Bakkalı açınca insanların ne kadar zorlu hayatları olduğunu birinci elden görmeye, şahit olmaya başladım. Gördükçe de; meğer aslında kendi hayatım bir çok insanınkinden iyiymiş, onu daha iyi anladım. Demek ki "kötünün, kötüsü de var" sözü bir gerçekten yola çıkarak söylenmiş ve değerini hiç kaydetmeden günümüze kadar ulaşmış.
Kötüye bile şükrettiren düzenimize burdan lanet okuyor ve bu düzenin bir an önce yıkılması için allah'a dua ediyorum. ("amin" deyin)
Gerçekten de kötünün kötüsünü yaşayan çok fazla insan var. Ama tabii yaşarken sadece kendimize odaklandığımız için, en ufak şey de bile sanki en kötüsü bizim başımıza gelmiş gibi feryat ediyoruz. Zaten kötü bir şey yaşamayınca sanki o gerçek değilmiş gibi yapan, onu duymasına rağmen sırf gözlerini kapattığı için görmezlikten gelen biz nankör insanlardan da yoruldum.
Ama kimin gerçekten yardıma ihtiyacı var veya yok, onu ayırt edebilmek de o kadar zorki anlatamam. Gerçi bu durumu hepimiz biliyoruz ve zaten kaçış noktamız da bu oluyor.
Çünkü gerçek ihtiyaç sahibini ayırt etmek için, nerdeyse Allah olmak gerekiyor. Öyle zorlu bir hayat oldu çıktı bu meret..
Mesela 3 çocuğu olan bir kadın komşum var. Çocukları okula götürürken elleri boş gitmesin, diğer çocuklara bakıp ağızlarından sular akıp yere dökülmesin diye her gün gelip benden 25 kuruşluk küçük keklerden alıp çantalarına atıyor. Çocukları görsen sanki birer balya para ellerine tutuşturulmuş kadar seviniyorlar. Bazen geldiklerinde, ben de kenarda köşede kalmış bisküvilerden ücretsiz ellerine tutuşturduğum oluyor, sanki dersin cennetin anahtarını vermişim kadar mutlu oluyorlar. Çocuk olmak işte bu yüzden güzel ve o çocukları her gördüğümde büyük düşünür, şair ve yazar sevgili Devlet Bahçeli'yi şimdi daha iyi anlıyorum; anne bizim neden püskevitimiz yok..
Kadında kadın ama ha. Böyle varya resmen devlet gibi. Hiç bana mısın demiyor, koşturdukça koşturuyor.
Okul falan okumamış, öylesine işte kendi kendine bir şeyler öğrenmiş kalmış. Bildiği tek şey toplama çıkarma işlemi, onu da işte hesap kitap yaparken kazıklanmamak için öğrenmiş galiba.
2 ekmek, 300 gram zeytin alırken yaptığı hesaba şahit olsanız, benim yerime siz kafayı yersiniz. Ama işte esnaflık buymuş, yeni yeni öğreniyorum.
Okul okumadığı için mesleği falan da yok. Kendini bildi bileli temizliğe gidip gelen başörtülü kadınlardan sadece biri.
Başörtüsünü de işte inancından dolayı değil de, saçını yaptırmakla uğraşmamak, onca geçim sıkıntısı arasında bir de o işe para vermemek için takanlardan. Ama tabii kadını her ne kadar üstünkötü tanıyor olsamda; bu konuda; gerçek anlamda nasıl hareket ettiğini bilmek için kalbinden geçenleri bilmem lazım. Ben ise ne yazıkki hepiniz gibi onun kalbinden, yüreğinden geçenleri bilmiyorum. Belki de başörtüsünü gerçekten inancından dolayı takıyordur. Bunu sadece o bilir, ben sadece önyargımı buraya taşıdım o kadar.
Eşini hiç görmedim, adam nasıl biri hiç bilgim yok. Belki de gördüm ama aslında onları yanyana görmediğim için eşi kim bilmiyorum. Zaten neden hiç yanyana olmuyorlar onu da anlamadım. Bizim mahalle işte böyle bir yer, kadınlar ve erkekler ayrı ayrı takılır. Evin yükünü en çok kadınlar taşır, çocukları onlar büyütür, derdi onlar çeker. En azından görünen bu. Kim bilir derinlerde daha neler neler yatıyor.
Evleri bizim bakkalın bir kaç apartman altında rutubetli bir bodrum katından ibaret. Evi alırken bankadan kredi çekmişler ve 5 yıldır ödüyorlar, bi 10 yıl daha ödeyeceklermiş galiba. Tabii evin fiyatı krediyle beraber 60.000'den 115.000'e çıkmış. Tek amaçları bir ev sahibi olmak olan basit, güzel çok sıradan insanlar işte. Zaten köle olarak yaşıyorlarken, durumlarını aşan büyük bir krediyle beraber ikinci defa köleleşmişler. Bu durum üzüyordu beni. Ama sadece üzülüyordum.
Çünkü artık alıştım, pek üzülmüyorum da.
En kötüsü de; işte bu gibi durumlara olan "artık" hiç üzülmeyişimiz, onlara olan alışmalarımız.
Kötüye alışmamız. Kötü durumu normal kabul etmeye başlamamız. Bundan daha kötü yok, çünkü daha kötüsü ölümün ta kendisi oluyor..
Mahallemde, bankalardan çektikleri kredilerle yaşayan insanların sayısı çok fazla. Hepsi siki tutmuş haldeler ve işte günü birlik yaşayıp gidiyorlar. Kendi, maddi anlamdaki kötü durumuma alışmamı sağlayan da onlar oldu. Çünkü benden daha kötü durumdaki insanları görmek; beni iyi hissettirdi.
Of biliyorum, hepimiz böyleyiz. Bizden daha kötü durumdakileri görünce, içten içe kendimizin iyi olduğuna seviniyoruz, mutlu oluyoruz. Zengin, fakir, yaşlı, genç, kadın erkek farketmeksizin hepimizin ortak zaaflarından biri de bu.
Başkalarının kötü hali, bizim yaşama sebebibimiz olmuş çıkmış. Onlar ne kadar kötü durumda iseler, bizler o kadar mutlu oluyoruz..
Bahsettiğim kadın, sanırım mahallemdeki en kötü durumdakilerden sadece biri, ya da benim bildiklerimden sadece biri. Geçen gün satılmayan sebze meyveleri topladım ve uzatıp "abla bunları evde kullanırsın, yazık olmasın burda" dedim. Alırken öyle içten bir şekilde "teşekkür ederim, allah razı olsun" dediki, o anki ses tonuyla, tüylerim diken diken oldu, böyle sanki allah bütün günahlarımı affetmiş gibi hissetim.
Ama biliyorum, günahlarım af olmadı, hakkını gaspettiğim insanların kendileriyle hesaplaşmam lazım. Taciz ettiklerimle, küfür ettiklerimle, arkasından kuyu kazdıklarımla yüzleşmem lazım. Affetmeleri için onların ta kendilerinden af dilemeliyim, allah'dan değil.
Içimden gelerek şunu söyleyebilirim ki seni tanımadan seviyorum.
YanıtlaSilÇok seviyorum yazılarını okumayı, öyle bi hissediyorum ki anlatamam. Kimi zaman sarılsam geçer mi tüm olanlar diyesim geliyor...öperim
YanıtlaSil