-->

16 Mayıs 2021

Gay Garson, Biseksüel Asker, Sahte Dolandırıcı ve Temiz Kalmak

 Yazı şurda başlamıştı: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/vermem-gerekenler-ve-daha-fazlas.html

...
Zaten kızsam, bağırsam, çağırsam bile yine de bir şey değişmeyecek, hatta bağırıp çağırarak olay çıkardığım için, huzursuzluk çıkartan kgötünün teki olacaktım. Bu yüzden kavga ederek kötü olmaktansa, kavgasız-gürültüsüz bi şekilde kötü olmaya karar verdim ve "illa başkasının yanında çalışacaksam, istediğim yerde de çalışabilirim" diye düşünerek, bizimkilerden kimseye bir şey demeden, ertesi gün ilk otobüse atladığım gibi İstanbul'un yolunu tuttum.
İstanbul'a vardığımda da, bi kaç gün sonra Beyoğlu'nda şişko bi lezbiyenin işlettiği Mor Kedi adlı bi leş gay kafe'de garson olarak iş bulup, bir kaç ay çalıştım.

Tabii bir garson için günler hızlı geçerdi. Bende bir garson olduğum için günler hızlıca geçip gitti ve askerlik zamanım gelip dan diye çattı. O zamanlar benim için yapacak en iyi şey de askere gitmekti. Çünkü ücretsiz yatacak yerim, ücretsiz 3 öğün yemeğim vs olacak ve üstelik bunların karşılığında yapmam gereken tek şey sadece herkes gibi verilen görevi yapmaktı. Görev de ne olacaktı ki? Savaş yok bir şey yok. En fazla çöp toplama, şöför olarak komutanları gezdirmek, subay karılarının güzellik uykularının bölünmemesi için, lojmanlardan birinin altındaki kulübede nöbet tutma olaylarım olacak diye düşünüyordum. Nitekim bir kaç gün sonra gittiğimde de farklı bir şey olmadığını da gördüm.

Tabii dan diye gitmedim. Öyle ortadan yok olmuş gibi gitmiyeyim, gidip bizimkileri görüp sonrasında askere gideyim diye memlekete gittim.
Amacım gerçekten sadece onları görmekti. Ama 2numaralı abim beni ilk gördüğü anda bana "askerlik zamanın geldi, paran yok diye geldin değil mi" dedi. Oysa bu cümlesi yerine birbirimize sarılıp helalleşiriz diye düşünmüştüm. Hiçbiri olmadı, tek bir şey bile demedim. Öylece taş kesilmiş bir şekilde bir kaç dakika boşluğa bakındım, sonrasını hatırlamıyorum. Üzerinden yıllar geçti zaten, o andan sonrasını o an dahil olmak üzere unutmuşum.

Ama hatırladığım şey şu ki; gerçekten öyle bir beklentim yoktu. Zaten askere gidecek kadar yol parasını da (şurda anlattığım şekilde) sevişerek çok önceden bulmuştum. Buraya da biraz o parayla gelmiştim. Sadece bizimkileri görmek için ve tabii birazda "belki askere uğurlanırım" adlı düşüncemin sonucunu görmek için gelmiştim. Ama gelişim 2numaralı abim tarafından çok yanlış anlaşılmıştı.
Üzüldüm ve yapılabilecek olan tek şeyi yaptım. Yani gittim sokaklarda gezerek üzüntümü giderdim, önemli bir şey yokmuş gibi kendi kendimi iyileştirmiş olarak akşam saatlerinde eve döndüm. Duyduklarım yüzünden canımın sıkılmasını önledim ve bi kaç gün sonra da kimseye bir şey demeden çekip askere gittim.

Askerliğim mesleki olarak şöförlüktü. Bi kalem, siktiri boktan bir çer çöp parçasını almak için o an görevli olan komutanımla bilmem kaç km yol gidiyor, akşama kadar Ankara trafiğinde gezinip, sonra kalemi, çer çöpü alıp üsse büyük bir savaşta, tüm düşmanı alt etmişiz gibi geri dönüyorduk. Akşamları ise birbirimizi beğendiğimiz diğer askerlerle köşe kuytuda sevişerek rahatlıyordum.
Askerliğimin bilmem kaçıncı ayında, ailemin çalışmamı istediği devredilmiş olan işte çalışanların dolandırıcılık olayı patlak verdi. Meğer çalışanlardan biri şirketi dolandırmış, şimdinin parasıyla 300 bin TL gibi bi rakamı cukkalamıştı.

Dolandırıcılık olayını ilk duyduğumda çok rahatladım. Çünkü eğer sırf abimler istedi diye devredilen o işyerinde kalıp, çalışmaya devam etseydim, bu dolandırıcılık olayında bende hırsız ilan edilecektim ve hırsızlık olayının çoğu benim üzerime yüklenmiş olacaktı.
Oysa bir gün bile çalışmamıştım ve kendimce "iş devredildi, ama hâlâ benim de aynı şekilde çalışmamı istiyorlar. ben bu kadar işe yaramaz biri miyim ki, kendi işimizde değil, başkasının işinde çalıştırılayım?
hem başkasının işinde çalışacaksam gider cehennemin dibinde bir yerlerde çalışırım, burda niye çalışayım ki." diye uzun uzun üzülerek düşünnnnnnmüş, kendi kendime durmadan söylennnnnmiş ve derdimi de kimseye hiçbir şekilde anlatamayacağımı anladığımdan dolayı, cehennemindibi olan İstanbul-Beyoğlu'na kapağı atmıştım.

Üstelik devredilen işte çalışsaydım, şimdi ben askerdeyken patlamış olan dolandırıcılık olayının meblağı olan para miktarının yarısından çoğunu bizimkiler ödemek zorunda kalacaklardı. Çünkü işin hesabını kitabını ben tutuyordum ve güya elemanları da ben yönetecektim.
Üstelik geçmişi sürekli evden kaçan biri olarak, dolandırıcılık olayı ben çalıştığımda patlayacak olsaydı, hırsızlıkla ilgim olmadığını da kimseye anlatamazdım. Kimse bana yani evden sürekli kaçan birine inanmazdı. Ben bile kendime inanmazdım ya neyse...
Durum böyle olunca, dolandırılma sonucu kaybolan para bizimkilerden de sike sike çıkacaktı. 
Ama işte oyunu çoooook önceden hisleriyle görmüş olan allahın en sevgili ve akıllı kulu olan ben, evden kaçarak oyunu bozmuş, kendimi sadece ailemiz arasında kötü ilan ettirerek çekip cehennemin dibine gitmiş, tüm aileyi de çalınan paralardan, dolandırıcılıktan sorumsuz tutarak BİR ADET KOCAMAN iyilik yapmıştım.

Fakat dolandırıcılık olayından sonra bile kimse bana dönüp bir şey demedi, sanki hiç öyle bir şey olmamış gibi davranıldı, ben dolandırıcılık detaylarını hep başkalarından duydum, öğrendim, olay ise zamanla öylece kapandı gitti. Kaçak eleman ise hâlâ memlekete dönmüş değil. Paraları afiyetle yiyip bitirdikten sonrasından bu yana, sağda solda çalışarak günlük geçimini sağlamaya devam ediyormuş.
Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen ailemiz arasında bu dolandırıcılık konusu ise konuşulmaz. Sanki hiç öyle bir şey olmamış, ben aslında çalışmayarak büyük akıllılık etmemişim gibi davranılır durur.
Zaten ailecek iyi şeylerin üzerinde durmayız (gerçi hangi aile duruyorki?) en ufak olumsuz şeyleri ise asla unutmaz, sorumlu kişinin suratına her zaman-her yerde ve her şekilde yüzüne çarpıp dururuz. 

Her neyse işte, işin benim askerde olduğum kısmına dönecek olursak; dolandırıcılık olmuş bitmiş, ben ise askerde günümü gün ederek yaşayıp gidiyordum. Tamda o günlerde babamın öldüğü haberi komutanlarıma iletildi ve mecburi olarak da izin işlerim başlatıldı, sonraki gün de hemen izne gönderildim. Memlekete geldiğimde her şey normal bir şekilde devam etti, babam fatihalar eşliğinde uğurlandı, benim de bi kaç gün sonra iznim bitti, babamın ölüm kağıdını alıp birliğime geri döndüm.

Birliğime geldiğimde 2numaralı abim beni, daha önce hiçbir şey olmamış gibi aramaya-sormaya başladı. Hatta arada bazen lazım olur diye para falan da gönderdi. Bende gönderdiği her kuruşu afiyetle yedim. Fakat aylar sonra bi gün aniden jetonum düştü ve 2numaranın bana neden ara ara para gönderdiğini anladım, bu yüzden bir sonraki arayışında ona;
"bana neden para gönderdiğini biliyorum ama aklında olsun, ben askerliğim bittikten sonra memlekete dönmeyi düşünmüyorum, sadece gelip bir iki ay kalıp dönerim. madem bana memlekete dönüp orda kalayım diye para gönderiyorsun, istersen bundan sonra gönderme, parana yazık olmasın" dedim. "tamam" deyip telefonu kapadı. Gerçekten de bi daha para göndermedi, bi daha da aramadı.

DEV AMI için mouseuna sertçe tıkla: https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/karn-hangi-erkek-kardesin-sikmeli.html

4 yorum:

  1. Merhaba. . . Çok farklı hayatlar yaşasak da nedense konuşsak anlaşabiliriz dediğim bir kafan var. Aslında sana verdiğim tavsiye sadece sana değil kendime de aşılamaya çalıştığım bir düşünceler bir nevi seni uzun zamandır takip ediyorum ve anlattığın kadarıyla bile epey zor bir çocukluk geçirdiğini anlıyorum. Ben o yorumu yaparak aileni sana karşı savunmuyorum haddime de değil. Alacaklı verecekli olma felsefesi başkaları için değil kendimiz için gerekli bir düşünce aslında. Özellikle son yazdıklarında herkese karşı kıymetimi değerimi bilmediler serzenişi var. Ailen olsun, öküz herif olsun... Bu konuda haklı olup olmaman aslında pek bir şey farketmiyor. Öyle ki değerimizi bilmemiz kendimizi yüceltmemiz gereken öncelikle kendimiz olmalıyız. Bu sadece ben önemliyim ben şunları yaşadım diyerek kendimize acımamız anlamına gelmiyor. Kendi değerimizi yükseltmek için değerli ve anlamlı meşguliyetlerde bulunmalıyız. Çevremizdekileri mutlu etmek gibi mesela. Bana ne yapmalılar değil ben ne yapabilirim diye düşünmeliyiz. İşin aslı bunu başkaları için değil kendimiz için yapmalıyız. Çünkü senin düşünme biçiminde takılı kalan insanı üzerine bir sürü yük yüklenmiş bir insana benzetiyorum. Her gün biraz daha insanlardan ve hayatından uzaklaşarak iyice kendi içine yoğunlaşmış... Bu duygu durumundan çıkman için gerekli olan şey hesapsızca başkalarını kucaklaman olabilir mi... Aslında şu soruda sorulabilir hesapsızca kucaklanma diye bir şey var mıdır? Mesela sen oğlunu hesapsızca kucaklamıyorsun değil mi aynı zamanda geç de olsa ona terbiye vermek istiyorsun. Halbuki o da şöyle düşünebilir. Zaten yüzünü görmüyorum gördüğümde de yaptığı sadece kızmak. Neden beni olduğum gibi kabul etmiyor ki ... Malesef anladığımız şekilde kimse kimseyi koşulsuz kucaklayamaz yapılabilseydi bile bu her şeyi daha iyi yapmazdı. Öyle bir kucaklama ki çıkar ilişkisi için değil karşıdaki daha iyi bir hale getirmek için. Hayır aslında birlikte daha iyi olmak için .

    Konuyu biraz dağıttım aslında . Ben senin gibi uzun uzun yazmadığımdan toparlama ihtiyacı duyuyorum. Sana söylediğim tavsiyeyi başkalarından önce kendin için yapmalısın. Bir motivasyona sahip olup yüklerinden kurtulman için... Sen o yüklerin aslında orada olmadığını söylerken onları aslında yok sayıyorsun. Dünyayı kurtarmana gerek yok. İyisiyle kötüsüyle geçmişinle barışıp yola devam etmelisin.
    Bir de ek olarak acı bir gerçek var ki. Seni tek sözleriyle kıranlar o sözleri hatırlamıyor bile. Onlar o sözleri söylüyor ve hayatına güzelce devam ediyor. Ama sen sürekli bana neden onu dedi diyerek hayıflanarak o anda kalıyorsun. Bu haksızlık değil mi. Kendine bu haksızlığı yapma.
    (Bunu istersen yayınlamaya da bilirsin)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu uzun ve vaktini almış olan yorumundan ne dediğini-ne demek istediğini anlamış değilim. Bence direkt ne demek istediğini anlaşılabilir şekilde, çok uzatmadan, kısa cümlelerle tekrar yazmalısın.

      Öte yandan; sadece son yazılarda değil, genel olarak tüm yazılarımda bu "kıymetimi bilmediler" serzenişim var ve zaten bana yazdıran şeyde bundan başkası değil.
      Yanisi; hayatımdakiler kıymetimi ya tam bilmediler, ya da hiç bilmediler ve zaten bilselerdi ben şimdi bu blogu tutmamış, onca satırı yazmamış olurdum.
      Evet ailemde, karım da, şimdiki eşimde kıymetimi bilmediler. Bilmiyorlar. Sanırım kıymetimi bilmiyor olmalarına takılmadan yaşamakla ama kafama takıldığında ise gelip buraya yazmakla da en iyisini yaptım.

      Sil
  2. Tamam umarım bu son yorumumda anlatabilirim veyahut anlayabilirsin.
    Burada sana ne kadar sana haksızlık yaptıklarını anlatarak anlık bir tatmin yaşayabilirsin. Ama bu seni bir adım öteye götürecek düşünce biçimi değil. Sen kaçmadan sorumluluklarını yerine getirerek yani yapman gerekenleri yapman seni bir adım öteye götürür. Yani sonuç olarak alacaklı gibi olmayı bırak ve ailene, oğluna insanlara bir anlam bir değer vermeye başla. Ve gerçekten seni iyiye, doğruya götürmeyeceğini düşündüğün insanlarla ve işlerle arana mesafe koy.
    Artık bunları da anlamazsan ardına düşme ve bir anonimin zırvalaları olarak hoşgör gitsin. Allaha emanet ol.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yanılıyorsun; çünkü haksızlık yapıldığını yazmak beni iyi hissettiriyor ve tabii bana blog dışındaki gerçek hayatımda da daha cesur olmamı, daha dik durmamı, olaylara tepkimi o anda koymamı da sağlıyor. Yazdıkça kendimi yaratıyorum, yarattığımı, yetiştirdiğimi, yeni bakış açıları edindiğimi, geliştirdiğimi, olumlu anlamda evrim geçirdiği görüyorum, hissediyorum.

      kaçmadan sorumluluklarımı yerine getirdim ama ne yazıkki bu benim kullanılmamı önlemedi. Şimdi dönüp bakınca kaçmamakla ahmaklık ettiğimi görüyorum. Keşke daha en başında, bazı kararlarımın arkasında durup yolun yarısında dönmeseydimde, kaçmaya devam etseydim.

      alacaklı olduğumu ise şimdiye kadar hiç düşünmemiştim, ama şu hastane olayında yaşadıklarımdan sonra alacaklı olduğumu düşünmeye başlamıştım. Şimdi ise alacaklı olduğumdan kesinlikle eminim ve alacağımı da bi şekilde almaya mutlaka karar vermiş bulunmaktayım. ama nasıl alacağımı bilmiyorum ve ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok.
      Değer vermek, anlam yüklemek konusunda haklısın. En azından oğluma daha fazla değer vermem lazım. Çünkü onun aptal olduğunu düşünüyordum ama değil. Çok çok akıllı, çok zeki ve üstelik ço duygusal da. Yıpranmasına, yıpratılmasına izin vermeyeceğim.
      ve şunu da öğrendim ki; aslında kendin olmak, doğru biri olmak sana kayıptan başka bir şey kazandırmıyor.

      zırvalarını daha anlaşılır yazmayı denemelisin. sende allah'a emanet ol. tekrar beklerim.
      bu arada serzenişimi sen ateşledin, bir kaç yazı daha devam edecek gibi :)

      Sil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.