yazı şurdan devam ediyor: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/02/onkoloji-doktoru-ve-para-matinesi.html
...Hastaneden sonra mesleği; para kazanmak için yalan söylemek olan avukat kuzenime gittim. Bu şerefsiz, geçen yılki terapilerim sonrası memlekete döndüğüm o ilk aylarda, bizimkilerin beni kavga çıkarıp çıkarıp sonrasında da onlara karşılık vermemi bahane ederek sürekli evden kovmaları yüzünden babamdan kalma gecekonduya yerleştiğimde dayanamayıp artık evden kovulduğumu eş dost, konu komşu herkesle paylaşmamı bahane edip benimle görüşmeyi kesmişti. Güya ne olursa olsun bunu asla kimseyle paylaşmamalıymışım falan ama ben onun bu görüşmemesini artık takmıyordum. Daha doğrusu bu gibi durumları takmamam gerektiğini henüz bi kaç aydır öğrendim. Çünkü insanlar, bi problem yaratıp sonrasında sizden uzak durmaya çalışıyorlarsa siz de ortada problem yokmuş gibi yaşamaya devam edip, onlarla iletişimde kalmaya devam etmelisiniz. Hatta sizden uzak duruyorlarsa, siz onlara eskisinden de daha yakın olmaya ve tabiri caizse yapışmaya çalışmalısınız. Fakat olurda eğer benim şu yaşıma kadarki yaptığım "problemli ortamlar ve insanlardan uzak dur" uygulamasını hayatınıza geçirip uzak durursanız, bu durumun, aslında onların tam da istediği şey olduğunu geç fark edersiniz. Ben bunu 38 yaşımda öğrendim ve bu yüzden artık problemli insan ve olaylardan uzak durmuyor, onların yaptığı gibi ortada hiçbir şey yokmuş-olmamış gibi eskisine nazaran daha fazla yapıştıkça yapışıyor ve iletişime geçmeye-kalmaya devam ediyorum.
Oysa bu davranış şeklini çevremdeki herkes bana yıllarca ve hatta hayatım boyunca uyguladılar. Örneğin;
1-Öküz Herif'le olan ilişkimizde; Öküz Herif'le olduğumuz yıllar boyunca bana en ufak şeylerde bile durmadan sorun çıkardı, olmadık anlarda söylenmeyecek şeyler söyledi, kavga edilmeyecek anlarda kavga çıkarıp ortalığı ateşe verdi ve ben onun aslında benden ayrılmak için olmadık anda sorun çıkartıp beni onu terk etmeye, ondan uzak durmaya çalıştırdığını anlamadan onu terk ettim, etmeye çalıştım ve onda olmayan cesareti, olmayan dürüstlüğü kendim gösterip "ayrılalım, görüşmeyelim" deyip ayrılmayı seçerek görüşmeyi kestim. Oysa aslında görüşmek istemeyen oydu fakat buna cesareti yoktu ve sanki görüşmek istemeyen/ilişkimiz boyunca problem çıkaran benmişim gibi davranıp, görüşmeme eylemlerini hayata geçirmeyi bana yaptırıyordu. Bu numarasını, ilişkimiz boyunca hiç fark etmeden yıllarca yedim.
Üstelik herhangi bi şekilde görüşmeye başladığımızda ise "bana, beni sorun çıkaran biri olarak hissettirdiği" için özür dileyerek tekrar barışıyorduk ve bu kısır döngüde yıllar içinde özür dileyen, af edilmeyi isteyen de hep ben olmuştum.
2-1numaralıAbim ve yengemle yaşadığım o çocukluk yıllarımdan ilk ergenlik dönemlerime kadar olan zaman içerisinde de bundan farklı bi durum yaşanılmadı. Ben henüz 12 yaşında bi çocuk olmama rağmen bana kötü davranmaktan geri kalmadılar. Üstelik beni anne, baba ve ablamların olduğu deprem yerinden farksız olan iyi-kötü aile ortamından aldıklarında bile "baban seni getirdi bize verdi" demekten geri kalmadılar. Oysa babam 2 yıl önce beyin kanaması geçirdiği için artık dünya ile iletişimini mecburen kesmişti ve nerdeyse bulduğunu yiyip içip altına sıçan bi fareye dönüşmüştü. Bu yüzden değil beni alıp, başka bi ilde yaşamakta olan onlara getirip vermesi, çevresinde olup bitenlerin farkında bile değildi ve çişi ile bokunu da altına yapması hep bundandı. Üstelik akli melekelerini de tamamen kaybedip artık sadece nefes alıp veren herhangi bi canlıya dönüşüyordu ama yengem ve abim; benim, babam tarafından kendilerine verildiğini söyleyerek bana kötü davranmayı kendilerine hak görmüşlerdi ve bu düşüncelerinden olsa gerekki, abimden 18 yaşıma kadar herhangi bi bahaneyle dayak yediğimde de hep kendimin dayak yemeyi hak ettiğimi, mutlaka yanlış yapanın ben olduğunu, hiçbir şey yapmamış olsam bile hiçbir şey yapmamış olduğum için suçlu olduğumu söyleyerek kendimi suçladım.
3-Bu abimin karısı olan Yengem tarafından sofrada "çok yemek yedim" diye azarlandığımda da, çok yediğim için hep kendimi suçladım. Tüm bunlara dayanamayıp 18 yaşında onlardan kaçıp sokaklara düştüğümde de kendimi suçladım. Çünkü ne olursa olsun o çatının altından kaçmamalıydım.
4-Askerlik sonrası döndüğüm o baba ocağında, anamı sikmiyor olmasına rağmen bana babalık yapmaya kalkışan 2numaralıAbim'de pek farklı davranmadı. O da her fırsatta aşağıladı, suçlu hissettirdi ve hatta evliliğim esnasında bana hiç çekinmeden karımı sikmeye hakkı olduğunu söyledi. bu söylemleri o kadar sıklaşmıştıki, ben evden ayrılırken nerdeyse "kondomu kendi ellerimle onun sikine takıp, karımın ammına sokmadığım için" kendimi şanslı hissediyordum. Üstelik evden kovanın ta kendisi o olmasına rağmen ve ben bu yüzden İstanbul'a yerleşmişken benimle iletişim kurmaktan ve geri kalmıyor, kendimi bana kötü hissettirip hatanın bende olduğunu, hata yapanın ben olduğunu, öz ailemden uzak duranın ve durmak için elinden geleni yapanın ben olduğunu düşündürtüyordu.
Beni bok gibi hissettirmek için ellerinden geleni yapan çevremdeki insan kılıklı annem, ablam, diğer ablam ve diğer ablam, benden küçük kardeşim, benden büyük olan abim ve diğer yengem, eş, dost, arkadaşlar, akrabalar, çalıştığım iş yerlerindekilerden bazıları ve ordaki-burdaki tanıdıklar vs vs daha sonsuza kadar uzatmak elimde ama umarım ne demek istediğimi anlamışsınızdır diye burada kesiyorum.
Yani etrafınızdaki insanlar sorun çıkarırlar ve çözmek için konuşmaya çabaladığınızda kavgaya dönüştürüp iyice içinden çıkılmaz hale getirirler. Doğrunun ne olduğunu ve bu kadar açık olan bir şeyin nasılda başka taraflara çekilip saptırıldığını ayan beyan gördükçe kafayı yersiniz ve çözümü, kibirli bir duruşta bulup oradan-onlardan kaçıp gitmekte, uzak durmakta olduğunu sanırsınız. Siz kaçıp gittiğinizde ise suçlu olanın kendileri olduğunu bile bile sırf siz kaçmış olduğunuz için sizi suçlu ilan ederler ve "eğer o suçlu değilse, neden kaçtı ki?" diye bağırırlar vicdanlarına ve vicdanları da kendi bedenlerinde hapsedilmiş olduğu için mecburen susar kalır içlerinde...
Şimdi tüm bu mevzuyu anladıysanız şöyle bağlıyım; birileriyle aranızda bi sorun varsa kaybolmayın, sorun siz olduğunuz için değil, karşınızdaki sorunlu biri olduğu için vardır. Bu gibi durumlardaki kaçmak hiçbir şeyi çözmez. Aksine, yıllarca sürecek kibirli bir fakirlik, gururlu bir yalnızlık yaşamanıza neden olur. O yüzden benim yaptığım gibi sorunları çözmek için, tüm iyi niyetinizi yükleyerek açtığınız o masum çenenizi de kapatıp, kaçmaya da bi son verin ve oturun oturduğunuz yerde.
Onlar sizin susuşunuz ve kaçmayışınızı da sorun edecekler ve bu yüzden istedikleri ve uzatabildikleri kadar sizinle kavga etmeye de başlayacaklar ama siz buna da düşmeyin. Bırakın onlar, istedikleri kadar söylensinler ve hatta dayanamayıp istedikleri kadar hır gür edip dursunlar. Siz her şeye rağmen sakin bi ses tonuyla kavgadan bağımsız konuşmaya, iletişim kurmaya, hakaretlere rağmen kulaklarınızı tıkamaya gayret edip, devam etmekte olan hayatı yaşamaya odaklanın. Çünkü kavga etmeye hazır olan hiçkimse sorun çözmez, çözmek istemez ve sırtlandığı yükü boşaltacağı birini arar.
Ben bunu henüz yeni öğrendim ve bazılarının yıllar önce sırtıma bıraktıkları o yükleri "işte bak burda" diyerek kucaklarına bırakmaya başladım. Şimdi dellenmeleri, beni görünce nefes nefese kaçacak bi delik aramaları da hep bundan ötürü...
Öte yandan bu sefer, beklediğimin tam aksi olarak "hay hay buyrun ev senindir" deseydi de büyük şok yaşardım. Fakat içimdeki sesin netliğinden emindim. Çünkü o, 2numaralı abime yalakalık yapmış olmak için, şu son 2 yıldır gelip gittiğim her defasında olduğu gibi bu seferde beni evine almayacaktı...
Bu gerçeklikle öylece otururken bi çayını daha içtim ve benden sıkılmasını, beni sevmiyor olduğunu bilmeme rağmen orda öylece oturup sanki aramızda olumsuz soyut hiçbir şey yaşanmamış-olmamış gibi davranmama sinir olmasını biraz daha izledikten sonra kalkıp gidesim geldi ama kendimi tutup, biraz daha oyalanmaktan zarar gelmeyeceğini ve onun bana "işim çıktı" bahanesini uydurup gideceğini düşünüp kaldım.
Ne yazıkki aradan 10 dakika daha geçtiğinde, düşüncemde yanıldığımı ve ağzından alıp burnundan verdiği nefesiyle gerilen koca burun deliklerine rağmen ve kızaran göz damarlarına inat öylece beni süzmeye ve sorduğum gündelik önemsiz sorulara bile yer yer sakince cevaplar verip durdu. Şerefsiz benden sabırlı çıkmıştı. Zaten ben henüz bunları yeni yeni anlayıp, hayata geçirerek öğreniyorken onu ilk defa da alt etmek de büyük şans olurdu ya neyse..
Durumumuz böyle karşılıklı sabır sınavına dönüşmüşken, dayanamayıp doktorla olan muhabbeti anlatıp "bi kaç gün sonra sen arayıp sonucu sorar mısın" dedim ve o beni ofisinden postalamak için eline geçen bu ilk fırsatı tepmek istemediğini saklamaya bile gerek görmeden sanki büyük bi iş yapacakmışcasına "tabii tabii, ilgilenirim, mutlaka bakarım. sen dilersen git arkadaşına. ben bilgi alınca sana haber veririm" dedi ve sonra sevinçle karışık heyecanını alt etmiş olacakki cümlesine "hatta sen Cuma günü yine de hatırlat bana olur mu?" diye de eklemekten geri kalmadı..
Şerefsizin ofisinden çıktıktan sonra Adanalı Annem dediğim kadının evine gittim. Bu kadından da iyice soğudum ya. Ama detayları anlatmanın sırası değil. Çünkü yıllar önce bi şair arkadaşım "Öküz biliyor mu blogu" diye sormuştu ve ben "bilmiyor" dediğimde "ona söyle, blogu mutlaka bilsin" demişti.
O böyle dediğinde şaşırmış ve asla söylememeliyim diye düşünmüştüm ama bi kaç gün sonra kendi kendime "adam şair yahu, bildiği bi bok var herhalde" diye düşünmüş ve Öküz Herif'i blogdan haberdar etmiştim. Şimdi ben Adanalı Annem ve aramızda olanları ve onun hakkındaki düşüncelerimi buraya yazarsam Öküz Herif bunları okuyacak ve yarın öbür gün koz olarak kullanacak. O yüzden konunun detaylarını yazmayacağım.
Bu arada Öküz Herif'le de görüştük. Daha doğrusu ben İstanbul'dayken ve o beni, radyoterapi aldığım günlerde terketmeden önce onunla beraber yaşadığımız eve gittim. Yine her taraf bok içindeydi. Ev benden sonra iyice pisliğe bulanmış. Her taraf darmadağınık ve her şey her taraftaydı. biraz etrafı topladım ama toparlanacak gibi değildi.
Bunca pisliğin içinde nasıl oluyorda rahatsız olmadan yaşayabiliyordu. Yani tamam bende çok titiz biri değilim ama kaba dağınıklığı ve pisliği de hiç sevmem..
Karnım çok aç değildi ama sanki açmışım gibi yapıp "yemek var mı" diye sordum ve o "lahana yemeği var dolapta" dedi. Mutfağa gidip lahanadan biraz alıp ısıttım ve yine, sanki karnım çok açmış gibi iğrene iğrene yedim.
Çıkarken kendimi sıkarak da olsa rol yapmaya karar verdim ve başarabildiğim kadarıyla biraz ağlamaklı bi şekilde aniden sarılıp, yanağından öperken "her şeyin içine ettik. her şeyi karma karışık ettik. şimdiye kadarki aramızda olup biten her şey bok oldu" dedim, tepkisiz bir domuz gibi sadece "tamam tamam" dedi...
"Tamam, tamam!" okuzce bir cumle oldufu icin o adama niye okuz herif dedigini anladim. Dibin dibini gormus her haline tanik oldugumuz icin de tarafli olarak anlatmadigina, ofkesini bile bastiracak olgunlukta olduguna eminim. Sen cok durust ve iyi bir insansin. Icindeki cocugu oldurmemis, muthis gozlem gucu olan, dayanikli birisin. Her seyi asarsin.
YanıtlaSilinşallah.
Silve güzel sözlerin için teşekkür ederim.
o zamanlar sen öküz herif'le düzgün bir ilişki kurabileceğini düşünüyordun, seviyordun onu. adama burada gizlice öküz deyip sonra nasıl onunla beraber olduğunu anlayamıyordum. ama öküz herif'i zamanla anladım. şimdiyse nasıl hâlâ istanbul'a gidince o pislik herifi görüyorsun onu anlamıyorum. o zamanlar ben de aptaldım, saf aşka inanıyordum. hâlâ inanıyorum ama bulamayacağımı biliyorum. saf dostluk daha imkanlı... ibneler yalnız olmayı bilmeli. bir zamanlar bloğunda "yalnız olduğun için şanslısın" gibi bir alıntı vardı, kaldırmışsın onu. seviyoruz seni, elimizden bir şey gelmiyor bu sevgiden başka.
YanıtlaSildüzgün iliişki kuracağımızı düşünüyordum, aslında sonda sorduğun sorunun cevabı da “hâlâ düşünüyorum”dan başkası değil. ama artık onun değişmesi ön koşulunu da açık açık görmekteyim. çünkü ben, hayatımın herhangi bi anından gelip geçmiş olsa dahi en önemsiz, bende en anısız, en saf kötü olan insanın bile bir zaman sonra iyi olana, güzel olana doğru değişeceğine dair bitmez tükenmez bi ümitle doluyum. bunun kaynağı nerden geliyor bilmiyorum. bu yüzden gittim, gördüm. o da bana, değişmediğini gösterdi ve bu yüzden içim rahatladı. top şimdi onda.
Sil— saf aptallar iyiki var, yoksa kendimi çok yalnız hissederdim. iyiki varsın :) ama senden farklı olarak; umudumu kaybetmedim ve “belki bulurum adlı tohum”lar her mutsuzluk sonrasında içimde yeşermeye devam etmekte. yalnız olmayı biliyorum. yanlış arkadaşlık, yanlış aşk yaşamak, yanlış dostluk yapmak yerine, yalnız yatmak, oturmak, eğlenmek, gezmek tozmak vs daha iyi. bunu çok genç yaşta kabullendim ve son bi kaç yıldır bilinçli olarak elimden geldikçe öyle yaşıyorum. hatta bu yüzden çoğunlukla yanlızım ve biliyorum; hep yalnız kalacağım. çünkü aptallığa ve aptallara tahammülüm yok. kendimin bile.
— “yanlız olduğun için şanslısın” adlı yazım bu ise duruyor şu linkte: https://hayaterkegi.blogspot.com/p/hakkmda.html evet, yanlızsan şanslısın ama insan hayatının bi yerinde dönüp suçlayacak biri olsun da istiyor. ben kimi suçlayacağım. hiç kimse? insanların neden yalnız kalamadıklarını anlamaya başladım sanki. yoksa akıllanıyor muyum?
— “seviyoruz seni” çok kişi adına kurulmuş bi cümle. oysa sen tek sevmelisin beni. kendin olarak-kalarak-kalmaya devam ederek ve tek başınalığında beni sevmelisin. ben bunu istiyorum. karşımdakilerden de başka bir şey istemedim. ama yok, herkes çoğul seviyor.
niye yahu... seni ne kadar çok sevdiğimi onlarca kez söylemişimdir. insaf!
YanıtlaSiltamam tamam. söyledin.
Silbende seni sevdiğimi hep dedim. sevdikçe de diyeceğim. seni seviyorum.