Garsonluk işi yoğun yoruculuk haliyle olsa bile son sürat devam ediyor. Zaten yapacak başka da bir şey yok. Doğrusu işin eğlenceli tarafına ve mecburi olarak çalışmak zorunda olduğum kısmına odaklanınca pek sıkıntı olmuyor, bende zaten etmiyorum. Sonuçta bi şekilde para kazanmalı ve önümüzdeki eğitim yılını rahat geçirmeliyim.
Benim amacım ve iş motivasyonum şimdilik "eğitim", ama ne yazıkki herkesin amacı öyle değil. Bu sektörde çalışanların büyük çoğunluğu Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan gibi ülkelerden gelmiş ortadoğulu garibanlardan oluşuyor. Hepsi, gelişmekte olan ülkelere ve gelişmiş ülkelerdeki zenginlere, birer eşya olsun diye bilerek güdülen büyük siyasi ve politik olaylar sonrasında buraya rızayla gönderilmiş süsü verilmiş genç kız ve genç erkekler.
Bu politik ve siyasi oyunlar, sadece onların ülkelerinde değil, bizim kendi ülkemizin doğusunda da oynanıyor ve zaten bizim doğudan gelenlerin durumu da çok farklı değil. Her şey büyük bi titizlikle işleniyor ve ortaya işte biz modern köleler çıkıveriyoruz.
Sadece biz değil, onlarda buldukları ilk işe atlayıp, tabiri caiz ise köpek gibi çalışıyorlar. Üstelik burda Rus müşteriler çok olduğu için biraz kabaca bile olsa onlarla anlaşabiliyorlar. Ama tabii, bu insanların ilk amaçları sadece düzenli bir işte çalışmak olunca, bir çoğu (ki bunlar henüz genç ve bende bunlardan bahsediyorum) dilin öneminin ve rusça konuşarak daha ön saflara geçebileceklerinin farkında değiller. Bu yüzden verilen işi yapıp geçmek dışında bir şey yapmıyorlar. Yapmaya da hevesli değiller.
Bu hevessizlikleri kötü dursa bile, amaçları; içgüdüsel olarak bi an önce işlerini yapıp bitirmekten başkası değil. Bazen şefler en ağır işlere onları yönlendiriyor ve dönüşlerini gördüğümde, adeta bir savaştan çıkmış gibi yorgunlukları her hallerinden belli oluyor.
Tabii çoğunluk dediğim gibi bu ülkelerden gelenlerden oluşsa da, Türkiye'nin doğusundan gelmiş veya gelmek zorunda kalmış onca insan da var. Zaten herkesin buraya gelişi, hayatlarından karşılaştıkları zorluklardan kaynaklı ve gelmek dışında, yapabilecekleri başka bir şey de yok.
Şehirlerinde kalsalar, bir çoğu bu zorlukları aşamayıp işsiz kalacak ve sonrasında da işsizlikten kafaları karıştırılıp dağa çıkartılmaları çok zor değil. Biliyorum, orda doğdum büyüdüm.
Bir çoğumuzun buraya geliş amacı zaten hayatlarını, kimseye el açmadan yaşamak ve kimseye muhtaç olmadan günlerini geçirmek. Ama buraya geliş amaçları salt bununla kalınca, bunun ötesine de geçemiyorlar.
Bir kaçı dışında henüz kitap okuyan, düşünen, araştıran kimseye rastlamadım. Neden okumadıklarını sorduğumda "zamanlarının olmadığı" cümlesini kuruyolar. Oysa hepimizin zamanı aynı ve aslında okumak zamanla alakalı değil. Okumak için ayrı bi zaman da olmayacak. O zamanı kendimizin yaratması gerekiyor. Yoksa, okumak için zaman diye bir şey yok. Okuma zamanı diye bir şey yok.
Tabii bu söylediğim şey, yalnız bizim doğululara özgü değil. Aksine genelin böyle bir sorunu var.
Örneğin Manisalı bi oda arkadaşım var ve babası 3 evli. Bunlar kardeşler, amcalar, yeğenler, torunlar, tombalaklar diye gidince baya kalabalık ve kalabalıktan kaynaklı olsa gerek "kabalıkları" de fazla.
Tabii diğer aile fertlerini tanımıyorum ama çocuğun anlatımından yola çıkarak bu sonuca vardığımı söylemeliyim. Üstelik kendisi de çok kaba ve düşüncesiz. Ufak tefek şeyler hakkında sürekli uyararak iletişimi devam ettirmeye çalışsam da, çoğu zaman bozmadan edemiyorum.
Çünkü modern dış görünüşünün aksine, gerçekten düşüncesiz ve tam bir odun. Üstelik bazen kendince aşırı delikanlılık tasladığı hareketleri oluyorki, o anlarda üstüne kusmamak için tuvalete kaçıyorum.
Diğer oda arkadaşlarım ise bunun tersine gayet medeni sayılırlar. Üstelik çok efendi ve eğlenmeyi de biliyorlar. Biri Trabzonlu, diğeri Urfalı.
Trabzonlu olanın ses tonu hep yüksek perdeden oluyor ve bazen kendi aramızda konuşurken ona biraz alçak sesle konuşması gerektiğini, çünkü onu duyduğumuzu hatırlatmak zorunda kalıyoruz. O da her defasında gülerek sesini alçaltıyor.
Konya'da bi üniversite de 4 yıllık turizm bölümü okuyor ve son 1 yılı kalmış. Hem paraya ihtiyacı olduğu için, hem de staj gerekliliğinden dolayı gelip burda çalışmaya başlamış ve işte yuvarlanıp gidiyor. Çok efendi, gayet mantıklı hareket eden, kaba saba hareketleri olmayan, medenileşmiş bir trabzonlu. Böyle trabzonlu çok az bulunur. Ya da benim tanıştıklarım arasında böylesine ilk defa karşılaşıyorum. Umarım daha da çoğalırlar.
Urfalı olan da inşaat mühendisliği okuyor ve çok fırlama biri. Ama tüm bu fırlamalığına rağmen efendi ve mantıklı konuşup hareket ediyor. Gözlüksüz yaşayamayangillerden olup, fazla esprili bir konuşma şekli var. Ayrıca kendisiyle barışık ve egosunu yer yer fazlasıyla alt ettiği oluyor.
Sanırım olurda burdaki işimden ayrılırsam, bu ikisiyle görüşmeye devam ederim, diğerleri ise, bi ihtimal ya görüşürüm, ya görüşmem.
Zaten kıbrıs'taki arkadaşlardan da elediğim çok kişi oldu ve Karpuzcu dışında henüz yazıştığım pek kimse olmadı. diğerleriyle arkadaşlığımız çok ilerlememişti ve yer yer okulla ilgili şeyler dışında pek konuşmadık.
O konuda böyle işte.
Aklıma gelmişken şu konuyu da yazayım ve yazıyı bitireyim;
Tatil köyleri ve "her şey dahil" konseptlerini biraz tuhaf bulmaya başladım. Daha doğrusu bu konu üzerine düşününce, sanki burası ve bura gibi yerlerin, insanların çıkıp geldikleri sahte cennetler olduğunu düşünmeye başladım.
Çünkü inançlı insanlar bilirlerki (doğrusunu allah bilir ama ne yazıkki kulaktan kulağa gelen bilgilerde şöyle biliniyor) öte dünyadaki cennette, iyiler oraya gidip istedikleri gibi yer içer, eğlenir ve tüm hayatları da bu sınırsızlıklar içinde böyle sürüp gider.
Şimdi bu cennet algımdan kaynaklı, nedense bu her şey dahil sistemlerini de sahte cennetler olarak görmeye başladım.
Zavallı insanlar, doğruluk üzerine zorlu bir hayat yaşayıp, en sonunda vaat edilen ama kimsenin görmediği bi cennete gitmektense; yalan yanlış ve haksızlıklar üzerine kurulu kolay bir hayat yaşayıp, arada bu sahte cennetlerde vicdanlarını boğarak hayatlarına devam etmek zorunda kalıyorlar.
Evet belki yanlış bir düşünce ama nedense böyle düşünmeye başladım. Sanki aslında insanların farkında olmadan cennete gidip geldiklerini düşünerek, vicdani rahatlığı yakaladıklarını ve böylece, yer yer berbat olan hayatlarına bir müddet daha motive olup devam ettiklerini düşündüm.
Büyük ihtimal tüm bu düşüncelerimi yarın öbür gün unutacağım ama şimdilik bunlar aklımda ve yazmak istedim.
Bir de son zamanlarda iyice yazma tadım kaçtı. Öylesine yazıp geçmek ve sadece o anki aklımdan geçenleri veya o anlarda ile günlerde yaşadığım ya da yaşamakta olduğum şeyleri gelişi güzel, önemsizce buralara döküp rahatlamak istiyorum.
Gerçi yazdıktan sonra hâlâ rahatlayamadığımı da söyliim. Ne olacak bu hâl bilmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.