-->

18 Şubat 2018

Futbol sadece futbol mu

Şu an "askeri gazino" denilen, cafe-restaurant-pastane vesaire karışımı bir yerdeyim. Türk askerlerinin işletmeciliğini yaptığı gazinoda her şey var. Ayrıca buraya ait bir marketleri de bulunmakta ve fiyatları da piyasanın çok çok altında olduğu için tüm öğrenciler ve hatta yerel halk bile buradan alışveriş yapıyor.

Ben de az önce başka bi yerden diş macunu almıştım ve buradan geçerken, aynı diş macununun fiyatına bakınca arada çok fark olduğunu gördüğüm için götürüp iade ettim ve sonrasında gelip aynı diş macununu buradan aldım. Aradaki fiyat farkıyla ise; kendimi ödüllendirmek için bi porsiyon çikolatalı pasta ve çay alıp atıştırdım.

Uzun zamandır pasta yememiştim. bunun bi nebze de olsa iyi geldiğini söyleyebilirim.
Ama tabii pastanın kalitesiz bi hamuru, işçiliği ve bol kremadan oluştuğunu, çikolatanın ise eser miktarda bulunduğunu söylemeliyim. Bu yediğim şey çok kalitesizdi ama tabii burası için iyi sayılırdı.

Hele bir de 2 yıl boyunca, haftanın 3-4 günü fazlasıyla kaliteli pasta, kurabiye ve çikolata yemiş biri olarak; bu tür ürünlerde kalitenin ne demek olduğunu gerçekten iyi biliyorum.
Burada ise anca böylesi olabilirdi ve yine eminimki; ustalar ellerinden gelenin en iyisini yapmışlardır. Çünkü sonuç olarak bu ürünler; askerlik görevini yerine getirmek için buraya gönderilmiş askerler tarafından yapılıyorlar ve askerlik yapmış biri olarak; bu tür görev yerlerindeki çoğu zaman baştan savma uğraşlara, sırf yapmış olmak için yapılmış işlere birinci gözden şahit olmuştum, şafak sayılırken, zevke hitap edilmesi için yapılan işler fazla önemsenmez. Sadece göz boyanacak şekilde hareket edilip geçilir o kadar.

Bu arada ne tuhaf değil mi? her şeyi de biliyorum. en çok ben biliyorum. ben. ben. ben.

Sanırım yaş almış olmak bunu gerektiriyor. Her şeyi bilen ve her şey hakkında konuşmak zorunda kalmışcasına, fikrini dile getirmek, susmamacasına yazıp çizmek.
Aslında bunun nedeni olarak, deneyimlerin fazlalığını görüyorum. Deneyimlerin ne kadarsa, kurduğun cümleler de o kadar fazla oluyor. Yani; çok deneyim yaşamışsan, çok konuşuyorsun. Bu da dolaylı olarak, yer yer gıcık ve geçimsiz birine dönüşmene sebep oluyor.

Aslında gıcık olmasan bile, öyle biri oluyorsun. Çünkü çok konuşmak sinir bozucu bir eylem. Kendim bile kendime çok konuştuğum zamanlarda sinir olurken, diğer insanların çok konuşan herhangi birilerine sinir olmasını daha anlaşılır ve normal buluyorum.

Birde çok konuşmamın nedenlerinden biri de; hayatın her hangi bi anını yaşarken, o an yanlış gördüğümün doğrusunu dile getirmek, yanlış olanın yanlışlığının altını çizip göstermek için harekete geçen içimdeki o kaynağı belirsiz asilik. En ufak bi haksızlık karşısında bile, içimde bi şey yükselip duruyor. Bazen onu bastırmayı başarıyor olsam bile; aslında onu bastırmamın, yaratılışıma ters bir hareket olduğunu ve sonu ne olursa olsun, doğruyu dile getirmem, yanlışı göstermem gerektiğini düşündüğüm için harekete geçiriyorum. durum böyle olunca da çok konuşan, geçimsizin teki oluyorum.
(Şu an bu konudan sıkıldım ve değiştirmek için, mekanın atmosferine geçiş yapıcam)

Karşı duvarda dev bi televizyon açık ve Fenerbahçe-Alanyaspor maçı var. Etraftan bir kaç öğrenci gelip yan masalara oturdu.
Televizyonun hemen karşısındaki rahat 2 kişilik 3 koltuğa ise asker oldukları belli 3 kişi gelip birer birer oturdular. Biri çok yaşlı, sanırım onların komutanı olsa gerek. Diğerleri daha genç ve onlarda bu komutanın postacısı veya yardımcıları gibi bir şeyler.
Dışardan maç izlemeye gelmiş bir kaç sivil koltukların boş yerine oturmak istediler ama postacılar, oturma girişiminde bulunan sivillere postayı "burası dolu" diyerek koydular.

Red edilenlerden biri 40'lı yaşlarında, beyaz, saçlarının yarısı dökük, balık etli, laz burunluydu. Gelip benim masamdaki sandalyelerden birini, olabildiği en ezik haliyle istedi ve "tabii lütfen" dediğim gibi de alıp, televizyonu rahat görebileceği kolonun yanına çekip yarı duvara yaslanır, yarı ise kıçı üzerine oturur pozisyonda yerleşti.
Diğerleri siviller de başka yerlere oturdular. Herkes artık tamamen yerini almış durumda. Maç 17 dakika önce başladı ve içerisi çoktan doldu bile.
Ortam taşak kokmaya başlamışken, iki erkek arkadaşıyla beraber genç bir kadın da geldi. Masalardan birine oturdular ve büyük bi heyecanla izliyorlar. Araya vajina kokusunun da karışması hoş oldu..

İnsanların maç heyecanlarını hiçbir zaman anlayamadım. Böyle bir uğraş içine girmeyi bile gereksiz buluyorum. Futbol, bana oldum olası gerizekalı işi gibi gelmiştir.
Çocukluğumda da futbolu hiç sevmezdim ve mahallede top peşinde koşmayı sevmediğimi herkes bilirdi. Bu yüzden de, maç yapıldığı zaman sadece oyuncuya ihtiyaçları var diye top oynardım. Onun dışında, arkadaşlarımın da beni pek oynatmaya hevesli olmadıklarını zaten söylememe gerek yok.
Daha küçük bi bebeyken bile futbolu sevmememin nedeni belkide ilerde topun kendisi olacağımdandı. Kim bilebilir ki. (ahahahaha ne güzel espri yaptım)

İçerisi tıka basa olmada bile şimdi biraz daha doldu. Herkes sivil kıyafetli olmasına rağmen, askerler; giyimleri, saç kesim stilleri, sakal traşlarıyla kendilerini çok belli ediyorlar. Kendi içlerindeyse; ast-üst ayrımını yaparak oturuyorlar. En üst rütbeliler en önde, bi alt rütbeliler bi arkada olacak şekilde dizildiler. bu o kadar doğal bi şekilde gerçekleştiki, herkes bunu damarlarında gezmekte olan kana kadar içselleştirmiş durumda. Bu durum karşısında aklıma "o zaman neden sivil giyiniyorlarki" gibi cümleler geliyor. Giysinler postallarını otursunlar oturdukları yerlere falan filan.
sıkıldım burdan.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.