12 temmuz 2020 saat: 22:47
oldum olası, parçalanmış kalabalık aileler, birbirinden farklı yerlere dağılmış ve buna "gurbette olmak" adını veren insanlar üzerine, yeni bir düzen kurmak için doğdukları evden çok uzaklarda yaşayan ve bu yüzden farkında olmadan artık oralı olmuş olarak başka hayatlar kuran insanlar üzerine düşünmüş, yaşamlarını, hareketlerini, konuşmalarını çok ilginç bulmuşumdur. onları bu kararları almaya iten şeylerin ne olduğunu, neden herkese sırtını döndüklerini, anne ve babasız ve hatta onları ailesiz yaşamaya iten şeyleri vs vs merak etmiş, bunun bi gizi varsa öğrenmeye çalışmışımdır.
bugün yine gurbette olmak ve parçalanıp dağılmış, hayat telaşı içerisinde birbirinden uzaklara düşmüş aile bireyleri, uzak yakın akrabalar, tanıdıklar üzerine düşünürken fark ettim; doğup büyüdüğüm çevre hep bu insanlardan ibaret. hepsi bi yerlere dağılmışlar. hepsi birbirinden yüzlerce kilometre uzaklarda bi yerlerde ekmeğini kazanmaya çalışıyorlar.
beraber top koşturduğum Faruk, sobe oynadığımız Leyla, kardeşi Fatih, çocukluk arkadaşım Remzi(ki kendisi daha 18 yaşında Zeytinburnu'nun bitirim delikanlısı olmuştu da, artık esrardan dökülen dişleri, solan benziyle tam bi hayalete dönüşmüştü de, çok şükür bi kaç yıl önce tanıştığı genç bi kadın, onu çekip çevirmeye ve en sonunda evlendiklerinde de alıp memleketine dönerek kendi ailesine katarak insan etmeyi başardı. yoksa çocukluk arkadaşım Remzi, belki çoktan ölmüş, ben de şimdi bir fatiha ile geçiştirmiştim bile), alt komşumuz Kadir, aynı sınıfta okuduğumuz M, şimdi memur olan C vs vs vs herkes bi yerlere dağıldı, bir yerlerde yaşadı, sonra bi şekilde bir şeyler oldu doydukları yeri bırakıp doğdukları yere döndüler, yapamayınca yine çekip gittiler. Bazılarının artık gidecek yeri de yoktu, geldikleri yeri tamamen silip öylece kaldılar.
Tüm bunlar üzerine düşününce gördümki aslında bende onlardan biriyim. Kopup gelmişim, kopup gitmişim. bi yerlerde var olmaya, kendimi var etmeye çalışıyorum ve sanki onların mücadelesinden farklıymış gibi düşünerek yaşıyor yaşıyor ve böyle yaşadıkça, böyle düşündükçe kendimi ulvi bir yaşam sürüyormuş gibi düşünerek, onları parçalanmış, kendimi ise gayet beton gibi sağlam görerek yaşamaya devam etmişim. Meğer farklı değilmişim. Parçalanmış, terkedilmiş, terk ettirilmiş biriyim bende. Kibrimden, gururumdan olsa gerek kendim için hiçbir zaman böyle düşünmemiştim. Aklıma gelmemişti. ama doğrusu bu.
bu konu bi kaç aydır bi yerlerdeki basit çağrışımlar sonrasında kafamın içinde dönmeye başlıyor ve sonra kendimimi bu tür hayatları olan insanlar üzerine düşünürken buluyordum. oysa bende onlardan biriydim ama nedense kendimi hiç öyle hissetmiyordum. sanki onlar aşağıdalardı, onlar benden bi tık daha alttaydılar ve hafif üstten bi tavırla onları anlama çabası içine girerek düşünmeye devam ediyordum.
kendime dönüp bakamıyor muydum, bakmıyor muydum, bakmak mı istemiyordum sorun neydi bilmiyorum ama aslında onlardan farklı olmamama rağmen, sanki dağılan, kalabalıkta eriyip giden sadece onlarmış gibi görüyor, bunu bir tek onlara yakıştırarak hafif hayıflanarak düşünüp sonra unutuyordum.
böyle böyle düşünürken işte bi şekilde olayı kendime bağlayabildim ve gördümki aslında eriyip gidenlerden biri de benim.
güçsüz ince dalıyla tutunduğu ağacın gövdesinden, şiir gibi esen hafif bir rüzgârın ilk etkisiyle anında onu dünyaya getiren gövdeden kopup çooooook uzaklara savrulan ve bu savruluşunu da "yaşam mücadelesi" adıyla süsleyip, ait olabileceği, ait hissedebileceği ama asla bunları hissedemeyeceği bi yer ararken sahipsiz bir yaşam sürmeye alışmış zavallı bi yapraktım.
oysa kendim için hiç böyle düşünmemiş, hep başkalarının savrulduğunu düşünerek yaşamıştım. hep başka aileler parçalanmıştı, hep başkalarıydı yok olup giden, eriyip giden vs vs.
işte şimdi anladım. bende başkasıydım ve belki de bu başkalığı fark etmiş olduğum içindirki, bazen gün içinde hüzünlenip bi anda ağlamaya başlamam.
oysa ağlayacak hiçbir şeyim de yoktu ve neden durup dururken ağladığımı, ağlamak istediğimi düşünürdüm.
şimdi anladım neden ağladığımı. çünkü derinlerimde bi yerde gömdüğüm sahipsiz bedenim var. sahipsizliğe itilmiş, sahipsiz ilan ettirilmiş bi bedenim var. bunun farkında değildim. bunun bilincinde değildim.
belki de aslında içten içe farkındaydım ama üzerime toprak atmaktan başka yapacak bir şeyim olmadığı için her boş kaldığımda kendimi meşgul ve ayakta tutmak için kürek kürek toprak attım üstüme. çok boş kaldım ve bu yüzden kendimi çok meşgul tuttum. sonuç olarak da çok toprak attım üstüme. yıllarca içime çok fazla toprak attığım için bedenimin ölüsünü iyice bastırmış ve bu yüzden kendime değil, başkalarına hüzünlenmişim. belki de kendime hüzünlenmek için başkalarını kullandım. ama her ne olduysa oldu ve işte hüzünlenmelerin sonunda düşen her damla, yağmurun toprağı yumuşatması gibi mezar taşına dönüşen kalbimi yumuşatıp zamanla mezarın çökmesine, ölümümün topraktan dışarı atılırcasına ortaya çıkmasına neden oldu.
şimdi onunla öylece baş başa kaldım ve ağlarcasına bakmaktan başka bir şey yapmıyorum.
ve evet, yaşlıların sebepsiz yere ağlamalarını şimdi çok iyi anlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.