniyeler yıla dönüverdi ve o da bana yıllardır arkadan sarılmış vaziyette gibiydi. Sanki bende yıllardır bana sarılmasını bekliyormuş gibi kendimi bırakıverdim ve olay kopuverdi.

Artık o an nasıl birbirimizi arzulamışsak, birbirimize döndüğümüz gibi nefes nefese kaldık. Birbirimize bakamıyoruz ama rahat da duramıyoruz. Ellerimiz nereye gideceğini biliyo ve zaten onlar kendi başlarına hareket ediyorlar. Şaşkın olan tek şey gözlerimiz, acaba göz göze mi gelsek, dudaklara mı baksak, 2 kaşın arasında kaybolup gitsek, tenha bi köşede kendimize hemen şimdi boşalmalık bi yer mi açsak, ne yapsak bilmiyoruz. O anda "ayaklarım titriyor" diyecek oluyorum ki, dudaklarım titremeye başlıyor ve titreme gittikçe tüm vucuduma yayılıyor. Sonra dişlerim birbirine vuracak gibi oluyor ve ilk tıkırtıdan sonra artık dişlerim kendi özgürlüğünü ilan etmişcesine tıkırdayıp gidiyor. Sonra hooop olay kopuyor ve biz orda ilk defa bu kadar yakınlaşmış oluyoruz.

Birbirimizden utanırcasına, askerde olduğumuzdan dolayı korkarcasına ayrılıyoruz ve o gün akşama kadar birbirimize görünmüyoruz. Akşam yemeğinde "tanrımıza hamdolsun" duasında yine yanyana gelip, aynı masada yemek yiyoruz ve yemekten sonra, hiç konuşmadan kalkıp kimin önde, kimin arkada olduğu belli olmadan, doğruca otobüslerin park alanına gidiyoruz. Nereye gideceğimizi bilmiyoruz, sadece bi yer arıyoruz ve otobüslerden birinin kapısını açtığımız gibi içine giriyoruz. Palaskalarımızı açtığımız gibi pantolonlar aşağı düşüp, botlarımızın üzerinde toparlanıyor. Hemen yapışıyoruz birbirimize. Onun boyu uzun benden, bide geniş omuzlu, hafif kilolu ve kaslı birde. Ne yapmak istesem hepsine karşılık veriyor. Ben bir şey yapmayacak olsam, o da isteksizmiş gibi davranıyor ve bu yüzden kavgaya tutulmuşcasına karşılık vererek devam etmeyi daha doğru buluyorum. Kavga ederek boşalıp, otobüsten inip farklı yönlere gidiyoruz ve o gece hiç karşılaşmıyoruz. Sabah biraz utana sıkıla günaydınlar havada uçuşuyor ve biz, sonraki günlerde artık sürekli yalnız kalmaya ve yalnız kaldığımız ilk anda bi kuytuya girmeye çalışıyoruz.

Sonra işte bu olaylar askerlik bitinceye kadar koptu da koptu ve o arada ben buna, köpek gibi aşık oldum. Gel dese geliyorum, git dese gidiyorum. Böyle bi robotlaşmışım. Ama tabii arada diğer ibne askerlerle de kırıştırmaktan geri kalmıyorum. Yalnız onun yeri ayrı o başka. Gerçi o da siki kalktığı için bana yanaşıyodu, yoksa sikecek amcık olsa dönüp bana bakmazdı bile. Yada evli omasından dolayı ben öyle düşünüyordum.

Aslında aramızda, askerde olmanın verdiği amsızlıktan dolayı "onun sikinin kalktığında oluşan mecburi bi ilişki mi" vardı, yoksa "başka bir şey miydi" hiç bi zaman anlayamadım. Çoğu zaman bunu ona da söylüyordum, o da "ne bileyim oğlum" deyip başka şeylerden konu açıyordu. Sonra işte böyle olunca bende artık konuşmuyordum. Bazen, onun beni sırf saxocusu olarak gördüğünü düşünüp, günlerce ondan uzak duruyordum. Ama sonra; yine ya ben, ya o bi şekilde selamlaşmaya başlayarak, bi yerde oturup saatlerce konuşmaya başlıyorduk.

Konuşmalarımız da işte bildiğiniz asker muhabbetiydi. Yani siktiri boktan şeyler. Ya gün içinde kendini ülkenin hakimi sanan, orospuçocuğu olduğu fazlasıyla belli bi komutanın gereksiz fırçasını, ya da işte sivil hayatlarımızdan falan bahsediyorduk. Onunla çok farlıydık lan. Düşünün işte sabah ve akşam içtimalarında bile sürekli yan yana duruyorduk. Böyle sünnet olmamış sik ve çevresindeki fazla et gibiydik. Sanırım ordaki et bendim. Çünkü askerlikten sonra ayrıldığımıza ve ben hala onu düşünerek osbir çektiğime göre.
Bide ikimiz satranç oynamayı çok seviyorduk ve bu yüzden küskünlük zamanlarındaki ilk muhabbetten sonra satranç masasına oturup, saatlerce kalkmıyorduk. Küs olmadığımız zamanlarda da kantindeyken onunla sudoku çözme yarışlarına giriyorduk. Satrançta kazanan çoğu zaman o oluyordu, ama sudokuda asla beni geçemiyordu. Zaten benim bu sudoku hastalığımı bütün askeri üs biliyordu. Hatta komtanlarımızdan biri hafta sonu aldığı gazetedeki eklerden topladığı sudoku bulmacalarını toplayıp bana getirirdi. Tabii o komtanla da çok sonra bir şeyler yaşadıkya neyse, onu başka zaman anlatırım..

Şimdi tekrar konumuza dönecek olursak:
Orospuçocuğu bazen, aslında beni sadece saxocusu olarak görmediğini düşündürecek şeylerde yapıyordu. Mesela bana bi keresinde kalpli anahtarlık uzatıp piç piç sırıtarak "al aşkım hediyem olsun" demişti. Bende öyle bi sevinmiştimki, sanki dersin şehrin altın anahtarını almışım gibi teşekkür edip cebime atmıştım. Anahtarlığı da tee geçen yıla kadar sakladım. En son geçen yıl, bi ara atan sigortalarımdan dolayı "püfff ne yapcam bunu, götüme mi sokcam?" deyip attım..

Bazen onunla gecenin bi yarısına kadar çay bahçesinin kuytu bi köşesinde oturup konuşmaya dalıyorduk. Hatta bi gece "yataklarında olan asker kellesi kaç" diye sayım yapan komutan ikimizi eksik saymıştı. Sonrasında bizde işte çay bahçesinde olduğumuzu falan söyleyip yırtmıştık. Ama askerde gecenin bi yarısı yatağında olmamak iyi bir şey değildir onu söylemiş olayım. Yalnız bizde bi bok yemedik, sadece konuşmuştuk. Hemde saatlerce ve hiç yorulmadan. "Ne konuştuk lan öyle" diye düşünüyorum da, aklıma hiç bir şey gelmiyor. Sadece konuşmuştuk işte o kadar..

Onunla hala görüşüyoruz. En son geçen yıl geldi istanbul'a ve işte bi yerde oturup çay falan içtik, sonra da kalktı gitti. Bide arada bir telefonda falan konuşuyoruz "ne yaptın, ne ettin" falan deyip duruyoruz. Ben zaten telefonda pek konuşmayı seven biri olmadığım için bi yerden sonra "hımm iyi iyi, görüşürüz. Kendine iyi bak" deyip kapıyorum. Zaten telefonda konuşarak ne sikim yiyilirki. Askerliğimizin bitişinin ilk yılında birbirimizi çok sık arıyorduk. Hemde öyle böyle değil. Abartılı bi şekilde arıyorduk birbirimizi. Arada bazen muhabbet uzasın diye sanal sex yapıyorduk. Ama ikimizde sanal sexden hiç bir şey anlamadık. Sonra böyle böyle zaten yıllar içinde aramalarımız çok düştü ve şimdi 2-3 ayda bir anca birbirimizi; ya arıyoruz, ya aramıyoruz. İşte en son geçen ay aradım. Güya istanbul'da bi işi vardı ve gelecekti, ama gelmedi..

1 yorum:

  1. önceki yazını öyle bi bitirdin ki sanki o günden beri görüşmüyormuşçasına. hatta kötü bi şekilde ayrıldınız gibime de geldi. Belki bi şeyleri unutmak istiyordur o yüzden gelmiştir de haber vermemiştir. zamanında çok şey yaşadığım bi tanıdığımla o günleri konuşmuyoruz. hatırlayan bi ben miyim diye düşünmeden edemiyorum. yaşanmışlıklar zor şey be.

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.