-->

26 Ocak 2018

29.08.2017'den

Dün gece evdeyken çok ama çok sıkıldım. Bu aralar zaten hep sıkılıyorum. Şu frengi illetini kaptığımdan bu yana ise, sevgili canım her zamankinden 2 kat, 3 kat, 4-5 katlarca daha fazla sıkılıyor. Sadece, sıkılmaktan sıkılmıyor. Ve bu gidişat ne olacak bilmiyorum. Sanki canım, sıkılması için yaratılmış ve o da eline geçen her fırsatı değerlendirmekten geri kalmak istemiyor gibi.

Aslında şu frengi zıkkımını çok taktığımı da söyleyemem ama işte bilirsiniz, bazen içinde olduğunuz durum sizi biraz daha karamsar düşünmeye iter. Sanki çok çok çok çok kötü bir şey olmuş, bundan daha kötüsü yokmuş gibi düşünmeye başlarsınız. Sanki ölüme her zaman uzakmışsınız da, şimdi çok yaklaşmışsınız gibi düşünmekten kendinizi alamazsınız.

Bu neden olur nasıl olur bilmiyorum ama bana çok sık olur.
Ki ölüme her zaman yakınızdır. Mesela twitter'a dalmış bir şöförün sizi biçip geçmesi, siz o biçilmede ölmeseniz bile sonrasında sizi kurtarmaya gelen cahil yardımseverlerden birinin yanlışlıkla boynunuzu kırıp ölümünüze sebep olması, bisikletli birinin size çarpıp sizin de düşerken kafanızı kaldırımın kenarına vurmanız sonrasında, aslında sizde olmamasına rağmen beyin kanaması geçirmeniz nedeniyle, ya da alışverişteyken birinin alış veriş arabasıyla sol ayak serçe parmağınızın üzerinden geçip ezmesine ve sonrasında, parmağınızdan kaptığınız mikropun tüm vucudunuza yayılıp sizi mezara düşürmesine,  arkadaşınızın esprisine kahkahalar içinde gülerken bir arının gelip dilinizden sizi sokup şişmesine ve böylece dilinizin nefes borunuza doğru şişip nefessiz  bırakarak öldürmesine, bir sivrisineğin sizi sokup 3-5 gün sonra sıtmadan öldürmesi bile an meselesidir. Ölüm bu kadar yakın, ama sanki hiç yokmuş gibi ondan uzak yaşıyoruz.
Oysa "sevgili ölüm" işte şu kadarcık yakındı bize.

Frengi yüzünden öleceğimi düşünmüyorum, ama tabiki bi pislik olduğumu düşünüyorum. Yani düşünsene, frengiyi kimden kapmış olabilirim ki? Hangi pislikle yattım, hangi pislikten kaptım ve bende bir pislik oldum kim bilir.
Sırf bu yüzden olsa gerek, canım bugünlerde durduk yere sıkılmak için bir bahane ararken, şu frengi bokuna yapışıyor ve bana, allah tarafından cezalandırıldığımı falan da düşündürtüyor. Bunun sonrasında ise, o anda sıkılmakta olduğumdan daha fazla sıkılmaya başlıyorum.

Aslında bu düşünceye ait olan can sıkıntısını, biraz da olsa aştım gibi. Yani allah tarafından cezalandırılmak için frengi kapmak konusunu.
Hem zaten allah beni neden frengi ile cezalandırsın ki. Üff bunu artık kafaya takmıyorum. Çünkü frengi kapmanın şartları bellidir ve bunun allah ile alakası yoktur. Sen o şartları yerine getirdiğin için frengi kaparsın o kadar. Durum böyle olunca da, frengi kaptığım için allah'ı suçlamaya gerek yok. Suçlanacak olan biri varsa o da benim.
Evet bu konuda suçlanması gereken tek kişi benim. Çünkü sırf hoşlandığım birileriyle olmak için yanıp tutuşurken, temizliğe ve onların temizliğine dikkat etmedim ve boku yedim.
Bu yüzden aynada kemdime bakıp belki bir iki tokat atmalı ve sonra yüzüme tükürmeliyim. bilmiyorum yani. İşte canım sıkılıyor. ve böyle şeyler yazasım var: frengi frengi frengi...

Şu an düzenli olarak tuvaletlerine gelip sıçtığım starbucks'lardan birinde oturmuş bu satırları yazıyorum ve etrafta bir kaç tuhaf tip daha var. Herkes ilginç olduğunu düşündüğü bir şekilde davranıyor. Çok cool ama aslında ezik.
Onlardan bahsedecektim ama vaz geçtim. Bence insan, kendisiyle kaldığı zaman sadece kendinden bahsetmeli. Kendinden bahsetmek, bir neşter alıp kendi içini açıp bakmak gibi bir şey. İlk zamanlar çok fazla can acıtıcı, ama sonraki zamanlarda; tuhaf bir alışkanlığa dönüşmüş zevkli bir oyun gibi. Bunu anlatabilmek için en iyi örnek, ayaklarında mantar olan birinin ayaklarını durmadan kaşıması ve bir kaç dakika sonra, parmak aralarındaki derinin kalkıp kanamaya başlamasına rağmen hala kişinin ayaklarını kaşımaya devam etmesi örneğini verebilirim.
Bu kaşınma hissi o kadar zevkli ve bıktırıcıdırki; hem bıkmış bi halde kaşırsınız, hem de inanılmaz zevk alırsınız. Taki elleriniz iyice yoruluncaya ve kendinize sırf yorulmuşluğunuzdan dolayı "dur" diye söyleninceye kadar devam eder bu iş.

Kendine, kendinden bahsetmek de böyle bir şey işte. Hem can acıtıcı, hem alışkanlığa dönüşmüş bir zevk durumu vardır.
Aslında en iyisi de böyle yapmak, yani sadece kendime, kendimden bahsetmek. Böylece başka insanların kusurlarına değil kendi kusurlarıma odaklanıp ne bok olduğumu daha iyi görebiliyorum.

Bunun güzel yanları olduğu gibi kötü yanları da var. Örneğin:
İnsan sadece kendisine dönüp baktığında zamanla bi yerlerini çok kurcaladığı için kendini bozabiliyor. Tıpkı bir oyuncağı çok fazla kurcaladığında bozulup bir daha eski haline getirememek gibi. Üstelik tamir edilse bile, civataları yerlerinden bir kez sökülüp, daha sonra yine yerlerine takılmıştır bile. Anlatabiliyor muyum?

Ama işte dediğim gibi, bunun diğer güzel yanı, sadece kendinle ilgilenmenin güzelliği. Yani zaten başka insanlarla neden ilgilenip onları kurcalıyoruz ki, neden bu kadar hayatlarına zerk oluyoruz ki? Bence dönüp kendimize bakmalıyız, sadece kendimize bakıp ne bok olduğumuzu iyice anlamalıyız. Önemsizliğimiz, bi bok olmadığımız ve olamayacağımız üzerine düşünüp kendimizi iyice kabullenmeliyiz. Sadece kendimiz. Sadece. Sadece. Sadece.

Canım sıkılıyor. Ne yazdığımı ve ne yazmak istediğimi bilmeden bunları yazıyorum. Canım sadece yazmak istiyor. Durmadan, saatlerce, günlerce yazmak. Anlıyor musunuz.

Dün gece evden çıktığımda da canım sıkılıyordu ve hala sıkılıyor. Saatlerce, günlerce yazsam bile sıkılacak, sıkılmaktan bir an bile vazgeçmeyecek. Çünkü sıkılmak için doğmuşum gibi hissediyorum. Her şeyden ve herkesten sıkılıyorum. Sıkılmadığım hiçbir şey ve hiç kimse olmadı henüz. Çok şükür, ben sıkıldığım anlarda bunu çok belli ediyor ve karşımdaki de benden sıkılmaya başladığı için siktir olup gidiyor. Kendimle baş başa kaldığımda ise işte böyle sıkılıyorum ve sonsuza kadar durmadan "sıkılıyorum" diye yazmak istiyorum.

Oturduğum bu boktan starbucks'dan da sıkıldım Kalkıp başka yere gideceğim ve orada etrafımdaki insanlar hakkında yazmak istiyorum. Saçma sapan şeyler. Hiçbir önemi olmayan her şey hakkında saatlerce yazmak istiyorum.
Ne giydiklerini, nasıl güldüklerini, el kol jestlerini, arkadaşlarıyla konuşurlarkenki mimiklerini, ses tonlarını, konuşurken çıkardıkları hırıltıları, hapşurmalarını, sevgililerine dokunuşlarını ve dokunma çabalarını, birbirlerini öpüşlerini ve aşkla bakışlarını, yürüyüşleri, oturuşları, tuvalete gidip gelmelerini..
tüm bu şeyleri yazmak istiyorum. çünkü hepsi birer ayet. hepimiz birer ayetiz. bu tanırının, insana yaptığı çok güzel bir iltifat. insanların birer ayet olması.
ama herşeye rağmen tüm bu yazdıklarım hiçbir boka yaramıyor. Sadece okuyanın sadece zamanını çalacağım yazılar olacak bunlar.
burdan kalkıp başka bi cafeye gidiyorum. sonraki saçma yazılarımdan birinde görüşürüz.


3 yorum:

  1. :) Salak..

    Kesss ayoool.. nbr mail attım :)

    YanıtlaSil
  2. Öncelikle geçmiş olsun. Frengi en çok hayat kadınlarında oluyordu ama demek gay caimasına da bulaşmış. Yaşının getirdiği olgunluk ile bunları atlatacağını umuyorum. Öte yandan gay ilişkilerde hatırı yalırı hastalık kol geziyor. herkes çok eşli ama bir o kadar da hasta. Özellikle 28 yaş altı gençlerin çoğu bilgisiz ve korunmasız seks ile hastalık içinde yüzüyor. Bir de nerede yatıp kalktıkları belli olmadığı için her an her şey var üzerlerinde. Başta vücut ve kasık biti bulaşma riski onlarda daha fazla. Evde kalamadıklarında bitli otel odaları veya viranelerde seks yapıyorlar çünkü. Paralır olmadığı ve tezcanlı olduklarından da prezervatif kullanmıyorlar bu da onları özellikle belsoğukluğu taşıyıcısı yapıyor. Artık antibiyotik de reçetesiz verilmediğinden belki de geçtiğini sanıp sürekli vücutlarında bunu taşıyarak bir mikrop fübesi haline geliyorlar. Bu konuda bilinçli hale gelmedikçe işleri zor. Umarım bu yaşadığın deneyim bir çok okuyucunun da kafasını açacak yeni çareler üretir. Türkiyede gay ilişkileri ve gayleri çok fazla hastalık taşıyan bir psikoz gibi. Akıl sağılını eksikliği ise ayrı büyük bir dert tabii.Tekrar geçmiş olsun.

    YanıtlaSil
  3. @duphi teşekkür ederim. Zaten atlattım. Bu yazıyı da o dönem yazıp kaydetmiştim, bugünlerde yazıyı tekrar görünce tarihi başlık olarak yazıp yayınladım.

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.