-->

03 Ağustos 2021

75 Yaşındaki Ahlaksız Annem

Zamanında ailem beni evden defalarca kovmuş olduğu için (şurda yazmıştım) en sonunda dayanamayıp, onlardan uzakta bi yerlerde o zamanki bilincimin doğruluğunda bi hayat yaşamış olsamda, aslında en derinlerimde, yani kendimin bile çok az bildiğim gizli bir yerimde, onlardan uzak bi hayat yaşadığım için hep kendimi suçladım, en mutlu anlarımda bile durmadan kendimi suçlamaya devam ettim.
Suçlarken içimden sessizce şunları veya şunlara yakın şeyleri söylüyordum;
-ne olursa olsun, uyum sağlamalıydım
-onlar ailemdi. benim kötülüğüm için değil, iyiliğim için çırpınıyorlardı ve ben onların bu iyilik dolu çabalarını anlamamıştım
-aramızda her şey olabilirdi, ama yine de aileydik, onlardan uzaklara gitmemeliydim. uzağa gittiğim için tek suçlu benim.
-ben kötü biriyim.
-ben ibneyim ve aslında ibneliğimi rahat yaşamak için, onların beni kovmasını fırsat bilip hemen evden ayrıldım.
-sikimin keyfine, götümün rahatlığına olan düşkünlüğümden dolayı onlardan uzak bir hayat yaşıyorum
-ben ibneydim, evliliğimi de bu yüzden sürdüremedim. aslında karıyı iyi sikebilseydim, belki bi yere gitmezdi.

..bu cümleleri ve şu an aklımda olmayan daha nicelerini içimden yıllarca ama yıllarca hiç yorulmadan, usanmadan, bıkmadan tekrar ede ede kendimi, kendime kötü ilan edip, her olumsuzluğun sorumlusu olarak görüp durdum.
Peki bunun sonucunda ne mi oldu?
Tabiki kanser oldum. Ya da diğer hafif adıyla "beyin tümörü"ne yakalandım. 
Bu yakalanışımla, adeta yeni doğmuş aciz bir farenin kapana kısılması gibiydim ve bir kaç günlük baygınlıktan sonra gözlerimi açtığım zaman, başımda 1 ile 2numaralıabim'ler vardı.

Onları gördüğüm anda tutulduğum ağlama krizini atlattıktan sonra, onlarla aramızda geçen tüm eski olayları unutmuş bir halde etrafa bakındığım bi kaç günü bitirdikten sonra, yoğun bakımdan çıkarıldım.

Yoğun bakımdan çıkarıldığımın daha ikinci gününde, etrafta kimseler yokken, doktorların mesaisi bitip evlerine gittiklerinde, çalışanlar el ayak altından çekildiklerinde yatağımın başucuna bir kaç saat arayla, hatta sırayla oturup bana "minnetsiz yaşamaya alıştığımı, ama öyle bir yaşamın olmadığını. insanın her zaman başkalarına ihtiyacı, birilerine muhtaç olduğunu" ve "hayat işte böyledir, kime ne zaman ne olacağı belli olmuyor. insan başına ne geleceğini heç bilmiyor" cümleleriyle başlayıp yarım saat kadar süren ego tatmini cümlelerini dinlemiştim.
Doktorlar, ameliyat sonrası bile bana söylemeye çekindikleri çok ama çok ciddi şeyleri, ameliyat öncesinde sadece onlara söylemişlerdi ve gerekli imzaları alıp ortadan kaybolduklarında, abimler de memlekettekilere "ameliyat olmazsa öldü ölecek" haberini uçurup sonrasında da başucuma oturup, kuru nasihatlerini sıralayıp, onlara muhtaç olduğumu ve onlar olmazsa aslında öleceğimi, hatta ne kadar uzaklarında bir yaşam kurmayı başarmış olsamda "dünyanın küçük olduğunu ve işte böyle ellerine düştüğümü" söyleyerek egolarını tatmin etmişlerdi.

Ben bunları ve diğer söyledikleri hiçbir şeyi umursamadım. Çünkü gün içinde gelip yapılan doktor kontrolleri sırasında durumumun çok ciddi olduğunu anlamıştım ve kavga etmenin sırası olmadığını bilincim bana fısıldamıştı.
Hem vücudumdaki tüm damarlarıma ve deliklerime onca ilaçla pompalanıp dururken, pompalanmaya devam ederken, duyduklarımdan hangisi doğru olabilirdi ki?
Hayır.
Onca şüphem varken, kimin ne söylediğinden emin değilken ve hatta yatakta yatarken rüyada olup olmadığımı bile kendime sorarken, kimse hakkında bu kadar kötü şeyler düşünemezdim, düşünmemeliydim. Zaten kimse bu kadar kötü değildi, olamazdı da. Çünkü yıllardır kendime söylüyordum; en kötü bendim, tek kötü bendim.

O yüzden asık suratımı güldürmeli, abimlerle de sanki yıllardır birbirimizi görmüyor gibi değil de, yıllardır hiç ayrılmamışız ve her zaman mutlu mesut yaşamışız gibi davranmalıydım. Çünkü onlar cesedimi teslim alıp gömmek için yüzlerce km öteden kalkıp gelmişlerdi. En azından sırf gelmiş oldukları için olsa bile, son günlerimde onlarla iyi geçinebilirdim.

Öyle yaptım; onlar odaya her girdiğinde serumları siktir edip ayağa kalkmaya çalıştım, suratımdaki ekşiliği çöpe salladıktan hemen sonra gözlerinin içlerine bakıp gülümseyerek "hoş geldin" dedim, telefonlarına mutlu ve enerjik ses tonumla cevap verdim, yıllardır görüşmediğim, görmediğim, arayıp sormayan insanlarla görüştürdüklerinde "iyi olduğumu, çok çok iyi olduğumu, toparlandığımı vs" söyleyip durdum.

Tüm iyi cümlelerim, tüm gülümsemelerim cesedime sahip çıkacakları içindi, ama ben ölmüyordum ve hatta 11 saatlik ameliyatım da iyi geçmiş, bir kaç gün sonra ise domuz gibi ayağa kalkıp, 3numaralıabim ile hastane koridorunda turlamaya bile başlamıştım. Çünkü ibne olduğum için 3-4 yıl önce postu deldirmiş olsamda, şimdi avuçiçim büyüklüğünde bir tümöre yenik düşüp ölecek biri değildim.
Evet, bu kadar güçlü olduğumu bir tek ben ve Allah biliyorduk, hâlâ da ikimizin arasında bir sır olarak duruyor...

Hastane maceram bittiğinde, terapi maceram başladı. Bunlar hep sırayla ilerleyen şeylerdi. Ama o da bitti. Çünkü başlangıcı olan her şeyin, sonu da vardır.
bu süreçteki bir-iki ufak tefek pürüzü saymazsam, görmezlikten gelirsem, hiç yaşanmamış farz edersem, ailemin bana iyi davrandığını, davranmaya devam ettiklerini rahatlıkla söyleyebilirdim. Öyle yaptım, söyledim kendime ve onlar çekip gittikten sonra yine aramaya-sormaya devam ettiklerinde, beni sevdiklerini düşündüm, bana değer verdiklerini düşündüm ve zaten; tüm her şeyi, onlarla olan 40 yıllık tüm maziyi çöpe atabileceğimi ve atabileceğimizi düşünerek, iyi hissettiğim ilk günlerde, arkadaşlarımın önerisine uyup kalkıp memlekete geldim.

Sevgiyle karşılandığımı düşünerek, sürekli ilgilenilen, sürekli ziyaretçilerin gelip "geçmiş olsun" dediği bir kaç güzel günden sonra, evin içine 2numaralı abim tarafından etrafa döşenmiş mayınlara bastığımda; yüreğim parçalamaya, kalbimi acımaya, beni bir anda nefessiz bırakmaya başladı.

Bunları türkçe bilmediğini sık sık tekrarlayan annem'e "evde istenmiyorum, gideyim" diye yerel dille anlattığımda, o da karşılık olarak "kim ne derse desin, sen benim yanımdasın. onlar istediği kadar kovsunlar" diye yanıt verdi.
Haklıydı. Hak verdim. Hem kendimi kandırmaya çok ihtiyacım vardı. Hak vermeyip, haklı bulmayıp ne yapacaktım ki?
-Buranın havası iyiydi, çünkü İstanbul gibi nemli değildi
-Burda doğal gıda bulmak daha kolaydı, çünkü İstanbul'da doğal olan her şey sadece adında geçiyordu
-Burda sakin bi hayat vardı, İstanbul gibi kalabalık değildi
-2numaralıAbim tarafından her gün evden kovuluyor olsamda, onun evinde olmadığım için, onun kovmalarına karşılık yüzsüzlük ederek, annem ve 2 ablamla kalmaya devam edebilirdim.

Devam ettim.
Kaldım. Tüm yüzsüzlüğümle kalmaya devam ettim.
Arada 2numaralıabim tarafından yine siktir çekiliyor, sürekli kapı gösteriliyordu ama umursamıyor, annem ve ablamlarla yaşadığımı kendime söyleyerek kalmaya devam ediyordum.
Bu şekilde 3-4 ay geçti ve işte asıl bomba geçen hafta patladı...

Patlayan bombanın etkisiyle, her tarafım kan revan içindeydi. Sümüğüm günlerce aktı, gözyaşlarım hep tetikteydiler, akmaya fırsat buldukları ilk anda yanaklarımı yıkayıp, sakallarımın arasında çıkmış olan kepekleri görünmez kıldılar. Çünkü 2numaralı abimle yine atışmaya başlamıştık ve bana;
-kimse seni buraya getirmedi, sen kendin geldin
-biliyorum. geldiğim günden bu yana defalarca söyledin ve bende zaten farkındayım. Ama ben yüzsüzlüğümden kalmaya devam ediyorum.
-yüzsüzlüğü bırak git. niye gitmiyorsun. seni zorla mı tutuyoruz
-yoo kimse beni zorla tutmuyor. ben kendim annem ve ablamlarla kalıyorum
-kalarak onlara da rahatsızlık veriyorsun, rahatsız ediyorsun" dedi ve ablamlara dönerek şöyle devam etti;
-size de rahatsızlık vermiyor mu?

 Ben içimden 1 saniyede "ahaha ablamlar benden rahatsız olmuyorlarki. şimdi "yoo rahatsız olmuyoruz" diye yanıt verip abimi göt edecekler diye düşünürken, sazı alan ablamlar;
-valla rahatsız oluyoruz. geldiğinden beri bi rahat vermedin bize. herkesle kavga ediyorsun, herkesle atışıyorsun. 2 dakkan birbirini tutmuyor. senin yüzünden sabah 8'de evden çıkıp, akşama kadar dışarlarda gezip öyle geliyoruz. evde rahatımız kalmadı. senin yüzünden evde oturmuyoruz, oturamıyoruz, evde durmuyoruz." diyerek abim yerine, beni kocaman bi göt ettiler.

Böyle diyeceklerini, yani onları rahatsız ettiğimi hiç beklemiyordum, çünkü geldiğimden bu yana sık sık onlara sarılıp öpüyor ve "kusura bakmayın size çok yük oluyorum. hakkınızı helal edin" diyordum ve onlarda bana "ne biçim konuşuyorsun, ne yükü. sen bizim kardeşimiz değil misin? yük olmak mı bu" diye yanıtlıyorlardı.
Onların herhangi bir şeye karşılık olarak öf-pöflemeleri olduğunda ise "rahatsızlık veriyorsam kusura bakmayın" dediğimde ise "rahatsızlık mahatsızlık yok. niye böyle şeyler söylüyorsun" diye cevap veriyorlardı, vermişlerdi. Ama şimdi, öyle konuşmuyor, tam tersini ve hatta kat kat fazlasını şu an bağıra çağıra söylüyorlardı.

Onlar bu cümleleri sarf ederken, ben öylece dondum kaldım ve hiçbir şey demedim. Çünkü yük olmamak, onları rahatsız etmemek için kendi yemeğimi kendim yapıyordum, eşyaları düzenli kullanıyordum, evdeki düzene hiç müdahale etmiyordum, etmemiştim ve etmeyecektim de. Ama işte yine de rahatsızlık vermiştim.
Tek verdiğim rahatsızlık ise; anneme bağırıp çağırmamalarını söylemek, kendi ilişkileri hariç ben ve annem arasındaki bir konuşma yüzünden ona hakaret etmemelerini hatırlatmaktı.

Buna hakkım vardı. 
Annem çok söylenen, sürekli şikayet eden bir insan olduğu için, bana söylendiğinde vs kimsenin aramıza girmesini istemiyordum ve bunu onlara da defalarca, uzun uzun açıklayarak anlatmıştım. Buna rağmen ona bağırdıklarında ise araya girip "benim yüzümden ona bir şey söylemeye hakkın yok" diye söylenip, onları engelliyordum. İşte rahatsızlıkları da bu yüzdendi.

Onlar rahatsız olduklarını söyledikten sonra, sazı 2numaralı abim tekrar eline alıp;
-işte herkesi rahatsız ediyorsun, istenmiyorsun. zaten kimse seni buraya getirmedi kendin geldin, zorla da burda tutulmuyorsun" dedi.
3numaralıabim'de salonda bu söylenenleri dinlerken, benimle beraber ezildiğini, paramparça olduğunu sessizliğinden anladım ve bu yüzden kavga etmek yerine;
-tamam. anladım" dedim.

Eğer evde ablamlar ve annemler tarafından da istenmiyorsam neden burda kalacaktım ki?
Devam etmekte olan "git, rahatsız ediyorsun bizi" deyişlerine karşılık "tamam" dışında bir şey söylemeye, cevap vermeye gerek yoktu. "Tamam, tamam" deyip durdum ve sonra kalkıp balkona gidip biraz ağladıktan sonra, 3numaralı abim geldi, onunla şu an hatırlamadığım şeyler konuştuk ve sonrasında dışarı çıktım.

Dışarda gezinirken "başka ev tutup, burada ailesiz yaşamaya devam etmek" fikrine kapıldım ve bir kaç ev baktım. Sonra aklıma doğup büyüdüğüm gecekondu gelince, o mahalleye gidip eve baktım. Çok kötü bi ev değildi, temizlenip bi kaç parça eşya alınırsa ölmeden yaşanabilirdi. niye olmasındı ki? sonuçta burda doğmamış mıydım.
Hem ailem beni her yerden kovsa bile burdan kovamazlardı, çünkü burası babamdan kalmaydı ve hatta adam 16 yıl önce ölmüş olsa bile, elektrik faturası hâlâ onun üzerineydi.
Komşumuz olan Naftalin Abla'dan evin anahtarını istemek için onların balkonuna gittim ve o da çay içmem için içeri oturmamı söyledi. Annemden bir kaç yaş genç olan bu yaşlı kadın, evin anahtarını neden istediğimi sorduğunda "burda oturucam" dedim ve o;
-niye annenlerle kalmıyorsun
-onlar beni istemiyorlar
-istemediklerini onlar mı söyledi" diye sorduğunda, ağlamaya başladım ve o da, bam telime bastığını anlamış oldu. Bende hem ağlayarak, hem anlatarak son gelişmeleri anlatmaya başladım. Kadın renkten renge girerken, aynı zamanda eski olaylar hakkında da soru sormaya başladı ve ben eski defterleri de önüne açıp, olanları açıkça dillendirdim.

Konuştukça anladımki, yıllardır sessizce ortadan kaybolmalarım, sessizce gelip gitmelerim işe yaramış ve herkes, ailemin içinde olan bitenden habersiz bi şekilde, benim kendi keyfimden dolayı onlardan uzak yaşadığımı kabullenmiş. Evden kovulmamdan habersiz olan onlara göre, meğer ben haylazın tekiydim ve işte bu yüzden İstanbul'da yaşıyordum. Karımı da ben eden kovmuştum ve ailemle de durduk yere irtibatı kesmiştim falan.

Naftalin Abla'ya yaşadıklarımı anlattıkça, dizini dövüyordu ve olayları hiç böyle bilmediğini, hatta kimsenin böyle bilmediğini söylüyordu.
Ona abimin, karımı sikmek istediğini söylediğimde ise çığlık attı. İlk önce inanmadı ama ben olayın öncesi ve sonrasını tüm detaylarıyla hem ağlayıp, hem anlatınca inandı ve "sen üzülme. allah büyüktür. hepsinin hakkında gelir" dedi. 
Karımla olan ayrılma konusunun öncesini anlatınca ise dondu kaldı. Çünkü herkes, meğer karıyı benim kovduğumu sanıyormuş, onun defalarca beni terk etmesine rağmen, benim yinede onunla bi ortak nokta bulup İstanbul'a geri döndüğümüzden kimsenin haberi yokmuş. Zaten kimsenin haberinin olmasına da gerek yokmuş, ama meğer benim karı ve ailesi olayları başka anlattığından, artık birilerinin haberinin olmasının zamanı geldiğine ikna olup, diğer detayları da anlattıkça anlattım.
Kadın saatlerce beni dinledi, ben ağlarken anlattıklarımla o inledi.

"Abim ve ablamların benden rahatsızlık duydukları için evden gitmemi istemeleri konusunda annemden destek almamı" söylediğinde, ona "anneme söyledim. zaten o da yanımızdaydı ve tüm konuşmalara kendisi de şahit oldu. hatta ona "bak gördün, kimse beni istemiyor" dedim, bana "siz türkçe konuştunuz, ben hiçbir şey anlamadımki" dediğini" Naftalin Abla'ya söylediğimde, karşılık olarak bana "evet, annen biraz işine geldiği gibi davranan biridir. her zaman olaylardan kendini uzak tutar, her şey olup bittikten sonra da yeni haberi oluyormuş gibi davranır" dedi. Naftalin Abla'nın bu cümlesiyle içime bir rahatlık geldi, bi ferahlama hisssettim..
Çünkü annem gerçekten öyleydi ve ben onun bu her şeyden uzak durma davranışlarına art niyetli bir anlam yüklemektense, yıllardır annemin kötü biri olduğunu değil, cahil biri olduğunu kendime söyleyip sakinleşiyordum. Oysa herkes açıkça biliyormuş, annem ahlaksız biriydi. Annem, güçlünün yanında yer almaktan asla çekinmeyen ve bunu da hiçbir saklamayan bir ahlaksızdı.
Bense onun ahlaksızlığını kabullenmemek için, görmezlikten gelmek için hep kaçmıştım, kaçmaya devam etmiştim. Şimdi 78 yaşında olan bu kadın, hayatı boyunca ahlaksızca yaşamıştı ve bunu benim dışımda herkes çok net olarak zaten biliyormuş...

Naftalin Abla, bu eski evimizde yaşayamayacağımı, çünkü kışın havanın çok soğuk olduğunu, evin pis olduğunu, sobalı bir evde yaşamanın zor olduğunu ve zaten bu şartlar dışında benim hasta olduğum için kendime yetecek bir durumda olmadığımı söyleyip, beni eve yerleşmemem konusunda ikna etmeye çalışırken, ona "gidecek başka yerim yok. mecburen buraya yerleşeceğim. idare ederim. zaten evden kovulduğumda sokaklarda da yaşadım. bu ev, sokaklarda yaşamaktan daha iyi" dedim ve o ikna olup sustu.

Bi ara ağzını açtığında "bu malı mülkü siz hepiniz beraber çalışarak yaptınız. seninde o malda hakkın var." dedi. Bende ona zaten bu para-çalışma muhabbetlerini yaptığımı ve hepsinin bana o günden sonra daha sert tavır aldıklarını, daha kötü davrandıklarını söyledim.
-Peki ne diyorlar, vermeyecekler mi?
-Yok
-Niye
-Bana "sen gittin gezdin tozdun, şimdi bizden bir şey istemeye hakkın yok" diyorlar
-Gitsende, burda o kadar çalıştın. Valla senin de hakkın var
-Söyledim. Söylediğim günden bu yana annem bile benle artık oturmuyor
-valla sana yazık. sen boş ver olanları, git söyle sana da bi ev versinler. abinlerin 5-10 tane evi var zaten. ne yapacaklar bunları
-defalarca söyledim, baktılar olacağı yok işte ablamlar bile kovdular. bende o yüzden bu eve yerleşeceğim. en azından kimse babamın evinden beni kovamaz. 
-allah insanı merhametsiz etmesin
-amin abla.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.