Ön masalardaki özbekistanlı iki kızdan biri kendi saçlarını, ensesine doğru uzattığı elleriyle arkadan örüyor ve ben de ders çalışmak yerine onun parmakları arasından kayarak örgü haline gelen saçlarını izliyorum. diğer kız telefonuyla uğraşıyor. Az ilerdeki diğer masalarda farklı ırklardan öğrencilerden kimi, kulaktan kulağa fısıldaşarak muhabbet ediyorlar, kimi ders çalışıyor, kimi öylesine masasına bakarak dalıp gitmiş, ben de işte kim ne yapıyor, nasıl yapıyor, mimikleri nasıl değişiyor diye tek tek dikkatli bir şekilde onları inceliyorum.
Tüm bu okul olayları, öğrencilik falan fistan işlerine dönüp baktığımda "buraya nasıl geldim" dediğim anlar olmuyor değil. Ama genel olarak kendimden uzaklaşıp, sizin gibi orda bi yerde durup, burdaki küçük ben'in haline baktığımda, şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum; işte geldim burdayım ve mutluyum.
Sebebi ise, nerdeyse içine girip çıktığım her sonbahar da, depresyona giren ben, geçen sonbahar aylarında depresyona girmedim.
Oysa normalleşmiş bir şekilde, yani gelip geçen her sonbaharın başında, Eylül'ün ilk günlerinde baş ağrılarım olurdu ve bu ağrılardan sonra da Ekim haftasından itibaren de artık yavaş yavaş içime kapanmalarım başlardı.
Kasım'da ise tamamen içime kapanmış olur, bundan kurtulmak için ise sokaklarda amaçsızca boş boş gezinme turlarına çıkardım.
Gezinmeler beni rahatlatırdı ve bu yüzden içime kapanmalardan bazen kurtulurdum. Ama genel olarak Kasım ayı "içe kapanma" ile "dışa açılma" gelgitlerine dönüşerek devam ederdi.
Oysa normalleşmiş bir şekilde, yani gelip geçen her sonbaharın başında, Eylül'ün ilk günlerinde baş ağrılarım olurdu ve bu ağrılardan sonra da Ekim haftasından itibaren de artık yavaş yavaş içime kapanmalarım başlardı.
Kasım'da ise tamamen içime kapanmış olur, bundan kurtulmak için ise sokaklarda amaçsızca boş boş gezinme turlarına çıkardım.
Gezinmeler beni rahatlatırdı ve bu yüzden içime kapanmalardan bazen kurtulurdum. Ama genel olarak Kasım ayı "içe kapanma" ile "dışa açılma" gelgitlerine dönüşerek devam ederdi.
Kasım bu şekilde son bulurken, Aralık ayında gelgitlerimin zirvesini yaşardım ve Ocak ayına geldiğimde, artık toparlanmam gerektiğini kendi kendime seslendirip, düşen parçalarımı alıp yerlerine tutturmaya çalışırdım.
Bazen yapıştırdığım parçalarımdan bir kaçı tutardı ve yola onlarla devam ederdim. tabii bunlar henüz yeni kopmuş olan parçalarım olurdu ve yeni düştükleri için tekrar bana yapışarak bende kaybolurlardı.
yeni düşenlerin dışındaki, ilk düşenleri ise düştükleri yerde unutmak zorundaydım. Onlar, önemli veya önemsiz demeden çürümeye terk ettiğim ilk yanlarımdı. zaten onları, düştükleri yerden dönüp almak, içimden de gelmiyordu. çünkü onlar beni ilk terkedenlerdi. onlar benim ilk canımı yakmaya başlayanlardı, onlar benim en güçlü yanımın ilk pes edenleriydiler. onlar çürümeye terk edilmeyi hak edenlerdi. yol uzun, ben eksiliyordum ve bu yüzden dönüp onlara bakarak zaman kaybetmemeliydim.
Çürümeye terk etmek zorunda olduklarımdan sonra, bilirdim ki biraz daha azalıyorum. Azalmak, canımı yakıyor olsada, azaldığımı bilmek, o anki acımı dindirmek için bir bahane de oluyordu. zaten insan en güçsüz anlarındaki acısını hafifletmek için, bahanelere tutunur. kendine bahanelerden kaleler yapar. kaleler daha sonra hep yıkılır, ama o an acıdan saklanmak için en gizli yer, o kalelerdir. yani kendi dışından, kendi içine doğru kaçmak. kendi kendine kaçmak. kendini kaçırmaya az kalmak.
kaçış; biraz bu, biraz da, yeni olduğumuz için henüz anlamalandıramadığımız diğer şeylerin toplamıdır.
kendine kaçış, insanın en derinden attığı çığlığıdır. çünkü çaresizliğinden dolayı, kaçmaktan başka ilacı yoktur. yapacak bir şeyi yoktur. üstesinden nasıl geleceğini bilmez. hatta üstesinden gelinecek bir şey var mı onu bile bilmez. sadece durmaması gerektiğini, durmadan devam etmesi gerektiğini düşünür ve koşmaya başlar. koşarak yaşamaya başlar.
"hızlı yaşamak, genç ölmek" diye bir cümle vardır. bu basit görünen dolu cümle, kaçırmamak için kaçanları en iyi anlatan kelime toplamlarından biridir. hem bilirsiniz kaçmak, ilerlemektir de. birazcık aklı olan herkes bilirki, durmak çürümeyi davet etmektir. çürümeye neden olmaktır. kendini çürümeye terk etmektir. akıllı insanlar durmazlar, çürümek istemezler. çıkışı bulmak için, azalarak ilerlerler.
kaçış; biraz bu, biraz da, yeni olduğumuz için henüz anlamalandıramadığımız diğer şeylerin toplamıdır.
kendine kaçış, insanın en derinden attığı çığlığıdır. çünkü çaresizliğinden dolayı, kaçmaktan başka ilacı yoktur. yapacak bir şeyi yoktur. üstesinden nasıl geleceğini bilmez. hatta üstesinden gelinecek bir şey var mı onu bile bilmez. sadece durmaması gerektiğini, durmadan devam etmesi gerektiğini düşünür ve koşmaya başlar. koşarak yaşamaya başlar.
"hızlı yaşamak, genç ölmek" diye bir cümle vardır. bu basit görünen dolu cümle, kaçırmamak için kaçanları en iyi anlatan kelime toplamlarından biridir. hem bilirsiniz kaçmak, ilerlemektir de. birazcık aklı olan herkes bilirki, durmak çürümeyi davet etmektir. çürümeye neden olmaktır. kendini çürümeye terk etmektir. akıllı insanlar durmazlar, çürümek istemezler. çıkışı bulmak için, azalarak ilerlerler.
ben de ilerlemek için, azalmaya mecburdum. çünkü azalıyor olsanda, ilerliyor olmak düşüncesi seni rahatlatır. çürümeden yaşadığını ve eksilerek de olsa yaşamaya devam ettiğini bilirsin ve ilerlersin. Azalırken ilerlemek, aynı zamanda azalmadan dolayı seni hafifletir de. Bunu ilk zamanlar fark etmezsin, zamanla, yavaş yavaş fark edersin. İlerledikçe fark edersin. ilerdeki durgun suyun üzerine eğildiğinde, suya düşen yansımandan da görürsün.
bende de durum herkes gibi, hep böyle oldu; yani azalmak, özünde hafiflemeyi de kendisiyle beraber getirirdi. bu hafiflemeyi ise çoğu zaman fark etmezdim.
Çünkü azaldığım için, esen rüzgarın beni alıp daha uzağıma götüreceğinden korkardım. rüzgar tarafından, uzağıma bi yere atılmaktan korktuğum için bazen o anki rezil duruma sıkı sıkıya yapışırdım. Var olmak ve varlığını devam ettirmek, o rezilliği de devam ettirmem gerektiği bilincini çoktan kazandırmıştı. Kaybolmaktansa, kaybolarak yok olmaktansa, en kötü halimle var olmaya devam etmek gerekirdi. Çünkü ümitsizlik, inanan biri için değildi ve dönem dönem beni yaratanı ret etsem de; içimde bi yerlerde hâlâ ona inanmaya, inanmak için çırpınmaya devam ederdim. Ve sanırım şunu söylemeliyim; çırpınmayı seviyorum. Bana varlığımı hissettiriyor. Var olduğumu ve varlığın, yaratanın en kutsal yaratımlarından biri olduğunu anlıyor ve tekrar iman ediyorum. biz insanlarlar, kutsal varlıklarız. Gözle görülmez, akılla anlaşılmaz olan o yaratanın en kutsal uğraşlarındanız.
Nedense seni okudukça anlattıklarını dinledikçe sürekli zihine Mabel Matiz gelen birisin. En azından benim için öyle. Sanki ruh belki de fiziksel olarak birbirinize benzediğinizi düşünmeye iten ne tam olarak onu da bilemiyorum. Yine de güzel yazıyorsun. Seviliyorsun.
YanıtlaSilMabel'le bi doğum gününde tanışmıştık ama ibne olmamız dışında hiçbir ortak noktamız yok. onun sesi güzel benim kötü. onun şarkıları var, benim yok. o çirkin, ben yakışıklıyım. birbirimizin zıddıyız.
YanıtlaSilhem o, gittikçe hiç beğenmediğim ibne tiplerine benzemeye başladı. ben de onun hiç sevmediği heteroseksüel tiplerine benzemeye başladım. böyle farklı uçlardayız.
ayrıca evet, gerçekten yaptığı işler güzel ve yüzlerce defa üst üste dinlediğim şarkıları var. sesi bence türkiyedeki en güzel seslerden biri ve hiçbir zaman onunki gibi farklı bi güzellikte ses bi daha gelmeyecek.
kliplerini eskiden sevmezdim ve bunu onun kendisine de söylemiştim, şimdi ise gayet güzel (arak da olsa) klipleri de var. bunları ne alaka yazdıysam. muck.