kitapsız şurda başlamıştı: https://hayaterkegi.blogspot.com/2024/01/kitapsz.html
…..Şimdi böyle ilk satırlardan itibaren anneme verdim veriştirdim ama aslında konu annem değil. Çünkü kahrolası kadının işi benimle, benim de işim onunla amından çıktıktan sonra bitti ve biz onunla o andan itibaren dini, örfi, hukuki ve hatta adını bilmediğim veya şimdi aklıma gelmeyen veya hiç gelmeyecek olan ama benim adıma seçilmişlerin tüm kibirli duruşlarını takınarak iyi bi bok yemekte olduklarına emin olarak imzaladıkları tüm ulusal ve uluslarası sözleşmelere göre ayrı haklara sahip birbirinden tamamen farklı iki ayrı insanız.
Evet annecim, sen beni dokuzuncu çocuğun olarak sabah saatlerinde dünyaya sıçtın, o zamanlar yaşamakta olduğumuz ahırdan bozma ev denilen odacığın köşesinde bi kaç tas suyla yıkandın, toparlandın, eski fistanına iyice sarıp sarmaladıktan sonra benden 17 yaş büyük ablamın kucağına tutuşturduğunda öğleden sonraki saatlerden birinde olduğun için toparlanıp yan komşuya giderek hiçbir şey olmamış gibi limon parçacıklı çayına 5 küp şeker atıp karıştırarak “yeni dedikodular neler” diye can kulağınla onları dinledin dinledin dinledin ve tüm önemli dedikodular bitip artık sonlara gelindiğini anladığın zaman, bir star olarak konuşmayı devralıp her zaman yaptığın çok önemsiz bi şeymiş gibi sabaha doğru beni doğurduğun cümlesini kurup bitmiş olan dedikodu sohbetini atşini güncel bir konuyla alevlendirip tüm dikkatleri üzerine çektikten sonra, evde olduğum bilgisini vererek hızlıca geçiştirdin ve zaten beni ablamın kucağına tutuşturduktan sonraki o amdan itibaren ınga’larımla hep ablam muhatap oldu. Bu öyle bir muhatap olmaktıki; dış dünyayı algılamaya başladığım ilk andan itibaren onun annem olduğunu anladım ve bu durum, yani aslında onun annem olmadığını ilkokulun üçüncü sınıfına kadar hiç anlamadım. Üstelik ona ABLA derken bile, abla’yı “ANNE” anlamında kullanıyordum ve bunun kelimelerden bağımsız ona duyduğum hisle alakalı olduğunu hiç kimse bilmedi. Çünkü ben ANNE’ye ABLA dendiğini sanıyordum. Anne dediğim seninse, adının “ANNE” olduğunu ve her şeyin ve herkesin bir adı olduğunu anlamış olduğum gibi, seninde adının Anne olduğunu sanıyordum. Kimse bana anne’nin ANNE, ABLA’nın abla demek olduğunu söylemedi. Sende hiçbir şey yapmadın ve ben senin ANNEM olduğunu kendi kendime emeklercesine 10 yaşımda öğrendim, beni sıçtığın amınakoyim senin anne..
Şimdi siktir et şu yukarıdaki cümlelerin hepsini de beni uyandıran farelere dönelim;
Sen miki, sana söylüyorum; lütfen ablama acı miki ve siktir ol git bu evden orospuçocuğu. Ayrıca o fare arkadaşlarına da şunu söyle;
Biz zavallıları rahat bıraksınlar. Özellikle de ağzına kadar obsesif kompülsif karbonhidrat nükleit asitli hidrojenik metan gazı falan gibi şeyler basılı ablamı.
Çünkü o hiç seks yapmadı. Yani en azından resmi kayıtlara ve kendi gözlemlerime göre. Bu yüzden hiç çocuğu da yok ve senin boklarından birini gördüğü anda girdiği krizle, hemen etrafını deterjan dolu kovalarla, eskimiş renk renk atlet ve pijamalarımızdan yarattığı yer bezleriyle sarmalayıp aramızdan ayrılarak Harikalar Diyarı’na gitmiş oluyor.
Beni anlıyorsun değil mi miki? Ve evet başka şehirlerde bambaşka hayatları olan diğer ablamlar gibi bu ablamı da sevmiyorum ama yinede deterjan bağımlılığına bi son gelmeli. Çünkü onu sevmiyor olmam, iyiliğini istememe engel değil. Yani birini “sevmemek” ile “kötülüğünü istemek” çok ayrı ve birbiriyle tamamen alakasız şeyler. Birini sevmiyorken, iyiliğini isteyebileceğin gibi seviyorken de kötülüğünü isteyebilirsin. Bunlar senin o ince bıyıklarını kıpırdatan aklının alamayacağı derin şeyler. Yani işte biz insanlar, birbirimizi severken kötülük yapabiliriz veya sevmiyorken iyiliğimizi esirgeyemeyebiliriz. Birini sevmiyorsun diye kötü, seviyorsun diye iyi olmazsın. Bunları birbirine karıştırmamak lazım küçük miki.
Ve tüm bu anlattıklarım umrunda değil diiiiiii mi?
3-4 telden ibaret sikik bıyıklarının sağa sola hareket ettirişinden anladığım kadarıyla bana “üzgünüm Adem, ben de Allah değilim ve duanı kabul edemem” diyerek benden öç alıyorsun. İyi o zaman, günah benden gitti. Pirinç tabağını alıp dolaba koyuyorum, sende o yağlı minik tatlı ellerini götüne sok. Nasılsa annem sabah ezanıyla beraber uyanacak, bizimde kalkıp namaz kılmamız amaçlı ama sanki istemsizce oluyormuş ve hatta sanki hiç farkında değilmiş gibi banyoda çıkardığı takır tukur tas sesleri eşliğinde vicdanımızı rahatsız etmeyi amaçladığı abdestini alacak, kutsal emanetmişcesine davrandığı ama aslında 19 saat boyunca sadece bi kere çiş izniyle yetindirilen çocukların, adamların ve kadınların kapatıldığı Çin’deki o leş fabrikalardan birindeki musalla taşından bi tık iyi çalışma tezgâhında; kan, ter ve göz yaşıyla dokulan basit bi bez parçasından ibaret seccadesini alıp önemli bir ritüelin en önemli olan kısmını gerçekleştiriyor gibi yavaşça serdikten sonra yer yer yükselen “allah’u ekber”lerin barındırdığı “sizde kalkıp secde edin” anlamındaki çağrılarının ortaya çıktığı gürültülü tek kişilik canlı performansını namaz adı altında gerçekleştirecek ve eğer tüm bu gürültülerine rağmen ben ve obsesif ablam vicdanımızın dine ait kısmını susturmayı başarıp uyuyormuş gibi yaparak sessiz kalmayı başarıp kalkmazsak, annem gelip dolabı açtığı ilk anda gördüğü bu pirinç tabağını alıp balkona kaçarak tıpkı senin gibi gizli gizli yiyip karnını doyuracak ve 2-3 saat sonrasındaki oturulan kahvaltı sofrasındaysa, bir kaç göstermelik lokmayı ağzına attıktan sonra çay bardağını alıp kalkarken bize dönüp “bugün hiç iştahım yok, siz yiyin yiyin, devam edin. Bak şu sepette taze ekmek var” gibi şeyler söylenip güya fedakârlık yapıyor olduğunu ima ederek kenara çekilir gibi yapıp kalkacak kaltak.
Gördüğün gibi miki annem böyle bi kadın ve açıkçası onun, sen ve arkadaşlarından pek farklı olmadığını bende yeni yeni anlamış bulunmaktayım ve yine sanırım şu an ona rahat rahat orospu falan dememde de, onun beni yıllardır uyutmuş olmasını yeni fark etmiş olmanın bana verdiği eziklik kompleksinden kaynaklı olduğunu söyleyebilirim.
Neyse şimdi her şeyşi siktir et miki; Başka bi cümleye geçmeden önce şunu da söylemeliyim ki; annem gibi sizinde evde sürekli gezinip, gizli gizli bir şeyler atıştırmanız mide bulandırıcı ve sanırım yakında bi kova da ben alıp, 3-4 ayda bi değiştirdiğim göt tarafı aşınmış boxer’larımdan birini yer bezi ilan ederek ablama eşlik etmeye başlayacağım…
Ve sana gelelim bu satırları okuyan dinleyici; buraya kadar yazdıklarımdan keyif aldın mı?
Sarıyor muyum seni?
Etki alanıma girdin mi?
Sözcüklerim hoşuna gidiyor mu?
Ruhuna fısıldar gibi yapmaya devam edeyim mi?
Tüylerin diken diken oldu mu, amın sulandı mı, götün pıt pıt atıyor mu?
Söyle hadi bana, zamanı geldi mi bi yerine koymamın?
DEV YARRAĞI NI şurada: https://hayaterkegi.blogspot.com/2024/01/kitapsz-kitapc-raflar-arasnda-surtmek.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.