-->

22 Ocak 2024

insan ALLAH ve genc ergen ibne BEN

Yazının BAŞI için şuna TIKLA https://hayaterkegi.blogspot.com/2024/01/kitapsz.html

 ...Şimdi “YAZ” emri verilmiş bi daktilo gibi rahat rahat yazıyorum ama açıkçası böyle şeyler diyemediğimi de zamanla anladım. Oysa diyebilmeliydim ya neyse, şimdi zaten iş işten çoktaaan geçti gitti. Fakat şunu bilsinlerki o piçlere de çok kızgın değilim çünkü abimin boyunun 193cm, kilosunun 112 ve bu ölçülerden anlaşıldığı kadarıyla elleri de fırıncı küreğinden hallice olduğundan haberleri yoktu ve bu yüzden tekrar etmeliyimki; ben o zamanlar gerçekten günü dayaksız geçirmek dışında başka bi derdim olmadan yaşardım.
Hem zaten küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk olan ergen beni, abim ve yengem besledikleri için onlara karşı gelebileceğim bi şey de yapamazdım. Bana ekmek veren onlardı ve bunu her fırsatta yüzüme ŞAK diye vurarak, kenarlarına oturduğumuz sofra bezinden daha değersizleştirilmiş kişiliğimle “yat deyince yatan, kalk denilince kalkan bi şey”e dönüştürülüp kalmıştım. Oysa sadece yaşı küçük bi insandım ve bunun da hiç farkında değildim amınakoyim yaa.

Abim beni olmadık anlarda kılıfına uydurarak kendine göre uygun ve güzelce uydurduğu basit bahanelerden yola çıkarak azarlayarak iyice ezdiğinde, yetmediği zaman ise dövdüğünde, onca insanın uğradığım bu haksızlığın körünü oynadığını bilmeden allah'tan başka kimsem olmadığını kabullenmiş ve allah'ın insan olmadığı için yapabileceği bir şeyin olmadığını fark edip susmaya karar vermiştim. Dövdüğü zamanki ağlamalarımın nedeni yanağıma nakşettiği fırıncı küreğinden ibaret kızgın ellerinden çıkan tokatların yarattığı acı değil, her an tokat yemeye hazır ve nazır olan o küçücük yanaklarımın sahibi olan kendimin çaresizliğineydi. Ben “dayak yemeye, her an hazır olmam gerektiği” kabul ettirilmiş halde yıllarca yaşarken, çevremizdeki herkes de bunu biliyordu.
Yaşadığım kötülüğün doğallaşmış olması bana hiç tuhaf gelmedi. Ama büyüdükçe anladımki; kötülüğe maruz kalıyor olduğumun herkes farkındaydı. Bundan dolayı da sanırım o çocuk zamanlardaki bana bunun gizli olmadan yaşatılıyor olması bu kötülüğün ayan beyan olması, o çocuk zamanlardaki bana da bunun kötülük olarak algılayamıyor olmama neden olmuştu ve ben yediğim her dayakta, oturduğum sofrada söylenen her “çok yedin” cümlesinden hiç kırılmadım.
Sadece yanlış yaptığım için dayak ve sofradaki tabaklardan çok atıştırdığım için azar yemeyi hak ettim diye düşündüm, bu yüzden de azarlanmayı ve dayak yemeyi hep normal gördüm.
Bana özel olarak şekillendirilerek normalleştirilmiş bu kötülüğün, kötülük olduğunun farkına varıncaya kadar da ben ailem için; nefes alıp veren, aldığı komutlar doğrultusunda hareket edebilen basit bi eşya gibi muamele görmekten geri kalmadım, geri bırakmadılar beni. 18’ime kadar dayak yemekten geri kalmayacak şekilde yaşarken ve artık bi gün kendi kendimi gaza getirmemin sonucunda ortaya çıkan cahil cesaretimden aldığım güçle uzaklarına kaçıp gitmemden sonraki o uzun yalnız yıllar boyunca da kendimi herkes için nefes alabilen bi eşya olmanın ötesinde göremedim.
Evet ben; sokaklarda gezip tozarken, aç kalmamak için hırsızlık yapmamak uğruna herhangi bir işe çoktan razı olmuş halde yaşarken bi eşya olmanın bi tık üstüne çıkmıştım ama içime, kemiklerime, ruhuma işlenen koddan tam olarak kurtulamadım. O kod öyle serttiki, onu kırmak için çok çekmem ve kendimi çok ezdirmem gerekecekti ve bende hiç kimsenin bana acımaması gibi kendime hiç acımadan çektirmeye başladım. Benden istenen buydu ve bende onların bana acımaması gibi, kendime hiç acımadan öyle davrandım.
O zamanlar çocukluğumdan bu yana aşılanan Aptal Allah inancınında henüz yeni yeni farkına varmış ve Aptal Allah inancını kendimce yıkmam gerektiği düşünceleri filizlenmeye başlamıştı ve bende gizli gizli bu duvarın oyuğunu bulmaya çalışıyordum. Allah, ailem ve tüm o yaşayıp doğduğum coğrafyanın geneli için kandırılması kolay bir şeyden başkası değildi. Allah, hemen dolandırılabilir ve koyduğu kuralların etrafında dört dönerek kandırılması için ne kadar zeki olduğumuzu kendisine ispat edeceğimiz bir şeydi. allah insan değildi ve bu yüzden kandırılması kolay bir olguydu. ideaydı.

Tabii o yeni ergenlik yaşlarımda, aslında öğretilenin dışında bi Allah olduğunu da yeni yeni anlamaya başlamıştım. Çünkü öncesinde çok detaylandırmadan ve alelacele geçiştirilerek üstünkörü bi şekilde hiç bilmediğim bi dilde varlığından bahsetmişlerdi falan. Sonrada bitmez bi şekilde Allah’ın gönderdiğini söyledikleri din olan İslam’dan bahsedip durdular ama bedenimle beraber sikimde büyüdükçe, anlattıklarının aslında İslamiyetle uzaktan yakından hiç alakası olmayan bir sürü saçma sapan şeyi daima tekrar edip durarak beni de kendileri gibi gem vurulmuş bi eşşeğe dönüştürme çabasının ürünleri olduğunu anladım. Anlayıncaya kadarsa,  Allah’ın gönderdiğini söyledikleri o saçmalıkların çoğuna inanarak acı çekmekten geri kalmadım. Yani allah belamı verecekti veya işte her an vermek üzereydi falan gibi.

Bana öğretilen korkunç Allah dışındaki arayışım nasıl başladı, nasıl buldum hatırlamıyorum. Ama o ilk dönemlerimde tanıştırıldığım Allah’ın, durmadan herkese nefret kusan bir insan düşmanı olduğunu çok iyi anımsıyorum. Resmen allah bize, tüm insanlığa düşmandı ve biz ona barış imzalatmak uğruna öğrene geldiğimizi tüm numaralarımızı göstermekten, onu kandırmak için her oyunu oynamaktan geri kalmıyor gibiydik.
bu yüzden olsa gerek, bende herkes gibi Allah’la sürekli pazarlığa oturan ve onu kızdırmadan anlamaya çalışan fakat herkesin aksine küçük bi ibneydim. Kim bilir, belki de Allah beni, etraftaki yavşakların ağızlarını yayarak bana sarkmaları esnasında söyledikleri top olduğum için böyle çaresiz bırakmıştı. Zaten o yaşlarda osbir çekmeyi bile yeni öğrenmiştim ve bir şeyin doğru nedenini ben kendi başıma nerden bilebilirdimki? Çünkü herkesin ağlatıncaya kadar tekrar tekrar dediğine göre ben, yeni yetme değişik bi topun tekiydim.

devamını okumak için tıkla: https://hayaterkegi.blogspot.com/2024/01/birbirinin-etini-yemeyi-seven-erkekler.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.