Bu yazı şurdan devam ediyor: http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/vermem-gerekenler-ve-daha-fazlas.html
...Bu son konuşmamızdan aylar sonra, gündüzleri şöförlük yaparak, geceleri ise tenhalarda-menhalarda birbirimizi beğendiğimiz askerlerle sevişerek askerliğimi bitirdim. Terhis olup sanki askerlik öncesinde bir şey olmamış, sanki beni onlar askere dualarla göndermişlerde, ben işte kazasız belasız bi şekilde askerliğimi bitirip dönmüşüm gibi memlekete gittim...
Bi kaç gün sonra, ben araya askerlik girmemiş gibi her şey normale döndü sanırken, 2numaralı abim, askerdeyken onunla gerçekleştirdiğim para mevzulu konuşmayı unutmamış ve bana o konuşmamızı hatırlatıp, ona söylediklerim yüzünden şok olduğunu söyledi.
Önemsemedim. Çünkü yine bir şeyler çeviriyor gibiydi ve konuşması samimi olmayı bırak, içtenlikten uzak, yapay ve zoraki bir yakınlık tonu barındırıyordu. Üstelik şok olduğunu, şaşırdığını söylediği andaki ses tonu da "sen kimsin ki" adlı birikmiş nefretiyle kaplıydı.
Zaten çok geçmeden de asıl söylemek istediği şeyi açık açık olmasada imalı imalı, ama imalı olmasına rağmen yinede zorlana zorlana söylemeye başladı. Yani altımdan girdi, üstümden çıktı, lafı saatlerce uzattı da uzattı fakat ne demek istediğini bi türlü açıkça söylemeden, vermek istediği mesajı subliminal olarak veriverdi.
O açıkça söylemesede, çok zeki ve akıllı olan ben, onun bana, aslında onunla yeni kurulan işte çalışma teklifinde bulunduğunu anladım.
Açıkça "gel beraber çalışalım" demeyi ise sanırım zayıflık olarak görüyordu. Çünkü daha önce ortaklara devrettiği işte çalışmayıp kaçmıştım ve kaçışımdan aylar sonra o işyeri çalışanlar tarafından yüksek bi meblağda dolandırılmıştı. Dolandırılma olayıyla birlikte, benim o işte çalışmayıp kimseye bir şey demeden kaçışım ise böylece çok haklı bir nedene dayanıvermişti. Bu yüzden de kimse bana "işi bırakıp gittin" diye yüklenemiyor, askerde de bu abim güya bana para göndererek, tekrar onlara gebe olmamı istiyordu. Ama ben gebe olarak yaşayabilecek biri değildim ve bana neden para verdiklerini düşünürken jetonum düştüğünde, bunu ona da söyleyerek güya onu şok edivermiştim...
Oysa o şok olacak biri değildi, hatta dünyadaki son kişi olsa bile şok olmazdı.
Çünkü onun benim için, bana söylemeden, açıkça teklif etmeden, ne düşüneceğimi umursamadan hazırladığı güzel mi güzel planları vardı.
Zaten o böyle biriydi ve hâlâ da böyledir. Asla ama asla isteğini-istediği şeyi açıkça karşısındakine söylemez, eğer çok sıkışırsa da; tek bir kelime edip sonrasında karşısındakinin bülbül gibi şakımasını bekler, suskunluk başladığı anda bir kelime daha edip tekrar susar ve bütün konuşmalarına bu şekilde devam edip, istediğini alıncaya kadar yani; sonsuza kadar sürdürür.
Yanisi; Karşısındakinden bir şeyler almadan, kılını bile asla vermez. Karşısındaki onun ne demek istediği üzerinden yola çıkarak konuşma tahminleri etmezse asla ama asla sohbeti devam ettirmez. Ama eğer sonunda kazançlı çıkacak, kazanç hanesine puan yazılacak olan o ise, işte o zaman durum çok fazla değil ama birazcık değişebilir, onun tarafından değiştirilebilir. Aile arasında bile.
Karakter analizini geçip asıl mevzuya gelirsek;
Onun gizli iş teklifine sevinmiştim. Hem askerlik öncesi dağılan götümü askerlik yaparak biraz da olsa toparlamışken, şimdi tekrar istanbul'a dönüp kaportayı bu sefer tam dağıtmaya hiç niyetim yoktu.
Yani açıkça söylemek gerekirse; eğer olurda askerlik sonrası İstanbul'a dönersem, zamanla götümü siktirerek veya göt sikerek para kazanma durumlarına girmekten korkuyordum.
Zaten bu para için göt siktirme mevzularına bir sefer girildi mi, sonu travesti olmaya kadar giderdi ve ben ne yazıkki travestiye dönüşmeye hiç niyetli değildi. Travesti olmasam bile zamanla tamamen bir jigoloya dönüp aids'den yavaş yavaş geberme olasılıklarına da kapılmak istemiyordum. O yüzden 2 numaralı abimin yaptığı bu gizli teklife de balıklama atlamayacaksam neye atlayacaktım ki?
Üstelik travesti veya jigolo olmasam bile, sağda solda çaycı ya da garson olarak çalışıp, İstanbul'un en kenar semtlerindeki bodrum katlarından ibaret rutubetli, kapkaranlık ve sıvası dökülmüş evlerde daha ne kadar yaşayacaktım, zaman zaman parasız kaldığım için sokaklarda yatıp kalkarak nereye varacaktım ki?
İşte bu yüzden, 2numara'nın gizli teklifine seve sike atladım.
Sonunda bomboş havuzun sert beton zeminine RAP diye çakılsamda, o gün mecburen büyük bir hevesle atlamaktan başka çarem yoktu, bende atladım.
Teklifinden bi kaç gün sonra onun iş yerinde çalışmaya başladım ve başladığım andan itibaren her gün bana hakaret etti, köpek gibi çalışmama rağmen her gün ama her gün aslında işe yaramadığımı söyledi, herkesin içinde bağırıp çağırmaktan geri kalmadı, en ufak bir hatada günlerce söylendi, hakaret etti, bir sonraki hataya kadar hiç susmadı ve sonraki hatada da, bu sefer o hata üzerinden hakaretlerine devam ederek, döngüyü herkesin içinde bu şekilde devam ettirdi de ettirdi.
Ben ise tüm bu bana karşı olan olumsuz davranışlarına içimden "abimdir kötülük yapmak için söylenmiyor, bana doğruyu öğretmek için böyle davranıyor, küfürlerinden bir şey olmaz sonuçta biz bir aileyiz onunla abi-kardeşiz, gidip başka yerlerde başkalarının hakaretlerini işitmektense ondan hakaret işiteyim" diye düşünerek hiç ses çıkarmadım, asla karşılık vermedim. Hep boynumu kıldan ince tutup, söylediklerinin hepsini sabırla dinledim, sabırla hakaretlerini yedim, büyük bir sabırla yüzümdeki tükürüklerini sildim de sildim.
O ise, beraber çalıştığımız 4 yıl boyunca hiç değişmeden hakaretlerine, haksızlıklarına devam etti.
Üstelik çalıştığım süre boyunca hiç maaş almadım ve bu süreçte aklıma maaş almak da gelmemişti. Sadece askerlikte karar verdiğim evlilik konusuna, askerlik sonrasında ben evlenirken yardım etmişti ve bu davranışını da yeterli görüyordum.
İşte maaş buydu. Yani; mahallemizde gerçekleşen evlilik masraflarını karşılamıştı, alınacakları almıştı, (sonradan, hatta geçen hafta öğrendiğime göre karımın, benimle evliliği karşılığında pazarlık yaparak kararlaştırdığı) takıları vs almıştı. İşte yıllardır olan çalışmamın karşılığı, yani yıllardır almadığım maaş buydu. Bana daha ne kadar maaş verecekti ki? Bence yeterliydi. Ama evleninceye kadar vermediği fakat vermiş gibi davrandığı her kuruşu, milyon vermiş gibi burnumdan getirmeye de devam ediyordu. Çünkü ona göre ben, tüm iş bitirmelerime karşılık, işe yaramazın tekiydim ve ortalıkta görünmek yerine dizimi kırıp evde otursam yeriydi.
(aa bu arada evlilik olayını, karıyla nasıl evlendiğimi falan bi anda araya karıştırmış olarak atladık değil mi? dur o konuya da geleyim. Bak şimdi olay şöyle başladı....)
Askerlikte günler şeker askerlerle sevişirken bacaklar bazen omuzlarda, bazen tüfek koyduğumuz dolapların askılarında, sikler ise arada ağızlarda, arada bir bacak aralarında gidip gelirken, bu arada zamanda hızla geçiyor, ben de seksi bir askerlik yapmaktan arta kalan zamanlarımda hayat ve hayatım üzerine düşünmeye devam ediyordum. Yani aklım hep sikimin ucunda veya bacak arama girip çıkan sikin verdiği o bi kaç saniyelik zevkte değildi. Çünkü askerlik öncesi sokağı koklayarrak tanımıştım, tek başınalığı dibime kadar yaşamıştım. Kötü de olsa geçip gitmiş olan parçalı bulutlu aile yaş am ını deneyimlemiştim ve işte tüm bunların sonucunda bir karar vermeye çalışıyordum.
Evet doğrusu, seviştiğimde hayat bir kaç saniyeliğine de olsa güzelleşiyordu, ama hayat bu bi kaç saniyeden ibaret değildi ve olmayacaktı da..
Askerdeyken seviştiğimiz evli asker ve komutanlarımla geçen keyifli uçucu anlarım da dahil olmak üzere aylar boyunca düşündüm, taşındım ve bu ayların sonunda kararımı verdim:
"hayat, elinde sikini sokacak bir delik, arada bazen gaza geldiğinde deliğine sürtünecek bir yarrak arayarrak geçmemeliydi, geçmeyecekti.
Üstelik askerlik dışı yaşamımdaki o sürekli yeni insanlarla tanışıp durmaktan, sürekli "aşık oldum, gerçek aşkımı buldum" diye yanılmaktan da yorulmuştum.
Hem gerçek aşk hangisiydi ki? Nerdeydi?
Gerçek aşkım geçen yıl aşık olduğum kumral çocuk muydu, evden kaçmadan önce memlekette çıktığım koca memeli, dolgun dudaklı kuaför kız mı, lüks otomobiliyle beni gezdirip kendini siktirdikten sonra bi daha telefonlarıma cevap vermeyen kodaman mı, yoksa yakışıklı haber spikeri miydi gerçek aşkım? hangisi gerçek aşktı?
Yoksa hafta sonları aldığı gazetelerden çıkan sudoku bulmacalarını toplayıp bana getiren, ara ara seviştiğimiz komutanım mı gerçek aşkımdı?
Belkide gerçek aşkım, benden 5 yaş büyük olan ve bana bi keresinde ağaçtan kopardığı yaprağı uzatırken dalga geçerek "al aşkım sana hediyem olsun" diyen evli asker arkadaşım mıydı? Gerçek aşkım hangisiydi, kim olacaktı?
İşte bu yüzden kararımı vermiştim. Yani; askerlikten sonra mutlaka ama mutlaka, şimdiye kadar yediğim tüm bokları siktir edip, doğru insanı bulduğum an evlenecektim..
Nitekim askerlik bittikten sonra öylede oldu, o süreç ise şöyle oldu:
------
Askerlik sonrası memlekete yerleşip, hakaretler eşliğinde köpek gibi çalışırken, nasıl ve kiminle evleneceğimi de düşünüyordum. Belliki hakaretler hayatımda hep olacaktı ve sahibi de 2numaralı abimdi. İşin olumlu yanı şuydu ki; hakaretlerin sahibi yabancı birinden değildi.
Ya varsın herkesin içinde ağzıma sıçmaya devam etsindi. Ne olacaktı ki?
Sonuçta abim değil miydi?
Aile içinde böyle şeyler olmaz mıydı? Yediğim hakaretlerden kime ne ki?
Böyle düşüne düşüne dünler-haftalar-aylar geçti ve bir gün ablam, uzaktan akrabamız da olan komşumuzun kızından bahsetti. Önce yakın olduğumuz için "yok-mok" dedim ama zamanla kızı görüp, izledikçe baktım ki; terbiyeli, utangaç ve iyi birine benziyordu.
Böyle düşündüğüm anda "sanki aslında olur gibi"yi de düşünmeye başladım.
Üstelik yabancıda sayılmazdı. Aynı bölgede yaşadığımız için örf-adetlerimiz de nerdeyse aynıydı. Evlenirsek aileler arasında da yabancılık çekmezdik. Ailelerimiz tanıştığı için, herkes birbirinin yapısını az çok bilirdi. Bu da anlaşmak için +1 puan demekti.
Kız, benim aksime biraz fazla dindardı ama olsun, sonuçta dindarlığı da kendinceydi. Bundan bana ne zarar gelecekti ki?
Derken ablamın sürekli onu göstermesi, ondan bahsetmesi de artınca bi kaç ay sonra kafama yattı ve bende kızla iletişime geçip "amacım eğlenmek falan değil, gerçekten evlenmek için seninle tanışmak istiyorum" dedim ve tanıştık.
-Çok utangaçtı, hatta sanki yüzü kızarmaktan, fırında180 derece sıcaklıkta saatlerce unutulmuş bütün tavuk sırtı gibiydi.
-Terbiyeliydi, insanın gözünün içine dik dik bakmıyordu ve ani çıkışları olmuyordu.
-İyi biriydi, diyeceğim ama henüz iyiliğini görmemiştim. Sadece ablamın anlatışlarından kardeşlerine iyi baktığı, annesine çok yardım ettiği, sürekli kur'an-ı kerim dersleri aldığı, konu komşuyla iyi geçindiği, hiç kimseyle atışma dahil, asla kavga etmediği cümlelerini duymuştum.
-Dindar'dı diyeceğim ama dinini örtünmekten öteye götürmesi dışında henüz bir şeyini görmemiştim ve açıkçası dindar olup olmaması da umrumda değildi.
Sonra biz işte bir kaç buluşma, bir kaç görüşme falan derken ailelerimize söyledik ve bi kaç ay içinde de kendimizi mahalle düğününün içinde bulduk.
İlk evlendiğimizde ailemle, 250 metrekarelik evde yaşamaya başladık. Koca evde 3 ablam, erkek kardeşim, annem, ben ve o vardık.
Herkesin kendi odası vs güzel güzel gidiyorduk. Bunu sorun etmedik. Güya bir kaç yıl öyle kalacak, sonra başka ev alıp ona yerleşerek ayrı yaşayacaktık. Durum bana göre güzeldi. Ama eşime göre hiç de güzel değildi. Her gün pencereden annesinin evine bakıp "acaba şimdi ne yapıyorlar" diye içleniyor, kardeşlerini özlediğini söyleyerek "şimdi şu yatmış, şu oyalanıyor, şu şöyle yapıyor" diyerek sesli sesli düşünüyordu.
Tüm bunlar olabilirdi. Normaldi.
Sonuçta bir insan ailesini bırakıp başka bir aileye katılıyordu. Odun değildi ki bi anda alışsındı. Ama bu ne kadar sürecek, nereye kadar devam edecektiki?
İlk yıl bu şekilde geçti ve bir kaç ay sonra oğlumuz olduğunda söylenmeleri birazcık azaldı, çünkü tüm dikkatini oğlumuza vermeye başlamıştı. Bu da onun başka şeyler için söylenmesini engelliyordu.
Çok şükür oğlumuz sağlıklı ve sıhhatliydi.
Bir kaç ufak hastalık atlatarak geçen ilk yılının sonunda, artık bir problemde kalmamıştı.
Ben ise bu arada yine köpek gibi çalışmaya devam ediyor, hakaretlerimi yemekten bir an bile geri kalmıyordum. Sabahın 7'sinde gittiğim işe, en erken gecenin 9'unda eve dönebiliyordum.
Olsundu, mutluydum, huzurluydum, herkesin sağlığı yerindeydi. Allah'tan daha ne isteseydim ki?
Ama demekki allah'tan, vermiş olduklarından daha fazlasını istemem gerekiyormuş, o zamanlar bunu bilemedim allahım. sen affet beni...
Eşim ailesini özlemeye, ben hakaretlerimi yemeye devam ederken aradan 4 yıl geçti. Oğlumuz artık 3 yaşındaydı. Sağlıklıydı, akşamları ben eve geldiğimde ise ortalığı bi curcuna tutturuyor, uyuyuncaya kadar devam ettiriyorduk.
Dediğim gibi gündüz iş saatlerinde yediğim hakaretler ise bitmiyordu ve üstelik yenileri de eklendikçe, ekleniyordu.
Bunların çoğuna alışmıştım ve o yüzden duymazlıktan geliyordum. Ama günlük hakaretlerimden olan "bi boka yaramıyorsun, ne halt yediğin belli değil, hiç çalışmıyor hep kaytarıyorsun, diğer elemanlara bak birde dön kendine bak! adamlar köpek gibi çalışıyor(oysa aslında çoğu sürekli işten kaytarıyor, müşterileri dolandırıyordu ve bu olaylar da sonradan patlak verdi) sense oturmaktan başka bok yemiyorsun, anamızı sikecekler haberin yok, anamızı siktiler daha ne olacak"lara yeni olarak şunu eklediği gün "siktir ol git evinde otur, hepinize bakıyorum, sana da bakarım, ejdadını siktiğim, siktir ol git evde otur" dediğinde dondum kaldım ve suratına bakıp ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım.
Yani tamam şimdiye kadar ettiği hakaretleri o anki kızgınlığından dolayı yapıyor olabilirdi ama bu çok ağırdı.
"siktir ol git evinde otur, herkese bakıyorum, sana da bakarım, ejdadını siktiğim, siktir ol git evde otur" ne demekti ki? "Anamızı siktiler" ve türevleri bile bana bu kadar koymamıştı, çünkü anamız aynıydı. buna bir şey diyemezdim, açıkçası demekte aklımdan hiç ama hiç geçmemişti.
Şimdi bunu geçip "siktir ol git evinde otur, herkese bakıyorum, sana da bakarım, ejdadını siktiğim, siktir ol git evde otur" lafına dönecek olursak, bununla ne demek istemiştiki?
Yoksa aslında şimdiye kadar ettiği hakaretleri falan sinirinden değil de, gerçekten içinden geldiğinden miydi?
E ben o küfürleri, hakaretleri vs hepsini kızgınlıktan söylüyor sanıyordum!
Anamızı siktirmesi falan sinirlenmesindendi diyordum.
O anda çok sinirlendiği için ağzından kaçıyor, kızgınlıktan ne dediğini bilmiyor, öyle bi anda söyleniyor varsayarak pek ciddiye almıyordum ve bağırıp çağırmasından sonra hiçbir şey olmamış gibi hayata devam etmelerim hep böyle düşünmemdendi.
Ama şimdi kartlar karılmış, beynim iyice dağılmıştı.
İyisi mi ben yine susayım, sonuçta abimdir. Mutlaka başka bir şey demek istedi, ama kızgınlıktan ağzından böyle bi laf çıkmıştı.
Sustum ve kızgınlığından kaynaklı tüm söylenmeleri, hakaretleri, ana-baba ve tüm ejdadı kattığı küfürleri, tükürük bezleri kuruyuncaya kadar savurduğu tükürmeleri bitince çekti gitti. Ben de hiçbir şey olmamış gibi gittim çalışmaya devam ettim ve akşam oldu.
Akşama kadar çalışırken söylediği sözleri, ettiği küfürleri düşündüm. Günün sonunda "söylediklerine kendi kendime uydurduğum anlamları yüklememem gerekir" diye düşünerek günü noktaladım.
Akşam iş çıkışı, her zamanki gibi eve hiçbir şey olmamış gibi gidip, kakara kikiriler eşliğinde akşam yemeğini ailecek yedik ve Karımla yatak odamıza kapanıp, sırf ben istiyorum diye hepten zevksizleşmiş olan seksimizi yapıp uyuduk.
Sabah uyandığımda, karım tatlı uykusundan henüz uyanmamıştı ve her zamanki gibi uyanmaya da niyeti yokmuşcasına derin derin nefes alıp verirken, arada bir horlamaktanda geri kalmıyordu. Elimi yüzümü yıkayıp ablamın hazırladığı kahvaltıyı oğlumla oynaya oynaya yaptıktan sonra koşarcasına işe gittim, ama dünden kalan hakaretlerin etkisinden henüz tam kurtulamadığım için, abimle konuşmamaya karar verip işimi yapmaya odaklanarak çalışmaya başladım.
Bir kaç saat sonra 2numaralı abim de geldi ve günlük konuşmalarını yapıp işe başladık. Ama geveze olan ben, hiçbir şey konuşmamaya devam edip akşamı ettim.
Bu halim üst üste 3-4 gün sürünce abim beni kenara çekip sert bi ses tonuyla;
-"hayırdır niye durgunsun, neyin var?
-bir şey yooook." diye en pısırık halimle cevapladım.
Cevabım veya pısırık ses tonum onu biraz sinirlendirmiş olmalı ki gözleri yuvalarından çıkmışcasına kızgınlıkla;
"-o zaman 3-4 gündür niye hiç konuşmuyorsun" diye bağıra çağıra söylenmeye başladı. Bende bunun üzerine, uzatmamaya karar vererek şöyle dedim:
-'ya sen geçen gün "siktir ol git evinde otur, hepinize bakıyorum, sana da bakarım, siktir ol git evde otur" dedin. Bu çok ağırdı.' dedim ve böyle dememle o, aylardır aç kalmış bir aslan gibi kükreyiverdi.
Ne dediğini şimdi hatırlamıyorum ama yine küfürler, hakaretler, söylenmelerle devam edip, en sonunda da "siktir ol git evinde otur, hepinize bakıyorum, sana da bakarım, siktir ol git evde otur" cümlesini yine tekrarladı.
Ben en azından, sırf sorduğu için bu seferlik ondan "geçen kızgınlıkla söyledim" cevabını beklerken, o bunun tam aksine aynı cümleyi, noktasına virgülüne dokunmadan tekrarlayıp söylediğinin arkasında durarak yine siktirini çekti, tükrük bezlerini çalıştırarak en okkalısından ağız dolusu tükürüğünü suratıma tükürdü.
Siktirini çektiğinde, tükürüğünü bir kurşun gibi suratıma attığında gidip bir şey olmamış gibi, elimle yüzümü silip çalışmaya devam ettim ve yine sessizliğimle bir kaç gün geçirmeye başladık.
Aradan 2 hafta geçtikten sonra, beni kenara çekip, yine neden suskun olduğumu sordu, ben yine aynı cevabı verdim, o yine siktirini çekti ve bende, dediği gibi karşısından siktir olup kendimi yine çalışmaya vererek günlerimi harcamaya başladım.
Günler geçip giderken 3-4 hafta doldu, ben tüm putluğumla ona çok görünmeden, ama işlerimi de hiç aksatmadan dilsiz bir köpek gibi, sessiz sessiz çalışmaya devam ettim. İşte tamda o günlerde beni yine kenara çekti, yine aynı konuşmamız gerçekleşti ve ben yine siktirimi yediğim için gidip bir şey yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi çalışmaya devam ettim.
Kafamda ise onun gözünde bir sıfır olduğum, bir işe yaramadığım, hiçbir zaman bir işe yaramayacağım, aslında sabahtan akşama kadarki tüm köpek gibi çalışmalarımın boş olduğu gerçeğinden emin olmuş olmak dışında bir şey yoktu.
"Ne yapayım, ne yapayım" diye düşünürken, işi bırakıp İstanbul'a yerleşmek fikri geldi kafama oturdu ve bi kere oturunca da bi daha gitmek bilmedi.
Sonuçta ben hep çalışan, çalışmayı seven, çalışmaktan kaçmayan, çalışmaya üşenmeyen ve asla ama asla çalıştığı için söylenen biri değildim. Üstelik kendimce inançlı da olduğum için "rızkı veren allah, kimse için değil, ben çalıştığım için veriyor" diye düşünerek, çalışmaktan kendimi hiç geri çekmiyor, sadece yiyeceğim ekmeğin helal olmasına özen gösteriyordum. Yani; burda çalışıyordum diye ekmeğimi burdan yiyordum, eğer başka yerde çalışırsam ekmeğimi ordan yerdim. Rızkı veren allah'ımın tek şartı çalışmamdı ve bende çalışmaktan kaçan biri değildim.
Ama bir sorunumuz vardı ki, Abim 2-3 ay sonra hacca gidecekti ve eğer ben şimdi, işi bırakıp başka yerdeki ekmeğimin peşinden gidersem, burdaki işler yürümez, bana tam da ihtiyacı olduğu zaman onu yarı yolda bırakmış olduğum için haksızlık etmiş olurdum.
Aslında yapmam gereken tam da bırakıp gitmekti, ona yakıştırdığım şey tam da buydu. Bu hareketim ona yakışırdı ama bana yakışmazdı. Çünkü ben kimseyi yarı yolda bırakmam, kimseyi bana ihtiyacı olduğu an ortalık yere sıçılmış bi hayvan boku gibi bırakarak ona hakaret etmem.
Ben böyleyim, ben buyum ve hâlâ öyle yaşamaya gayret ediyorum. Elimden geldikçe de edeceğim.
O günkü bu düşünmelerimin sonucu olarak onun hacca gidip gelmesini beklememin daha iyi, daha doğru ve bana yakışan bir davranış olacağını düşünerek yediğim tüm siktirleri sineye çekmiş bi halde ayların gelip geçmesini bekledim.
Tabii bu arada yerime de bi eleman almak gerekiyordu. Bu yüzden etrafa bakınıyor, tanıdığım insanlara pazarlamadan, esnaflıktan anlayan, pazarlama yapabilecek düzgün bir eleman aradığımı söylemeye başlamıştım.
Çok geçmeden birini buldum ve tamda aradığım elemanı bulduğum gün abim beni yine kenara çekip "neden hâlâ çok sessiz olduğumu ve hatta onunla hiç konuşmadığımı" sordu, ben de şöyle cevap verdim:
-ya sen bana "siktir ol git evinde otur, hepinize bakıyorum, sana da bakarım, siktir ol git evde otur" demiştin. Sana bunun yanlış bir cümle olduğunu, ağır bi cümle olduğunu söyledim ama sen söylediğinin arkasında durdun. Üstelik seninle bu konuyu 3-4 sefer konuştuk ve sen her konuşmamızda da söylediğinin arkasında durup, tekrar aynı cümleyi kurdun. Burdan anlaşılıyorki, ben senin gözünde bir hiçim ve her zaman da öyle olacağım. Madem öyle, o zaman ben yerime çalışacak birini bulayım, işi öğreteyim, tüm müşterilerle tanıştırayım, bir kaç ay da beraber çalışalım sonrasında işi bırakayım. zaten şimdi işi öğretmeden işi bırakamam, sen hacca git gel, bu arada ben işi vs öğretmiş olurum, sen gelincede bırakacağım." dedim ve abim 2-3 saniyeliğine de olsa puta döndü. 2-3 saniyesi dolduğunda toparlandı, arabasına binip bi yerlere gitti.
Bu konuşmayı gerçekleştirdiğimizde ve daha doğrusu ona kafamdaki şeyi tam olarak açıkladığımda rahatladım. Ama bu sefer o rahatsızlanmıştı. Buna rağmen kararımdan dönmedim ve bi kaç gün sonra benim zorlamamla da olsa elemanı işe aldık, beraber çalışmaya başladık ve eleman işi öğrenirken, o arada da abim hacca gitti geldi. Abim hac ibadetini yapıp geldikten 3 hafta sonra ise ben işi bıraktım.
Gideceğim günün öncesindeki gün "işi bıraktığımı ve gideceğimi" 2numaralı artık HACI ABİ olmuş olan abime söylediğimde "gitme kurban olduğum. söylediklerim kızgınlıktandı" diye söylenerek ayaklarıma kapanıp yalvaracağını ummuyordum tabii, ama "gidiyorum" dememe karşılık olarak da "evde 2 bekâr erkek kardeşin var, karını kime bırakıyorsun" demesini de hiç ama HİÇ beklemiyordum. (o ara 3 numaralı abim, yediği siktiri ve abim tarafından evden kovuluşunu unutup eve dönmüştü. Bende zaten onun, o zamanlar benim gibi çılgın olduğundan dolayı evden ayrılıp Marmaris'te çalışmaya gittiğini sanıyordum ama aslında olay öyle değilmiş ve 2numaralı abim tarafından tekme tokat evden kovulduğunu yıllar sonra yani daha henüz geçen yıl öğrendim. bu konuya girmeyeceğim çünkü dallana budaklana büyüdükçe büyüyor, uzadıkça uzuyor yazı ve sanırım yavaş yavaş yazmaktan bıkmaya başladım. Diğer konuya, 2numaralı abim tarafından bana yöneltilen ahlaksız soruya dönecek olursak)
Hatta bu çok ama çok ahlaksızca soruyu sorduğu ilk anda, yanlış duyduğumu bile düşündüm ama donup kaldığımdan dolayı cevap vermeyişim üzerine bir kaç saniye sonra "hee karını kime bırakıp gidiyorsun?" diye ikinci sefer sorarak, beni onu yanlış duymadığımdan emin kıldı.
Yazının DEVAMI https://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/kucukken-evcilik-oyunu-oynamayanlar.html
Askerde bile bu kadar ceviz kırdıysan (gerçi abartı geldi)
YanıtlaSilçalışırken kırmaya çalıştığın cevizler abinin gözüne geldiyse ve bunu söze dökemediyse sinirini farrklı şekilde göstermiş olabilir. Yani tamam gözün oynaşta olacağına evde ol daha iyi babında. Ve doğru aq karını bırakıp nereye gidiyon? O soruyu duyunca bile şok olan hassas yürek hikayenin sonunda karısını tam da onlara bırakıp gidiyor ha ha ha
Bu hikayede yanan karın ve oğlun olmuş.
Konu cevizlerle alakalı değildi, çok sonradan anladığım ve onunda sinirlenip küfürlerinin arasında ağzından kaçırdıklarından bir araya getirdiğim puzzle da gördüğüm kadarıyla sadece parayla ilgiliydi. Çünkü fakir bir aileydik ve zamanla hepimizin köpek gibi çalışarak biriktirdiği servet ise çoğunluğu onun adına olmak üzere, diğer yarısı da 1numaralı abim üzerineydi. Onlar ise, biz diğer kardeşler üzerinde sürekli bitmek bilmeyen bir baskı uygulayarak, her şeyi bırakıp gitmemizi sağlamaya çalışıyorlardı. Doğrusu başarmışlardı da. Çünkü sonradan kardeşim de her şeyi bırakıp gitti, 3numaralı abimde bıraktı küstü gitti. zaten resmiyette de adımıza hiçbir şey yapılmadı, hala da yapılmış değil :)
YanıtlaSilCevizler ise asla öyle ufaktan olsa bile açıkta kırabileceğim veya kırarken duyulacak kadar olmadı. Onun duyması ise hep imkansız anlardaydı. Kırdığım cevizin sahibi de gidip "birbirimize sakso çektik" diyecek değildi. Zaten en fazla sakso çekip, öpüştüğüm zamanlarımdı. Kimseyi "hastalık kaparım korkusundan" sikmiyordum, kendimi de siktirmiyordum bile.
sanırım 2-3 kişi ile öyle ufaktan öpüşme muhabbettimiz oldu, buda zaten aramızda kaldı. Hepsi de evliydiler.
soruyu duyunca şok olan hassas kalbin sahibi ben, gitmeden önce karısını götürecek parayı bulamamıştı.Bu yüzden karısından 10 günlük süre istemiş, sonrasında ıkınırcasına da 10 gün içinde parayı bulup, onu da yanına aldırmıştı. ama tabi detaylar tu bi kontinyud canım. türkçesi: yazının devamı yarın Milliyet gazetesinde.
bu arada spoiler vereyim; karı zaten dünden razıydı. bunu da çok sonra anladım. çünkü onun da kendince planları programları varmış.
Ay umarım karını bırakmamışsındır
YanıtlaSilİşte bu aralar, şu kafalarınızı anlamaya çalışıyorum ve biraz biraz da olsa galiba anlamaya başladım. Ama yine de şu soruları sormadan edemeyeceğim:
YanıtlaSil-Yahu kadın olunca insanlıktan çıkmış mı oluyor?
-Amdan ibaret ve mutlaka her an sikilecek bir şey olarak mı bakılması lazım?
-bir an bile olsa yarraksız bırakılmaması mı lazım?
-illa birilerine emanet edilecek bir eşya gibi mi davranmak lazım?
Nasıl insanlarsınız ve ben bugüne kadar niye bu kafaları yaşayamadım, yaşayamıyor ve anlayamıyorum???
Çünkü sen olması gereken gibi, yani medeni bir insansın hayat erkeği seviliyorsun...
Siladamın dediğine bak ya;
Sil"O soruyu duyunca bile şok olan hassas yürek hikayenin sonunda karısını tam da onlara bırakıp gidiyor ha ha ha"
ya sanki bi eşyanın el değiştirmesi gibi veya bir eşyanın birine emanet edilmesi gibi yazmış. ne diyeyim, nasıl cevap vereyim iyice şaşırdım.
Ya özür dilerim unutmuşum isveçte yaşayan helga bacımdan bahsettiğinizi. Çünkü eminim yaşadığınız yerde tek başına yaşama imkanı vardır kesin ve kocasından boşanmak istese hiç kötü gözle bakılmaz. Ailesine dönse bağırlarına basarlar. Boşandığı zaman saçma sapan tipler başına bela olmaz. Çünkü üniversite bitirmiş ve ayağı yere basan insandır kesin. O yüzden dilediğinizde gönül rahatlığıyla üç yaşındaki çocuğuyla bırakıp gidebilirsiniz.
SilAslında benim gördüğümü düşündüğün şekilde eski karını gördüğün o kadar açık ki.(gerçi bence genel olarak insanları o şekil görüyorsun) Onun gerçek fikirlerini düşüncelerini duygularını hiç bir zaman önemsediğini düşünmüyorum. Karın senin tek çocuğa bile babalık yapamayacağını anlayınca ikincisini istememekle ferasetli davranmış. Ama siz alışıksınız bol bol çocuk doğsun da nasıl büyürse büyüsün demeye
ne güzel yargıladın öyle. cezam kaç yıl?
Silbu arada helga'ya da selamlar, sevgiler yollamayı unuttun. çünkü helga ailesiyle şu an çok mutlu, peşinde kimse yokmuş, ayakları ise ailesi sayesinde yere sağlam basıyormuş.
zaten sağlam basmak için üniversite mezunu olmaya gerek olmadığını, sadece kendi doğrularıyla yaşamaya devam etmesinin yeterli olduğunu söylüyor. çocuğu da büyütmüş, çocuk 13 yaşındaymış şimdi.
kocasıyla her görüşmesinde fikirlerini değiştirsede, hayat onun hayatıymış falan filan. bu yüzden bi erkek bakış açısıyla hayata bakmaya ihtiyacı yokmuş. kadınların sürekli sikilmek zorunda olmadıklarını ve yarraksız da yaşayabileceklerini söylüyor.
bir eşcinsel sırf eşcinsel diye kendiliğinden zihnen özgürleşmiş olmuyor. yukarıda okuduğum "anonim" gibi bir mahalle arası muhafazakarı kalabiliyor. hayatınızda hayaterkeği kadar açık açık duygularını ortalığa dökebilen (bırak eşcinsel olmasını, genel olarak soruyorum) kaç insan gördünüz? yıllardır burada inişli çıkışlı, doğrulu yanlışlı bütün duygularını bize açıyor. bir "anonim" gelmiş ahlak hesabı soruyor. ahlakı sen kendinde ara. belli ki hayatta başına hiçbir şey gelmemiş yeraltı yaratıklarından birisin. insanın başına bir şeyler gelince öyle sana mahalle arasında öğretilen kusursuz ahlak kurallarına göre davranamıyor her zaman. hayaterkeği'ni yıllardır okurum. kendisini de şahsen tanırım. şarlo'yu kendine sembol seçmesi boşuna değil. iyi kötü - güçlü güçsüz - kendini böyle ortaya koymak petka ister, cesaret ister. bu kadar açık bir yüreğe kasaba ahlakı kurallarıyla can acıtmak için yaklaşıyorsan sorunun büyük demektir. ortada ahlak açısından soruşturulacak olan bir şey varsa o da anonimliktir.
YanıtlaSilAnonimliği küfür olarak kullansanız da öyle güçlü bir imajım var ki kafanızda istesem de "anonim" kalamam. Ama maalesef siz benim için anomimsiniz. İsim ve görüntünün anonimlikten daha aldatıcı olduğunun farkındayım çünkü. Ve gerçekten eşcinsel olunca zihnen özgürleşilmiş olunmuyor. Öyle ki bu bloga yazıyorsam direkt erkek olduğumu eşcinsel olduğumu varsaymanız bunun ufak bir kanıtı.
YanıtlaSilBen hayat erkeğini belki sizden bile eski takip eden birisiyim ve şimdiye kadar asla bir kötü yorum bile yapmadım. Şimdi neden yaptığımı anlatayım. Sizin tayfa birbirininizi pohpohlayıp durduğunuz kapalı bir alanda yaşıyorsunuz. Ne yaparsanız yapın kader kurbanını oynuyorsunuz. Öyle ki sabahtan akşama kadar bize şöyle yaptılar diye sayıklayabilirsiniz. Hayat erkeğini tanıdığımdan beri bu çemberde dönüp duruyor. Tam bu çemberden çıktı bir amacı var bunun için çabalıyor dediğim anlarda tekrar güvenli alana çembere dönmüş oluyor. Ben insanların ne zaman kendine acımayı bırakırsa kendi yaptıklarının sorumluluğunu almaya hazır olursa o zaman dönüp durduğu çemberden çıkacağını düşünüyorum ve bu amaçla ilk buraya yorum yaptım. http://hayaterkegi.blogspot.com/2021/05/garson-asker-dolandrc-ve-temiz-kalmak.html?m=1#comment-form
Ama o yorumlar hayat erkeğine fazla soyut ve anlaşılmaz geldiği için normalde yapmayacağım şekilde onun anlayacağını düşündüğüm şekilde somut ve agresif gözüken biçimde yaptım. Amacım insanların tek bir şekilde haklı ya da haksız olmayabileceğini farklı parametrelerin olduğunu amiyane şekilde göstermekti(kendime neden böyle misyon edindiğimi de bilmiyorum) Belki bilgim olmayan konularda sizin benim hakkımda yapmaya çalıştığınız şekilde haddimi aşmış olabilirim. Ama bunu yapma amacım ister inanın ister inanmayın hayat erkeğinin canını acıtmak değildi.