Bu yazı şurda başlamıştı: 2016 yılı EKİM'inde aşık olmuştum
...Aradan bi kaç gün geçmiş ve ben kapısında bitmemiş, telefon açmamış, mesaj atmamıştım. Hayret bana! Kendim olmayı bırakıp, kalabalığı oluşturanlardan herhangi biri olmayı becerebilmiştim. Çünkü eğer kendim olsaydım, kovulmuş olmama rağmen en fazla 1-2 gün sonra umarsız bi şekilde kovulduğum yere dönerdim. Kimsenin bundan haberi yoktu ama ben, elinde olduğum kişinin tüm gücüyle fırlatıp attığı uzaklıktan aynı hızla geri dönmeye and içmiş o bumerang'ın ta kendisiydim.
Beni ben olarak tanımak istemedikleri için farketmedikleri bumeranglığımdan kimsenin haberi olmuyordu ve ben attıkları uzaklıktan, aynı hızdaki doğallığımla dönmüş olarak düşünme yetisinden mahrum beyni bulunan kafalarına, mimiksiz porselen yüzlerine, dokunmayı öğretemedikleri ellerine, birini masumca sarmaya alıştıramadıkları kollarına, görünenin ötesini görmekten aciz olan güzel gözlerine, kalkık burunlarına, ya da insana benziyor olan bedenlerindeki herhangi bi yerlerine çarpıp duruyordum.
Hayatım böyleydi, ben buydum. Karşımdaki kim ve nasıl biri olursa olsun ve bana ne yaparsa yapsın, doğal bi şekilde atıldıktan sonra yine doğa kanunlarına uygun olarak çok geçmeden beni atana dönerdim.
Oysa yapmaları gereken tek şey; gündelik yaşamlarında onlar için önemsizleşen her şey gibi beni de alıp gardrobun üstüne bi yere kaldırmak, sepet veya çekmecelerden birine koymak, ya da beni hayatından tamamen çıkarma kararını vermiş olarak sakince vedalaşır gibi çöpe atmaktı ama kimse bunu anlamadı, anlamak için ufak bi çaba bile harcamadı ve ben de, yaradılışım gereği beni attıkları yerden yine aynı hızla dönüp can yakma derdim olmadan doğal bi şekilde acımasızca çarpıp durdum.
Bumerang benzetmesini geçip dönüşlerimin nedenine inersek; ben böyleyim, yani; birinin içinde ufak bi iyilik olduğuna inanırsam hemen gurursuz, kibirsiz, saf inatçı aşığa veya iyilik dolu sıradan bi insana dönüp ona yapışır kalırım. Böyle kalmak için de elimden gelenin en iyisini yaparım fakat şu bi kaç gündür yapmamıştım ve hiç aramamış sormamış, yazmamış etmemiş, evine gitmemiştim.
Tarih 13 Kasım 2016 olmuş ve akşam saatlerine doğru Tophane'de bi yerde gezinirken karşılaştığım Kelle Paça'cıya girip masalardan birine oturduğum gibi siparişimi verdim, sinek avlayan dükkan sahibi 30 saniye sonra Kelle Paça dolu tabağı önüme koyduğu anda hiç düşünmeden 4 çorba kaşığı sarımsak doldurup karıştırarak 5-6 dakika içinde höpürdetip kalktım.
O taraflarda bok varmış gibi oyalanmaya devam ettiğimin bilmem kaçıncı saatinde aklıma Nemrut düştü ve ben kendimi ayaklarıma teslim ettiğim anda ona götürüldüm.
Kapıyı açtığında bıkkın bi şekilde gülümseyerek geri çekilip içeri geçti ve bende buyur edilmeyeceğimi anlamış olduğum için zaten içeri girmiş kapıyı ardımdan kapamıştım.
O bilgisayarında benden önce başladığı bir şeye devam etmek için çalışma masasına oturduğunda, bende hiç konuşmadan ama biraz ağır hareketlerle ayakkabılarımı çıkarmış, çantamı kenara bırakıp tuvalete girmiştim. Çişimi yaptıktan sonra çıktığımda ufak koltuğa oturdum ve onu izlemeye başladım. Tam da bu oturuşumdan bi kaç saniye sonra, işini bırakıp bana dönerek
-öfff ne kokuyosun böyle
-bilmem. ben koku almıyorum
-offff sarımsak falan mı yedin
-ha evet, gelirken şu aşağıda kelle paça'cı gördüm. çoktan yememiştim. arada yemek lazım. biliyorsun ölüm dışında her şeye ilaç olur diyorlar" cümlem bittiğinde, sazı aldı ve saatlerce de elinden bırakmadı.
Karşısındakinin götünü sikmeden önce, bedenini akla hayale gelmeyecek şekillerde iyice aşağılayıp, artık onu insanlıktan çıkardığına inandığında sikerek zevk alıp bunu hayat enerjisine çeviren birinden; toplum adabı, modern yaşamdaki yazısız incelikler, görüşme öncesi ve sonrası dikkat edilmesi gerekilen numaralar, birebir iletişim esnasında korunması gereken mesafe ve diğer davranışlar, karşılıklı hoşgörü ve bilumum yapay toplum kuralları olmak üzere bir sürü konuda ayrı ayrı vaazlar dinlemek garip gelmeye başlamıştı ve en sonunda vaaz konularının bitmeyeceğine ikna olduğumda dayanamayarak, tüm doğalaptallığımı takınıp "koku almıyorum ve şu anki kokunun ne olduğu da umrumda değil. kalabalığa girdiğimde rahatsız olanlar benden uzak dursunlar. nasılki kör birine "önüne bak" denilemeyeceği gibi, koku körüne de "iğrenç kokuyorsun" falan demek saçmalık" dedim ve o patladı
-ya buna bak. sen kendini ne sanıyorsun
-hiçbi bok sanmıyorum. sadece koku almıyorum o kadar." dedim ve o da bu esnada bağıra bağıra beni kovmaya başladı ama ben yerimden kalkmayıp onu sakin sakin izlemeye devam edince "off ne biçim bi insansın, senle ne yapcam. bi daha gelme demedim mi"sinden cümleler kurmaya başladı. bunlar az öncekilerden daha hafifti ve artık kovmak yerine, neden onun sözünü dinlememiş olduğuma takılmış bağrışını bu yönde sürdürdüğü kelimelerle devam ettiriyordu.
Bağrışı yatışacak gibi değildi ama buna rağmen bi ara eğilip masanın çekmecelerinde bir şeyler aramaya başladı ve az sonra da bi kaç tane nane şekerini bulmuş olarak bana uzatıp "ne biçim bi insansın sen yav. kovuyorum yine bana mısın demiyorsun. madem koku almıyorsun bari karşındakine saygın olsun. iğrenç kokuyorsun ve hiç umrunda da değil. kovuyorum seni, açık açık kovuluyorsun bundan bile rahatsızlık duymuyorsun. al al al bunları hemen yut. ne kadar iğrenç koktuğunun farkında değilsin" dedi, bende uzattığı cahil dost elindeki bi kaç tane nane şekerini, bana büyük bi iyilik yapmış gibi minnet ifadesi takınarak alıp ağzımda kıra kıra yarısını yutarak, yemeye ve emmeye başladım. O da bu esnada farkında olmadan yüzümdeki minnet ifadesini algılayıp aldanmış halde bi anda durulmuştu ama içindeki Gemsiz Şeytan'ına söz geçiremediğinin bilincinde olmadığı için elindeki sazı bıraktığı anda ruhunun kenarında bi yerde duran koca davulu alıp DAN DAN DAN DAN diye çalmaya başladı.
Bu sefer direkt ağzından tükürükler saçılmasına özen göstererek bağırıp çağırıyor, haklı olmanın hazzını tüm zerrelerine kadar hissederek içinden geldiği gibi hakaret ediyordu.
Bağrış çağrışının dozu gittikçe artınca "öff tamam ya. şu hal hareketlerine bak! amma abarttın ha. hiç insan içine çıkmayıp bu fare deliğinde yaşamaya devam edersen olacağı da buydu. al işte gidiyorum. sokaktan, hayattan tamamen yalıttığın bu fare deliğine tıkılı bi halde yaşamaya devam et." derken çantamı almış, kenardaki ayakkabılarımı giyinmiştim ve o;
-saçma sapan konuşup dengemi bozma
-zaten dengesizin tekisin. sadece dengesiz olduğunun farkında değilsin
-def ol git, yoksa elimden bi kaza çıkacak
-biri kendini sana teslim etmeyinceye kadar, senin elinden hiçbi bok gelmez
-yav siktir git. öldürücem şimdi seni ha!
-işte gidiyorum. sende gerçek hayattan kopuk, tamamen karanlıktaki bu lağımda gün ışığı görmeyen fare olarak yaşamaya devam et
-offfğğğ elimden kaza çıkacak diyorum. bak sana zarar vermek istemiyorum, git!
-ya sen kimsin ki bana zarar vereceksin. sen anca; gözlerini henüz yeni açmaya başlamış, dünyadan tamamen habersiz yeni yetmeler bulup onları dövüp söverek sikip bunun da yaşamak olduğunu sanan bi zavallısın. anca bu kadarsın. sen busun. gücün bana yetmez. sen; kendinden daha zayıf, kafası tamamen karışık olduğu için ne aradığını ve istediğini bilmeyen ergenler ve ergen kalan yetişkinler bulup, onları nefes alıp veren bir şeye dönüşmeye razı ettikten sonra sikip kapı dışına bırakarak yaşamını sürdüren bi şey'sin." deyip içim rahatlamış halde kapıyı açtığım gibi kendimi dışarı attım.
Yarım saat sonra eve geldiğimde, eski alışkanlıklarımdan biri olan giysilerimle beraber yıkanmayı gerçekleştirmek için ceplerimi boşaltıp duşa girdim ve giysilerim üzerimde ağırlaştıkça soyunup, en sonunda da çıplak kalınca suyu kapayıp, püskülsüz ucuz bornozumu giyinip çıktım. Baya rahatlamıştım.
Duşta çok oyalanmış olacağımki saat gecenin 2'sine gelmişti ve o esnada Nemrut, whatsapp'den mesaj atmaya başladı. "Deodorant kesinlikle kullan, diş fırçalama sıklığını da doğru ayarla, sarımsak kesinlikle yeme hiç. bi kaç gün çok yalnız kalacaksan ye" diyordu.
Ya amınoğluna bak sen ya. Sen kimsin de benim ne sıklıkta ne yapacağımı söylüyorsun. Gerizekâlı. Sen milletin üzerine işerken boşalan iğrenç bi adamsın, benim doğal kokumdan nasıl rahatsız olursun? Şerefsiz ya.
Aradan bi kaç gün geçtiğinde çıkıp yine ona gittim ama piç kapıyı açmadı, hatta kapı aralığından "yalvarırım git, noolursun bi daha da gelme. yoksa gerçekten sana zarar vereceğim." diye yalvararak beni iyice şaşırttı ve bende pes etmiş olarak apartmandan çıkıp sokaklarda gezinirken, kendim için telefonuma şöyle bi not yazdım;
"Uğruna değişebileceğin kimse yok
ve aslında senin uğruna da değişecek kimse yok.
Yani hayat iki ileri, iki geri adlı yanılgılardan ibaret
tabii bol miktarda hayal kırıklığı ve hâlâ akabiliyorsa bir kaç damla gözyaşını da unutmamak gerek."
Gezinerek eve geldiğimde, hayal kırıklığım kaybolmuştu ve bende bunun üzerine ona şu maili yazdım;
"Nemrutcum, fark ettiysen ben öyle sahip mahip anlayan biri değilim. görüştüğümüz zaman ben senin dediğini yapıp mutlu ettiysem ve çok kısa bir sürede bilinç olarak senin istediğin yönde zorlanmama rağmen bu kadar yol katettiysem, sende beni en sonunda mutlu edeceksin. seve seve olmazsa, işte böyle senin gibi zorla yapmaya kalkışırım. çok öptüm. haftaya görüşürüz. sevgiler."
Mailime 7 dakika sonra "istemiyorum devam etmesini, geçen hafta tamamen bitirmemiz gerekiyordu, hataydı bu hafta. daha fazla uzatmayı deneme boşuna, arkadaş olarak ne kadar sevdiğimi biliyorsun seni, kalbini kırmak istemiyorum, tatsız bitmesin." diye dönüş yaptı.
Siktir göt. Gerçekte ne bok olduğunu bildiğim birinin özene bezene yazdığı yapmacık maili kim siker? Kalbimi kırmak istemiyormuş da bilmem neymiş de neymiş. haha amcık, allah'tan kalbimi kırmak istemiyormuş ha. bi de kırmak istese, demekki beraberken ona sarılmak istediğim zamanlarda tokat atmak yerine bıçakla delik deşik ederdi herhalde. bu da beni arkadaş olarak sevdiği için kırmak istememesinin göstergesiymiş. yarrak herif. siktir ordan. sanki hiç sevgi görmedim.
(evet, hiç görmedim aslında. sahi insan nasıl sevilirdi, nasıl severdi? manipüle etmeden, edilmeden nasıl yaşardı sevgi denilen o şeyi?)
Devamı için bu bu bu buraya tıkla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.