-->

14 Şubat 2018

İki dünya arasında önemsiz bi yerde kalmak

Her sabah olduğu gibi bu sabah da 07:00'de uyandım. Yıllardır, bazen teklesede, vücudum bu saatte uyanmaktan hiç şaşmadı.
Kıbrıs'a geldikten sonrada durum aynı ve hatta burada, sabahları aynı saatlerde uyanmak daha düzenli bir hale geldi.
Erken uyanmaları "kendim için iyi bir şey"e dönüştürme çabası içerisindeyken, telefondan kitap, makale vs okumaya alıştım. Sanırım bu hareketim, kendime mecburi olarak kazandırdığım en güzel uğraşlardan biri oldu. Kıbrıs'a geldikten sonra da devam ettirince, bunun çok değerli bir alışkanlık olduğuna iyice inanmaya başladım ve geçen aylarda İstanbul'a gittiğimde, yanımda iPad'imi de getirip onlarca e-kitap yükledim.

iPad olmadığında ise telefondan okuyordum. Gerçi telefondan okumak yolculuk esnasında ve hareket halindeyken veya kafede bi yerde otururken iyi geliyor, ama yataktayken büyük bir ekrandan kitap okumak, telefona göre daha çok hoşuma gidiyor. Ayrıca bu tür cihazların sürekli yanı başında olması ve sürekli okuyabilme olanağı yaratabilmelerini de seviyorum. 
Örneğin gece uyku tutmadığında, yatakta kıvranıp durduğunda veya gecenin bi yarısı uyanıp da boş boş etrafa bakınırken kaçan uykunun gelmesini beklerken uzanıp bir şeyler okumaya başlamak, kaçan uykunun gelmesini de hemen sağlıyor. (tabii bazen uykunun hiç gelmediği ve bu yüzden onlarca sayfa kitabın okunması durumları da yaşanmıyor değil.)

Kitap okuma faslından sonra kalkıp tuvalete gittim. Suyun rengi sapsarıydı. Sanırım gece kalkıp işedikten sonra sifonu çekmemişim. Bu renkten, bu aralar fazla et ve et ürünleri tükettiğim sonucuna da vardım. Çünkü et tükettiğim zamanlarda çişimin rengi daha koyu bir sarıya dönüşüyor. bu düşünceden sonra ise göbeğime baktım. Evet sanırım 550gr kadar kilocuk da almışım. bunun kas'a dönüşmesi imkansızken, sadece göbekte durması kötü. Zaten göbeği kendimde değil, diğer erkeklerde seviyorum. ama tabii abartılı olan göbekleri değil, tadında olanları.

Çişimi yaptıktan sonra, sifon düğmesine bastım, kalkıp aynada kendimi izledim. Burnumun üzerinde biraz yağ tabakası oluşmuş ve sanki benek benek duruyorlar gibiydi. Bundan dolayı duşa girmeye karar verip, zaten üzerimde bir şey yokken duşa girdim.
Suyun sıcaklığı güzeldi, ama bi ara fazla sıcak tarafa verdiğimde kaynar suyun aniden bacak aramı haşlamasıyla canım yanmadı değil. Geri kaçıp suyun sıcaklığını ayarladıktan sonra tekrar altına girdim. Tüm vücudum ıslandığında yan taraftaki arap sabunuyla her tarafımı köpürterek bıcı bıcı yaptım.

Şampuan ve benzeri şeyleri kullanmayı bırakıp, sadece sabuna dönüş yaptığımdan bu yana saçlarımda kepek sorunu yok oldu. Üstelik eskisine nazaran saçlarım da vücudum gibi daha az yağlanıyor. Sabunun şifası mı, yoksa kimyasal olan her şeyi hayatımda azalttıktan sonraki yararlar mı bilmiyorum ama böylesi daha iyi oldu.

Köpüklenmişken, burnumun üstündeki benekler aklıma geldiği için lifi alıp yüzümü iyice lifledim, sonrasında köpükler kaybolmadan osbir çekip, boy abdesti aldıktan sonra da çıkıp kurulandım.
Kurulanırken "umarım lifleme işini fazla abartmamışımdır" diye düşünmeden edemedim. Çünkü  bi ara yine, fazlasıyla kirli olduğumu düşündüğüm için lifleme olayını o kadar abartmıştımki sağ şakağım ve sağ gözümle kulağımın arasındaki boşluğu soymuştum. Bi hafta veya daha fazla bir süre, soyulmuş olan yerin kabuk tutmasıyla, sanki bir yere sürtünmüş gibi etrafta gezmiş, her sorana duşta lifleme işini fazla abarttığımı açıklamak zorunda kalmıştım.

Duştan çıkıp odanın içinde dolandım, bi ara balkona çıkıp tekrar içeri girdim falan. sonra havluyu götürüp, banyo kapısına astım. bu aralar tek olduğum için odada çıplak gezmeye, uyumaya iyice alıştım. Oda arkadaşlarım geldiğinde ne yapıcam bilmiyorum.

Bazen oda temizlikçisi geldiğinde çıplak olduğumu anlıyor olsa gerekki, gülüp işini yapıp çıkıyor. İyi bir çocuk. Henüz 22'sinde. Aslen Karslı ama anne babası çok önceden buraya yerleşmiş oldukları için o burda doğup büyümüş, askerliğini burada yapmış.

Askerliği sevmiş ama öyle çok da önemsememiş. Dediğine göre, asıl askerliği Rum tarafındakiler yapıyorlarmış. Hatta öyle bi askerlik yapma kafasına sahiplermişlerki; askerlik boyunca üzerlerine zimmetlenen silahları, terhis olduklarında devlet tarafından kendilerine veriyormuş. Her asker, eve dönerken silahıyla beraber dönüyormuş. Şu an Rum tarafındaki bütün sivillerin evinde binlerce silah istiflenmiş haldeymiş.

Bunu ilk duyduğumda çok korkmuştum. Çünkü her an savaş çıkacak algısıyla diken üstünde tutulan bir topluluktan, barışa dair adım atılmasını beklemek, gökten inip ölmüş olan İsa'nın, hâlâ gökyüzünde olduğuna ve inip insanlığı kurtaracağını beklemek kadar saçma ve kesinlikle akıl dışı.
Gerçi böyle diyorum ama devletinin resmi dini hristiyanlık olan ve hristiyanlık ile yönetilen bir Yunanistan için bu zaten normal bir davranış. Bu yüzden savaş istemelerini ve halkı diken üstünde tutmaları bir nebze anlaşılabilir.

Ama yine de yazık. Rum tarafında yaşayan binlerce insan, çarpık dünya görüşlerinin devletleri sayesinde desteklenmesi yüzünden barışın ne demek olduğunu hiçbir zaman bilemeyecek.
Bu yüzden de; Türk tarafı barış yanlısı olup, barış yanlısı kalarak yaşamaya devam etse bile, Rum tarafındaki halk, devletleri tarafından pompalanmakta olan Türke Karşı Savaş algısı ve Türke Karşı Duyulan Nefret ile sarmalanmış durumdalar ve bundan şimdi kurtulsalar bile, tam anlamıyla kurtulmaları, en az 2-3 nesil daha sürecektir. Bu da 120 yıl demek olur ki, sanırım o barış ortamını görmek bana bile nasip olmayacak.
Türk tarafından ise böyle bir durum söz konusu değil. Çünkü türk tarafında, silahları sadece askerler bulundurup, askerlikleri bittiğinde de birliklerine teslim edip terhis oluyorlar ve hayatlarında bir daha silah görmeleri imkânsız hâle geliyor. Tabii yasal olarak yerine getirdikleri şartlarla beraber yine silah sahibi olabilirlerki, bu şartlar zaten dünyanın her yerindeki geçerli.
Rum tarafında ise (yukarıda da dediğim gibi ) bu kadar yumuşak değil. Bu yüzden de onlardan yana Türk tarafına bir barış dalı uzatılacağını hiç sanmıyorum.

Rum tarafında birikmiş olan nefret çok fazla ve bununla ilgili bazı ufak tefek şeylerde yaşanılmıyor değil. Örneğin Türk tarafından, Rum tarafına araçlarıyla geçiş yapan Kıbrıslı Türkler'e Rumlar sürekli sıkıntı çıkarıyor, burdan arabalarıyla oraya gezmeye gidenlerin araçları, dönüşte boydan boya çizilmiş halde oluyormuş.
Polise falan söyleyen oluyormuş ama polislerin bu araç çizilmelerini taktığı söylenemezmiş. Hatta ilgilenmiyorlarmış bile. O yüzden güzelim türk plakalı araçlar çizildikleriyle, sahipleri de sinirlendikleriyle kalıyorlarmış. Bir daha geçişlerinde ise, araçsız bir şekilde gidip gelmekle yetiniyorlarmış. Sadece araçların çizilmelerine bile bakarak; bunun gerçek anlamda bir nefret olduğunu söyleyebiliriz. en basit haliyle nefret budur. 

Odamı temizleyen işçi henüz hiç Rum tarafına gitmemiş. Sadece hayatını kazanacak kadar para kazanıp onu harcıyormuş. Zaten "gidip ne yapcam ki" diyor. Ona göre her yer aynıymış. Burda olan orda, orda olan burda da varmış. O yüzden gitmeye gerek yokmuş.

Buradaki temizlik işine ilk başladığı zamanlar çok fazla muhabbet etmeye hevesli gibiydi ve odamıza girdiğinde bir şeyler söylüyor, konuşmaya çabalıyor gibiydi. Ben de o aralar, onu biraz çekici mi buluyordum yoksa, aslında o günlerden birince odaya girdiği zaman, pantolonunu zorlayan sikini kalkık gördüğüm için mi çekici bulmuştum bilmiyorum.
Çünkü siki pantolonunun altından fazlasıyla sert bi şekilde duruyordu ve odaya şöyle bi bakıp çıkacakken, benim onun sikine baktığımı fark edince, hemen arkasını dönüp çımıştı. 

Sonraki günlerde herkes gidip ben odada tek kaldığımda, muhabbetimiz başladı ve bazen işte neler yaptığından, yaptığımızdan falan konuşuyorduk. Aradan bi kaç gün geçtiğinde, yaptığımın (yani ona fazla ilgi göstermemin ve sürekli konuşturmamın) yanlış olduğunu düşünerek; ilgilenmekten, sorduğu soruları detaylı cevaplamaktan vaz geçtim ve kısa kısa cevaplamaya başladım.
bi kaç gün sonra o da bunu fark etmiş olsa gerekki, artık fazla soru sormamaya, sadece işini yapıp çıkmaya başladı.
Bugünlerde sadece selamlaşıyoruz o kadar. Sanırım bu kadarı herkese yeter.
Zaten herkesle yatmaya ve herkesin tadına bakmaya gerek yok.
Bazen kendini frenlemek lazım. Bu aralar, kendim için bunu yapmaya çalışıyorum.

Kıbrıs bu anlamda benim için iyi bir yer oldu.
Buranın beni sakinleştirdiğini ve bir çok konuda kendime doğru dönmemi daha kolay bi şekilde sağladığını söyleyebilirim. Ya da içinde bulunduğum şartların ve olayların; görünmeyen veya denemediğim yönlerini değerlendirmeye çalışmanın, bu sakinlikteyken daha kolay, daha doğru olduğunu ve böylece farklı deneyimler edinebileceğim fikrini sevdiğim için bunu yapıyor olabilirim. Ama her halükârda sak,nlik içerisinde olmanın, kendimi görmeye daha çok yaradığını söyleyebilirim.
Bu iyi bir şey ve bunun farklı olumlu yönlerini zamanla daha iyi görebileceğime inanıyorum.

Bu arada kurulanmaya devam ediyorum. Son zamanlarda her duştan sonra iyice kurulanmadığım için bacak aramda ve kaba etlerimin arasında kaşıntılar arttı. Daha önce bu kaşıntıların aynısı askerdeyken de ortaya çıktığı için doktora gitmiştim. Doktor kaba etlerimin arasındaki kabartılara bakıp, krem vermiş sonrasında da "duştan sonra veya tuvaletten sonra buralarını iyice kurula, ıslak bırakırsan mantar olur, her tarafına bulaşır" gibilerinden cümleler kurmuştu. Dediği gibi yapıp kremi de düzenli kullanınca kaşıntı ve kabartılar geçmişti. Şimdi unutmuşken, kaşıntıyla beraber tekrar anımsadım ve bundan sonra eski "iyice" kurulama işlemlerine başlamış bulunmaktayım.

Ayrıca bok'umu yaptıktan sonraki kıç yıkama işini de çok fazla abartmamalıyım. Çünkü bazen sıçtıktan sonra nerdeyse pantolonumu çıkarıp bel altımı komple yıkayasım geliyor ve bu esnada kabaetlerimin hepsini ıslatmış oluyorum. Kurulama işlemini de tam yapmayınca işte böyle sorunlar ortaya çıkıyor. Bu bok mevzusundan kurtulmak istiyorum.

İyice kurulandıktan sonra odanın içinde dönüp dururken, klimayı kapatıp yatağa girdim. yorganın altında oyalanırken yine kitap okumaya başladım ve temizlikçi geldi. Selamlaştıktan sonra işini yapıp gitti. Yapmakta olduğum okuma işinden sonra kalkıp giyindim, sonrasında yemekhaneye indim.

Yemekhanedeki kasiyer kız değişmiş. Yerine; aptal görünümlü, kulakları kurt kulağı gibi keskin ve uzun, gözleri gıcık bir mavi renkte olan, beyaz tenli ve burnu normalden büyük ve uzun olan bi kız gelmiş. 
Kahvaltılık aldığım sırada, diğer kadın ona işlemi nasıl yapacağını anlatıyordu. Kasaya gittiğimde; konuşmasından, hareketlerinden, bakışlarından ve mimiklerinden, aslında göründüğünden daha da salak olduğunu düşünmeden edemedim.
Ona bir şeyler anlatan kadınla başbaşa kaldığımızda "bence bu sizin işleri becerebilecek gibi durmuyor" dedim. O da karşılık olarak "yapar yapar" dedi. Gülüştük.

Aldıklarımı yedikten sonra odama çıktım. Balkonda, şehirlerarası yoldan geçmekte olan arabaları izlemekten sıkılınca, geçenlerde aldığım puroyu getirip yakıp içmeye çalıştım ama şu kahrolasıca sigara içme işine bile alışamamışken, puro içmeyi hiç beceremedim.

Puro'yu elimde evirip çevirirken onu bir yarrağa benzetmeden edemedim. Acaba insan farkında olmadan, oral dönemine takılıp kaldığı için mi ilerde sigara tiryakisi falan oluyor. böyle bir şey var mı? Fallik objeler dört bir yanımızı sarmışken, kim bilir bilim dünyası bu konuda ne diyordur. 

Puro'dan sıkıldığım için, dün gece içip kenara bıraktığım boş soda şişesine attım. Şişeyi de götürüp banyodaki çöp kovasına attım. Dışarı çıkmak için montumu ve ayakkabılarımı giyinip çıktım. 
15-20 dakikalık yürüyüşten sonra, kafelerden birinin bahçesindeki kocaman masalardan birine oturup internete bağlandım. twitter'da yine savaş vardı. savaş isteyenler, istemeyenler ve istemekle istememek arasında kalanların konuşmalarına göz attım. kimse yaşamın değeri üzerine konuşmuyor yazmıyordu. herkes haklılığını ortaya koymaya, diğerlerinin haksız olduğunun altını çizerek yineleyip duruyorlardı. savaşların çoğu, zaten birinin kendisini haklı bulması yüzünden çıkan bir şey değil miydi?

Bence bir konu üzerine konuşurken, sadece düşüncelerimizi dile getirip susmalıyız. Kimseyi; düşüncelerimize inanması için zorlamada bulunmamalı, onu kendimiz gibi düşünmeyi dayatmamalıyız. Çünkü, haklının kim olduğunu sadece zaman biliyor. Geri kalanlarımız ise diğerleri için sadece mutsuzluk kaynağı oluyoruz.

Bu arada yaşlı kadın garson, çay servisi yaptı. Bu kafeyi kocası ve kızıyla beraber işletiyorlar. Karı ve kocası, birbirine o kadar benziyorlarki; ikisini gören için, bu çiftin birbirlerine göre yaratıldıklarını aklından geçirmek normal bir düşünce olur. Kadının dişlerinin arası, bir diş büyüklüğünün yarısı kadar açık, memeleri iyice sarkık, göbekli, yanakları kızarık, gözleri küçük, beyaz tenli, saçlarının tepesi açılmış.
Kocasının burnu öne doğru eğik ve uzun, esmer tenli, iri yarı göbekli, köse, kafasının yarısında saçı yok.
Kızları ise ikisinin aksine (belki de ikisinin çirkinliğinden dolayı) göze gayet güzel geliyor. Kumral, gözleri kahverengi, dişleri biraz sarıya çalsada temiz ve tek tek dizili, boyu 160 civarında falan. Üçü beraber burayı işleterek geçiniyorlar.

Az sonra masamın diğer ucuna; biri uzun saçlı, biri kısa ama tamamen beyaz saçlı, iri çirkin burunlu, biri de ikisinin orta yaşında olan 3 yaşlı adam gelip oturdular.
İlk oturuşlarında konuşmalarına dikkat etmedim. Ne konuşuyor olduklarını bilmiyorum. Ama sonra twitter'dan sıkılıp, hâlâ twitter'daymış gibi yaparak, yaşlıların konuşmalarına kulak kabartınca biraz garip oldum.
İri burunlu olan yaşlı "onu bi siktim var ya, oyyy bacakları çok güzeldi. akşam yine gideyim, zaten 100 lira alıyor. Hiç birşe. 100 lira ne ki? Kurban olsun ona.
Uzun saçlı yaşlı: yok ya, çok var artık. her yerde bulursun. boşuna 100 lira verme. geçenlerde şeygiller diğer tarafa gitmişlerdi, 50 liraya sikip geldiler.
Onların orta yaşlarında olan yaşlı: he ya artık çok var. hatırlıyorsun eskiden o şeyin ordaki çingeneleri sikmeye giderdik
İri burunlu olan yaşlı: he ya. ama onlar pisti. bi gün hiç unutmam kızını içerde uyuttu geldi 3 defa sikiştik. ıhh ıhhh yavaş diyordu. daha ben girecek yer bulmuşum yavaşlar mıyım heç?
birde başka bi dane daha vardı, o şeyin orda. neydi o yav? hani kızı özürlüydü. bi gün gittim, dedi "kanamam var, sikeceksek aha şunu sik" dedim tamam. siktim. sonra diğer gidişlerimde de ikisini de sikiyodum. uff kızın amı çok sıcaktı.
ama iyiki de kurtulduk onlardan, şimdi öğrenciler var, 100-150 liraya veriyorlar. 1 saat falan yetiyor."

onların bu bitmez konuşmalarını biraz daha dinledim. kimi nasıl siktiklerini, nasıl sikmeyi sevdiklerini, nasıl sikiştiklerini dinledim. anlattıkça anlattılar. bitmek bilmez bi şekilde anlatmaya devam ettiler. muhabbetlerinin hiç bitmeyeceğini düşündüğüm için ordan kalkıp, amaçsızca 1 saat kadar yürüdüm. çişim geldi, bi mekanın tuvaletine gidip işedim. çıkıp 1 saat kadar daha yürüdüm. sonra yurt odama döndüm. soyunup yatağa uzandım. bilmem ne kadar süre boş boş tavana bakınır bi halde öylece kaldım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.