Şurda başlamıştı: 2016 AŞK SEZONUM
..dışarı çıktığımda ortalık, hayata burada tutunmaya karar vermişlerin bahtının rengine, sıcaklık ise yaşamaktan vazgeçen bedenlerin soğukluğundaydı. Havanın ürperten karanlık serinliği içinde ilerlerken, belediyenin gözünü 2 kuruş karşılığında kapattığı o 2 gecede alelacele dikilen kaçak yapılara göz atmaya devam ederek duvarlardaki sloganvari şeylere bakıyordum.
Kim olduğu tamamen önemsiz ve öldüğü andaysa siluet olarak kahramanlaştırılacak mahalle sakinlerinin, açıkça ve açık olduğu kadar da acımasızca ölüme çağrıldığının saklanmadığı bu sahte cesaret verme amaçlı sloganvari şeyler, bana bir köpeğin, diğer köpekleri uzak tutmak için kendi alanını belirlemesi amacıyla işemesinden farksız geliyordu.
Birinde ALLAH'lı cümleler, birinde TEK YOL DEVRİM'den ibaret yumruklu eller, diğerinde AŞK ÖRGÜTLENMEKTİR gibisinden çiçekli böcekli kalabalık kelimeler, aylar yıldızlar, üç hilaller, 6 oklar, 5 başaklar ve daha neler neler olan bahçe duvarları, sokak kapıları, çöp kutuları, konteynırları ve işenmeye uygun diğer yerler.
Sloganların yazıldığı boyaların rengi çoğunlukla aynıydı. Biraz tipografi bilgisi olan veya o çevrenin kaybedenlerinden biri olsaydım, hiç çekinmeden yazıların aynı kişi tarafından yazıldığını söyleyebilirdim ama boğazıma dolmuş olan balgam beni, burnumdan nefes alıp vermeye mecbur bıraktığından dolayı yazılara detaylı bakmamı önlüyordu ve bir kaç çöp öbeğini daha geçtikten sonra dayanamayıp ciğerlerimin tam kapasitesini kullanacak kadar oksijeni burnumdan çekip tüm gücümle HÖĞĞĞĞKKKK diye tükürüp yürümeye devam ederken, şimdi de "şu bi kaç saatlik günlerin toplamında yediğim boku düşünüp ne yaptığım, nasıl biri olduğum" üzerine düşünmeye başlamıştım.
Yani daha geçen hafta göt sikerken, aradan 3-5 gün geçmeden göt vermiştim, bugünse fındık kırıyordum.
nooooluyor lan bana, ne bu yanar dönerlik.
"Son günlerde ne yaptığım hakkında içime dalmışken" az ilerde, belli saatlerde ortaya çıkan tipleri görüp kendime geldim. Yani göt vermişim almışım, am sikmişim yalamışım ne fark ederdi. Şimdi bunların zamanı değildiki. Hem bunlar kafa rahat ve hayatında bi sorun yokken düşünülecek şeylerdi. Şimdiki öncelik; burdan kaportayı çizdirmeden çıkmaktı. Bedeninle hangi bokları yediğinin, ne yaptığının falan önemi bundan sonraki meseleydi.
Onlara aramızdaki mesafe kapanmaya yakın hafif yavaşlamış halde tırsa tırsa yürümeye başladım. Sikinin Boyu Uzun Olan Kısa Adam olmanın en güzel yanlarından biri, herkesin sizi basite alıp sataşmaya bile gerek duymamasıdır. Sataşsalardı ne yapacağımı bilmiyordum ama herhalde şu an boyumdan büyük sikimin bi işe yaramayacağı çok açıktı ve güzel bi dayak yiyeceğimden iyice emin olduğum ilk anda sallayabildiğim kadar yumruk sallayıp bunların yanıma kâr kalması için elimden geleni yapardım. Çünkü ben hep böyle yaparım. Yani gücüm kadar mücadele eder, onu tüketinceye kadar da yenilgiyi kabul etmem. Tükendiğimde de kabul etmem ya neyse şimdi durduk yerde dayak yemenin hiç sırası değildi. Bu yüzden gerçek içtenliğimle, Allahıma beni uzun sikli, kısa boylu yarattığı için teşekkür ederek yürümeye devam edip ilerledikçe rahatladım ve bir sonraki sokakta, yaktığı ufak ateşin başında ısınma numarası yapan bi kaç adamın yanında geçerken, beni süzmeye başladıklarını farkettiğim ilk anda aciz bi zavallı yer cücesi olduğumu belli etmek istercesine öksürmeye başladım. İşin güzel yanı şuydu ki, 3 saniye sonra öksürüğüm gerçeğe dönüşüp durmak bilmedi ve ben iyice acınacak hale geldiğimde, bana açıkça bakıp ne yapabileceklerini düşünürlerken öksürüğümü durdurabildiğim ilk anda yürümeye devam edip z sonra Çağlayan Adliye Sarayı'nın önünde bittim ve durup modern dünyanın dayattığı "ADALET'İN BİLE SARAY'DA ARANMASI GEREKTİĞİ" düşüncesine gülümsedim. (bu cümle oldu mu emin değilim ama devam edeyim)
Adaletsizliğin demir soğukluğu kadar gerçek ve somut haliyle sokaklarda, adaleti sağlamalarını beklediklerimizin ise hiç utanmadan adını SARAY koydukları sımsıcak binalardaki deri koltuklarda oturuyor olması çok garipti. Hâlâ garip. Hakkımızı aramak ve almak için bir sarayda oturanlara ihtiyaç duyulması ve bunun da gerçekleşmesi için kapısından girdikten sonra karşımıza çıkan herkese para ödemek zorunda kalmamız komik değilse daha ne olsun. Bence tüm insanlık olarak garip bir şeyin içine attık kendimizi ve bu garipliğin tartışmasız derecede tuhaflığına rağmen, bunun üzerine düşünmüyoruz bile.
Adalet sağlanması için inşa edilen sarayın karşısındaki fakir durağından metrobüse binip ordan aktarma yaparak geldiğim evime girdiğim anda rahatladım ve bi bok böceğinin yuvasının bokla çevrili olmasına karşın neden orda öylece huzurlu bi şekilde yaşadığını anladım. Burası bana ait sıçışlarla zar zor inşa ettiğim yuvamdı ve rahatlama nedenim de bundan başkası değildi.
Kapıyı kitledim, çırılçıplak kalıncaya kadar soyunduktan sonra tüm ilkelliğimle içerde gezindim, mutfak tezgahının üzerindeki bulaşıkları toparladım, etraftaki çamaşırları makinesine attım, threesome kahve için ocağa biraz su koydum, perdeyi kenara çekip kendi varoş mahallemin siluetini izlemeye daldım.
Sessizlik sinir bozucuydu ve bu yüzden kalkıp arka fonda gürültü yapsın diye televizyonu açtım, gidip kahvemi kupaya doldurup içmeye başladım, dolaptan atıştırmalık bir şeyler yedim, az önceki devam eden ilkelliğimle yatağa uzanıp uyuya kalmış olarak ertesi gün öğleden sonra uyandım.
Uyandığımda, aklımda dün tanıştığım Çirkin Olduğu İçin Kimsenin Onunla İlgilenmediği ve Tüm İlgilenilmeyenlerin Yaptığı Gibi Sevgiye Olan Açlığını Karşısına İlk Çıkanın Önüne Yatarak Karşıladığı Öğretmen vardı ve ona tüm doğal insani yanımın verdiği acıma duygumla "günün nasıl geçiyor" mesajı attım. Kaltak mavi tık atıp bıraktı ve ben de mesajı, numarasını ve dün ondayken çektiğim sanatsal tüm fotoğraflarımızı silip hayatıma devam etmeye karar verdim.
Karnım aç olduğu için makarna yapıp yedim. Televizyonda bi bok yoktu biraz bakınıp kapadım.. Kitaplıktaki kitaplara dadandım ama bugün pek tatsızlardı. Camdaki sinek bokları iyice sertleşmişlerdi, çamaşır ve bulaşık makinesi yıkanmak için bekleyenlerle doluydu. Sevilmeye olan açlıkla yanıp tutuşan dünden beri çıplak bedenimi kanepeye uzandırmış öylece tavana bakıyordum ve tam da bu anda Nemrut "selam, naber" diye yazdı. Evet, o yazmıştı ve ben bi şok yöntemiyle dondurulmuş yoluk tavuk gibi öylece kalakaldım.
Piççç ne yapıyorsun sen ya, niye azcık yerine gelmiş olan dengemi bozdunki şimdi. 2 gündür ona sarmamıştım diye yazmadıysa bende ben değilim. Ama olsun, ben ben değilken bile aslında kendim olmaktan başka bir şey olamayanın ta kendisiyim ve şoku atmaya karar verince ruhumu toplayıp;
-iyi bende
-hayret dün gelmedin
:)
-mailden sonra geleceğini düşünmüştüm
-:)))) sen gelme dedin.
-ee bugün ne yapıyorsun
-biraz iş yoğunluğu var yaw, ona bakıyorum
-yarın
-yarına kadar değil ya, bugün akşama yakın biter
-bu tarafa gelirsen haber et
-tamam
-görüşürüz
-görüşürüz" dedim ve bu konuşmamız sıradan bi şekilde başlayıp bitmiş olsa bile, şu an içimde yüzyıllardır uyumakta olan bi yanardağın yeryüzüne kavuşması sonrasındaki o büyük coşkusuyla önüne çıkan her şeyi yakıp yok ettiği sevinç patlaması vardı.
Kafayı yememek elde değildi ve bu yüzden hemen, onunla olan öpüşmeli sahnelerimizi göz önüme getirerek osbir çekip sakinleştim.
Bir saat bile sürmeyen sakinleşmem bittiğinde bana para kazandırarak dilenmemi önleyen, karşıma çıkanlara ve Allah'a bile kafa tutmamı sağlayan işime bakıp yapılması gerekenleri yaptım, sonrasında evi toparladım, bu arada makinelerdeki şeylerin hepsi yıkandı, bir şeyler atıştırdım ve hâlâ çıplak olan kısa bedenime uygun tişört ve pantolonu giyip, sırt çantasıyla birlikte kendimi kapıya attım.
Dışarı çıktığımda, içimde Nemrut'la olan az önceki mesajlaşmadan kaynaklı caddeler ve sokaklar boyu koşma sevinci vardı ama karnını doyurmak için durmadan çırpınıp duran bu varoş mahalleye DÜN AKŞAM FINDIK KIRIP, ŞİMDİ Bİ İHTİMAL MUZ YEMEYE KOŞAN Bİ GÖTVERENİN SEVİNCİ fazla gelirdi diye düşünerek kendimi tuttum.
Az sonra bindiğim otobüsün en arkasına doğru ilerleyip kendimi, hayatımın bi şeyi olmasını canı gönülden istediğime götürmesi için boş koltuklardan birine bıraktım.
Bu saatlerde mahallemizden Taksim'e giden az olurdu diye otobüs benim sevincimden yoksun olduğunu yüzlerinden tek tek okuduğum bi kaç kişiyle yalnız ilerliyordu ve duraklar boyu süren inen-binen eşitliğinin gözetilmesine dikkat ediliyormuşcasına yol almaya devam eden otobüsün camından dışarıya bakıp, kendim ve şu anki hevesim üzerine düşündüm.
Nemrut'a büyük bir hevesle gidiyordum ama biliyordumki o beni büyük bi hevesle beklemiyordu. Ben, sadece kendi dünyamda yaşayan ve karşımdakini, onun inadına inadına severek, sevmeye devam ederek değiştirebileceğime olan o kuru yanılgıya kapılmış ıslah olmaz bir obsesifromantiktim.
Taksim'e geldiğimde, Nemrut'a henüz gelmemişim gibi yaparak "işim bitti. bi saat kadar sonra o tarafta olurum" diye yazdım ve onun yazacağı mesajı hemen görmemek için telefonu uçuş moduna alıp kapadım.
Etrafta, kafamın içinde o varken gezinip durdum ve bir saat kadar sonra telefonu açıp baktım ama mesaj yazmamıştı ve işte yalanımla beraber yere çakılmıştım. Kırılan gururumu alıp starbucks'lardan birine oturup işe baktım ama yine yazmadı. Ordan kalkıp İstiklal boyunca dizilen tüm pasajları gezerek oyalandım, piç hâlâ bir şey yazmıyordu.
Kalkıp evine mi gitsem acaba?
Hayır, olmaz. Kendimi bi seferlik de olsa ağırdan satayım. Belki alır.
DEVAMI: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/03/suspus.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.