-->

13 Şubat 2023

memleket veya ev

Geçen ay kontrollerim için İstanbul'a gidip 2 hafta kaldıktan sonra 3 Şubat'ta, tanımlamaya gücümün yetmediği farklı bi ahlaksızlığın şüphesiz doğru olarak kabul gördüğü ve saklama çabası olmadan açıkça yaşanılmasına rağmen, gözlerin yumulunca ahlaksızlığın da hiçbir zaman yaşanılmadığının varsayıldığı sikik memleketime döndüm.

"Memleket" deyip duruyorum ama aslında ev dememe çabasının sonucunda böyle bi kelime kullandığımı da az önce fark ettim. Belki de artık burayı "memleket" olarak adlandırmak yerine "ev"  ve dolayısıyla da cümle içinde kullanırken de, "memlekete" yerine "eve döndüm" diye kullanmanın ve buna bağlı olarak da burayı ev olarak kabullenmemin zamanı geldi de geçiyor. Çünkü tercih edecek daha iyi bir seçeneğim olmadığı için artık buraya kalıcı olarak bir kazık çakmaya, alışmaya yönelik inatçı bir çaba göstermeye ve açıkça istenmiyor olduğum gerçeğinin farkında olarak da bunu bile bile ve bildiğimi de belli ederek kaldığımı-kalacağımı göstererek yaşamaya, bu ve cümle daha fazla uzamasın diye yazmadığım diğer onlarca nedenden dolayı, burayı ev olarak, evim olarak kabullenmeye başlamalıyım. Başladım.

Şimdi yazacağım cümleyi ve buna bağlı düşünceleri daha önce söyledim mi, yazdım mı bilmiyorum ama yıllar önce bu boktan yerden kovulurken, acımasızca kovuluyor olduğum gerçeğini çaresizce kabullenmek karşısındaki içsel büyük acıyı hafifletmek için onu derinlerde bi yerime gömüp, ardından da "Allah'ım kendimi ve bana ait olan her şeyi sana bırakıyorum. Elbetteki sen doğruyu bilen, hakkı gözetensin" diye dua ederken yaşamıma devam etmeye karar vermiştim. Bunu hiçbir zaman saklamadım kendimden ve biliyordumki, allah'a emanet ettiğim o çaylak dönemimdeki yaşantımın karşılığı bana mutlaka dönecekti.
O ilk ayların bazılarında, herkesin gözü önünde uğradığım hakaretin büyüklüğü ve ağırlıkları aklıma geldiğinde, canımın yanmaya başlaması yüzünden dayanamayıp ellerimi allah'ıma açtığımda, ondan bana hakaret edenlerin başına gelmesi için kötü bir şeyler dilemek, bana hakaret edenlerin de aynı şekilde ve hatta belkide daha büyüğüyle hakarete uğramaları için dua etmek içimden geliyordu ama son anda vazgeçip "her şeyin sahibi allahım, elbetteki sen hakkı bilensin, gözetensin" diyor ve kendimi bu şekilde sakinleştiriyordum.
Şimdi böyle sanki bunu kolayca yapabiliyormuşum gibi yazıyorum ama açıkçası bu öyle kolay bi durum değildi ve dualarım sonrası hafifliyor olsamda, yola çıkmış olan bedenimi ve kendimi yürümeye devam etmesi, gücümün tükenmemesi amacıyla sürekli bir şeylerle kandırıp sakinleştiriyor, sonrasındaysa içten içe sık sık kendime "aslında öyle çokta açıkça kovulmuyorum, kovulmadım. ben özgürlüğümü bu şekilde kazandım ve işte onu, her zerresiyle yaşamaya gidiyorum" diye söyleyip duruyordum.
Bunu o kadar sık yapıyordumki, artık dış dünyaya da "hayatın neler getireceği belli olmaz, ben artık yeni şeyler keşfetmeli ve hayatın başka yönlerini de yaşamalıyım" gibisinden klasik sıkıcı kişisel gelişim kitaplarındaki o yalanları söyleyip duruyordum.
Komik olan şuydu ki; herkes yalanıma inanıyor ve hatta içlerinden bazıları, cesaretimden dolayı beni tebrik ediyorlardı. İçim kan ağlarken, sahip olduğum cesaretim yüzünden elimi sıkanlar, hayata çılgın bi gözle baktığımı sananları falan şimdi düşününce, çok komik geliyorlar ama onların gerçeklerimden haberi yokken, acınılası gülüşümü yüzlerine bocalayamazdım. Tabii açıkçası o zamanlar sadece bu komik değildi, komik olan başka bir şeyde; kimsenin gerçekten beni tanımak ve benimle, gerçeğimi öğrenecek kadar vakit geçirmiyor oluşu, geçirmek istemiyor oluşuydu. Yani öyle cesaret falan fas fiso. Günün sonunda karnımdaki gurültüyu bi tek ben duyuyordum.
Tüm bu yalancı sahneler gerçekleşip dururken, attığım palavraya zamanla bende inanmaya ve öyle yaşamaya başlatmıştım. Şimdiyse üzerinden yıllar geçmiş ve köprünün altından çok sular akıp gitmişken, tekrarlaya tekrarlaya inanmaya başladığım o yalanı, yok etmenin belki zamanı ve tam sırasıydı.
Üstelik o zamanlardaki kadar cahil ve cesaretli, genç ve diri, zekâ olarak da pek zeki, akıl olarak pek başında biri değilken o yalanı yaşatıyor olmanın ne anlamı var ki?
Bu yüzden, tam da sırası gelmişken Allah'ın bana burda kalmak için haklı olduğumu söylercesine, haklı olduğumu gösterircesine yaşattığı hastalık sonrası açtığı yoldan geri dönüp geldiğim bu yerde; 15 yıllık sıçışımı, bu sıçış içindeyken bazen bi anda paraya kavuşma ve sonra yine kaybedişleri, "hayatımın aşkını buldum, artık tamamdır bu sefer. kesin aşık oldum" diye sandığım için yaşadığım onlarca gereksiz sikiş sokuşları, arada modern hayata karşı pes edip yere düşmediğim ilk anda kaçıp gittiğim o hiç tanımadığım lakin kalacağım, orada yaşayabileceğime inanacağım kendime göre bi alanı aradığım çekip gitmeleri, bazen yolunu kaybediş mi yoksa buluş mu olduğunu bilmediğim ve anlamayacağım o yaşanışlarla akıp giden zamanın içindeki yok oluşları falan da gerimde bırakmalıyım.

Evet onların hepsini ben yaşadım, evet arkamdaki o yarısı çökmüş şatafatlı köşkün sahibi benim ama şimdi dönüp tekrar köşke girmeye, çökmüş yanlarını kaldırıp atmaya gücüm yok. Ben artık çok yoruldum ve lütfen köşkün yıkık yanları olduğu yerde öylece kalsın Allah'ım. Hem sende biliyosun; bana açtığın bu yolda, gösterdiğin hedefte durmadan yürüyeceğime ve bu uğurda yeni bir şey daha denemek ve kalan gücümün bi kısmını buna harcamak istiyorum. Belki bu sefer başarırım Allah'ım. Bana bunca yıl sahip çıkan ve başımı sürekli beladan kurtaran, beni koruyan kollayan ve yollarımı açıp duran, çıkmaz sokaklardan ip sarkıtan, girdiğim dipsiz kuyulardan çekip kurtaran ve hiçbir şeyin üstesinden gelemiyor olmama rağmen, bana sanki üstesinden gelen "benmişim gibi" çözümler sunup duran güzel Allah'ım, bence bu sefer daha iyi, huzurlu ve mutlu bi şekilde başaracağım, başartacaksın. Çünkü ben sana hep inandığım gibi yine inanıyorum. İkimiz bunu birlikte başaracağız.
ve buna bağlı olarak söylemeden duramayacağım ama belki hayatımın aşkını, o gerçek huzuru falan da bana burda bulduracaksındır. Kim bilebilir ki? Senin dışında.

Şimdi Allah'la olan muhabbetimizden, cümleleri okuyan sana döneyim, bu ruh halleri ve hissedişleri kenara bırakıp kontrollerimden bahsedeyim;
Önceki ay fark ettiğim kafa tasım içindeki şişliği burdaki doktora da söylemiştim. O da mr sonrasında bakalım gibisinden cevaplar vermişti ve işte sonuçlarla karşısında durmuş ona bakıyordum. Eskiden tanıdığım bi arkadaşımın okul arkadaşı olan bu doktorun tayini, geçen yaz buraya çıktı ve biz arkadaşımla İstanbul'da buluştuğumuzda, bu doktordan bahsetmiş, onu görmemi söylemişti. Bende dediği gibi gelip görmüş, selamını getirmiştim ama bi kaç sahte gülücük, elimi sıkma nezaketinde bulunduğunu saklama gereği görmediği kibirli duruşu ve hemen sonrasında "şu an biraz yoğunluk var, görüşelim, her zaman gel" deyişi dışında beni pek siklememişti.
Şimdi ise önündeki bilgisayardan mr sonucuma bakıp "tümöre dair de bir şeyin görülmediğini. sonuçların çok iyi ve şişliğin pek önemsiz olduğunu" söylüyordu. Benimki gibi "büyük operasyonlar sonrasındaki yıllarda bazen bu tür iç şişlikler oluşabilirmiş". Yani kısaca "normal" gibisinden yorumlarda bulundu. 

Doktora "İstanbul'daki onkoloğum, önceki kontrolümde 'başka bi yerde mr çekme imkânın var mı, hep aynı yerde çekiyorsun, bir de başka yerde çeksen, baksak' diye sormuştu. Burdaki insanlara danıştım ama çevre illerdekilerde aynı olduğunu söylediler. Acaba onkoloğumun çalıştığı özel hastanede mr çektirsem mi, olur mu" diye danışınca bana karşılık olarak "hiç gerek yok, burdaki cihazlar çok iyiler ve orda da çeksen aynı sonuçları alacaksın zaten" dedi. O böyle deyince içim rahatladı. Çünkü onkoloğun çok önemli sikik bir işi yaparmış gibi üst perdeden benimle konuşması hiç hoşuma gitmiyordu. O yüzden, burdaki doktorun şu anki cevabı karşısında rahatlamıştım. Tabii birde bi kaç bin TL'em otomatikman cebimde kalmış oluyordu. Çünkü onkoloğun çalıştığı özel hastanede mr çektirmek bir emekli maaşım demekti. hatta belki de daha fazladır. Bilemiycem, sormadım, sormuycam.
Burdaki doktorun içim rahatlatmasından sonra, aşağıdaki servisten mr cd'sini alıp, doktorada gerçekten ama gerçekten zorla sevk kağıdımı imzalattığımın ertesi günü trenle yola koyuldum.

Trenle gidip gelmemin nedeni; benim bu tümör biraz ciddi bi olay ve dolayısıyla buna bağlı olarak, aldığım raporumdaki "engel oranı"m yüksek olduğu için, arkadaşların yönlendirmesiyle aldığım Engelli Kartı sayesinde beleş yolculuk yapıyor olmamdan başkası değil.
Ayrıca otobüs, araba, uçak gibi taşıtlara oranla Treni, ayaklarımı yerden kesmediği için daha güvenilir ve iç rahatlatıcı bulduğumu da eklemeliyim. 
Yolculuk günü, trene yanımda koca bi valiz alarak binmiştim ve valizin içinde; yeşil kalıp sabunum, bi havlu, bir yedek mont, terliklerim, 2-3 çorap, bir şort, bi mayo, 2 kazak, pantolon, yedek içlik, oğlumun bebekken kullandığı küçük yastığı, önceki seferlerde gece trende üşüdüğüm için bezden kalınca büyük bi örtü, eski hikâyemdeki 2 küçük kahve kupası , 2 litrelik ketıl, 1 litrelik termosum, bi paket poşet çay, bi kavanoz kahve, bir kaç şişe su, traş makinem, diş fırçam, ipad'im, bilgisayarım, not defterim, 2 kitap, yoldaki iki gün boyunca bana yetecek olan yiyecek bir kaç şey, atıştırmalık çerezler, almak zorunda olduğum ilaçlarım ve şu an yazmaya üşendiğimden değil de unuttuğum diğer ıvır zıvırlar vardı. Yani valizi tıka basa doldurmuştum.
-Mayo'yu, kontrollerim sonrası bi ihtimal belki canım gezmek ister, bi tatil yerine giderim diye almıştım. ama İstanbul'a varıp bi kaç gün kalınca param bittiği için bi yere gitmedim ve sadece yanımda götürüp getirmiş oldum.
-Terlikleri, trende günlerce yolculuk yapıp ayaklarımı ayakkabıdan hiç çıkarmayarak veya çıkardığımda insanları bıktırmamak ve kendimi, ayaklarımdan etrafa yayılan koku yüzünden kötü hissetmemek için almıştım ve trene bindiğim gibi de giyindim. Yolculuk boyunca çok işe yaradılar.
-diş fırçasını, traş makinesini, pantolonu, çorapları vs neden aldığımı biliyorsunuz zaten :)
-ipad'i oyun oynamak ve oyalanmak için almıştım ama bi kaç sefer sudoku oynadım sadece
-kitapları okumak için almıştım ama hiç okumadım ://
-bilgisayarı, bu aralar freelance olarak yapmakta olduğum işe bakmak için aldım ve ara ara çalıştım
-yastığı ve örtüyü, önceki yolculuklarımdaki olumsuz gece deneyimlerimi tekrar yaşamamak için almıştım ve gerçekten çok işe yaradılar.
-  2 küçük kahve kupası 'nı trende birilerine de yanımdaki granül kahveden, termosta demlediğim çaydan ikram ederim diye almıştım ve öylede yaptım. çok işe yaradılar. edindiğim gelip geçici her arkadaşa sıcak içecek ikram ettim.
-valizi büyük olarak almamın nedeni de hem eşyalar, hemde trende kullanmak içindi ve yerime oturup, koltuğumun önündeki ayak boşluğuna bıraktığımda, olduğum yerde yarı şekilde de olsa uzanılacak bir yere dönüşmüş oldu. İçi de tıka basa dolu olunca, hafif uzanıp yastığı cama dayadıktan sonra başımı koyup örtüyü de üstüme çekince, yolculuk esnasında bastıran tüm uykuları uyumakta hiç zorlanmadım.
Tüm bu tavırlarım yüzünden, çevremdekilerden veya gelip geçenlerden bazılarının bana defalarca dönüp "profesyonel tren yolcusu" olduğum bakışı attıklarını da söyleyebilirim.
Evet, ben Profesyonel Tren Yolcusu'yum. Çünkü bi kaç deneyimden sonra, nasıl rahat olacağımı hemen anlamaya başladım ve uzun yolculukta uyuya kalıp kıllı götümü-başımı çevremdekilerin ağzına gözüne sokmaya gerek olmadığına karar vermiştim. ÇEVRE KİRLİLİĞİNE HAYIR!
Ayrıca engelli kartım varken ve bu yüzden, trenle beleş yolculuk yapma hakkına sahipken neden gerçek bi Profesyonel Tren Yolcusu olmayayım ki? Hem uçakla kasıntı bi yolculuk yapmak, otobüsleyse Azraille kolkola bi şekilde sırat köprüsünde dans edip üstüne birde para vermektense, Profesyonel Beleş Tren Yolcusu olmak daha iyi.
Tüm bunlarla beraber, uzun tren yolculuğunda mecburen yeni insanlarla da tanışılabiliyor ve bu yüzden yolun uzunluğundaki kaçamak bi muhabbete kimse hayır demiyor.
Bu seferki uzun muhabbetimi Tek Seferlik Arkadaşlık tanımımdaki şekilde, genç bi kadınla yaptım. Bağıra bağıra anlattığı bir sürü seks anısı, aldattığı sevgilileri ve adaylarını, başarısız iş hayatını, okuldan zar zor mezuniyetini ve okul anılarını, şu an yaşadığı Eskişehir'de çalıştığı Burger King'deki işini ve ordaki gay kankasını, ailesindeki sorunları ve daha niceleri niceleri nicelerini dinledim. Yer yer güldük, yer yer akıl verdik birbirimize ve bazen de biraz efkârlandık. Efkâr anlarını çıkarıp sigara sarıp içerek değerlendirmekten geri kalmadı.
Birbirimize ismimizi cismimizi söylemediğimiz için olsa gerek fazla rahattı. Rahatlığını sağlayan başka bir şey ise, bunun geçici bir yolculuk olmasıydı ve zaten inince kimse kimseyi tanımayacaktı. Bu yüzden olsa gerek sohbet ederken sesinin etrafımızdakiler tarafından duyulmasından çekinmeyecek şekilde abartılı olarak çok rahattı ve aklına ilk gelen cümlelerini, yanımızdakilerin bile duymasından hiç rahatsız olmuyordu. Bense bazen çevremizdekilerin aniden dönüp bize bakmaları esnasında, yanaklarımın kızarmaması için hormonlarımı-hücrelerimi falan durdurmaya ve yaşanmakta olan anın normal olduğunu içimden geçirip duruyordum.
Belki de genç kadın, ona asılmayacağımı ve bilgilerimizi birbirimizle paylaşmayacağımız garantisini verdiğim için de bana karşı bu kadar rahattı ama ben bu kadar ileri gitmiş bir Tek Seferlik Arkadaşlık'a şimdilik hazır değildim. Üstelik henüz bu arkadaşlık türümün başlarında, yani denemelerimden birindeydik ve o bunu bilmiyordu. bilmediği için de ben onun cümlelerini bazen kesip konuyu değiştirmek zorunda kalıyordum ama benimkinden bile ucuz seks anılarına, aşık olduğu eski yavuklularına, annesiyle yaptığı o büyük kavgaya ve detaylarına dayanacak gibi de değildim.
Neyseki 4 saat sonra sımsıkı sarıldıktan sonra hızlıca indi ve ben onunla beraber onun tüm detayları unutup koltuğumda, saatler sürecek son durağa kadar rahat bi uykuyu uyuyabildim.

İstanbul'a vardığımda koca valizi toplamak kolay oldu. Çünkü yolculuk boyunca yenilecekleri yemiştim, şişe şişe suları içip çöpe attığım için valiz biraz hafiflemişti.
Trenden indiğimde, bi kaç yıldır görüşmediğimiz ama ara ara birbirimize mesaj atıp soruştuğumuz bi arkadaşımı arayıp "bu gece sende kalsam olur mu" diye dilendim ve o da ikiletmeden, hemen kabul edip adresini attı ve ben onda bitiverdim.
Gece yarısına kadar sohbet ettik. Sohbetlerimiz esnasında kendimi tutamayıp şu konuşmayı açıverdim. 
-senlen hiç yakın değiliz ama yine de bana hayır demedin. bu beni çok iyi hissettirdi. 
-ya üff tamam, kaç defadır diyorsun. sanki başımda mı yatıp kalkıcan. ev duruyor işte, yer de var. daha ne uzatıyorsun?
-ya tamamda, işte bu çok güzel. gerçekten çok teşekkür ederim. allah senden razı olsun.
 Ertesi gün o işe gittiğinde, ben evde kaldım ve sonraki gün ise kalkıp özel hastaneye gittim.

Devam için tıkla: https://hayaterkegi.blogspot.com/2023/02/onkoloji-doktoru-ve-para-matinesi.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.