-->

20 Mart 2015

ayna ayna söyle bana, benden daha soğuğu var mı bu dünya'da

Geçen yıl Galata Köprüsü üzerinde Öküz Herif'le etrafa aptal bi şekilde bakıp, kalp kalp osuruyordum ve o sırada güneş kirli çatıların arasında batmak üzereydi. Etrafta saatlerini balık tutmak ile harcayan boş sabırlı insanlar, çocuklarını ardına takıp gezinen yabancı turistler, ğart-ğurt diye yere tüküren yerli gezginler, limonata satan küçük esnaflar ve daha nice bilumum işle uğraşan dolu veya boş sayılabilecek kalabalık.

Ortaya çıkan iğrenç manzaranın güzelliği, kalp kalp osurarak gezinenlere ilham vermekten uzak değildi. Hatta "oturup şiir yazmalık, sevgiliyle küçük iskemlelere çöküp sokak çaycılarının beş para etmeyen çaylarından alıp yudumlarken, sevdiğine de arada ufak ufak öpücükler kondurmalıktı"da diyebilirim.

Ama öpüşemezdik, çünkü Öküz Herif hayatını bir Hamam Böceği olarak yaşamayı tercih etmişti ve bu yüzden gündüz sokakta bırak öpüşmeyi, en fazla 10 cm yanyana durabilirdik.
O, bu kadar gizliyken de, onun bireysel hayatına olan saygımdan dolayı onunla beraber dışardayken bende gizlenmek zorunda kalıyordum ve tabii gizlendiğim için de yer yer sinir oluyordum. 

oysa ben buydum, yarı bir ibneydim ve sevdiğim kişinin elini cinsiyetine bağlı olarak tutup tutmayacağıma karar vermeden yaşamak isteyengillerdendim. yani sevdiğim kişinin amı mı var, yoksa siki mi. bu çok önemli değildi.
cinsel organlar, sevdiğimin elini tutmamı ilgilendiren bir durumu belirlemiyordu, belirlememeliydi de. yani onun  elini tutacaksam tutarım, tutmayacaksam tutmam.
bu durum, özellikle son bir kaç yıldır hayatımı bu mantalite üzerinde kurarak yaşamaya çalıştığım için fena halde can sikiciydi.

ama işte onun kendi yaşamı yüzünden, elini tutmak istediğim de tutamıyordum ve bunun yerine biz de öyle ayrı ayrı mutlu bir şekilde etrafa bakınıp, o iğrenç manzaranın güzelliğini yaşıyorduk.
bu iğrenç güzelliği ölümsüzleştirmek fikri bende hasıl olunca, telefonumu çıkardım ve Öküz Herif'le birbirimizin fotoğraflarını çekmeye başladık.
Güle oynaya, yer yer artistlere özenerek çektiğimiz o ucuz fotoğraf faslı esnasında, köprünün Eminönü  tarafına gelmiştik ve artık fotoğraf çekmeye de bir son vermiştik. Zaten güneş de çatıların arasında kaybolmuştu. İğrenç güzel manzara, yerini karanlığa bırakmaya başlamıştı ve gün de bizim için işte böyle ölümsüzleşmişti.

Aradan bir kaç gün geçtikten sonra öküz'ün beni boydan çektiği fotoğraflara bakarken kendime uzun uzun daldım gittim. Bir kaç defa baktıktan sonra ise fotoğraflar bana daha anlamlı gelmeye başlamıştı ve bu sefer de adeta şok olmuştum.
Çünkü fotoğrafta tıpkı bir ayçiçeği gibi dışa dönük olduğumu beklerken, aslında nerdeyse tamamen içe dönük bir şekilde duruyordum.
Üstelik öyle güçlü bir şekilde içime dönük duruyordum ki; adeta çin'lilerin çin seddi gibi aşılmaz, geçilmezdim. Fotoğraftaki ben'in görüntüsünde; bacaklarım kendime dönük ve tamamen içe bakıyorlardı. Bedenim ve omuzlarımı dikleştirip dışa doğru güçlü bir izlenim verdiğimi düşünürken, fotoğrafta ise aslında omuzlarım bile içe doğru belli belirsiz eğikti.
Çenem bile hafifçe kalkık olmasına rağmen, maç sırasında gardını almış bi boksörün kırılmaması için her an çenesini korumaya hazır gibi, hafif yamuk duruyordu.
Sadece bunlar değil, gözümdeki o basit gözlük bile nerdeyse organım gibi duruyordu yüzümde ve iyice gözlerime yapışıktı. Sanki gözlüğü gözüme takmamıştım da, durup arkasına saklanmış gibiydim.

Karşımdaki herhangi biriyle konuşurken, bedenimden tam bağımsızlığını ilan edip ben farkında olmadan karşımdakinin orasına burasına dokunan ellerimin ikisi de cebimdeydi ve kollarım bedenime nerdeyse yapışıktı. Oysa ellerimi daha rahat kullandığımı sanıyordum ve hatta  bu konuda insanların rahatsız olabileceklerini düşündüğüm için genelde birileriyle konuşurken, farkında olmasam bile onlara çok fazla dokunmamak için ellerimi cebime atanlardandım.

ama şimdi bu halimi görünce allak bullak olmuştum. fotoğrafdaki o halimle, karşımdakilere adeta "ben seninle iletişime geçmeden, sen sakın bana yaklaşma" diyordum.
bir puttan tek farkım at gibi dişlerim olmasıydı. onun dışında öyle bir soğuk bir duruşa bürünmüştümki; resmen ben bile kendimden korktum. üzüldüm. o kapalı duruşuma üzüldüm. kendimi dünyaya kapatmış olarak yaşıyor olduğuma üzüldüm.

sonra uzun uzun kendime bakınmalarım son bulmaya yakın, bir daha kendime bakınca içim bir daha parçalandı. fotoğraflar da öyle kendime yabancı ve zavallı bir haldeydim ki, kendimi o halde görünce adeta  ağlayacak gibi oldum. sonra tabii ağlamadım. hem erkek adam ağlar mı ya??? ağlamaz tabii.
 sonra aklıma geldi; ben erkek değildim ve o anda gözlerim doldu ve bir kaç damla gözyaşını özgürlüklerine yolcu ettim.

Çünkü o fotoğraflarımı görünceye kadar, ben kendimi dışardan bakınca iletişime açık ve kesinlikle sıcak kanlı sanıyordum. böyle sanmalarım varken de, bu durumumunda, duruşumda kendini fazlasıyla gösterdiğini sanıyordum.
meğer öyle değilmişim. aslında öyle sağlam ve sıkı sıkıya kapalı bir kutu gibiydim ki, anahtarım da içerdeydi. açık sandığım tüm kapılarım kapalıydı. pencerelerim bile yoktu. ben soğukluğu tüm çevresinin buz tutmasına neden olan, okyanustaki devasa bir buz dağı kütlesiydim.
ve şimdi daha iyi anlıyordum, insanların benimle tanışmadan önce neden benden korktuklarını, neden benden çekindiklerini. şimdi daha iyi anlıyordum neden ben insanlarla konuşmadan onların benimle konuşmaya başlamadıklarını.

neyse işte. konuyu daha da uzatıcam da canım kendime sıkıldı. fotoğraflarımı da sildim. ben öyle biri olmak istemiyorum. çünkü öyle biri değilim.

2 yorum:

  1. seni tanımasam da seviyorum. üzülme. umarım mutlu olursun :)

    YanıtlaSil
  2. mutlu olduğun zaman çok az yazıyorsun. sırf çok yazdığın için mutsuzluğuna seviniyorum :/

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.