-->

22 Mayıs 2021

Küçükken Evcilik Oyunu oynamayanlar, büyüyünce oynamaya kalkışırlar

Yazı şurda başlamıştı: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/vermem-gerekenler-ve-daha-fazlas.html

...Karımın oğlumuzu alıp, ailesinin evine gitmesinin birinci yıl dönümünde, 1numaralı abim beni arayıp "gel konuşalım" dedi ve bende ona inanıp saf köylü misali, bayramı bahane ederek iş yerinden izin alıp memlekete gittim.

Hani en azından ailemiz arasında bu konuyu konuşabilirdik, ben derdimi anlatabilir, aslında olayın kavgasız gürültüsüz olduğunu söyleyebilirdim. Çünkü hiçbir zaman ona el kaldırmadım, hiçbir zaman bağırıp çağırmadım aksine tartışmalarımız bile uzamasın diye yer yer alttan aldım, kaçıp gitmelerini de "ailesini özlüyor, normaldir" diye hiçbir zaman sorun etmedim. Fakat o bu iyi davranışlarımı galiba hep zayıflık ve kullanabileceği fırsatlar olarak gördü. 
Şimdi düşünüyorum da; aslında çok iyi olmak, fazla iyi davranmak göt kaldırmıyor, insana göt olduğunu unutturup sadece ne bok yerse yesin haklıymış hissiyle yaşamasını, hayatındakine bok gibi davranmasını sağlıyormuş. Ama olsun. Varsın, sırf ben ona iyi davrandığım için, o beni zayıf olarak görsündü. Varsın iyi biri olmak, zayıf olmakla eşdeğer olsundu. Ne olacaktı ki? Ben onun, bana şaka bile olsa yalan söyleyebilme ihtimali yok sanırken, varsın o beni küçük bir yalanla yıllarca oyalasındı...

Abimin "gel konuşalım" davetiyle memlekete geldiğimde, hiç kimse benimle konuşmuyordu, ben ise bülbül gibi herkesle muhabbet ediyor, tatlılıktan insanları bayıyordum. Yani sonuçta aileydik ve ne olursa olsun aile olarak kalacaktık. Böyle düşüne düşüne, onlarca gereksiz sohbet konuları açıyor, kapatılan her konunun ardından başka bir konu açarak sohbeti devam ettiriyordum. Arada şaklabanlıklarımla da ortamı biraz renklendirdiğimi düşünerek her muhabbeti uzatıyorda uzatıyordum.
Lakin bayramın ilk günü bitip ikinci günü geldiğinde anyayı konyayı gördüm. Çünkü 3 abimde salonda aile meclisi kurar gibi oturmuş, beni de karşılarına alarak konuşmaya başlamışlardı. Ama en çok 1numaralı abim konuşuyordu. Çünkü o ailenin reisiydi, ailemizde siki en büyük olanıydı ve hatta diğerleri susmuş artık sadece o konuşuyordu.

Bi ara 3numaralı abim tuvalete sıçmaya gittiği sırada, içerde 2 ve1 numaralı abimle başbaşa kaldık. 1numaralı abim lafı döndürüp dolaştırıp, karımla olan ayrılışıma getirdi ve ben içimden "hıh şimdi soracak neden ayrıldığımızı" diye düşünürken, o kızgın ve sinirli bir ses tonuyla "aranızda ne olmuşsa olmuş. şimdi gidip alıp geleceksin, yoksa seni öldürür, leşini de götürür şehir dışında bi yere gömeriz, kimsenin de bi daha senden haberi olmaz" dedi.
Cümlesini tamamladığında "ciddi değildir" diye içimden söylendim ama bu sırada o diğer tehditleriyle konuşmasını devam ettirdi ve ortalık giderek daha bi kızgınlaşmaya başladı.

Hiçbir şey demedim, hiçbir tepki göstermedim ve o yeni öldürme tehditleriyle konuşmasını bağıra çağıra devam ettirirken, kapının zili çaldığı için konu bi anda kendiliğinden kapandı, gelen misafirler olduğu için ortalığı kalın, dipsiz kuyudaki gibi derin bir sessizlik kapladı. Bu sırada, 3numaralı abim de, o yokken bana yöneltilen ölüm tehditlerinden habersiz tuvalette sıçıp yanımıza gelmişti. 

Ben de bu sırada içimden "ulan daha bacak kadarken çocukken bana onca hakareti edip, durmadan döven-söven, her gün beni tükürüğünde boğan adam şimdi ölüm tehditleriyle gerçekten öldüresiye döver, ölürsem de gerçekten beni götürüp bi yere sessizce gömer, kimsenin de leşimden haberi bile olmaz. Şimdi ben buna inanıp konuşacağız sanarak memlekete geldim ama yalan çıktı. madem geldim, bari bu olaydan dayakla kurtulmaya çabalayayım. ama sonrasında ne bok yiyeceğim?" diye düşünmeye başlamıştım ve kapının açılıp gelenlerin misafir odasına buyur edilmesinden sonra, ablam gelip misafirlerin amcamlar olduğunu söyledi. Bunun üstüne abimler, hemen aldıkları tüm aile terbiyelerini takınarak amcamlarla bayramlaşmak için kalkınca, bende onlarla beraber yaş sırasına göre en arkalarında yer alarak misafir odasına geçmek için harekete geçtim.
Onlar önümde ve benden de biraz daha hızlı olunca, ben odadan çıkarken duvarın kenarında sırt çantamı gördüm ve bunun üzerine birazcık yavaşladım. 
Yavaşlamamla onlar misafir odasına tamamen giriş yaptılar ve ben o anda köşedeki sırt çantamı alıp, onların büyük bir coşkuyla gerçekleşmekte olan bayramlaşmalarını siktir edip, kapının önündeki ayakkabılarımı giydiğim gibi, uçarcasına merdivenlerden atlaya zıplaya inip apartmandan çıktığım anda sokaklarda delicesine koşmaya başladım.

Aradan bi kaç dakika geçmiştiki bayramlaşma sevinci bitmiş olduğundan evde olmadığım anlaşılmış, ev ahalisi tarafından telefonum sürekli çalmaya başlanmıştı. Arayanlardan biri olan 3numaralı abimdi ve onun mizacı diğerlerine göre biraz daha yumuşak ve merhametli olduğu için telefonunu açtım. Nerede olduğumu, neden çıktığımı, nereye gideceğimi vs sordu, bende "sokaklardayım ve İstanbul'a dönüyorum" cevaplarını verdim. O "yaptığımın yanlış olduğunu, kaçmakla her şeyi daha kötüleştirdiğimi vs" söyledi. Fakat edilen ölüm tehditlerinden haberi yoktu ve ben şimdi telefonda bunu anlatarak, kendimin kaçmakla haklı olduğumu anlatamazdım.
Zaten kararımı da vermiştim ve henüz yiyeceğim daha çok bok varken, evli olmamıza rağmen yanımda duramayan bi amcık yüzünden ölmeye niyetim yoktu. Üstelik ben yüzlerce km öteden sırf 1numaralı abimin "gel konuşalım" sözlerine inanarak tüm saflığımla gelmiştim. Ama saflığım beni buraya "abini dinle ve memlekete git konuş. Konuşarak her şey halledilir" diyerek getirmiş olsada, olaylar boka sardığında devreye giren cingözlüğüm "yapacak tek şey var, o da siktir olup gitmek" diyerek beni tetikleyerek harekete geçirmişti.

Telefon aramaları bitmek bilmeyince, telefonu tamamen kapatıp bir kaç sokak geçtikten sonra bi taksiye binip şehir dışına çıktım. Otostop çekerek, akşama kadar komşu illerden birine geçtim ve sonrasındaki günlerde de yarı gezerek, yarı kafayı toplamak amacıyla oyalanarak İstanbul'a dönmüş oldum.
Canlarımdan, tatlı canımı kurtarmış bi halde İstanbul'a dönmüş, bir kaç gün evden çıkmayarak tamamen toparlanmayı başarmıştım.
ve işte hayat böyleydi. Dağılmak gibi, toparlanmak da kısa sürüyordu. Çünkü olup bitenlere karşılık yapacak tek şey buydu. Ağlayıp sızlamanın kimseye yararı olmazdı. İyisi mi; olmuş olanı arkada bırakıp, sikinin yönüne doğru yol almaya devam etmekti...

Beni ölümle tehdit eden abimle o tehdit gününden, benim bu yılki hastanelik olma durumuma kadar hiç görüşmedim, hiç bir zaman birbirimizi görmedik. Yani yıllar sonra hastanede baygın halde hemşireler tarafından uyandırıldığımda gördüm ve zaten bi ağlama krizi tutmuştu beni. Üstelik o günlerde bilinç-hafıza kaybı gibi şeyler yaşadığım için onunla yıllardır konuşmadığımızı, görüşmediğimizi ve tabii nedenini de unutmuştum. Olayların hiçbiri de aklımda değildi. 
sonrası işte böyle böyle gelişti...

Karımla ise dolaylı ayrılışımızdan yıllar sonra, yani ara ara geldiğim memlekette annemlerin ısrarı, karımın da benimle görüşmek istemesi, benim "oğlumu babasız büyütmeme düşüncelerim" ve erkeklerden bıkmam yüzünden bir kaç sefer bir araya gelip "tekrar deneyebilir miyiz"i konuştuk. O buluşmalarımız ise sırasıyla şöyle oldu:

1. görüşme (2019 yılı)
Oturduk konuşmaya başladık ama o pek konuşmadı ve sadece "sen her şey nasıl istiyorsan, öyle olsun" dedi. Ben de "sence ben nasıl istiyorumdur" diye sordum, "bilmem" dedi. Bunun üzerine "peki sence nasıl olmalı" diye sordum yine bir şey demedi.
Uzun bi sessizlikten sonra bir kaç sefer üst üste "sen nasıl istiyorsan öyle olsun" dedi. Bende bunun üzerine "yani senin bir düşüncen yok mu, biz buraya konuşmak için oturduk ama bu kadar önemli bir konu hakkında senin bi fikrin yok mu, bu konu üzerine hiçbir şey düşünmedin mi?" diye karşılık verdim. yine bir şey demedi, tüm zorlamalarıma karşılık da aynı cümlelerini tekrar edince, çaylarımızı içip kalktık, kalkarken de "düşünelim" diye söylendik.

Ben dönüp İstanbul'a geldim. Düşündüm taşındım ve baktımki, hiçbir şekilde fikrini söylemiyor, topu bana atarak kendince yine bir şeyler çeviriyor sustum. Çünkü önceki beraber yaşadığımız zamanlarda söylediklerinden, davranışlarından dolayı kafamda onlarca soru vardı ve bu "sen nasıl istiyorsan öyle olsun" cümlesi pek kafama yatmadı, yatacak gibi de olmadı. Bu yüzden, onu taklit etmeye karar vererek sessiz kaldım. 2020 yılına kadarki görüşmemize kadar da sessizliğim devam etti.

2. görüşme (2020 yılı Aralık ayı)
Annemlere ziyarete gelmiştim ve yine onların ısrarıyla Karımla iletişime geçip konuşmaya karar verdik. Aslında belki ikimizde aklımızı başımıza almış olabilirdik ve o eski huylarından (oyalama taktikleri, aileye bağlılıktan kaynaklı kendi yuvasına bağlanamama, her konuda rahatlıkla yalan söylemek vs gibi )bir kaçını, ben ise kötü huylarımdan çoğunu terk edebilirdim. Üstelik Öküz Herif bile beni "lan ben babasız büyüdüm, bizimkinden bi hayr görmedim. bari sen huysuz karı yüzünden, çocuğa yazık etme. amcığa biraz sabret, oğlanı büyütürsünüz. zaten bi yaştan sonra bakmana da gerek kalmaz" diye destekliyordu. Onun bu söylemleri, ailemin zorlamaları derken "aslında eskimiş olan karımla biraz olsun anlaşabilirsek yeni bir yuva kurar, oğlumuzu da psikolojik olarak daha sağlıklı bir şekilde büyütebiliriz" diye düşünüyordum. 

bu olay ve düşünceler arasında, ona mesaj atıp oturup konuşalım dedim ve onunla bir kaç gün sonra oturduk konuşmaya başladık. Konuşma esnasında bana eski ev eşyalarını ne yaptığımı sorduğunda ona açıkça "kullanmıyordum diye, yeni evlenen ihtiyaç sahibi bir çifte verdim" diye cevapladım.
Cevabımla çok şaşırdı ve "hepsini mi" dedi, bende "evet, diğer eşyaları da kullanmadıkça zaman içinde ihtiyaç sahiplerine dağıttım" dedim, o ise "hepsi çok pahalıydı, çok para vermiştik" diye beni yanıtladığında "yenilerini almak zor değil, en fazla bir yıl içinde çalışarak her şeyi yeniden alabilirim" dedim. 
Cevabım üzerine ondan "evet haklısın. eşya nedir ki, yeterki biz mutlu olalım, yeterki biz birlikte olalım, huzurumuz eksik olmasın" gibi bir cevap beklerken, o bana "hiç paran var mı?" diye sordu.

Sorusu üzerine dondum kaldım, ama şimdi donup kalmanın sırası değildi, kadın bir cevap bekliyordu. Sorusu kafamın içinde yankılanıp dururken kendimi saniyeler içinde toplayıp "biraz var" diyebildim. O bunun üzerine "ne kadar" diye sordu, ben de "16.500 TL var" dedim ve ondan "iyi çok şükür, sana-bana-oğlumuza yeter. zamanla hepten toparlanır, çok güzel şeyler de alırız, çok parada biriktiririz" cevabını beklerken o bana "16.500 TL neki? bi koltuk takımı bile gelmez" dedi ve beni aralıksız bi şekilde günlerce eşşekler tarafından sikilmişe döndürdü.

Bir şey demedim ve gerçekten o andan sonraki konuşmamızın devamını, ne konuştuğumuzu hiç hatırlamıyorum. Çünkü annemlerin zoruyla da olsa buraya gelip, sevgiyle ayakta tutulacak 3 kişilik bir yuva kurmayı düşleyen ben, 16.500 TL'ye koltuk takımı alamayacak bir kadınla oturduğumun farkına o anda varmıştım.
O andan sonra; onun önceki tüm davranışları, doymayan gözleri, beni yıllarca oyalayışları, türlü bahanelerle oğlumuzu alıp ailesine kaçmaları, sürekli kavga etmesi, tüm zorluklara tek başıma katlanmaya çalışmam ama onun bunlara karşılık olarak sadece afra tafra yapması aklıma bir bir gelmeye başladı ve nasıl olduysa "geç oldu, kalkalım, düşünürüz" lafıyla kalkıp ayrıldık.

Kadın mutlu bir yuva değil, onbinlerce liralık koltuk takımlarıyla döşeli bir evi olsun istiyordu, oğlumuzu beraber büyütmek değil, koltuk takımında komşularıyla beraber oturup kahvesini yudumlamak istiyordu. ve artık emindim ki; kadın beni değil, kendisi için sonsuza kadar çalışacak basit bir köle istiyordu.
Bu nasıl bi kafaydı ve ben bu kafayı nasıl unutmuş olabilirdim ki?
Ama işte unutmuştum. Her şeyini, her hareketini, her yalanını, her kaçışını, her oyalayışını, her numarasını unutmuştum.

Konuşmamızın ertesi günü İstanbul'a dönüp, ona da mesajla "istanbul'a döndüm, oğlumu yerime öp lütfen" diye yazdım, o da "keşke bu işi halletmeden dönmeseydin" diye yanıtladı.
Önce cevap vermedim, ama sonra şöyle bir mesaj döşedim;
"Geçen yılki konuşmamızı ve bu yılki konuşmamızı karşılaştırdığımda, 180 derece farklı bi konuşma gerçekleştirdiğimizi gördüm. Geçen yıl "sen ne istersen, nasıl istersen öyle olsun" demiştin bana ve bende o an farklı bi tepki versemde, zamanla konu üzerine daha detaylı düşünmüş, asla değiştirmeyeceğimi düşündüğüm bazı kararlarımı gözden geçirmiş ve değiştirmiştim. Örneğin;
-İstanbul'da yaşamak yerine seninle memlekette yaşamak gibi
-Ailemle yaşamak yerine, ikimiz için ayrı ev tutmak, yeniden bir hayat kurmak gibi. 
Ama benim radikal değişim kararlarıma rağmen sende bi ilerleme göremiyor, aksine daha geriye gittiğini ve bunları da bana pek göstermemeye çalıştığını düşünüyorum.
Örneğin "16.500 TL'ye koltuk takımı bile gelmez ki" deyişin gibi. Daha önceden aklımda kalan en olumsuz davranışın ise çocuk konusunda "seni oyalamak için 2 yıl sonra demiştim" cümlen gibi.
bu konuşmalarımızdan sonra kafamda kendin için yarattığın imaj; sanki daha en başından bu yana aslında her şeyde kendi istediğini yaptırıncaya kadar böyle davranıyormuşsun gibi bir algı oluştu. Son konuşmamızda da dediğin gibi; bu konu üzerine çok iyi düşünmemiz lazım.
Hayat akıp gidiyor ve ben yanlış bir karar daha vermiş olmak istemiyorum...

Bu yazışmamızdan 49 gün sonra ben hastanede gözümü açtım ve zaten o da vicdan azabının etkisiyle helallik için mesaj atmaya başladı. Bu konuya şurada değinmiştim:
Dönme Dolap https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/04/donme-dolap.html

Şimdi yazıyı çok uzatmış olmak ama bazı detayları yine üstün körü atlamış olmama rağmen sana şöyle diyeyim:
Ben vermem gerekenleri fazlasıyla verdim. Almam gerekenlerin ise hiçbirini alamadım. açıkçası neyi alıp almamam gerektiğini de bilmiyorum. Fakat bildiğim tek şey; ben sorumluluklarımı her zaman fazlasıyla yerine getirdim.
Yerine getirirken, amacım karşılığında bir şey almak değildi. Çünkü bir ilişki içindeydik, bir alışverişte değildik. Sadece sorumluluğum olduğu, sorumluluğu üstlendiğim için tüm gücümle, elimden gelenin fazlasını yaparak sorumluluğumu yerine getirdim. Ama karşımdakiler bi alışverişteydiler, bunu bilememiştim, iş işten geçtikten yıllar sonra anladım.
Şimdi burda memleketteyim ve insanların evliliğim, aile hayatım üzerine ara ara ağızlarından kaçırdıkları cümlelerden anladığım kadarıyla kimseye bir şey demeden kaçıp giderek, zamanında kimseye olayların detaylarını anlatmayarak, acılarımı-sıkıntılarımı tek başıma yaşayarak, evliliğim hakkında iyi kötü hiçbir şekilde kimseye bir yorumda bulunmayarak çok iyi yapmışım.
Bir hastalık geçirdim ve çok şükür iyileşmeye doğru adım adım giderken, insanların da zamanında bana karşı yaptıkları haksızlıklardan dolayı vicdanen duydukları rahatsızlıklarının sonucu olarak, farkında olmadan itiraflarını dinliyorum ve şükür ediyorum.
Ben vermem gerekenleri fazlasıyla verdim, değeri bilinmedi. Artık verecek bir şeyim yok ve bu saatten sonra kimseye karşı alacak verecek kavgasına tutuşacak değilim. 
ama yine de; umarım herkes içi rahat bi şekilde ölür.

7 yorum:

  1. Hayata senin bakış açınla bakmak isterdim. Probleme hangi değerler girerse girsin sonuç hep senin haklılığın olarak çıkıyor. Böyle olsaydım geceleri de rahat uyurdum kesin. Çünkü bu "bileyim hangi suyun sakasıyım, yarabbel alemin, tütmesi gereken ocak nerede" diyen birisi ne geceleri rahat şekilde uyur ne de içi rahat bir şekilde ölür.(çok devreleri zorlama, anlayacağını sanmıyorum...sandığını anlarsın muhtemelen)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. haklılığım değil de, karşımdakilerin öncelikleri ile benimkiler birbirini tutmadı. ben tutmadığında o anda dile getirdim ve açıkça ifade ettim, onlar ise hiçbir şey demediler ve hep gizli mesajlarla yola devam etmek istediler. oysa ben kalın kafalıydım; söylenmek istenen açıkça söylenmedikçe, hiçbir şey anlamazdım. anlamadım.
      üzerinden çok zaman geçtikten sonra bir şeyleri anladım ama çok zaman geçti.

      Sil
    2. Anonim de senin haklı olduğunu biliyor ama açık açık söyleyemiyor :Pp

      Sen takılma bunlara doğru bildiğin gibi yaşamaya devam et. Zaman doğru yaptığını çok ilerde gösteriyor.

      Sil
  2. Sevgili Hayat Erkeği;bence de sen vermen gerekenin fazlasını vermişsin...Ben de farklı bir hayatta aynı duygularla büyümüş biri olarak seni o kadar iyi anlıyorumki!
    Sen,vermen gerekeni verdiğine inanıyorsun ya önemli olan da bu...Çünkü hisler yalan söylemez...
    Evliliğine gelince; bence ülkemizde yaygın bir hata var.Evlilikte herşeyi(özellikle de maddi sıkıntıları)erkekler sırtlanır diye bir yanılgı var...Yıl 2021, artık herkes kendi hayatının sorumluluğunu almak zorunda malesef.O bir maaşla koca bir ailenin geçindiği günler geride kaldı..Tabi baştan çalışmayan ve hiç bir zaman çalışmayı düşünmeyen biriyle yola çıkmış olabilirsin ve bu da suç değil.Fakat bir kadın eğer çalışmayı istemiyorsa da elindekiyle yetinmeyi bilmek zorunda...Ve malesef eşin hakettiğin gibi davranmamış...
    Para nedirki ya gelir, gider...Hiç bir önemi yok aslında.Ve sen de zaten şartlar ne olursa olsun elinden gelenin en iyisini yapmaya çabalamışsın.Önemli olan da bu!!
    Sanırım bu hikayede en mağdur kişi çocuğunuz...
    İlişkiniz sürsün veya sürmesin, eminimki sen babalığını en iyi şekilde yapacaksın...
    Kimseyi umursama...Doğru bildiğin şeyleri yapmaya devam et!Kimsenin onayına ihtiyacın yok...Sen zaten neyi neden yaptığını biliyorsun ve rahat uyuyorsun ya önemli olan da bu...
    Bırak biraz da onlar seni anlamaya çalışsın....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir kadın tarafından anlaşılmış olmak çok iyi hissettirdi.
      ve dediğin gibi; gerçekten bırakıyorum, biraz da onlar anlamaya çalışsınlar.

      Sil
  3. Diğer yazıda altın bileziklerden, paralardan, gerdanlıklardan, kolyelerden bahsetmiştin. O altınlara ne oldu?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. her ayrılışımızda toplayıp yanında ailesine götürüyordu, en son ayrılışımızda da yine yanında götürdü. ne yaptığını, ettiğini hiç sormadım, ilgilenmedim de. zaten üzerinden yıllar geçti.

      Sil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.