-->

13 Ocak 2022

Kaynağa geri dönüş veya geçmişi bugün konuşmak


 Geçenlerde başka bir şehirde yaşayan 1numaralı abim, çok çok uzak akrabalardan birinin taziyesine sırf sosyalleşmek amacıyla yaşadığımız şehre geldiğinde, mecburen sevgisiz annemizi de görmek için eve teşrif etti ve ben bi ara evdeki herkesin mutfakta olduğunu farkedince, onu oturmakta olduğu odada yalnız kaldığını anladığım gibi odasına koşup arkamdan da kapıyı yavaşça kapayıp "biraz konuşalım" dedim ve bi yandan da televizyonun fişini çekip diğer kanepeye, kendimden emin bi şekilde oturarak açtım ağzımı.

Ağzımı açma nedenim, tabiki çocukluğumdan ilk gençlik dönemime kadarki hayatımı onun yanında bi çocuk olarak yaşarken, onun bu süreçte bana ettiği hakaretler, attığı keyfi dayaklar, gücün kendisinde olduğunu göstermek için eksik bırakmadığı aşağılamaları ve diğer baskılarıydı.
Zaten şimdi onu bu kadar yalnız yakaladığım fırsatı da değerlendirmeyip, kafamda sürekli dönüp duran geçmişi önüne atmayacak ve geçmişe ait bir kaç şeyi de olsa, açıkça önüne sermeyip gözlerinin içine bakarak "neden bana kötü davrandın, neden kötülük yaptın" diye yüzüne bakarak sorularımı sormazsam, bundan sonra da o geçip gitmişlerle tek başıma ne yapacaktım ki?
Tüm o olup bitmişlerin içimde birikmişlerini herkesten habersiz bi şekilde yıllarca içimde tutabildiğim kadar tutmuştum. İşte bu yüzden şimdi tam sırası gelmişti; artık içimdekileri dışarı atmak ve benden çıkmalarını sağlamalıydım.
Üstelik burada bloga yazdığım gibi değil, sorularımı ve sorunlarımdan bazılarını daha kanlı canlı bir şekilde ve üstelik tek muhatabına, hakkımla haklı bi şekilde yönelterek içimi boşaltmalıydım...

Şimdi kendimi zor bela topladığım ve 37 yaşımda olmama rağmen içimden de "eğer her şeye rağmen işler çocukluğumdaki gibi ters giderse, hemen o anda hastalığımın arkasına saklanırım" diye düşünerek planımı hemen anında gerçekleştirmeye karar verip, bu işe koyulmuş ve işte çok olan, ama hepte başımı belaya sokan cüssem kadar cesaretimle, bugün yaşadığım içsel sıkıntılarımdan bazılarının temelini çocukluğumda atmış bu adamla yüzleşmek için odaya kapanmıştım.

Fırsat bu fırsattı ve eğer az önce aklıma gelen bu dahiyane "zaten herkes hasta olduğumu söyleyip bu yüzden de tüm yaptıklarımı, konuştuklarımı, hareketlerimi ve nefes alış veriş şeklimi bile hasta olmama bağlayıp hiçbir şeyimi mantıklı bulmuyorlarken, bulmayacaklarken" neden bir seferliğine de olsa ben kendi hastalığımın arkasına saklanarak onu kendim kullanmayacaktım ki?

Madem hastaydım ve herkes bana hasta olduğum için kendilerine karşı gardımı düşük tutup onlara boyun eğmemi, baş kaldırma-ma mı söyleyerek, benim yaşamakta olduğum hastalığımı bile bana karşı kullanırlarken, bi defacık da olsa neden ben kullanmayayım ki?

Bence hastalığıma sahip çıkmalı ve sömürülecekse de onu en güzel şekilde ben sömürmeliydim.
Yani tamam belki hastalığı kullanarak insanları sömürmeyi çirkin buluyordum ama kendi hastalığımı da ben sömürmeyecek ve başkasına, beni aşağılaması için hastalığımı sömürteceksem bu saatten sonra benden ne bok olurdu ki?
Belki bu davranışı çirkin bulduğum için yolun yarısında, işin ortasında tökezleyecektim ama en azından denemekten geri kalmamalı, mutlaka ama mutlaka denemeliydim ve işte bu yüzden yola çıkmıştım. Bakalım hasta biri, kendi hastalığının nimetinden faydalanabiliyor muydu?

Evet çok da uzatmadan ve konu üzerine 3 saniyeden fazla düşünmeden alelacele hemen harekete geçip, elime geçirdiğim bu fırsatı acilen değerlendirmeli ve hazır herkes beni şimdilerde hasta ve hastalığından dolayı da akli melekeleri gidip gelen biri olarak görmeye başlamışken ve bunu da yüzüme yüzüme hiç utanmadan söyleyip durarak baskı kurmaya, beni kontrol etmeye ve kendimden şüpheye düşürmeye çalışarak baskı kontrolümü iyice ellerine almaya çalışıyorlarken, bende onları haklı çıkarıp, hastalığımı onlara karşı bir koz olarak kullanmalıydım.
İşte tam da bu düşünceden cesaret alarak, şimdi tam zamanında 1numarayı odaya kapatıp ona diklenmeyi deneyebilir ve ortak geçmişimizdeki kötü anların hesabını rahatlıkla ve sesim hiç titremeden sorabilirdim.

Evet, bu düşünceler arasında odaya girmiştim ve odada ikimiz yalnız vardık. Kapıyı kapatttıktan hemen sonra, kendime bile zaman vermeden, yani hiç düşünmeden ağzımı açmıştım.
Nitekim onu yalnız yakalamış olmanın verdiği acelecilikle ve yükselen adrenalinin etkisiyle bir kaç şey söylemeye başlamıştımki, ona göre iyice bayatlamış olan bu çok çok çok eski konular onun işine gelmediği için, hemen bana karşılık olarak boş muhabbetlere girmeye, eften püften şeylere değinerek benim ona göre ef püf olan konulardaki yanlışlıklarımı dile getirmeye ve böylece; üzerimde baskınlık kurarak beni sindirmeye, eğer sindiremezse de beni sinirlendirerek bağırıp çağırmamı sağlamaya ve bu sayede de benim hasta olduğum için işte böyle tepkiler verdiğimi ve zaten hastalığımdan dolayı da iyice dengesizleştiğimi ve aslında her zaman için "böyle biri olduğum" gibi cümleler ekleyeceği uzun bir söylev çekmek için yol yapmaya çalıştığını anladığımda, onu dinlemeyi bırakıp konuşmasını keserek;

-"ya boş boş muhabbetler açıp, alakasız şeyler üzerinden bana yüklenip haklıymışsın numarası çekme bana. senin ne bok olduğunu ben biliyorum, bana karşı ne boklar yediğini de sen çok iyi biliyorsun. şimdi kes alavere dalavereyi de, doğru düzgün muhabbeti başlat. öyle sanki günahsızmışsın gibi davranmayı da bırak. bana bu numaralar sökmez. böyle karşılıklı yalnızken düzgün düzgün insan gibi konuşacaz" deyip onu, 53 yıl önce çıktığında henüz taze olan, ama şimdi araya 53 yıl ve 7 çocuk daha girmiş olduğu için iyice bayatlamış olan anamın simsiyah ammına tekrar sokuverdim. 

Benden böyle bir tepki ve kendinden emin bi şekilde sert bi karşı çıkış beklemediği için anında yüzünün rengi değişti, kalın alt dudağını dişlerinin arasına çekip biraz sıkarak "sinirlendim" numarası çekti. Fakat hasta olan bendim ve haklı olarak bunu sömürecek tek kişi de ben olduğum için gözlerine dik dik bakmaya devam ettim. Fakat ondan ses seda çıkmadı ve donmuşcasına bana bakmaya devam etti. Ne diyeceğini, lafa nasıl başlayacağını, hangi cümle ile neyi ifade edebileceğini iyice şaşırmıştı.
Bakışlarından söze başlamayacağını ve hatta konuyu kapatmak için bu şaşkınlığı fırsat kolladığını anladığımda, madem başladık devam edelim dercesine "koca adamsın. yediğin boku biliyorsun. şimdi o yüzden hiçte öyle oraya buraya kaçmaya çalışma, benle düzgün bi şekilde konuşacaksın" diye bi cümle daha kurdum ve o ne diyeceğini iyice bilememenin verdiği tepkisiz şaşkınlıkla bi kaç "ık mık" sesi çıkardı, sonrasındaysa benim, eskisi gibi "höst" denilince hemen pısıracak, karşımdaki saçmalayınca konuyu uzatmamak için onu alttan alıp konuyu da kapatacak ve karşımdakinin yaşı benden büyük diye susup el pençe hazır ola geçecek biri olmaktan çıktığımı anladı.
Yüzünde beliren bu net ifadeden sonra da kendini topladı ve daha yumuşak bi ses tonu ve acizleşen mimiklerle konuşmaya başladı.

Yer yer yediği bokları kabul etmesede, açıkça "evet bok yedim" demesede, ses tonundan ve vücut dilinden, bana karşı yediği bokların hesabını sormakta ısrarcı olduğumu iyice anladığını ve hatta benden biraz tırstığını söyleyebilirim.
Bunları anlayıp, kendi kendime cesaretlenince ses tonumda daha kararlı bir tonlama yarattım ve mimiklerimi de gevşetmek yerine daha kararlı tutmaya özen göstererek direkt olarak gözlerinin içine içine bakarak konuşmaya devam ettim "ister yalanla, ister doğrula. ne dersen de, ama artık her şeyi hatırlıyorum. unuttuğum şeyler yavaş yavaş aklıma gelmeye başladı. beni öldürüp gömmekle tehdit etmelerin falan dahil hepsini hatırlıyorum" diye devam edip yürüdüm.
İçimde birikenleri suratına demir gibi cümlelerle tek tek döktüğüm ve karşı çıktığı ilk anlarda da sürekli "ya ne bok yediğini çok iyi biliyorsun, şimdi bana bir şey yapmamış gibi boş boş konuşma" diyerek sözünü kestiğim için gittikçe rahatlıyordum da. 

Konuşmamız biraz daha ilerlemiştiki, ablamlar benim ortalıkta görünmediğimi fark ettikleri için odaya hücum eder gibi geliverdiler ve ben bu sırada abime dönmüş, hafif hesap sorar, hafif alınmış ve geçmişte kendisi tarafından fazlasıyla hakarete uğramış olduğumu belli ettiğim ezik ses tonumu takınarak;
-"ya ben o zamanlar el kadar küçücük bi çocuktum, sen insan yerine koymadan günde 2 sefer dövüyordun beni. karınla senin yanındaydım, ama bi güne bi gün beni sevmediniz, demediniz "bu da insan şunun başını okşayalım" tüm imansızlığınızla, hiç acımadan yıllarca yüklendikçe yüklendiniz bana. 
Ulan çocuklarını severken şakacıktan attığın tokatlarda elin biraz hızlı değdi diye saatlerce ağlayan çocuklarına, gözlerimin önünde akşama kadar sarılıp "özür dilerim" diyordun. beni ise gerçekten dövmene rağmen bi güne bi gün, kalkıp beni sevindirecek bi şey demedin. ama her şeye rağmen geçti gitti o günler ve o yüzden şimdi benden özür dileyecek, helallik isteyeceksin" cümlelerini kurdum.

Geçmişte uğradığım haksızlıklara karşılık olarak şimdi benden "helallik istenmesi" ve "özür dilenmesi" gerektiği cümlelerini tamamen bilinçli olarak ve çok zekice bi şekilde konuşmanın artık daha fazla uzamaması ve ablam denilen şahitlerin de kendiliğinden ortaya çıkmaları yüzünden çok yeri ve tam zamanında, uygun ve sakin bir şekilde kurmuştum.
Çünkü böylece amacımın kavga etmek, hır-gür çıkarmak olmadığını, olmuş olanları geçmişte bırakabileceğimizi ama bunun için karşımdakinin "yediği boku" kabullenip benden özür dileyerek ve helallik isteyerek kendini temize çıkarabileceğini ve bununda sadece onun elinde olduğunu ve eğer isterse her şeyi temize çekebileceğini göstermiştim.

Zaten cümlelerimi tamamladığımda, amacımın kavga çıkarmak olmadığını anlayan abim yenildiğini, onu oyuna getirdiğimi kavramış olarak ama şahitler yüzünden de bir şey diyemeceğinin farkındalığıyla büyük bir kızgınlığa teslim olmuş haldeki dalga geçen ses tonuyla
-"hah tamam özür dilerim, tamam tamam. oldu mu?" demekten kendini alamadı ve ben bu fırsatı da değerlendirmekten geri kalmamaya karar verip;
-"böyle dalga geçerek ve sırf ben söyledim diye değil. Gidip, zamanında bana karşı ne bok yediğin üzerine iyice düşüneceksin ve beni de insan yerine koymuş olarak nasıl özür dileyeceğini kendi içinde iyice kararlaştırıp öyle özür dileyeceksin. bende ondan sonra özrünü kabul edip etmeyeceğimi düşüneceğim. ayrıca özürle de bitmeyecek, bunun dışında benden tüm samimiyetinle, gerçek anlamda helallik de isteyeceksin" diye net ve kararlı bir ses tonuyla karşılık verdim.

Böyle kendimce ona mantıklı bi şekilde çıkışmışken, ablamlar ise bu cümlelerimiz karşısında biraz şaşkın haldeydiler ve onun tarafını tuttuklarını belli ederek, tüm eziklikleriyle arada bir bi kaç anlaşılmaz kelime edip, konuşmamızı bitirmeye çalışıyorlardı. Bende bunun üstüne
-"ya sizi ilgilendiren bir şey yok. bi susun, biz kendi aramızda konuşamayacak mıyız?" deyip abimin yanında, kesin bi şekilde onlara da yüklenince, abim de bana hak verdiğini belli edip ikimizin arasındaki gerilimi düşürmek adına olsa gerek onlara dönüp;
-"yavvv siz bi susun. konuşuyoruz şurda. siz araya girmeden konuşamayacağmıyız" diye başladığı cümlesini, fırsatını yakalamışcasına uzun uzun süsleyerek onlara yüklenmeye devam etti.

Şimdi hatırlamadığım önemsiz bir kaç cümle daha edildikten sonra ablamlar susmaya karar verdiler ve ben, abimin onlara yüklenmesinin amacının aslında kafamı karıştırmak olduğunu ve aynı zamanda herkese eşit davrandığını göstermek adına show yaptığını anlayıp içten içe sinirlendiğimi fark ettiğimde, yine içimden "allah'ım sana şükürler olsun. şimdiye kadar iyi geldim. ne olur şu andan sonra kızıp kendimi haksız duruma düşürecek harekette bulunmayayım. haklıyken, kendimi haksız duruma düşürmeyeyim" diye yalvarmaya başladım. Abim ise o arada benim gizli dualarımın yarattığı sessizliği fırsat bilmiş konuşmaya devam ediyordu ve
-"beni hiç sevmediniz diyorsun. ben senin baban mıyım ki seni seveyim" cümlesini sarf ediverdi.
O böyle söyleyince, dua etmeyi bırakıp kendime gelerek onun tarafına doğru tam olarak döndüm ve bir şey söylemek için ağzımı açtığım sırada gözlerim doldu.
Ben ağlayışıma mani olmaya çalışırken bi yandan da; 
-"madem beni hiç sevmeyecektiniz (karısı ve kendisinden bahsediyordum), bana kendi çocuklarınıza davrandığınız gibi davranmayacaktınız, o zaman ne diye alıp götürdün beni? ne diye bunlardan (ablamları göstererek anne-babamın olduğu aile ortamından) uzak büyüttünüz?" cümlesini tamamladım. 

Cümlemi tamamladığımda, sesim iyice mum ışığı titrekliğindeydi ve bu yüzden içimden "ortam iyice gizli bi yumuşaklığa kavuştu" diye düşünmeden edemedim. Ama abim yumuşaklığı iplemedi ve "baban seni getirdi verdi. al seninle çalışsın. beraber çalışın" cümlesiyle hemen ortamı kupkuru ediverdi.
Bense onun bu cümlesine karşılık hemen "gözümün içine baka baka yalan söylüyorsun. babam beni sana getirmedi. sen bi Cumartesi günü geldin hiçbir şey demeden beni aldın arabayla götürdün ve ben ne olduğunu da anlamadım. hatta şehirlerarası yolda olduğumuzu anladığımda da evden uzaklaştık diye düşünmüştüm ve hatta senin yaşadığın şehrin sınırını, arabanın camından gördüğümde beni evden ayırdığını anladım. o anda sanki herkes beni terketmiş gibi hissetmiştim ama kime ne diyeceğimi, nasıl diyeceğimi bilmiyordum. hatta  o günden sonra 1 hafta boyunca da konuşamadım ama zaten sizin umurunuzda da değildi" diye sinirli bi şekilde cevabı dank diye ortaya bıraktım.

Bu sırada ablamların yüzü renksiz, donuk bi şekildeydi ve az önce, ikimizden de fırça yedikleri için hiçbir şey diyemiyor, korkudan kimin tarafını tutacaklarını da şaşırmış halde put gibi bizi dinleyerek oturmaya devam ediyorlardı.
Bense, elime geçen fırsatın her zerresini biraz duygusal konular, biraz edilen hakaretlerin dile getirilmesi olarak değerlendirme çabalarımın meyvesini vermiş gibi bir hava sezinlediğim ilk anda gözlerimin doluluğunu daha fazla önleyemedim ve o sırada bi kaç önemsiz damla, güçsüzlüğümü fırsat bilerek gözlerimden dışarı atlayıverdiler. 

Göz yaşlarım, yanaklarımdan yavaşça inip bi kaç haftadır uzattığım sakallarımın arasına doğru yol almaya devam ederken, ben de abimin kuru toprağa dönüşmüş yüreğini, kontrolüm dışında akan bu göz yaşlarımla biraz olsun nemlendirdiğimi düşünüp "ne olduysa oldu bitti ama yine de benden helallik alman lazım" demenin tam sırası geldi ve bende cümlemi onun yüreğinin ortasına koca bi çadır gibi tekrar kuruverdim. Fakat o hiç iplemedi ve hatta "helallik melallik istemiyorum. istenecek bir şey de yok" deyip, şu an hatırlamadığım ve önemsemediğim şeyler üzerinden konuşmasını da devam ettirerek kalabalığını sürdürdü.
Lakin tüm bunlar önemli değildi. O istediği kadar konuşsun, istediği kadar kalabalık yapsındı. Sonuçta ben, on yıllardır hiç olmamış gibi davranılan şeyleri muhatabının yüzüne karşı dile getirmiş, yalakalarının şahitliğinde her şeyi açıkça söyleyebilmiştim ve işte bu yüzden içime büyük bi huzur çökmüştü.

Devamı gelebilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.