yıllar önceydi. daha istanbula yeni gelmiştimn. çevreyi fazla bilmiyor, asosyal olduğumdan dolayıda en sosyal olduğum yere internet cafelere takılıyordum. bi çay ocağında çaycılık yapıyordum. bildiğin kıçı kırık çaycı parçasıydım. garson bile demiyorlardı bana. pöf kadar götüm vardı ve hiç kaale alınmıyordum bile. çalıştığım yer tokatlıyan pasajının en alt katıydı. o çay ocağı hala yerinde duruyor. atmasyon dan bol salladığımı söyleyenler, mail atanlar, dm bırakanlar gidip ziyaret edebilirler.
tokatlıyan pasajının tarihi çok eskidir. pasaj daha önce tokatlıyan oteli olarak hizmet vermişti ve bu yüzden şimdilerde tokatlıyan oteli olarak da bilinir.
tokatlıyan pasajı nın 309 numaralaı odasında atatürkün bir hafta geçirdiğini bilen pek az kimse vardır. ama şimdiki hali ile o zaman ki hali arasında kocaman bi dağ farkı olduğunu unutmazsak, o günün değeriyle en pahalı otellerden biriymiş.
altın kaşık çatalları, özel yaptırılan ithal porselenleri ve hizmetiyle o günün en pahalı oetliymiş. neyse işte açık adres verdim. beyoğlunda, istiklalde, şimdiki vakıfbank ın hemen yanında. karşısında örs pasajı var. nevizadeye girmeden cadde üzerinde muhakkak görürsünüz.
dedikten sonra konuma döneyim.
işte ben asosyal olarak hayatıma devam ederken, her gün takıldığım internet cafeye TAKSİM İNTERNET cafe ye gittim. hani şu benetton mağazasının alt tarafında bi sokak varya işte ordaki binanın 2, katındaydı bu internet cafe. her gün takıldığımdan dolayı ben ne kadar asosyal olsam da orda çalışan kızlarla samimi olmuştum.(burayı niye söyledim, neyi ima etmeye çalışıyorum anlamadım, bilinçaltı sen nelere kadirsin)
o kızlardan 2siyle hala görüşüyoruz, gerçek adımı bilmiyorlar (yaşarken de fake tim. :))
ama iyi kızlardı. onlara sürekli kahve falı bakardım, onlarda benden internet ücreti almazlardı.
böyle beleş bi ying yang sistemi kurmuştuk aramızda. bide bu kızlardan birinin kardeşide orda çalışmaya başladı. bi gün o kıza arda kural teklifte bulunmuştu, kız salak kabul etmedi. sonra arda kafayı yedi, hatta o ara kıza olan aşkından dolayı kafayı kazıttı. biz görüp kello diye dalga geçerdik. kız bize küserdi.
bide arda kıza inat tam karşıda bi bar alıp işletmeyede başlayınca ortalık şen şakrak oldu. kız akşamları gidiyordu bara ve bu sefer kız arda ya aşık oldu. hayat böyle devame derken bi gün ben yine akşam saatlerinde çaycılıktan kazandığım yevmiyemi alıp internet cagfenin yolunu tuttum. sokakta hiç kimseye pas vermiyor, hiç kimseyle konuşmuyordum. ee tabi daha ilk günler olduğundan dolayı korkuyordum da kimseyle görüşmeye. kendi halimde çaycı parçası kılığında dolaşıyordum ortalarda.
ki öyleydim de. ama bi gün ne olduysa oldu ve ben yine her zamanki masamda chat e girmiş sanal sex yapıp, bi yandan da kasiyer kızlara laf yetiştirirken, hesabı ödemekte olan birinin bana bakıp bakıp gülümsediğini farkettim.
:)
çok hoş bi gülümsemeydi ama, böyle yarı utangaç, yarı yüzsüz ama farkedilmesini bekler bi şekilde gülümsüyordu.
bana mı gülümsüyor diye baktım, yüzünü gülümserken saklamaya çalıştı, sonra ekrana baktım ve hızlı hızlı bişiler yazarken bi daha ona baktım, yine bakıyordu ve bu sefer ki gülümsemesi daha tatlıydı. kasada hesap ödüyordu ve para üstünü beklerken bana bakıyordu. şaşırdım. ben ki hiç kendimi beğenmezdim.
böyle kara kuru bişiy bulurdum kendimi. dedim acaba bi yerim mi açık kalmışda bu bana bakıp gülüyor. sonra hesabı aldı ve çıkarken kapıya çarpıp bi daha baktı bana :) gülürdü beni.
o inerken bende indim ve sokakta bakarmısınız diye seslendim. dönüp baktı, biraz şaşırmıştı, buyrun dedi ve yine o tatlı gülümsemesi oluştu yüzünde. ben elimi uzatıp pardon tanııyormuyuz dedim; hayır dedi tüm sakinliğiyle, peki bi yerlerde falan karşılaştık mı dedim yine hayır dedi. şaşırdım. bende gülümsedim ve sanki tanışıyormuşuz gibiyiz dedim. belkide dedi. o zaman tanışalım mı dedim evet deyip elini uzzattı BEN SERCAN. elini tuttum ve bende XX dedim. elleri sıcaktı. tıpkı gülümsemesi gibi.
bi yere mi gidiyorsun dedim. evet dedi, beraber gidelim mi dedim ewet olabiliri dedi. izin isteyip hesabı ödemek için cafeye girdim. kızlara 2 dakkada olayı tüm ayrıntıllarıyla anlatıp çıktım. indiğimde beni bekliyordu. gülümsesi hala yüzündeydi. bana baktı ve bu sefer dişleri görünebilecek kadar gülümsedi.
konuşmaya başladık, ne iş yaptığımızı falan konuştuk, ben çaycıyım demedim garsonum dedim. oda anadolu yakasında bi ofiste çalışyormuş.
konuşmalarımız devam ederken ona daha çok dikkat etmeye başladım. sarışına yakın bi tipi vardı. benim boyumda ama benden 5 kilo kadar fazlası vardı :)
oda bana bakıyordu beni inceliyordu.
nereye gidiyoruz diycekken, o söze başladı, bi cafe ama senin bildiğin cafelerden değil dedi. önemli değil dedim. nasıl bi yer olduğunu ne yapcam ki dedim. tamam dedi ve beraber yürümeye devam ettik. istiklalin ter kokulu sokağında ilerleyip bahsettiği cafeye girdik. 4 katta mor kedi diye bi yerdi.
içeri çok kalabalıktı, iğne atsan yere düşerdi ama.
herkes beni ilk defa görüyordu ve bu kim gibisinden kaş göz işaretleriyle soruyorlardı.
bende hiç umursamıyordum. sonra göt kadar cafe de boş bi masa bulup oturduk. cola istedik ikimizde ve konuşmaya daldık. o cafe nin müşterileri hep aynı oldukları için beni ilk defa görüyorlardı. gören de gelip bakıp bakıp kaçıyordu. anam neydim ben tarihi eser falan mı?
sonra biz konuşmaya devam ettikçe etrafta olan bitenleri görmemeye başladık.
biribirmizle aşırı ilgileniyorduk. küçük hareketlerle biribirimize dokunmaya çalışıyorduk. sonrada utanmış gibi geri çekiliyorduk. o başka bi yöne dönse ben hemen dalıyordum ve yüz hatlarını falan inceliyordum. birde bakıyordum karşımda çok tatlı biri.
ben de o beni incelesin diye numaracıktan dönüyordum ve duvardaki beş para etmez resimlere dalıyordum. o anda bende onun beni süzdüğünü farkediyordum. sonra saatler ilerledikçe, biz yer minderlerine geçtik.
yer minderleri daha rahattı. en köşeye geçip, oturduk. yanyana oturmuştuk ve o başını yasladı bana. bende hafiften kendimi eğdim ona doğru. öyle kaldık bir kaç saniye. ama çok yavaş geçti o saniyeler.
sonra gece ilerledikçe ışıklar kısıldı, herkes bi yerlere oturmaya başladı. sevgililer bi kenara yanlızlar bii kenara çekildiler. artık kimse kimseye bakmıyordu. daha da rahat bi ortama benzemişti şimdi.
bi ara dönüp duvardaki resme yine dalar gibi yapınca nefesini kulağımda hissedip dönüp baktım. ama utandı ve gülümsemeyle karışık bi şekilde yüzünü diğer tarafa döndü. bende eğer öpmek istiyorsan öpebilirsin dedim. dönüp bana baktı, hiç konuşmadı ve zorlama olduğu he rhalinden belli olan bi şekilde; kızmazmısın dedi.
güldüm ve neden kızayım ki. öpmek istemiyormusun dedim. isterim dedi ve ben başımı sola hafif yatırıp gözlerimi kapadım. oda o anda yapıştı bana. çok uzun bi şekilde öpüştük ve hiç bırakmadık. sonra bıraktığımızdada uzun uzun soluklandık. biribirmize gülümseyip tekrar deneyelim mi dedi.
hiç konuşmadan bu sefer de ben uzandım ve öpüştük.
çok uzun uzun öpüştük. ve sarıldık birbirimize.
o anda ne oldu dersiniz, tabiikii bizim şişko cafe işletmecisi geldi ve öhöm öhöm çekti. geber kadın diycektim ki, sercan hemen toparlandı ve pardon dedi. kadın hiç bişi olmamış gibi dönüp gitti.
sonra bizde hiç bişi olmamış gibi devam ettik öpüşmeye. o ilk utancı üzerimizden atmıştık ya artık rahattık. durmadan öpüşüyorduk ve artık dudaklarımız uyuşmuştu.
cidden söylüyorum dudaklarımı hissedemiyordum.
ama öpüş öpüş de bıkmıyordum ki.
sonra gece 12 gibi çıkıp bara gittik. onun arkadaşlarıda geldi, tanıştık kaynaştık eğlendik. sabaha doğru simit sarayına doğru gidip oturduk hep beraber, 10 kişi falan vardık. biz yanyana oturduk.
laf lafı açarken gelseninle bi yere gidelim dedim ve elinden tutup kaldırdım. oda sesini çıkarmadı kalkıp marmara oteline doğru yürüdük. ordan beşiktaş stadına doğru yürüdük ve onu sadece benim bildiğim bi yere götürdüm. ben bazen canım sıkılınca oraya gider uzanıp müzik dinlerdim. en çokda kafamı dinlemek için gelirdim. gerçi maç günleri kaçaklar rahatlık vermezdi ama olsundu.
tam ritz carlton otelinin karşısına oturduk. ağaçlıkla da vardı ama yüksekde olduğumuzdan her tarafı görebiliyorduk..
ben buradan güneşin doğuşunu hiç izlememiştim onuda buraya güneşin doğuşunu izlemeye getirmiştim. şafak sökerken güneş yavalş yavaş kendini göstermeye başladı. uzandık çimlerin üzerine, o soğukta hiç üşümedim. oda üşümedi. sarıldık birbirimize ve güneş doğarken öpüştük doya doya.
güneş iyice doğup,tepede yer alınca saate baktık; 6,30 du.
kalkıp silkelendik. üzerimizdeki çimen lekelerini birbirimize gösterip, güldük. sonra onun bildiği bi börekçiye gittik.
böreğin ismi kürt böreğiydi. çok a güzeldi.
bol bol yedik.
öğleden sonraya kadar beraber takıldık ve o artık eve gitmeliyim dedi.
öpüştük gitti.
bende dönüp eve geldim. onu düşünerek 2 defa mastürbasyon yaptım. sonra uyudum. çaycılar pazar günü çalışmazlardı. bi ara uyandığımda saatin kaç olduğuna bakıyım dedim. ama tv yi açamadım. telefonumu arıyım dedim uyku sersemi bi şekilde bulamadım ki telefonumu.
kafayı vurdum yattım. ertesi sabah telefonun alarmı sayesinde uyandığımda saat 7,00 idi.
giyinip çıktım. çay ocağına doğru gelirken dün yaşadıklarımın gerçke olup olmadığını sordum kendime, hayır gerçek değildi dedim kendime. bi iki defa parmak attım kendime, acaba rüyadamıyım diye, baktım yok gerçekten rüya da a değilim.
dedim her halde dün iş yorgunluğundan olsa gerek eve gidip hemen uyuyunca, böyle tatlı bi rüya görüdm.
işe geldiğimde, üst kattaki ermeni saatçi arçez dayı çoktan gelip dışarıya iskemlesini atmış ve güneşin tadını belinden alıyordu. malum yaşlılıktı bel soğukluğu kapmamalıydı.
atölyelerdeki işçiler gelmiş işe başlamadan önce son çaylarını yudumluyorlardı.
herkes erkenciydi. bi ben oayalnmıştım demekki.
işe koyulup çayları dağıtmaya başladım. yan taraftaki vakıfbank a servis yaptım. teşekkür ettiler. kasalardaki paralara baktım vayybe çektim çıktım.
öğlene doğru telefonum çaldı baktım.sercan yazıyordu. demek telefonunu almayı akıl etmiştim. oysa hiç hatırlamıyordum. çağrı atmıştı.
bende yanıtladım çağrıyla. sona bi daha çağrı attı ben bu sefer aramak için uzun uzun çaldırdım. kapattı ve ben yine aradım. cevap vermedi.
sonra ben telefonu cebime atıp işime bakıyım derken, çay tepsisini düşürdüm. boştu bardak yoktu tepside kırılan dökülen olmadı :)
o anda mesaj geldi ''unutuldum mu'' diyordu.hemen yanı yazdım '' mümkün değil ki'' dedim. sonra cevap geldi sadece gülücükdü.
güldüm. bu moraalle işime devam ettim. herkese gülücükler dağıttım. hiç sevmediğim Paragöz'e bile öğlen kahvesini ikram ederken tüm içtenliğimle afiyet olsun dedim. başka zaman olsa zıkkım olsun anlamında kahvesini önüne bırakır defolurdum onun yanından. adam erol giyim mağazalarının sahibiydi. ve çok ama çok soğuk biriydi. Paragöz bi yahudi olduğundan mıydı neydi. bende ısınamıyordum ona bir türlü.
ama o gün pişmiş kelle gibi sırıtmıştım ve afiyet olsun da demiştim. :)
sonra hafta sonuna kadar biz böyle mesajlaştık hafta sonu o gelince yine aynı hikaye yi baştan yaşadık.
seviştik, bara gittik, simit sarayına gittik, kalkıp güneşin doğuşunu seyrettik. ama bu sefer üşüdük ikimizde.
öğleye doğru o yine gitti. ben yine gidip eve uyudum.
hafta içi yine mesajlaştık. çarşaba günü gelen mesajdada artık görüşmeyelim diyordu. hiç umursamadım. butür durumlarda hep böyleydim. hiç cevap yazmadım. mesaj üstüne mesa geldi. hiç birini yanıtlamadım. ve hepsini karşılıksız bıraktım.
çünkü ben 2 sevişmede, 2gece de, 2 sefer güneşin doğuşunu izlemede bayağ yol katetmiştim.böyle bitecekse bitsindi.
bu yaşa geldim kendimi yen yeni anladım. bu gönül işlerinde ilk ayrılık günlerinde bana hiç bişi koymaz, herkes yoluna der bırakırım. ama benim bok gibi yüreğim var ve 1 hafta sonra kokusu çıkar ortaya. aslında bilinçaltıma itiyorum o olayları ve görmemezlliğie duymamazlığa geliyorum o an. ama sonra bi anda öfke patlamaları oluyor. nefret ediyorum herşeyden herkes ten.
öyle de oldu.
yine aynı intenet cafede oturmuş kızlarla laflarken, onunda orda olduğunu görüdm. beni görünce kalktı ve çıktı. ardında çıktım ve ne oldu dedim. hiç dedi seninle görüşmek sitemyorum dedi.
tamam dedim ve sadece arkadaş kalalım dedim.
şu arkadaş kalma işi de pek sağlam durmaz ya neyse :)
öyle kararlaştırıp yürümeye başladık. elini omzuma attı, birbirimize baktık ve gülümseyip arkadaşız dedik.
ama olmadı. arkadaş da kalamadık.
o akşam özlem diye bi asexüel arkadaşı geldi. biz onunla laflarken aslında farketim ki ben sercan a çok alışmıştım.
bunu özlemle konuştuk ve ona söyleme dedim. tamam dedi ve aramızda kaldı. bi iki hafta böyle, sadece hafta sonları buluşmaya devam ettik.
bir hafta barbahçe diye bi bara gittik ve ben orda biriyle kesişip köşeye kaçtık. öpüşmeye başlamıştık ki, sercan geldi, bana uzun uzun baktı ve gitti.
anladım ki kızmıştı. ve bende zaten onun bu konuda fikri nedir diye merak etitğimden böyle davranmıştım. pişman oldum o an. hemen kaçtım ordan. dışarı çıkmıştı. bende çıktım ve yürüdük. taksime doğru ilerledik konuşmadı.
bende konuşmadım.
meydana geldiğimizde bi banka oturduk ve sıradan bi konuşma yapmaya başladık.
sağdan soldan konuşmaya başlamıştık. hiç alakasız şeyler anlatıyorduk birbirimize. dönüp baktı bana, yüzü asıktı, bende yüzümü ekşittim ve kalkıp yürümeye başladı. gitti.
ardından gitmedim. gecenin yarısında onu istiklale doğru yürürken bıraktım.
sonra bi gün özlemle o geceyi konuşurken, onun onlarla buluştuğunu söyledi. benim başkalarıyla onun yanındayken bu kadar rahat oluşumdan tiksindiğini söylemiş. özlemde ona benim onu kıskandırmak için bunları yaptığımı ve aslında onu çok sevdiğimi söylemiş. özleme onu ne kadar sevdiğimi daha önce söylemiştim. bu konuyu özlemle çok nce ayrıntılarına kadar konuşmuştuk. özlemde olduğu gibi ona aktarmıştı.
oda bunun üzerine beni sevdiğini söylemiş, ama bana layık olmadığını falan eklemiş.
oysa layık olmayan bendim diye düşünüyordum.
meğer oda benim için öyle düşünüyormuş.
bi gün işe dalmış oraya buraya çay yetiştirmeye çalışırken, telefonum çaldı, baktım oydu, buluşalım mı dedi. ewet dedim. o akşam taksime gelicekti.
iş çıkışı aradım ve cafede buluştuk. normal 2 medeni insan gibi konuştuk ve ayrıldık. ama ayrılırken aslında ikimizde ayrılmak istemediğimizi farkettik.
olan olmuştu ayrılmıştık zaten.
o gece geç saatlere kadar takılmadık. erkenden işim var deyip gitti.
bende eve gittim. her gece selamlaştığım travestiyle selamlaştım, büfeden sek marka günlük sütümü aldım, meyvemi aldım eve çıktım. tarvesti benim apartmanın kapısında beklerdi, biriyle anlaştımı, tarlabaşına sapardı hemen.
işler nasıl muhabbetti bile yapardım onunla :) muhabbeetimiz bayağ ilerdeydi onunla :) bu gece canım sıkılıyor dediğimde bana; ayol geçer geçer derdi :))
hala aklımdadır kart yüzü falan :))
hafta sonu yine buluştuk ve bu seferde 1 sat sonara ayrıldık. eve geldim ben yine.
ne yapcaktım ki dışarda.
canım sıkılıyordu gidip eve tv izliyordum.
sonra bi gün artık hiç görüşmeyelim dedik ve son buluşmamız olsun diyede buluşmaya karar verdik.o beni üsküdar a davet etmişti.
zaten taksime yakın oturduğumdan dolayı biriyle görüşmek istesem kimse beni bi yere bırakmıyordu, amın sikin götün merkezi taksimdi, herkes bana geliyordu, kimse demiyorduki ulan bi günde sen gel bizim buralara eğlenelim.
istanbulda yaşadığım müddetçe taksime kapattılar beni.
bu yüzden o beni üsküdara davet edince çok sevindim.
kendimi özel hissettim onun için ve ona bi hediye almaya karar verdim.
günlerce gdüşündüm:
saat : pöfff
gömlek: pöfff
tişört: pöfff
düşünüyordum habire ama ne almalıydım, alacağım şeyi sürekli kullanmalıydı, sürekli onda durmalıydı, baktıkça beni hatırlamalı ve hatta beni hiç unutmamalıydı.
yüzük:pöffff olmaz ki. ayrılyıoruz yüzük mü takcam :)
günlerce düşündüm ama bi türlü bir şey bulamıyorum. vereceğim hediye kalıcı olmalıydı, beni hiç unutmamalı ve hep hatırlamalıydı.
hediyelik tezgahların önünden geçerken bi bıçak gördüm evettttt dedim bıçak iyiydi.
hayır bildiğiniz gibi bıçağı görünce bıçak hediye etmeyi düşünmemiştim. onu bıçaklamayı düşünmüştüm.
nasılsa ben onun beni hiç unutmamasını istriyordum ya, küçük bi bıçak darbesi sevgiliye ne yapardıki.
böylece asla beni unutmazdı, o yaraya baktıkça beni hatırlıycaktı.
neresine bıçağı sokacağımı günlerce düşündüm. ya bişiy olursa diye değil, neresinde yara olursa daha çok farkeder ve beni hatırlar diye düşünüyordum.
beni hiç bir zaman unutmamalıydı.
hep hatırlamalıydı.
günlerce düşündüm ve buldum. eğer bacağını bıçaklarsam bel altı olduğundan dolayı hem az ceza alcaktım, hemde amacıma ulaşmış olacaktım.
bıçağı almak için istiklaldeki tezgahçılara doğru yola çıktım ve gelen tramvaya takıldım. tramvaya beleş binmek kadar da zevklisi yoktu. para vermek de neydi.:))
bıçağı alıcakken uyandım ve ben ne yapıyorum dedim. şaştım kendime. ben ne yapıyordum yaaa.
o anda ne yaptığımı, ne yapmak üzere olduğumu farkettim. buuşma yarındı ve ben onu sevidğimi söylüyordum ve ben bu yüzden beni unutmasın diye bıçaklycaktımmm.
film bi anda koptu. gerisin geriye yürüdüm ve kendime baktım. tükürdüm yere ve çıktım ordan.
bu kendimde karşılaştığım ben, bend eğildim. başka biri vardı içimde.
ben böyle olamazdım.
durdum gidip meydandaki çeşmede elimi yüzümü yıkadım defalarca.
kendime gelmiştim.
ve utandım o halimden.
sonra eve döndüm.
çırılçıplak kalıncaya kadar soyundup ve yatağa uzandım. ben ne yapıyordum neden yapıyordum ki.
düşündüm düşündüm düşümdüm.
sabaha doğru kendime geldim.
bu yanlıştı. ve ben yanlışı yapmadan öne farkına varmıştım.
kimse zarar görmemişti ama ya biri görseydi.
o anda aklıma gazetelerin 3 üncü sayfaları geldi. sevgilisinden ayrılan çılgın aşık puntoları nı okudum sanki zihnimde ve sanırım kendimce o tür cinayetleri anlamlandırmaya başladım.
eşinden ayrılan koca, onu başkalarıyla paylaşamadığından öldürüyordu.
sevgilisini doğraya genç, ona aslında zarar vermek istemiyordu, sadece unutulmak ağrına gidiyordu ve o, hep hatırlanılmak için yapıyordu.
işte buydu. şifre buydu kimse katil değildi sadece kıskanç ve unutulmak korkusuydu.
ben bunları düşünürken kendimden utandım ve uyudum.
uyandığımda işe çok geç kalmıştım. öğlene doğru çay ocağına gidip ezik büzün bi şekilde kemal sunal tipli patronumdan özür diledim. oda ilk defa oldu bişiy olmaz dedi.o günlerde çalışırken bu konu hep kafamı meşgul etti ve her seri katile çılgın aşık gözüyle baktım, gazetelerin 3 üncü sayfasını hep aşk haberleri okumak için açtım.
güner geçti gitti, ve biz buluştuk.
üsküdarda kız kulesinin oaraya gittik.
fotoğraflar çektik, bol bol konuştuk. çay içtik beraber sonra kalktık beni yolcu etti.
ben hiç bir şey almamıştım ona. unutursa unutsun demiştim son anda kendime.
ama o ben minibüse binerken bi zarf verdi bana. teşekkür ediyordu bana.
minibüsten son kez ona baktığımda el sallıyordu.bende ona el salladım.
o günden sonra bi daha hiç karşılaşmadık. sadece msn de konuştuk bir iki kez. 5 yıl geçti hiç karşılaşamadık bile, msn de bile konuşmadık. sadece 3defa mailleştik. o mailler yetti bana.
unutmuştum onu takii, şimdi yeni bi acı yaşayıncaya kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.