aslında şu linkteki yazı ( http://hayaterkegi.blogspot.com.cy/2018/03/bir-sey-olmak-bir-sey-kalmak-bir-seyden.html ) aşağıdaki yazının başlangıcıydı. ama yazıya başladıktan sonraki bir kaç paragrafın ardından, yazının akışı kendiliğinden değişince, bununla bi alakası yokmuş gibi ilerlemeye devam ettim, tamamlandığına inanınca ise ayrı bi yazı olarak orda yayınlamış oldum.
ki açıkçası şu an gidip okumaya da üşeniyorum. çünkü orda ne saçmaladıysam geçti gitti ve işte yeni bir saçmalıkla karşı karşıya olduğunuz için, buna devam edip, tamamlamalayacağım:
...çocukluğumda abimlerle yaşarken, onların dediğini yapmak zorunluluğumdan dolayı, ortaokul'a kadar okuyabildim. Ortaokul bitip de, lise kayıtları başladığı günlerde, mutlulukla kaplı büyük bir heyecanla abim tarafından liselerden birine kayıt edilmeyi bekledim.
Ama kayıtların bitmesine 2 hafta kaldı, 1 hafta kaldı, 3 gün kaldı, 2 gün kaldı, 1 gün kaldı derken hiçbir şey olmuyordu ve ben; bu hiçbir şey olmayan durum karşısında, götümde kurt varmışcasına yerimde durmakta zorlanıyordum.
Son güne gelmişken ve kayıt işlemleriyle ilgili hâlâ her hangi bir adım atılmayınca, tüm ezikliğime rağmen cesaretimi topladım ve hakkım olduğuna dair kendime aşırı bi şekilde inanarak, abime "okul kayıtları bugün bitiyor, gidip beni kaydedelim mi?" deyiverdim.
bunu o kadar masum ve saf bi şekilde söylemiştimki; abimin, sanki beni kayıt etmeyi unutmuş gibi hemen yerinden kalkarak, elimden tuttuğu gibi beni okula götürüp kayıt edeceğini sanıyordum. ama olmadı. o anı; yıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ şimdi gibi hatırlıyorum.
Abime söylediğim cümlemi tamamladığımda farkına varmıştımki; aslında yapabileceğim tek şey, okula yazılmam konusunda bir şeyler söylemekti ve işte söylemiştim.
Çünkü dile gelmem, bana ait olan şeyi, abimin kulaklarının içine sözlerle dökmek hakkımdı ve bunun, çok da bilincinde olmadan ama yinede farkına varmış olarak yapmıştım. Zaten elimden başka bir şey gelmesine de asla izin verilme-zdi-yecekti.
Hakkım olduğuna inanarak konuştuktan sonra, abimle aramızda oluşan o sadece 2 saniyelik sessizlikte; adeta yüksek bir yerden denize atlamışımda, buna rağmen suya çakılıp çakılmayacağıma dair hiçbir fikrim olmadan düşmeye devam ediyor gibiydim.
Saatler gibi süren 2 saniyeciğin ardından abim, en sakin ve en doğal haliyle benden yana dönüp, gözleriyle tüm varlığımı bir hamam böceğini ezer gibi ezerken "biterse bitsin, zaten sen okumayacaksın ki" dediğinde, ben suya çakılmamışım da, sanki bi anda havada yok olup gitmişim gibi bir hisse kapılmaktan kendimi alamadım. O an ruhumda; tamamen duygusuz, kocaman bi donukluk meydana gelmişti.
Varlığım üzerinde, çarpıp geçeceği asla tahmin edilemeyen bir şeyin hemen ardında yarattığı paramparçalıktan kaynaklı ani ve acısız bir yokluk gerçekleşmişti. Bu durumdan kaynaklı, tüm duyularım yok olmuş gibiydi. Sanki bir hissizlik ve hatta hissizliğin kendisinin bile var olmaması halinin içine girivermiştim.
O kısacık anın içinde, adı konmamış bir yıkım gerçekleşmiş, yıkımı; tüm benliğimle, tüm varlığımla yaşamıştım. Paramparça ama hâlâ bir arada. paramparça ama hâlâ yerli yerimdeydim.
O an karşısında içimdekini dışarıya nasıl yansıtabileceğim hakkında hiçbir bilgim yoktu. bu yüzden hiçbir şey yansıtamadım. Zaten şu küçük ailede, bildiğimiz en iyi şey; bir şey bilmemekti.
Hiçbir şeyi bilmezdik. Biz ailece, bilmemek konusunda çok iyiydik. Ama buna rağmen sanki her şeyin doğrusunu biz biliyor, neyin ne olduğunu, nasıl olduğunu en iyi biz biliyormuşuz gibi yaparak yaşamaya devam edip gidiyorduk. (yıllar sonra öğrendimki; Taklit ederek, mış gibi yaparak yaşamak, insanı başarıya götüren basamaklardan biridir. Tüm cahil insanların yaptığı şey buydu. Taklit etmek ve biliyor gibi davranarak günü geçirmek. Ayakta kalmak için bunu yapmış olmalarından dolayı kimseyi kınamıyorum. Çünkü günün sonunda karın gurultun, içindeki sesi susturur. Bunu takdir ediyorum.) Biz de işte bir şey bilmiyor olmamıza rağmen, biliyor gibi yaparak büyüyorduk ve bende bu şekilde büyütülmeye devam ediyordum.
İçimdekini, dışarıya yansıtamamış olmama rağmen, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmayı, az önce gerçekleşmiş olan paramparçalığımı saklamayı nasıl öğrendim veya öğrenmiştim bilmiyorum. Sadece orda öylece durdum ve tüm sessizliğimle, bi anlığına abime baktım; sanki az önce aramızda herhangi bi konuşma gerçekleşmemiş gibi bi normallikteydi. Bunun üzerine onu taklit ederek, onun gibi sıradan bi normalliğe büründüm. İşte her şey böyle devam etmeli ve bu normallik hiçbir zaman bozulmamalıydı.
Tüm bu kabullenme ve normalliği benimseme haline girmek, hepi topu bir kaç saniye sürüyor.
Hepsi bir kaç saniye ve işte tüm belleğin, varlığın, geleceğin vs vs, küflü bir duvarın derinden, yavaş yavaş ufalanarak yıkılması gibi bir yok oluş yaşamaya başlıyor.
Duvarların ufalanmaya başladığını fark etsen bile, içini terketme şansın yok. Çünkü bedenin senin kalendir ve orda kalarak, onu sürekli kollamak zorundasın. Sürekli kollamak ve ufalanmalara karşı bi çözüm bularak savunmaya devam etmek zorundasın.
Dev amı: http://hayaterkegi.blogspot.com.cy/2018/04/depresyondan-kurtulmak-veya.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.