Geçen ay, daha ilk dönemden itibaren tembel öğrencilerin sınıfta kalmaması için hocalar ödevlerle işi kotarmaya çalıştılar ve bunu yaparken hepimiz, o kotaya dahil olduğumuz için ödev yaptık.
Oysa çoğu gencin üst üste 4-5 yıl sınıfta kalması gerekir ama kim beni dinliyor ki? pehhhh
Neyse bu salaklar yüzünden hocalar ödev verince, ödevlerimden biri de Psikolojiye Giriş dersindendi ve konu; Kılllanma, Sıraya Girme idi ve bunları hem normal insan olarak hemde bir uzaylı olarak değerlendirecektik. İnsan olarak değerlendirirken yaklaşımların tümünü kullanacaktık ve en sonunda ise bunlar bide kendi fikrimizle yorumlayacaktık. Ben ödevimi aşağıdaki şekilde yaptım. Buyrunuz okumaya;
Merhaba Hocam, ödev için 2 şekilde ilerledim. Birincisinde, yaklaşımların tümünü (Davranışçılık, Sosyokültürel Yaklaşım, Biyolojik Yaklaşım, Bilişsel Yaklaşım, İnsancıl Yaklaşım) bi uzaylı olarak ele almaya çalışarak harmanlayıp sorularınızı cevaplayacak şekilde hikayeleştirdim. İkincisinde ise yaklaşımlara göre kendimce ele alacak şekilde ilerlemeye çalıştım. İlginize sunuyorum.
Uzaylı olarak; Dünya denilen bu gezegene geldiğimde karşılaştığım 2 farklı türdeki canlıdan biri kendine KADIN, diğeri ERKEK diyor.
1-Kendisine ERKEK diyen canlının yüzü, onu KADIN adlı canlıdan tamamen farklı kılacak yoğunlukta ve iyice bileylenmiş bıçaklarla sürekli kesile kesile dahada sertleştiği anlaşılan tüylerle kaplı. Bedeninde bu sert tüylerin sürekli büyümesini sağlayan bir kaç vucut kimyası tespit edebildim. Belirli bi yaşa gelince, bu kimyasallar daha da yoğunlaşıyor ve ERKEK, kadından tamamen ayırt edilebilecek hale geliyor. KADIN canlının ise yüzünde hiçbir şey yok ve olmamasına da özen gösteriyor. Erkekte gözlemlediğim kimyasal salgı kadında bulunmamakta. Kadındaki bu farklılık ve farklılığın devamını sağlayan davranışı, Erkek’in yer yer onu daha çekici bulmasına ve birbirlerine kur yapmalarını da tetikliyor. Aynı zamanda ERKEK’te sakal denilen bölgede daha da belirginleşen bu tüyler, onu KADIN’ınına karşı daha güçlü ve çekici gösteriyor. KADIN’lar tarafından da buna uygun olarak “sakal erkeğin makyajıdır” adlı bi iltifat türetilmiş. Erkekler bu iltifatlara layık olmak için sakallarını birbirlerinden farklı kesmeye ve daha güçlü göstermeye özen gösteriyorlar. ERKEK’in kafatasındaki tüyler ise çoğunlukla kısa ve yüzündekine nazaran biraz daha yumuşakça. KADIN’ın kafatasıysa ERKEK adlı canlınınkinden onlarca kat fazla uzunlukta ve daha yumuşak tüylerle kaplı. Tüylerin uzunluğu, Kadın’ın onlara şekil verilebilmesine olanak sağlıyor ve bu yüzden, gezegendeki farklı renkli objelerle süslüyor. KADIN canlı, ERKEK canlının yanındayken veya yanına giderken buna özellikle dikkat ediyor. Buradaki tüm canlılar, tanrılarının yüzünü komşu gezegenlerden birine döndüğü zaman dilimini, GECE olarak adlandırıyorlar ve dün gece, ERKEK canlının KADIN canlının şekillendirilmiş saçlarına yavaşça dokunup onu yanına çektiğini gözlemledim. KADIN, ERKEK’inin bu hareketinden sonra ona doğru dönüp büyümüş parıltılı bakışlarla gözlerinin içine odaklandıktan saliseler sonra, tüylerle kaplı yüzünü avuçları arasına alıp tüylerin arasında zor seçilen ağzına, iğrenmeden ve vucudu negatif bir reaksiyon göstermeden doğal bir şekilde yaklaşabildi. O anda ERKEK, ellerini KADIN’ın kafatasından aşağı sarkan şekillendirilmiş yumuşak tüyler arasında büyük bir huşu ile gezindirmeye devam ediyordu. Dünya gezegeninin farklı bölgelerinde yaratılan bu iki türün vucutları, yaratıldıkları bölgelerdeki çevre koşullarında hayatta kalmaya odaklanmak amacıyla gösterdikleri doğal tepki, zamanla tekrara dönüşmüş ve nesilden nesile aktarılan tekrarlar sonrası şekillenen bu tüylenme durumu, KADIN ve ERKEK için olmazsa olmaza evrilerek, onları birbirinden ayırt eden bir özelliğe ve ön kabule dönüşürken, aynı zamanda onların artık birbirlerinden etkilenmelerine ve arzulanılır kılmaya yol açmış. Sonuç olarak; KADIN ve ERKEK, vucutlarının ilk yaratıldıkları bölgeye gösterdiği tepkiyi şimdi kendilerinin ayırt edici özelliklerine dönüştürmüşcesine sessiz bir anlaşmaya varmışlar gibi ve bu sessiz unutulmuş anlaşma onları, birbirine daha çekici kılarken, üremelerini tetikleyici aktiviteyi gerçekleştirmeye yönlendiren bir kalıcı davranışa da dönüşmüş durumda. Aynı zamanda bedenlerinin farklı bölgelerinde de tüylenmeler bulunmakta. Fakat her iki canlının da tüm bu tüylenmeleri belli dönemler, yaşadıkları topluluktaki kabulleri, diğer topluluklarla olan iletişim biçimleri ve iletişim önceleri veya çevre koşulları gibi doğal durumlara göre kesip durdukları gözlemlendi
2- Buradaki canlılar, Tanrı’nın yüzünü komşu gezegenden tekrar kendilerine döndüğü zaman dilimini GÜNDÜZ olarak adlandırıyorlar ve KADIN ile ERKEK adlı bu canlıların yarattığı ÇOCUK adlı daha küçük canlılar GÜNDÜZ’ün ilk anlarında, yaşadıkları topluluklarının, onların bundan sonraki yaşamlarında da nasıl olmaları gerektiğine dair ilk adım sayılan SIRAYA GİRMEK adlı bir eyleme tabii tutuluyorlar. Sıraya girmek, topluluklarının onlara her gün yaptırdığı ilk eylem. Böylece bu küçük canlılar, kendilerinden daha büyük bedenlere sahip KADIN ve ERKEK canlıların, onlar üzerindeki ortak yönlendirme güçleri ve kabullerine açık, ileriki yetişkin yaşamlarında da onlara belirli sınırlar içinde olmaları ve topluluğa aitlik hissiyle bağlı kalmalarını zihinlerine işlemiş oluyorlar. SIRAYA GİRME ritüeli, ÇOCUK’lar için önemli bir yetişkinlik göstergesi olarak kabul edilmiş durumda.
Bu küçük canlılar, bazen yüksek sesle bağırıp, göz çukurlarından yağmur yağdırmıyor değiller fakat ebeveynlerinin bunu farklı şekillerde görmezlikten geldiklerini veya geçiştirdiklerini gözlemledim. Küçük yağmur damlalarının bedenlerinden aşağı süzülüşü esnasında bazı KADIN ve ERKEKLER, ÇOCUK’larının bu görüntüsüne dayanamayıp o anki sert davranışları esnetebiliyorlar.
3-Henüz bizler gibi uzay araçları yok, fakat yerde olmasına rağmen hızla mesafe kat ettikleri ARABA adlı bir şeye biniyorlar. Bu şeylerin biçim ve ebatlarıyla birbirlerine üstünlük gösterisi yapıyorlar. Bu ve benzeri üstünlük gösterilerinin geçerliliğini kaybettiği anlarda ise, ÇOCUK’larının yaptığı gibi birbirilerine bağırıp aynı zamanda da yüzlerine ağızlarından yağmur yağdırıyorlar. ÇOCUK’larını taklit ettikleri bu üstünlük gösterileri hiç bitmiyor.
KADIN, tüm toplulukta güçlü ve üstün kabul edilen ERKEK’ine layık olmak için, topluluğundaki diğer KADIN’lardan daha kibar ve daha uzlaşmacı tavrını hiç bırakmıyor ve bunu sürekli devam ettiriyor. Ondaki bu uzlaşmacı yan, toplulukta adeta onu gizli bir lidere dönüştürüyor. Erkek çoğunlukla KADIN’ın bu uzlaşmacı tarafından yararlanmak ve üstünlük gösterisine girmeden hayatını devam ettirmek için destek alıyor. ERKEK’in yersiz ve ani gerçekleşen bu gösterilerinden, gezegende henüz evrimini tamamlamamış canlılar sınıfında olduğu sonucuna vardım.
Kendim Olarak:
İnsanların vucutlarındaki kılları kesmelerinin nedeni, yaş, cinsiyet gibi başta BİYOLOJİK nedenlerden kaynaklı olmakla beraber, farklı zamanlarda farklı şekillerde traş olduklarından yola çıkarak yaşadıkları bölgenin davranışlarının etkisinin de olduğunu görmekteyiz. Aynı zamanda bir çok KÜLTÜR’deyse, yas sürecinde, kadın-erkek farketmeksizin traş olmanın yasak olduğu veya hoş karşılanmadığı bilinmektedir. Kişi o yas sürecinde kendisinden beklenildiği gibi davranmadığı zaman yaşadığı toplum tarafından dışlanarak veya duygusal anlamda şiddete (yalnız bırakılmak gibi) maruz bırakılarak cezalandırılmaktadır.
Bunlar dışında, inançlar gibi kişinin iç dinamiklerinden kaynaklı ruhsal durumların etkisinin olduğu başka nedenlerde bulunmaktadır. Örneğin münzevi bir yaşam sürdüren veya belirli bir dönem için bu yaşamı seçmiş olan keşiş-hacı gibi insanlarında, hiç traş olmamaları veya belirli zaman aralıklarında yalnız traş oldukları durumlar da bulunmakta. Bunun nedeni ise, inandığı dinin veya kendi içindeki arayışın bir yansıması olarak, kişi dünyanın ona dayattığı davranışları terk ederek-red ederek (traş olmamak veya tamamen traş olmak gibi), kendi inanç sistemindeki Tanrı’ya daha fazla yakınlaşacağı sanrısına kapılmış bunu mutlak doğru olarak kabul etmiştir. Böylece kişi, cinsiyeti fark etmeksizin ya hiç traş olmayarak veya vucudunun tüm kıllarını keserek, tanrısına daha fazla yakınlaşacağını umuyordur ve o halde daha inançlı birine dönüşüyordur. Bunun BİLİŞSEL YAKLAŞIM’a uygun olduğunu ve kişinin ruhsal doygunluğu çerçevesinde yanlış bi davranışta bulunmadığını düşünüyorum. Aynı zamanda yaşadığı kültürün ondan beklentileri doğrultusundaki (yas süreci gibi zaman araalıklarında) “belli bir süre için hiç kesmemesi veya tamamen kesmesi durumlarınında, kültürü gereği olduğu için KÜLTÜREL YAKLAŞIM’a yordamaktayım.
Bununla beraber insanlar yaşadıkları toplumda dışlanmamak, kabul görmek, belli bir gruba ait olduklarını göstermek, ne tür bir inanışları olduğunu yansıtmak, çalıştıkları işlerdeki sorumlulukları gereği veya tamamen biyolojik etmenlerden dolayı farklı davranmak zorunda kalarak saçlarını, sakallarını şekillendirdikleri, traş olmak veya olmamak yöntemlerine başvuruyorlar. Aynı zamanda günün moda olan davranışına göre davrandıkları da bilinmektedir. Bunu da DAVRANIŞÇILIK ve BİLİŞSEL Yaklaşımlar’a bağlamaktayım.
Yaklaşımları teker teker ayıracak şekilde özetlemek gerekirse;
(Kıl kesmek veya traş olmak)
-Erkekte daha fazla kıl-sakal olmasının nedeni testosteron tarafından salgılanan hormon(biyolojik farklılık)’tır. Bu hormonların erkekte daha çok olması onun sakallı olmasını ve kadından görünüş olarak hemen ayrışmasını sağlıyor. Günümüzde tıp çok ilerlediği ve bu ilerleme hâlâ devam ettiği için bu hormonların tamamen durdurulması, artması veya azaltılması gibi farklı tıbbi süreçler bulunmakta, kişiler kendilerini daha iyi hissetmek adına, kendilerine uygun olan bu yöntemlerden birine başvurarak tıbbi destek alıp (kişisel anlamda)bedensel olarak daha iyi görünmeye çabalamaktadırlar. Buradaki durumu BİYOLOJİK ve HUMANİSTİK YAKLAŞIM’la değerlendirmek gerektiğine inanıyor ve bu yüzden kişinin gerçekte nasıl iyi hissediyorsa, bu anlamda desteklenerek doğru tedaviyi alması gerektiğini düşünüyorum.
Bu durumu kabul edilen toplumun aksine daha uç noktalardan bakarak örneklemek gerekirse; kadın veya erkek her iki cinsde (cinsiyet değiştirme gibi dış görünüşün daha fazla önemsenildiği ve görünüşün, biyolojik cinsiyeti mutlak desteklediği düşüncesinin hakim olduğu bireylerde sakalın tıbbi müdahalelerle çıkmasının sağlandığı veya tamamen çıkmasının önlendiği durumların gerçekleşerek, görünüşün tamamen değiştirilmek istendiği durumlarda)bazen bu davranışlardan birine başvurup kendilerini daha iyi hissediyorlar. Bunu ise Psikanalistik Yaklaşım’la doğru buluyor ve kişinin bastırdığı kişiliğinin, bir yerden sonraki dış yansıması olarak bu tedavileri almaya ittiğini düşünüyorum. Buradaki durumun belirli testler sonrasında, kişinin durumu netleştikten sonra ele alınarak gerekli tıbbi desteği almasının doğru olduğunu düşünmekteyim.
Öte yandan yaklaşımlara göre tek tek detaylandırmak gerekirse
-Biyolojik Yaklaşım’la ele aldığımda; erkek ve kadın bedeninin kendilerine özel farklılıkları olduğu ve bu farklılıklara bağlı olarak, biyolojik yapıları yaşamları boyunca onları belirli davranışları tekrarlamak veya tekrarlamamak zorunda bırakıyor. Örneğin testesteron hormonunun erkeklerde çok olması ama kadınlarda az olmasından dolayı kadınların sakalı yokken, erkeklerin sakalı çıkmakta ve bu da erkeklerin sakallı olmasını, fazla uzadığında ise kesmelerini açıklıyor veya istediği şekli vermeleri gibi nedenleri açıklıyor.
(wikipedia makalesi https://tr.wikipedia.org/wiki/V%C3%BCcut_k%C4%B1llar%C4%B1 makalede de şöyle özetlenmiş;
Vücut kılları, veya androjenik saçlar bir kıl türüdür. Ergenlik sırasında ve sonrasında insan vücudunda gelişir. İnsan gelişiminde önemli faktördür. Androjenik saçların büyümesi, androjenlerin seviyesi (genellikle erkek hormonları olarak adlandırılır) ve dermal papilladaki androjen reseptörlerinin yoğunluğu ile ilgilidir. Her ikisi de saç folikülü hücrelerinin çoğalması için bir eşiğe ulaşmalıdır. Çocukluktan itibaren, biyolojik cinsiyete bağlı olarak, vellus saçları insan vücudunun neredeyse tüm alanını kaplar. Şu an kıllarla ilgili saç çıkarma ve cilt beyazlatma işlemleri yaygın olarak popülerdir.)
-Hümanistik Yaklaşım’la konuyu ele aldığımızda ise, yine biyolojimizden kaynaklı çıkan veya çıkmayan sakal-vucut kılları, o kişinin kendisini nasıl daha iyi hissettiği gibi duygu durumlarını etkiliyor ve kişi bu duygu durumlarını kontrol etmek adına vucut kıllarını kesiyor ve kesmiyor.
-Kadınlar özelinde ise saç uzatmak, kısa kesmek, kapatmak veya açmak gibi etkenler ağırlık basmakta.
-Sakal özelinde konuyu ele almaya devam ederken, Davranışçılık Yaklaşımı’nda ise; kişi yine biyolojisinin getirisi olan sakalını veya saçını, dış uyaranlardan aldığı etkiler sonrası bunlara bir tepki olarak kesiyor veya şekil verebiliyor. Bu uyaranlar; kişinin dini, yaşadığı bölgenin hava durumu, cinsiyeti, yaşı gibi birbirinden farklı bir çok neden bulunmakta.
Son yıllarda ise kılları, bendenlerinin doğal bir parçası olarak gördükleri için bu kılları almayan ve toplumun dayattığı görsel kadın imajının dışına çıkıp kendini bu şekilde daha iyi hissettiğini ve bunun doğallığını savunduğu için sorun etmeden yaşayan bir çok KADIN bulunmakta.
Bu anlamda, kişinin kendi görüntüsünden-bedeninden memnuniyet derecesine göre davranışını normal görüyor ve bunu destekliyorum.
Görsel ve Haber Kaynak linki: https://onedio.com/haber/bedenlerinden-utanmiyorlar-vucut-tuylerinin-tamamen-normal-oldugunu-gosteren-16-unlu-711142 Haberde vucut kıllarını almayan ünlüler arasında; Madonna, Drew Barrymore, sophia Loren, Miley Cyrus, Penelope Cruz, Julia Roberts, Beyonce, Britney Spears’a yer verilmiş.
-Psikanalitik Yaklaşım’la derinlemesine açıklayamıyorum. Çünkü zaten sakal durumu sadece biyolojik bi nedenden kaynaklı. Ama psikanalitik yaklaşım çerçevesinde zorlayarak bakmam gerekirse, belki burada, kişinin sakalına, saçına verdiği şekil veya uzunluk kısalık gibi nedenlerle onun bilinçaltını yorumlayabilirim. Örneğin bazı erkeklerin dişil enerjisini saklamaktan yorulup bunu SAÇ UZATARAK dışarı yansıttığını biliyorum.
Tüm uzun saçlıların dişil enerjiye sahip olduğunu söyleyemem fakat bu davranışın günümüzdeki nedeni-dışa yansımasının nedeninin bu olduğu biliyorum. Bir çok eril enerjiye sahip kadının da kısa saçlı takılarak “panç” denilen erkeksi yaklaşımı sadece yakın çevreleriyle paylaştıklarını da söyleyebilirim.
-Sosyokültürel Yaklaşım’da ise kişiler yaşadığı toplumun kültürüne uygun şekilde davranarak kabul alırlar ve bu kabullerle topluma uyum sağlayıp, dışlanmadıkları için yaşamlarını kolaylaştırmış olarak devam ettirirler. Ait oldukları toplumun onlardan beklentilerinde vucut kıllarının nasıl kesilmesine dair kurallar varsa, birey toplumun bu beklentisini cevaplayacak şekilde davranarak, davranışı zihinsel bir kod gibi işleyerek öyle devam ederek yaşamını sürdürür. bu topluluktan topluluğa değişebilir, çünkü çevre şartları, inanışları veya liderlik vasıflarına göre farklı şekillerde sürdürülen bir alışkanlığa dönüşmüştür.
(Şöyle bir makale de bulunmakta: Eski medeniyetlerde saç ve sakal nasıldı: https://gq.com.tr/bakim/eski-medeniyetlerde-sac-ve-sakal-nasildi )
-Davranışçı Yaklaşım ile ele aldığımızda, kişinin bir dini lider olduğunu ele aldığımızda, belkide o toplumda sakal bırakma sadece liderlere özgüdür ve lider bu sakalı kesmemek yasağına uyarak bu davranışı devam ettirir. Liderin davranışını da halk takip eder.
Bunu düşünürken aklıma Firavunlar Dönemi’nde yaşayan Tanrıça’nında sakalı olmamasına rağmen takma sakal takarak halkın karşısına çıktığı konusu geldi.
Ya da diğer bir konu olarak; keşişlerin veya hacıların belli dönemlerde tüm vucut kıllarından arındıkları ve o dönem sonuna kadar vucutlarına bir daha bıçak vurmadıkları veyahut sürekli kazıttıkları inanışlarda bulunmakta. Tüm bunları çok insancıl buluyorum.
Ortaçağ Rahiplerinin ilginç saç traşı TONSURE: https://foicey.com/ortacag-rahiplerinin-ilginc-sac-tirasi-tonsure-nedir/
2-Sıraya Girmek; KÜLTÜR haline dönüştürülmüş klasik bir tek tipleştirme DAVRANIŞI. Kişi sıraya girerek daha ilk yaşlarında, toplumun onu nasıl görmek istediğine, onu nasıl gördüğüne ve toplumun beklentisine göre şekillendirilmeye başlamıştır. Bu DAVRANIŞın sürekli tekrarlanışıyla, özü itibariyle iyi olan-doğan İNSAN’ın (çocuğun) BİLİNÇ’i onu topluma ayak uydurma ve yaşadığı toplumla iyi geçinmeye dair bir algıya yönlendirir. Böylece çocuk-insan, o toplumda yaşadığı süre boyunca her zaman adeta bir SIRAYA GİRMEK eylemi göstererek, aslında farkında olmadan topluma adapte olmuş olarak yaşayarak hayatına daha az sorunsuz devam edebilir hale getirilmiş olur.
İlk yaşlarda bu alışkanlığı edinmesi, onun sonraki yaşamındave hatta yetişkinliğinde de hayatını kolaylaştırır. Çünkü yapmamız gerek işlerde bizden önce gelmiş olana saygı duymak ve sıramızı beklemek gibi eylemlerde bulunarak kişinin önceliğinin olduğunu kabullenmişizdir ve bu bizi o gün daha sakin ve rahat tutmaya yaramaktadır.
Sıraya girmek sadece sosyal hayat içerisinde kahve almak, market alışverişi sonrası ödeme yapmek gibi amaçlarla değil; politik, askeri, dini veya başka nedenlerde de kendini göstermektedir.
Askerde boy ve rütbe sırası, dini liderlerde imam-papaz-haham’ın en önde olması, politik arenada ise sözcü olarak liderin en önde yer alması gibi farklı farklı nedenler bulunmakta.
Bu yüzden her erkek saldırganlığının gerçekleştiği olay için “saldırı sonrası bireysel olarak testler yapılması ve saldırganlığının sadece hormonlarından mı, yoksa kişiliğine zorla oturtulmuş çevresel nedenlerden mi kaynaklandığının araştırılması” gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hormonlarım bana “döv diyor, beni sert yetiştirdiler” diye birine saldırmak ve saldırgan olmama rağmen hoşgörüyle karşılanmak pek akıl kârı gelmiyor. Saldırganlığı salt hormonlara ve yetişme tarzımıza bağlamak biraz fazla kolaycılığa kaçıyormuşuz gibi geliyor bana.
“o zaman, yetişkin kadınlarda testesteron alsınlar ve saldırganlaşsınlar. Böylece gerçekleştirdikleri her saldırı sonrası kendilerini “hormonlarımdan kaynaklanıyor” diye savunabilirler. (Bu önerim bana komik geldi ve kendi kendime de güldüm.)
Tüm bunlara dönüp baktığımda, biyolojiyi dışlamadan ama tamamen Hümanist Yaklaşım’ı kendime daha yakın buluyorum ve bu davranışları Hümanistik Yaklaşım’la değerlendirmemin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanın bedensel olarak kendisiyle barışık yaşamasını ve bu sayede daha mutlu ve huzurlu hissetmesinin mümkün olduğuna inanıyorum.
Davranışlarımızı değiştirme gücümüzün olduğu, bilişsel veya biyolojik vs nedenlerin tamamen yok sayılmadığı fakat bunlarında harmanlanarak saldırganlığın, davranışlarımızın, hayatı algılayışlarımızın yeniden tanımlanabilirliliği fikrine yakınım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.