-->

20 Nisan 2021

Dönme Dolap

"Başına bir şey gelmedikçe, hayatı çok ciddiye almadığını" söyleyenler olursa onlara inanma. Çünkü "hayatın ne olduğu" hakkında hiç kimsenin bir fikri yok. Bu yüzden seni kendi dünya ve görgüsüz görüşleriyle zehirlemelerine izin verme. Herkes doğru bildiği bir saçmalığa sımsıkı tutunup yaşamını, belirsiz olan zamana kadar sesli veya sessizce sürdürüp, sırası geldiğinde şanslı ise yaşadığı hayatın aksine, beyaz bi bez parçasına sarınıp kendisi için kazılan çukura büyük mecburi bir sessizlikle atılmakta.

Kefen denilen beyaz bez parçasını düşündümde komik geldi. Düşünsene leş bi hayat yaşıyorsun, gerçektende leş birisin, çerden-çöpten çıktığın yok, başın beladan kurtulmuyor, yemediğin halt kalmamış, kapandığın bokun içindeki sinekler artık senin üstünden eksik olmuyor ama öldüğünde yine de beyaz bi bezle uğurlanıyorsun.
Bu nasıl bi aldatmaca? Bu nasıl bi kandırmaca. Bunu anlatmak için trajikomikten daha derin, daha yoğun bi anlamı olan başka bi kelime daha bulmanın zamanı geldi de geçiyor...

Hayat kendi sığ düşünceme göre, yukarıda bahsettiklerimden fazlası değil ve doğrusu sana abartılarak anlatılmasına göz yumarsan, gözün hep yumuk kalacak. Çünkü göz görür, kalp hisseder ve beyin gördüğünü hissettiğiyle beraber işleyerek senin için anlamlandırmaya çalışır. Ama sen verilmiş olan gözü kaparsan, kalbi yok sayarsan beynin de bi bok yiyemez. Böyle işte...

Şu an, İstanbul'un küçük bir semtinin anca yarısı kadar olan memleketimdeyim. 2 hafta önce terapilerim bitti, bi süre sadece ilaçlarla ilerleyerek süreç içerisindeki gelişmeler gözlenecek ve sonrasında da tekrar kontroller yapılarak, tümörden tam olarak kurtulup kurtulmadığım veya işte neler olduğuna bakılarak yeni bir yol haritası çizilecek.
Şükürki önemli bir şey olmadıkça hemen dönmem gerekmeyecek ve hatta büyük ihtimalle kemoterapi ilaçlarını burdan alarak bi müddet daha devam edeceğiz. Yani kısaca; yoğun tempoya ara verildi ve bende bizimkilerin ısrarları ve tabi tüm ilgilerinden dolayı borçlu hissetmem yüzünden işte burdayım.

Onlara kendimi borçlu hissettiğimi düşünerek gelsemde, aslında olay tam olarak sadece borçlu hissetmek değil. Gelme nedenlerim daha derin nedenlere bağlı ama işte bilirsiniz, insanın ifade gücü asla tam olmaz, olamaz. Çünkü bazen anlatılamak istenenler için kelimeler icat etmek, onları uygun cümlelerle tek tek dizerek anlaşılır kılmak gerekir. Bense bu ara bunu yapabilecek kadar güçlü değilim.
Ama yinede, gelme nedenlerimden bir kaçına basitçe değinecek olursam sanırım şöyle sıralayabilirim:

1-Aileme kendimi borçlu hissettiğim için geldim: çünkü nede olsa 18 yaşından bu yana çoğunlukla; hayatını sikinin keyfine, kafasının dikine, öğrendiği her ne boksa yeterki doğu olduğuna inanmış olarak, ama sadece gerçekten doğru bildiğine göre yaşayan biriyim ve onlar tüm bu yer yer çok iyi, yer yer çok ama çok kötü çatışmalarımıza rağmen, yinede yardıma ihtiyacım olduğunu duyduklarında, hiç düşünmeden (belki de enine boyuna, altına üstüne vs vs göre derinlemesine düşünmüşlerdir. onu sadece Allah ve kendileri bilirler. ben bilmem en iyisi bu bahsi kapatayım) gelmeleri.
(gerçi sikimin keyfine göre yaşama maceralarıma rağmen; iletişimimi hiçbir zaman tam olarak koparmadım. çünkü onlar ailemdi ve ne olursa olsun iletişimimi koparamazdım.) koparmamam gerektiğine olan kendi nedensiz sabit kişisel inancımla hep böyle bağlantıda kalarak devam ettim.
Zaten seni sevmediklerinden emin olsan bile aile ile bağ koparılamaz. Çünkü içimde, çok ama çok derin bi yerde onlara çok bağlıyım ve bunu hiçbir zaman yok edemedim. Edemiyorum.
Şimdi yazarken aklıma geldi de; belki de derinlik dediğim şeyin ta içindeyim ve bu yüzden onlarla bağım da bir türlü yok olmuyordur, yok edemiyorumdur. Derinliğin var olduğunu biliyor ama derinlikte olduğumu göremiyorumdur.  

Yani zaten bugüne kadar kimseye söylemedim ama (gerçi geçen ay hastanedeki kadın doktorumla olan aramızdaki spontan konuşma esnasında, onunda aile ile ilgili kurduğu bi cümlesi üzerine "aile değişik bir şey. onlarlada olmuyor, onlarsızda olmuyor. ne yapıcaz bilmiyorum" dedim ve bi anda ikimiz gülüştük)
Şimdi düşünüyorumda; bence aile ile olan bağ hiçbir zaman kopmuyor.
Bağın kopması sadece kişinin ölümü veya ailenin ölümüyle son bulmalı. Öteki türlü son bulmalar bana hep yanlış geldi. Bu yüzden yılda 1 ay gelip kavga gürültü de olsa iletişimde kaldım. Onlarla iyi kötü vakit geçirdim, geçirmeye çalıştım. Bunun dışında da zaten telefon hatlarımız hep bağlıydı. "parantez çok uzamış, kapatıp başladığım cümleyi bağlayayım) biri olmama rağmen, yardımlarına ihtiyaç olduğunu öğrendiklerinde çıkıp gelmişler.

2-Kalkıp geldikleri için, tüm ağırlığımı yüklendikleri için onları onore etmem gerekirdi. Çünkü bu süreçte benim için çok ama çok uğraştılar. Üstelik çabaları gerçekti ve bunu yüreğimden hissettim. Düşündükçe, aklıma geldikçe de gözlerimi yaşartıyor. Çünkü benim için çabalayan başka bir insan ve insan topluluğu sanırım hiç olmadı ve olacağını da sanmıyorum.

3-Memlekette kanser olduğum duyulduğunda herkes şok geçirmiş. Çünkü yaşadığımız yerde herkes bilirki; ben sikinin keyfine göre yaşayan biriydim ve sikine göre yaşayan insanlara kanser gibi şeyler olmaz. Onlar sadece bi kazada ölebilirler, ya da hayatlarının sonuna doğru elden avuçtan düşmüş olarak biraz sürünüp mezarlarına kıvırılıp gebererek girerler. (bu da zaten çok uzak zamanlarda gerçekleşeceğinden, şimdilik kimsenin umrunda değildir.)
Ama işte kazayla öldürmeyen Allahım, kanser diye bir şey vermişti ve kimsesiz olarak getirildiğim hastaneden dünyaya bir SON DAKİKA haberi geçilip, abimlere haber verilmişti. Abimler bir iki kişiye ne yapılacağını, kanser illetinin ne olduğunu vs sorup ederken, olay tamamen duyulmuş ve son dakika haberlerini sürekli soranlarla da tüm şehir bir kaç gün içinde acilen ameliyat edilmezsem, geçirmekte olduğum krizler vs vs dahil sonrasında öleceğimi öğrenmişler. Bense o sırada kolumdaki serumlarla rüyalarımda vur patlasın-çal oynasın içinde günlerimi harcıyor, bazen yaşayıp yaşamadığımı görmek için bilincim kontrol ediliyordu.
Neyse ne işte, özetle; Tüm şehir, öleceğimi öğrendikten sonra benimle uzak yakın demeden ilgilenmişlerdi ve bende işte
-ölmediğimi göstermek için,
-ailemin yanımda olduğunu göstermek için,
-ailemle aramızda ne olursa olsun hepsinin sadece hayatın içindeki yaşanmışlıklarından ibaret olduğunu göstermek için dönüp onlarla yaşamak zorundaydım.

4-Haftalar süren yoğun bakımlar, saatler süren ameliyatlar ve benden ümit kesenlerin okuduğu El-Fatiha ve Yasin Sürelerine karşı iyi olduğumu, Allahımın beni iyileştirdiğini, ailemin de bu süreçte beni iiyileştirmek için ellerinden geleni yaptıklarını, hâlâ yapmaya devam ettiklerini, edeceklerini göstermek için döndüm.
Çünkü aile ile aranızda ne olursa olsun bu sadece ailen ve seni ilgilendirir ve bu yüzden; sırası geldiğinde ailenle show yapman da gerekir. Bazense tabiki sadece ailenin tek başına show yapmalarına fırsat vermek gerekir. Bundan fazlası değil. Fazlası zehirdir.
Zaten her şeyin fazlası zahirdir. Ben çok sık zehirlendiğim için bunu iyi bilirim. Şimdi dönüp baktığımda daha iyi görüyorum. Zehirlendiğimi ve kendi panzehrimi de kendimin zamanla, farketmeden ürettiğimi çok iyi görüyorum. Çünkü ben başımın tek belasıyım ve belki de en güzeli budur. Doğrusunu Allahım bilir.

6-Dönme nedenlerimden biride; bu süreçte oğlum ve annesiyle olan iletişimimizdi. Annesi, benim öteki tarafa kesin olarak artık gidici olduğumu duyduktan sonra, ciddi ciddi vicdan yapıp bana sürekli mesaj atıp, hal hatır sormaya başlamıştı. Bense bunun vicdandan dolayı olduğunu buraya gelinceye kadar, günlük egzersiz amaçlı yürüyüşlerimde yeri titreterek sokaklarda adım atıncaya kadar anlamamıştım. Bunun yerine ilk doğduğum gündeki saflığımla; ailemin evine geldiğimde, onunda elini tuttuğu oğlumuzla çıkıp geleceğini bile düşünmüş ve "her şeyi boşver, aramızda olup bitenler, başımızdan gelip geçenler, geçemeyenler, başımıza gelmesini beklediğimiz ama gelmeyenler umrumda değil. yanındayım. hadi bak oğlumuzda büyüdü, yeni bir hayata başlayalım" diyeceğini bekliyordum ama gelip demedi, telefon açmasını bekledim ama açmadı. Öylece şok-umla, gece yarısı karanlığında duvar dibine yapılmış bok gibi kalakaldım. Bir kaç gün sonra bunu da atlattım ve işte yazıyorum.

7-Gelme nedenlerimden birinide 6.maddeye bağlayarak yazmak kendime daha dürüstçe davranmak demek olur. Şöyleki;
Ben böyle işte onun oğlumuzla çıkıp aile evimize geleceği gibi şeyler düşünürken, hiçbir şey olmadı. Bunları düşünmemi tetikleyen ise Öküz Herif'di. Çünkü hastane süreci ve sonrasındaki davranışları, konuşmaları, hal hareketleri vs sanki benden bi an önce kurtulmak istiyor, ama bunu nasıl yapacağını kestiremiyor gibiydi. Hatta bazen öyle bir çıkışları oluyorduki "ne olacaksa olsun" der gibiydi. Sanki başına bela olup kalmışım gibi davranıyordu. Hatta bi aralar eve sırf onu görmeye gittiğimde bile bana "ölmekten korkuyor musun, bundan hiç kurtulamayacağını, öleceğini düşündüğün oluyor mu?" diye sorular da soruyordu.
Farklı konuşmalarında ise "oh çok şükür sizinkiler sigorta vs her şeyi hallettiler uğraşmadık" gibi muhabbetlere defalarca girip durmuştu.
Bense onun bu konuşmalarına karşılık yanına iyi hissedeyim diye gitmelerimi boşvermiş, onun bitmek bilmeyen son dakika gol atışlarını kurtarmakla ve söylediklerini kafaya takmamak için uğraşmakla vakit harcıyordum.
Bu konuşmalarına karşılık bazen dayanamayıp 5 dakika sonraki alakasız bir konuşma esnasında ağladığım oluyordu ama sanki onun beni ağlattığını değilde, yaşadıklarıma ağladığımı düşündürecek hareketlerde bulunuyordum ve oda inanmış olarak "tamam tamam geçecek bunlar" diyerek yine üste çıkıyordu. Yani dayak atılan öğrenci gibiydim. Çalışkan bi öğrenci olmam içindi her şey. Ağlasam da suçluydum, ağlamasam da. Gidip kimsenin olmadığı, sadece allahın gördüğü bir köşede sessizce tek başına ağlamak ise en güzeliydi. 
Onun yanında ağlamamı tutamayıp ağladığımda ise biliyordumki ve o da hissettiriyordu ki; ağlama sızlamalarım da umrunda değildi. Söylemleri, davranışları  vs şimdi bile aklıma geldikçe ağlayasım geliyor ya neyse.)

Öküz işte böyle davranışlarla, beni allak bullak edip tümörlerimle elele vermiş halay başını çekerken, bende; o sırada eski karımın hal hatır sormalarına büyük büyük anlamlar yükleyip kendimi kandırarak iyi hissetmeye çalışıyordum.
Oysa onun yaptığı da, Öküz Herif'inkinden farklı değildi. Çünkü Öküz gibi kalkıp "ölmekten korkuyor musun?", "bundan kurtulamayacağını düşündün mü hiç?" demek yerine 3,5 cm'e 7,5 cm büyüklüğündeki beyin tümörümü avucunun içine alıp "bugün nasılsın, allah şifa versin, sana yasin okuduk, rabbim seni oğluna bağışlasın, inşallah bunu atlatacaksın" gibi vicdan mesajları atmakla meşguldü ve bunlar bana daha mantıklı geliyor, daha iyi hissettiriyordu. Bende bu mesajlarına karşılık büyük umutlarla, ama gerçekten çok çok çok büyük umutlarla "amin, sağ ol, teşekkür ederim gibi bir kaç cümlelik daha" yanıtlarla karşılık veriyordum.
Oysa o, bana yaşattığı haksızlıkların vicdanındaki ağırlığını, ben yoğun bakımda olduğum sürece benim için onlarca yasin süresi okuyarak, sürekli bana dua ederek hafifletmek için didinmişti ve başarmıştı. İşte şimdi ben burdaykenki sessizliği de bu yüzden olsa gerek. Zaten vicdan sustuktan sonra dil ne diyebilir ki?

8-Buraya dönme nedenlerimden biri de annem.
Çünkü ne olursa olsun, onun üzerimde çok büyük bir hakkı olduğuna inanıyorum ve bu yüzden onunla vakit geçirip, en azından elimden geldikçe burda yanında olduğumu göstermek, bu süreçte bana duyduğu üzüntüsünü dindirmek istiyorum. Biraz da olsa vakit geçirmek istiyorum.
Onu iyi hissettirmek sanırım bugüne kadar yaptığım en doğru davranışlarımdan biri olur, şu an oluyordur.
Sonuçta kadın 36yıl önceki dondurucu kışın ortasında, hava bilmem eksi kaç derecedeyken ahırdan bozulma ama çevredekilerin yardımıyla eve dönüştürülmüş bi yerde, bir bebek doğurdu ve ölmesin diye sahip olduğu bi kaç bez paçavrasını koynunda ısıtıp ısıtıp beni günlerce sıcak tutmaya çabaladı ve sonuç olarak başardı da.
Bana her "yakacak bir şey yoktu, sadece bizim değil, hiçkimsenin yoktu. bende sen doğduğun zaman, gece boyunca sürekli kalkar koynumda ısıttığım bezleri, üzerindekilerle değiştirerek seni sarıp, kucağıma da iyice bastırıp donmanı engellemeye çalışıyordum" diye anlattığında, yıllar önce benim için verdiği çabanın karşılığı olarak, bende bugün onu iyi hissettirmek, ne olursa olsun yanında olduğumu göstermek istiyorum. Bunu hak ediyor. 

9-Diğer nedenlerden biri oğlum: Hastalığımla ilgili çok detaylı bilgilendirmeye girmeden hasta olduğumu söylemişlerdi ve ona çaktırmadan, en azından ben ölmeden önce sık sık görüşelim diye daha fazla aratmaya başlamışlardı. Biz onunla konuştukça, oğlumla daha fazla vakit geçirmek istedim, benimle büyüyebilir diye düşünmeye başladım. 
Buraya geldiğimde ise bir ergeni karşımda gördüm ve onun dediğine göre "onu sürekli tersliyormuşum"
Oysa hayır terslemiyorum, sadece olabildiğince dürüst olup, yanlışına yanlış, doğrusuna doğru deyip duruyorum. Sevmediğim şeyleri uzun uzun açıklıyor, onu bayıyorum.
İnsanlarla emir vererek, hakaret içeren cümleler kurmadan iletişim için yönlendirmelerde bulunuyorum hepsi bu.
Geçen bunu annesine de mesajla "insanlara karşı terbiyeli olsun, herkesle bağıra çağıra konuşuyor, emir veriyor. söyle böyle konuşmasın" diye yazdım. Annesi ise bana"babası olarak sende yumuşak bi şekilde söyleyebilirsin" dediğinde "defalarca söyledim, ama anlamıyor. bu davranışları kemikleşmiş. nasıl yetiştirmişsen yumuşaklıktan anlamıyor"  diye yanıtladım. Bunun üzerine annesi karşılık olarak "tek başıma anca bu kadar yetiştirebildim" diye yanıt verdi. Bende karşılık olarak "iyi, en azından böylece tek başına büyütemeyeceğini öğrenmişsin" diye yazdım ve konuşmamız bitti.
Çünkü yıllar önce oğlumuzu alıp gittiğinde, gerçekten bana vermeyeceğini, kendisinin büyüteceğini vs söylemişti. Yıllarca da böyle davrandı. Ben ise her yaz en azından 1 aylığına da olsa vakit geçirip durdum, ara zamanlarda ise bi şekilde iletişimde kalmaya özen gösterdim. Geri kalan zamanlarda ise keyfime bakıp işte buralara yazdıklarımın bazılarını yaşadım, hissettim. Tüm bunların tekrarına devam ettim.
Hem zaten bilirsiniz işte, zorla güzellik olmazdı, zorladım olmadığını da gördüm.

10-Kalabalık bi aile olmamıza rağmen, hayatım boyunca aslında tek başıma olduğumu düşünüyor olmamında etkisi var. 
Güya 9 kardeşiz ama ben hiç 9 kardeş olduğumuzu hissederek büyümedim. Sadece birileri vardı ve işte onlarla birbirimize kardeş diyorduk.
Son yıllarda ise artık bunu eksiklik olarak hissetmemeye başladım. Sanki bi çöp kovasında bi anda ortaya çıkmışım gibi hissediyordum. Güya akrabalarım, çevrem, eşim dostum, bilmem nelerim vardı ama işte hayatın çektiği şutları hep tek başıma karşılıyor ve zaten artık yorgunluktan gol yememeyi bile bırakmıştım. Bunu sadece kendim için değil, Öküz Herif için de hissediyordum. İkimizde dibimize kadar, kökümüze kadar yalnızdık ve birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Bunu ona da bi kaç sefer söyledim ama her zamanki lakayt tavırlarıyla geçiştirdi. Oysa oturup konu üzerine derinlemesine konuşmayı ne kadar çok istiyordum. Ama olmadı, olduramadım, bende her zamanki gibi içimde bi yerlere atıp üzerini de kalın bi toprak tabakasıyla kapattım.
Her neyse işte, olan olmuş, gelen geçmiş ve işte burdayım ve yarım bile olamayan, hatta ne olduğunu bilmediğim ama içimdeki o eski aile özlemini biraz da olsa doldurmak, dindirmek ve bununla iyi hissetmek istiyorum. Bakalım olacak mı?

11-Kendimi tanımak, kendime vakit ayırmak içinde geldim. Çünkü kendimi bazen tanıyamadığımı, dışardan nasıl göründüğümü, nasıl biri olduğumu görmek istiyorum. Bunlar için geç kaldığımı düşünmüyorum. Yoksa geç mi kaldım?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.