Şurdan devam ediyor: http://hayaterkegi.blogspot.com.cy/2017/10/okul-baslad.html
Sucu'da aslında Türkiye'li ama Antalya'da yaşadığı dönemde 400.000 TL bütçeli beyaz eşya işindeki başarısızlığından dolayı iflas edince, zar zor kendini buraya atmış. Buraya geldiğinde de, bir süre sağda solda çalışmış sonrasında ise işte bu işi bulunca devam etmiş, bir süre sonra da su işini tamamen alıp, ticarete devam etmiş.
Bazen Türkiye'ye gidip geliyor ama artık orayla gönül bağını tam kopardığı için gitmek istemiyor. Yani tam da buralı olmuş çıkmış ve hatta konuşması falan da klasik Türkiye Türkçe'sinden Kıbrıs Türkçesi'ne evrilmiş bile.
Kıbrıs Türkçesi'ni daha önce duydunuz mu bilmem ama bana çok tatlı geliyor. Eski osmanlıca türkçesinin, zamanla rumca ile karışımı gibi bir şiveleri var ve ilk duyduğumda ne konuştuklarını anlamak için küçük beynimin bütün hücrelerini kullanmak zorunda kalıyordum. Şimdi ise yavaş konuştukları müddetçe anlıyor ama tepki verme sürem eskisi gibi uzun kalıyor. Yine de bazen tatlı bulduğumu söylemeliyim. Gerçi tatlı konuşanlarınkini tatlı buluyorum desem daha doğru olur. Tatlı konuşamayanların ise ne yazıkki bir şey bulamıyorum.
burda iş olarak da pek iş sahası yok. Öğrenci olarak ise sıfır derecesinde işler var. Çünkü okumaya geldiyseniz, zamanınızı ya okula, ya da işe vermeniz lazım. İş yerleri de çoğu saat 17:00'ye kadar açık olduğu için, sizi çalışmak istediğiniz saatlerle, onların sizi çalıştırmak istediği saatler uyuşmuyor ve işte böyle benim gibi beş parasız kala kalıyorsunuz.
Sucu dışında başka kalıcı işlere de baktım ama bulamadım. Dediğim gibi zaten küçük bi yer olduğu için iş alanı yok gibi bir şey. Olanlarda ise yine öğrencileri, günlük yevmiye karşılığında çalıştırıp geçiniyorlar.
Mesela bu hafta iki farklı günlük iş'te daha çalıştım. Biri bahçıvanlıktı ve bahçıvanla birlikte serasını ekip biçtik, akşama kadar toprak taşıdım, ot yoldum, saksıları ayırdım. Akşam ise 70 TL yevmiye aldım.
Diğer iş ise zeytin bahçesin olan yaşlı bi adamla zeytin toplamaya gittik ve olgunlaşmakta olan zeytinleri, ağaçlardan, küçük bir çıpa türü alet ile yere serdiğimiz brandaların üzerine döktürüp, sonrasında da kasalara doldurduk.
Akşama kadar yaptığım bu iş karşılığında da 70 TL adım ve nihayet şu bi kaç gündür karnımı doyurabiliyorum.
Zeytin bahçesinin sahibi, Kıbrıs Barış Harekatı'ndan önce Rum Tarafı'nda yaşıyormuş ve anlattığına göre okuldayken, öğretmenler her zaman bir savaş çıkabileceği üzerine öğütlerde bulunup "savaş çıktığında ne olursa olsun, sakın teslim olmayın. son kurşununuza kadar çarpışın ve son kurşunu sizi almaya geldiklerinde kafanıza sıkın. kendinizi öldürün ama Rumlara teslim olmayın" diyorlarmış. O zamaki çocuk, şimdiki bu yaşlı adam, okulda aldığı "sakın teslim olmayın" öğütleriyle yaşarken, bi gün Barış Harekatı altında kendi yaşamakta olduğu toprakları karşı tarafa bırakılınca sinirlenmiş ve o siniri hâlâ geçmiş değil. Bana dedi ki;
o ibneler geldi, hiçbir şey yapmadan ülkemizi bu gâvura verdiler. oysa biz bütün halk ölmeye çoktan razıydık. şimdi ne oldu, topraklarımız hep orada kaldı. bak bu küçük bahçeyi bana verdiler. oysa orada binlerce dönüm arazimiz vardı. annem beni zeytin tarlamızda doğurmuştu. ben gözümü açtığımda zeytinleri gördüm ama şimdi benim değiller...
İçi yanıyordu ve hâlâ devletin, barış imzalamasını saçma buluyordu. Bir aralar artık her şeyi bırakıp dünyayı gezmiş, bir kaç farklı ülkede yaşamış ve en sonunda yine Kıbrıs'a dönmek zorunda kalmış ama özünde doğduğu topraktan daha sıcak bir toprak olmadığını da iyice bellemiş.
Kıbrıs'a döndüğünde evlenip, karısıyla beraber, o yıllardaki modaya uyarak 2 çocuk yapmış ama şimdi çok pişmanmış. "Moda ne bokki. Başkasına uyarak çok büyük yanlış yaptık. Şimdi iki çocuk tek var, zaten onlarda büyüdü başka yerlerde yaşıyorlar" deyip durdu.
Öğle yemeği olarak, karısının hazırladığı patetes haşlaması, domates, ekmek ve kendi tarlasının mahsulü olan dünyanın en güzel salamura yeşil zeytinlerinden yedik. Akşam saat 17:00'de zeytinleri kamyonetinin kasasına yükledik ve eve döndük. Bir kaç hafta sonra yine arayacak, yine zeytin toplamaya gideceğiz. O güne kadar, elimdeki su toplamış yaraların iyileşmesini, çiziklerin kabuk bağlayıp dökülmesini, omzum, sırtım ve bacak ağrılarımın geçmesini diliyorum.
Bu iki iş diğer işlere nazaran ağır olsalar da daha keyifli gibiler ama güneş altında saatlerce çalışmak insanı fena bıktırıyor. Neyseki zeytin topladığımız günün öğleden sonrasında, yağmur yüklü bulutlar, güneşi saklayıp beni mutlu ettiler. Zeytinci'de bulutlara bakıp "bu yağmurda bizi adam yerine koymaz, hep gavura yağar" dedi. Akşam iş çıkışında 70 TL verdi. Teşekkür ettim.
Saati 5 tl olan diğer çalışmaların çoğuysa fazla yorucu ve ağır işler.
Bu işleri yapanlar ise genelde Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden buraya okumaya gelen fakir aile çocukları. Hepsi hayvan gibi çalışıp, gün sonunda 2 kuruş paralarıyla mutlu mesut uyuyorlar. burada mecburi bir "sömürünün alası durumu" yaşanılıyor ve kimsenin buna ses çıkardığı yok. açıkçası karnım açken, ben de sömürülmeye hazırım. Çünkü aç ayı, bale yapmaz.
siyah öğrenciler ve pakistanlı öğrenciler, genelde inşaatlarda çalışıyorlar. Türkiye'nin doğusundan (özellikle Şanlıurfa, Mardin, Şırnak, Batman'dan)gelenler ise biraz daha hafif hizmet sektöründeler. Garsonluk falan işte. Çoğu birbirini kolluyor da ve bunu gördüğüm zaman mutlu oluyorum.
Zaten uzun zamandır bu kadar fazla doğulu'yu bir arada görmemiş ve bu kadar sık iletişime geçmemiştim.
Teni yanık, gözleri yeşilin bilmem kaçıncı tonu, elleri nasırlı, kaşları kalın ve tek, burunları her an öfkeden kabarmaya hazır gibi suratlarına oturmuş bi şekilde öylece gülümsemeleri ve sürekli her an her yerde Kürtçe konuşmaları güzel. Tıpkı siyah öğrencilerin de, birbirlerini gördükleri her an sıcak bi kahkaha patlatıp, İngilizce veya Afrika'nın bilmem hangi bölgesindeki hangi dili konuşmaları gibi.
Ama doğrusu çoğu enetelektüel anlamda yetersiz ve bir iki muhabbet sonrasının devamını getiremiyorlar. Bu üzücü bir durum ve çoğu bunun farkında olmasına rağmen, akşam çakacağı İzmirli, Aydınlı, Hataylı, Adanalı kızlardan başka hiçbir şey düşünmüyorlar.
Umarım çakmak, tüm eksiklikleri kapatır...
Burdaki yerel halkla biraz içli dışlı olduktan sonra, size geçmiş yıllarda parasızlıktan dolayı kerhaneye düşen öğrencilerden, okurken bi yandan da oruspuluk mesleğine başlayan genç kadınlardan, okul okumaya geldiği halde, bir süre sonra kumar batağına düşen zengin öğrencilerden, içki bağımlılığına yakalanıp okulu bırakanlardan bolca bahsederler.
Bir çoğu artık bu hikayeleri duymaya alıştıkları için sanki olması gereken şey bu olayların ta kendisiymiş gibi konuşurlar. Çünkü hayat onların değildir ve dağılan kendi hayatları değildir. Yani her şey olması gerektiği gibi ilerliyordur.
Buranın insanlarının temizlik konusunda büyük bir sorunları olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Temizlikten anladıkları sadece ellerini yıkamak. Onun dışında yaşadıkları yerler, çalıştıkları alanlar falan pek pis.
Geçen gün bir şeyler almak için gittiğim marketin raflarındaki kat kat tozu gördüğümde, işletmeci kadına, onu aşağılayan bir ses tonuyla "abla neden her şey bu kadar pis" dedim ama kadın hiç oralı bile olmadan "pis değil, sadece biraz tozlu" dedi.
Cevabı karşılığından hiçbir şey diyemedim ve 1-2 saniyelik boş boş baktıktan sonra, marketten çıkıp hayatıma devam ettim.
Çevresi düzenli bir kaçı dışında diğer evlerin etrafı toz toprak. Anladığım kadarıyla bir çoğu çiçek bile ekmekten acizler. Ağaçlar ise kendiliğinden çıkıp büyüdükleri için oralarda öylece salınıyorlar. yoksa bunların ağaç dikeceği de yok. Bu durumu dile getirdiğim yerel bir kadın, bana burada yaşayan yerel halkı kötülediğimi söylemişti ama bunun kötülemek olmadığını, sadece ilk defa buraya gelmiş birinin gözlemleri olduğunu ısrarla anlatmaya çalıştım, tabiki anlamadı.
Çünkü henüz tam anlamıyla medenileşmiş sayılmazdı ve zaten evrimsel süreç içerisindeki sıcak havaların insanı mayıştırması etkisi burada hala geçerliliğini koruyor. Büyük ihtimal genel olarak pis ve basit yaşıyor olmalarının nedeni de akdeniz havası olsa gerek. (konu hakkında detaylı bildi için: Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı kitabı okuyabilirsiniz.)
Kitabın giriş sayfalarında özetle; sıcak iklimde yaşayan insanların, hayatta kalmak için çok fazla çaba göstermedikleri ve ruhsal olarak da göstermek istemedikleri vs vs gibi konulardan bahsediliyor. Yani aslında böyle pis olmalarının nedeni, akdeniz'de yaşıyor olmaları olabilir.
Öte yandan soğuk yerlerde yaşayan insanların daha fazla icat çıkardıkları falan da varsayılıyor.
Böyle bilimsel ve evrimsel şeyler hakkında yazmayı çok sevmiyorum çünkü bu konuda çok bilgili biri değilim. bildiklerim ise henüz nokta babında sayılırki, o yüzden bu konuyu, nokta koyarak kapatıyorum.
Okulun kendi içindeki öğrenci popülasyonunun karmaşık olması hoşuma gidiyor. En azından ingilizce konuşacak çok fazla insan var ve her gün 3-5 kelime konuşuyoruz. Geçen fark ettim de, eğer konuşmalarımız böyle devam ederse 2-3 yıla kadar sular seller gibi ingilizce şakırım. demedi demeyin.
Şimdi ingilizce dedim de, aslında kürtçe'yi sevsem, okulda Kürtçe öğrenmek de zor değil. Çünkü okulun yarısı Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden gelen öğrencilerden oluşurken, diğer yarısı Türkiye'nin Güneydoğu'sundan gelen öğrencilerden oluşuyor ve yukarılarda bi yerlerde de dediğim gibi, çoğu kendi aralarında zaman mekan yer mer fark etmeksizin Kürtçe konuşuyorlar. Bazen ne konuştuklarını tek tük anlasam da ger kalanların ne olduğu hakkında hiçbir fikrim olmuyor.
Kürtçe'yi ise çocukluğumdan bu yana hiç sevmedim ve ilgi de duymadım. Bu yüzden de Türkçe konuştum ve hayatıma da öyle devam ettim. Ama bazen keşke Kürtçe'de öğrenseydim demiyor değilim. Malum; 1 dil bilen 1 insan, 2 dil bilen 2 insandır. Ben azla yetinmişim o ayrı.
O da arkadaşlarımdan biri Batmanlı Kürt'tü ve geçen kavga ettik. Kavgadan sonra ise, o diğer odalardan birine taşındı gitti. Onun yerine ise Bilgisayar mühendisliği okuyan biri geldi. Bu yeni gelen adam ise bilgisayardan okey oynamak dışında bir şey yapmıyor. Ben ilk zamanlar "helal olsun adama, hep çalışıyor. hep iş yapıyor" diyerek kendi kendime içimden söyleniyordum ama sonra, odaya her giriş çıkışta çaktırmadan göz ucuyla bilgisayarına bakınca, onkine okey oynadığını görüp kahroldum. Yazık.
Diğer oda arkadaşım (ığdırlı)ise piç'in önde gideni. Arada kavga etsek de, geçinip gidiyoruz.
Pansiyon tam olarak doldu. diğer odalar da da farklı insanlar kalıyor. Afrikalı Siyah Müslüman ve Siyah Hristiyanlar, Hataylı Araplar, Doğulu Kürtler, Adanalı Belirsizler, Mersinli Türkler falan fistan. Bir de 1 adet ben varım. Yani hepimiz ayrı bi dünyayız ve birbirimize çarpmadan dönmeye devam edip gidiyoruz.
Hayat erkeği KYK burs başvurusu başladı.E-devlet üzerinden başvurabilirsin.İnşallah çıkar.
YanıtlaSilinşallah.
YanıtlaSilhaberdar ettiğin için de çok sağ ol. teşekkür ederim.