Kafamın, beynimin, aklımın, zihnimin (adı artık her neyse) işini yapmayı, düşünmeyi durdurduğu, benim de zaten durmaması için yapabileceğim bir şeyin olmadığı, mecalimin kalmadığı o an'dayım. Hiçbir şey yapasım yok, hiçbir şeyi yapılası bulmuyorum. bunlar yerine her şeyi ve kesi izlemekle yetiniyorum.
Doğduğumdan bu yana benimle beraber var olan içimdeki o yazma hevesi, yaşamın ne olduğuna ve yaşamın kendisine dair beslediğim sonsuz merak da çoktan bitti gibi hissediyorum.
Sanki zehirli bir et parçasını yedikten sonra neden öldüğünü bilmeyen, bilmeyecek olan sahipsiz bir sokak köpeğinin cesedi gibiyim. Biri beni acilen gömmeli, ya da bir çukura çekip üzerime kalın bir kireç tabakası döktükten sonra bir kaç kürek toprakla üstümü örtüp gitmeli.
Ama yok, etrafta kimsecikler yok. Bu yüzden kendi kurtçuklarımı yaratıp, kendimi ancak böyle yok edebileceğim.
Gerçek kimsesizlik belki de budur işte ve bunu da öğrettiğin için teşekkür ederim en büyük kimsesiz olan güzel Allah'ım...
Babamdan kalma bu gecekonduya taşınırken, bu şehre de tamamen yerleşip ailemin çektiği siktirlere karşı savaşmayı düşünmüştüm. Ama aradan bir kaç gün geçince, kendi kendime geldim ve baktımki; aslında ben savaşacak kadar güçlü değilim ve hiçbir zamanda savaşacak kadar güçlü biri olamamıştım.
Ben savaşmayı göze alacak kadar bencil değilim. Ben siktir çekilince, çekilen siki alıp giden biriyim. Ben buyum.
Ben basit, sıradan, kalabalığın içindeki herhangi biriyim. Benim gücüm, sıradanlığımda. Herkes gibi davranmamda, tüm tehlike ve tehditlere karşı kendimi herkes gibi savunmamda saklı. Yani benim savaşma şeklim sıvışmaktan başkası deği ve başkası olmayacak da.
Çünkü savaşmak için kin lazım ve bende de ne yazıkki ondan hiç yok. Hatta birazcık kinlensem, içimde tutup fırsatı gelince kullanmak yerine, içimde tutarak yok ediyorum. Doğrusu bu ya, kinlenmeyi, kin tutmayı dahi bilmiyorum. Öğrenmedim, öğrenmek istemedim ve öğrenmemeyi başarmış olarak yaşayıp bugüne kadar geldim.
İşte tam da bu yüzden kalıp savaşmak yerine sıvışmayı düşündüğüm günleri yaşamaya başladım, başlamıştım ve yaşıyordum. Ama tüm zorlamalarıma rağmen, birazcık olsun yaratabildiğim kinim bitince sıvışmayı da doğru bulmamaya başladım.
Hatta önceki gün aklıma "savaşmak" ile "sıvışmak" dışında bir yol olamaz mı? sorusu gelip takıldı ve gün boyunca bu konu üzerine düşündüm, düşündüm, düşündüm ve üçüncü bir yol olarak, kendime şunu buldum;
-Kalıp savaşmak çok yorucu, zaten savaşamam da ve yine zaten; savaşacak kadar enerjim de yok. Ki olsa bile enerjimi savaşmaya harcayamam, harcamak istemiyorum. Çünkü savaşmak için yaratıldığımı düşünmüyorum. Savaşmak bana göre değil. Ben çocuksu bir bilgelikle yaşamayı, çekilen siktirleri duymazlıktan gelmeyi öğrettim kendime. Kinim de bu yüzden birikmiyor, en fazla 2 saat sonra geçip bitmiş oluyor.
-Kalıp savaşamazsam, kaçıp sıvışayım diye düşündüm ve bu yüzden sakin bir zamanımı bekliyordum ama zamanı beklerken kendimde şunu gördüm ki; aslında sıvışmak da, ergenliğimden bu yana taşıdığım, boş bir kendini haklı görme kibrinin yarattığı savunma mekanizmasıydı. Bu yüzden ergenliğim ile kibrimden sıyrılmalı ve şimdi şu yaşlı halimle kendime yeni bir şey-yeni ve daha bilgece bir yol bulmalıydım.
Evet burda kalıp, tüm bu kokuşmuşların nasıl yaşadıklarını, neye nasıl tepki verdiklerini, birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını, birbirleriyle ve ötekileriyle nasıl bir ilişkide olduklarını, ilişkilerinde birbirlerine nasıl davrandıklarını, davranacaklarını gözlemlemeye karar vermiş bulunmaktayım ve bu yüzden hiçbir savaş açmayacağım gibi hiçbir yere de sıvışmayacağım.
Bunlar yerine oturup, sabırlı olmayı ve sabrımla beraber gözlemlemeyi öğreneceğim, öğreteceğim kendime.
Sahi bu gecekondu mahallesi neden yıkılmıyor, TOKİ neden buraya girmiyor?
Kocası yıllar önce çekip gitmiş olan ve 2-3 yılda bir gelip onu sikip hamile bıraktıktan sonra yine ortadan kaybolan komşumuz Nazime Abla kocasız bi şekilde yaşamasına rağmen geçimini nasıl sağlıyor? Çocuklarına nasıl bakıyor? Kafayı yiyen kaynanasına yıllarca nasıl bakabildi, midesi bulanmadan yaşlı kadının altını nasıl temizledi, sokaklarda peşinden koşmaya, onu temiz tutmaya nasıl sabredebildi? aynı şekilde kayınbabasına da sahip çıkmıştı kadın. Üstelik ne kocası, ne kayınları, ne görümceleri vs hiçbiri ölen anne-babalarının taziyelerine bile gelmemişler. Tüm bunları o kadın nasıl kaldırabiliyor. Mental olarak sıkıntılı olan çocuklarını da büyütmüş maşallah. Umarım büyüdükçe iyileşir ve mental sorunlarından tamamen kurtulurlar.
Ya amcamlar nasıl bu mahallede oturmaya devam edebiliyorlar. Onca paraya, mala mülke rağmen neden hâlâ burdalar, neden kendinlerine güzel birer ev alıp taşınmıyorlar?
Çapraz karşı komşumuz İsmet Amca bir kaç yıl önce ölmüş. Karısı Şefika Abla ve bir oğlu İshak tek başlarına evde yaşıyorlarmış. İshak şu an 40'lı yaşlarına varmak üzere ve hâlâ alkol, esrar, arada türlü türlü uyuşturucular, haplar vs vs kullanıp duruyormuş.
Geçenlerde yolda karşılaştık, göz bebekleri hepten sönmüş, saçları bembeyazlaşmış ve avurtları da iyice çökmüş. Zayıf, çelimsiz bedeniyle, sokağın ortasında ayakta durmuyordu da sanki bir askılığa giydirilmiş pantolon ve gömlekten ibaret gibiydi. Gördüğümde üzüldüm ve içimden "acaba bunun leşi ne zaman, nasıl bulunacak?" diye düşünmeden edemedim.
Şefika abla ise zaten küçücük bir kadındı. Şimdi hepten ufalmış, cep cücesine dönüşmüş. Herkes onun bu hâle gelmesine, oğlunun yaşam şeklinin neden olduğunu söylüyor.
Yan komşumuz Nafile Abla burda değil. Geçen hafta köye gitti. Bir oğlu burda ve o da işsiz güçsüz biri. Herkes, adamın iş beğenmediği için çalışmadığını söylüyor ama ben konuştum; adam iş beğeniyor ama az para verilmesi ve çok hakaret edilmesini beğenmiyor. Kimsenin, adamın az para aldığından ve çok hakaret işittiğinden haberi yok.
Nafile Abla'nın diğer çocukları ise yurdun dört bir yanına dağılmış haldeler. Bir kızı Kocaeli'ne okul okumaya gitmiş ve orda bi yandan okuyup, bi yandan Bim'de kasiyerlik yapınca, okullar bittiğinde orda kalmaya karar vermiş ve bu yıl hiç gelmemiş.
Diğer kızı İstanbul'da bir Kur'an Kursu'nda hocalık yapıyormuş. Kara çarşafa falan da girmiş.
Diğer iki kızı ise evlenip yuvalarını kurmuşlar, çoluk çocuğa karışmışlar. Bunlar iyi yapmışlar, çünkü açık açık söylenmesede, herkesin yüreğinin saklı bi köşesinde, kalplerinin taaaa en içinde Bim'de kasiyerlik yapan kız ile İstanbul'da Kur'an Kursu'nda hocalık yapan çarşaflı kızın orospu oldukları şüphesi var. Yoksa neden uzun zamandır ailesinin yanına gelmesinlermiş falan fistan.
Karşı komşularımızdan birinin bir sürü tavuğu var, yumurtalarını toplayıp satıyorlar.
Oğullarından biri Uzman Çavuş olmuş ve bilmem nerde görevliymiş. Ama ailesi onunla iletişimi kesmiş. Çünkü oğlan, ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen 2 çocuklu dul bi kadınla evlenmiş ve bu yüzden onlarla görüşmeyi kesmiş. Diğer bir çocuklarının küçük bir marketi, orayı işletip parasını yiyorlar.
Burda keseyim yazmayı. Zamanla belki daha iyi yazarım. Ama dediğim gibi, bir süre burada kalıp, savaşsız, sıvışmasız, sessiz bir hayat yaşamaya karar vermiş bulunmaktayım.
Tüm bu izlemelerimi-gözlemlerimi yaparken, olabildiğince sessiz bi hayat yaşayıp, onlar iletişime geçmedikleri müddetçe de iletişime geçmeyeceğim ve tıpkı yıllardır terkedilen bu ev gibi kenarda öylece bekleyeceğim. Bakalım neler olacak, nasıl olacak.
Aslında sempatik sinir sisteminin “savaş” ya da “kaç”ına karşı parasempatetik sinir sisteminin (gelişmiş, öğrenilmiş düşünce ve davranışlar) “donup kal” yani ölüyü oyna ki saldırgan senden vazgeçsin ya da “olan biteni düşün, yeniden değerlendir” ki anla, devam et kısmına mı gelinmiş? Bu büyük adım herkese nasib olmaz..
YanıtlaSilaaa öyle bir şey mi varmış? ilk defa duydum. iyi bir şey mi?
Silkonu hakkında detaylı bilgiler, linkler vs'ler rica ediyorum. lütfen.