Geçen ay İstanbul'a geldim ve işte hâlâ gezinip duruyorum. Gelme planını da gezinmek için değil, 14 Şubat'ı Öküz Herif'le geçirmek için yapmıştım. Hatta önceki aylarda kavga etmediğimiz anların arasında bi yerde beraber yapmıştık. Ama sonrasında kavga ettiğimiz için görüşmeyi kesmiştik, bende çıkıp arkadaşıma geldim.
Buna rağmen aslında gelinceye kadar, yine de olumsuz şeyleri aklıma getirmiyor, en azından İstanbul'a geliş tarihlerimi bildiği için, geldiğim zaman mutlaka arayacağını düşünüyordum.
Düşünüyordum ama işte bunlar benim düşüncelerimdi ve o aramıyordu.
Onun aramasını, yazmasını beklerken şehri gezdim, silinmeye yüz tutmuş caddeleri zihnimde tekrar çizdim, İstanbul'un hafızamdaki siluetini keyifsizce tazeledim. Günler sonra dayanamadım, bi paket çikolatayla işyerine gittim. Çikolatayı verip gözlerimi ondan saklarken, tuttum kendimi hiç ağlamadım.
Öğlen arasına denk getirmiştim diye dışarı çıktık, bir şeyler konuştuk, o arada mahalle arasında bulunan bi kokoreççide öğlen yemeği niyetine kokoreç yiyerek barışmış olduk.
Sonraki bir kaç gün içinde defalarca kavga ettik, onlarca siktir çektik birbirimize. Anladımki o hiç değişmemişti. Ben sadece ondan uzak kaldığım için, kafamda onun değişmiş olduğunu düşündüğüm bir hayal kurmuştum. Zaten o böyleydi, değişmeyecekti.
Buna rağmen bi kaç gün sonra yine barıştık. Arada onu sevdiğimi bilmesinden ötürü kalkan götünden destek alarak ettiği hakaretlerini umursamdan, benim onu sevdiğime odaklanarak ilerliyordum.
Hem zaten ilişkilerde böyle şeyler olurdu. Bunlar normaldi diyordum kendime. İnsan sevdiğini de yere kadar çekerdi. İnsanın sevdiği çekilmeliydi. Öyle her üf-püf'de birbirini silmek olmazdı. İlişki zaten budur. Yani birbirini çekmek, biraz tahammül etmektir falan filan.
Ama önceki gün, onunla her zamanki gibi gündelik bir konuşmanın içindeyken, durup dururken bana hakaret edip aşağılamaya başladığında, bi anda; konuyu bizim için anlaşılır kılmayı kesip pes ettim. O böyleydi. Onu tutup boşu boşuna iyi niyetimin arkasına sakladıktan sonra ona bakmama gerek yoktu.
Onun içi; başkasının iyiliğine duyduğu hırsla, başkasının iyi görüntüsüne dair olan nefretle, başkasının en küçük başarısına dair olan kıskançlıkla doluydu.
Şimdi bunu daha iyi görüyordum çünkü; şu 2 yılda, insanların içlerindekini görmek üzerine çok ustalaştım. Okul okumak ve orada yüzlerce insanla tanışıp, onları yakından gözlemlemek, kötülüğün ne olduğunu, insanların onu nasıl sergilediklerini ve onlar tarafından kötülüğün nasıl ortaya çıktığını görmeme yaradı. Onun içindekini de artık daha net görebiliyordum. Yani onun içi saf kötülükle doluydu.
Haberi yoktu ama bu seferki barışmamız onun son şansıydı.
Ben de artık pes ettim, boşuna çabalıyordum. İyi şeylere dair olan şu kesintisiz inancım da bitmişti. Zaten onu da geçmişime gömmenin zamanı geldi de geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.