hikâye şurda başlamıştı: ŞURDA'ya TIKLA
...O gece nasıl uyuya kaldığımı çok hatırlamak
istemiyorum. Zaten sonraki günlerde de ben yine "amaaan boş ver gitsin" minvalinde yaşamaya başladım.
Neyse
işte; öyle böyle derken, o bana hiç yazmadı, ben de ona kızdım hiç ama
hiç yazmadım. Çünkü ona fazlasıyla açık olduğumu, ona tüm içtenliğimle
sevgimi belli ettiğimi biliyordum, o da biliyordu. Bir umut diye sürekli
whatsapp'ini kontrol ettim, onu çevrimiçi her yakaladığımda, içimden
"bana da birazdan yazacak" diye bekledim. Ama hiç yazmadı.
Ben
de tuttum kendimi, telefonunu silmedim ama tüm yazışmalarımızı sildim.
Her gördüğüm yerde blokladım. Çünkü ona her yönümle bu kadar açılmışken,
o gelip sadece çalıntı iki küçük kahve kupasını bıraktıktan sonra, bi
anda hiçbir şey söylemeden siktir olup gitmişti.
Ve eğer bir şey söylenecekse, ilk konuşmaya başlaması gereken orospuçocuğu oydu, ben değildim.
Üstelik arkadaşlık app'lerinde bulunan profillerindeki hakkında kısmına "aşk" aradığını yazmaya
devam ediyordu. "al sana aşk, bi yerine sokarsın" diye defalarca yazıp
yazıp ona göndermeden sildim. Kendimi anca böyle rahatlattım. Sonra tabii mecburen farklı bedenlere sarıla sarıla onu da unuttum gitti..
Sadece
bazen aklıma geldi, ama "benim öküzlüğümden kaçtı" dedim kendime.
Çünkü
birinden hoşlanınca kendimi ağırdan satmayı beceremiyorum. Kendimi
değerli bir parçaymışım gibi pazarlayamıyorum. Tüm bunların aksine; sırf ayak basılsın diye yere serilmiş ayı postuymuşum gibi, bütün içtenliğimle olduğum gibi seriliyorum karşımdakinin önüne, o an hissettiğim ne ise öyle davranıyorum herkese ve "o da bu yüzden kaçtı benden"
diyerek kızdım kendime..
Öyle böyle derken aradan 1 yıl
geçti ve işte geçen hafta durduk yere bir anda whatsapp'den bana
"selam, ben Kahve Kupası, napiyosun?" deyiverdi. önce bir şaşaladım,
profil resmine tekrar tekrar baktım. hayır zaten numarası kayıtlıydı,
hiç silmemiştim ama yine de şaşırmıştım. hemen cevap vermedim. biraz
durdum, sonra tüm sakinliğimle "iyidir, sağol Kahve Kupası seni sormalı"
diye yazıp gönderiverdim.
Anında yazmaya başladı
"iyiyim" dedi ve durdu. uzun gelen bir kaç saniye sonra tekrar yazmaya
başladığında "geçen gün aklıma geldin öyle otururken. çay içerkene.
yolunda mı her şey" diye sordu. "şükür yolunda. senin nasıl gidiyor. var
mı bir yaramazlık" diye cevapladım. Ama o, ben bu yazdıklarımı
gönderinceye kadar "benim aklıma gelince biri, bi bok oluyor DA genelde.
Meraklandım" yazdı ve benim yazdığım cümleler de aynı anda gidince "iyi
:) yok benim durumlar iyi" diye cevapladı. ben de "yoo bir şey yok
allaha şükür :))" diye yanıt yazdım.
O bu arada yine bir şeyler yazmaya
başlamıştı ve bu sefer de "Pazar günü bir kahve içsek azcık o zaman"
diye yazdı. Ben de hemen bu yazdığını okur okumaz kapattım whatsapp'i ve
bir kaç dakika bir şey yazmadım.
Hayır yani kendini ne bok sanıyorsun veya ne boksunki böyle dondan çıkan şey gibi kahve içmeye davet ediyorsun.
Üstelik
bu ne demek ya, sen o kadar güzel bir kaç günlük şeyden sonra kalk bir
anda ortadan kaybol, ses seda çıkarma ve aradan onca zaman geçip
insanlar eski mutsuzluklarına tekrar alışıp mutlu olduklarını sanarak
yaşamaya başlamışken, tekrar hiçbir şey söylemeden çıkıp "kahve içelim"
teklifinde bulunabiliyorsun ki? Nasıl bir yüzsüzlük bu, nasıl bir
ahlaksızlık ki bu..
diye düşünceler aklımdan geçip durdu. Sinir oldum, kapattım telefonu ve bir müddet cevap vermedim.
Sonra
gittim tuvaletteki klozetin tepesine tüneyip, sıçarken düşündüm
"olabilir aslında, yani insan şu iki günlük dünyada neler neler yaşıyor.
Belki de bana anlatamayacağı bir şey olmuştur. Hemen kötüye yormamak
lazım" dedim kendi kendime ve sıçmam bitmişken sakinleşmiştim bile.
Tuvaletten çıktıktan sonra da whatsapp'i
açıp "önceki defterleri açmayı sevmiyorum ama en son kahve içmeye
sözlendiğimizde, senden bir daha haber alamamıştım" diye yazıp
gönderdim. Bunun sadece kızgınlık olmadığını belli etmek için de
"üzülmüştüm." diye de ekledim.
Bir kaç saniye sonra
yazmaya başladı "telafiye davet ediyorum zaten. sana güzel haber vercem
olum. üstelik bi özür borcum var, ödeyeyim :)" dedi ve ben hemen 10 kilo
Yumoş'u tek yudumda içmiş gibi yumuşayıp "tamam. içelim" diye cevap
verdim.
Sonrada yazdıklarını tek tek harfi harfine kekeleyerek okumaya başladım. "GÜZEL HABER VERCEM OLUM" kısmı aklımdan gitmiyordu.
Gece
boyunca yüzlerce defa açıp açıp okudum yazışmamızı. Evet her defasında
gördüğüm tek cümle "GÜZEL HABER VERCEM OLUM" oluyordu.
Sanırım
Kahve Kupası'nın aklı yerine gelmişti. Tabii gitti bol bol milletle yiyişti ve baktıki ömür dediğin sadece yiyişerek geçecek gibi değil, bana
dönmeye karar verdi. Üstelik benden daha iyisini bulacak değil ya.
Hahayt işte böyle yola gelmişti nihayet.
Hem filmlerde de zaten
hep böyle olmuyor muydu? Kötüler film boyunca kazanmaya devam ederler,
iyiler ise film boyunca cefa çekerler, finale yakın ise tabiki iyiler
kazanırlardı.
Bu filmin iyi'si ben olduğuma göre kazanan tabiki ben olcaktım.
Bu
düşünceler arasında Pazar günü gelip çattı. Ben akşam için traş oldum,
bayramlık elbiselerimi çıkardım giydim. Botlarımı boyadım, dişlerimi
fırçaladım, bi paket nane şekerini ard arda yuttum ve sokakta
karşılaştığım herkese "bugün evlilik teklifi alacağımı belli edercesine"
havalı havalı bakıp durdum. Ama kahrolası saatler o gün 1 saat geri
alınmıştı ve üstelik zaman da geçmek bilmiyordu, o da yine bir şey
yazmıyordu.
Geçen yıl sözleşip gidemediğimiz cafe'de
buluşuruz diye düşünüp gittim o cafe'nin çevresinde bir yerlere
konuşlandım. Hani kendimce; onunla kaldığımız yerden devam edeceğiz,
sanki bir yıl önce değil de, daha dün gece bu cafe'de buluşmak için
sözleşmişiz mesajını evren'e vermeye çalışıyordum. Böylece evren göt, kazanan ben olacaktım.
Ama bir türlü öğleden sonra olmak bilmedi. Sanki o gün bir yıl gibi uzun gelmeye başladı. Bekledim bekledim bekledim.
Nihayet
saat 16:00 olmuştu ama ondan hâlâ ses seda yoktu. Bayram günü,
bayramlıkları giydirilip hiç bilmediği bir yere terkedilmiş küçük bir
çocuk gibi gezindim sokaklarda.
Gün boyunca o bir şey
yazmamıştı diye bende yazmamalı ve cool'luğumdan ödün vermemeliyim diye
yazmadım. Öylece başıboş bırakılmış evcil sokak kedileri gibi Cihangir'i
turladım durdum. Sonra "ehhh sıçarım cool'luğuna" dedim ve whatsapp'den "selam,
ben akşam saatlerine kadar Cihangir taraflarında olacağım, bilgine"
diye yazdım.
Yazdıklarımı görmesine rağmen cevap yazmadı. Büyük
bir inatla, belki gelir diye ben de Cihangir'de dolanmaya devam ettim.
Ama aradan bir kaç saat geçmesine rağmen hiçbir şey yazmadı, aramadı.
Bayramlıklarımı giyinmiş halde öylece kaldım sokakta, boyalı botlarım
çamura bulanmıştı iyice, eski parlaklıklarından eser kalmamıştı. Yediğim
nane şekerleri de yanıma kâr kalmıştı.
Yavaşça
evin yolunu tuttum, ayaklarımı sürüye sürüye eve yürüdüm, karşıma çıkan
herkese düşmanımmışlar gibi büyük bir sinirle baktım. Eve girdiğimde
":( ben anestezi aldım. yarın ya da Salı günü çıkıcam ve arıycam seni.
Haber veremediğim için özür dilerim. dün gece aniden oldu.." diye yazdı
ve ardından bir de hasta yatağında, hastane giysileriyle çekildiği bir
fotoğraf attı. Cidden fena görünüyordu, korkmuştum. ama bi yandan da
şeytan sürekli "belki de rol yapıyor. seni kandırdı. çünkü sen
gerizekalısın ve kandırılmayı hakediyorsun" deyip duruyordu.
Şeytan'ımı
boşverip "geçmiş olsun, neyin var? geleyim mi? yardıma ihtiyacın
vardır" diye yazdım ama cevap vermedi. İnternetten de neden anestezi
alınır vs diye bakınıp durdum. Bazı önemli durumlarda anestezi
alınabiliyormuş, ama bunun ne olduğu ile ilgili bir şey bulamadım. Hemen
"kötü şeyler düşünmeye gerek yok" diyerek konuyu araştırmamaya karar
verip çıktım netten.
Gece yarısı uyanıp tekrar
telefona baktım ama ondan da ses seda yoktu, ben de bu sefer "umarım
önemli bir şey yoktur. her neyin var ise de allahım şifa versin." diye
yazıp gönderdim.
Yine cevap vermedi. Bir kaç saat sonra
cevap verdiğinde şöyle yazmıştı "selam. şimdi verdiler telefonu. annem
yanımda. Çok sağol :) :) :) Beyinde bir damar tıkanıklığı var. Ama çok
önemli olan bir şey değil. Şiddetli bir baş ağrısı nöbeti geçirince hastaneye
kaldırdılar ve beyin/kalp vs hepsine bakmak zorunda kaldılar.. Şu an
temiz görünüyor, bakalım yarın tekrar.."
Bunun üzerine ben de
"çok geçmiş olsun. dikkat et kendine, sevgiler." diye yazdım ve onu çok
meşgul etmemek adına herhangi bir şey yazmamaya karar verdim.
Ertesi
gün kendisi yazdı "bir şey çıkmadı, sağ ol. duaların işe yaradı sanırım
:)" diyordu. ben ise dualarımı siktir edip "olum seni o hâlde görünce korktum lan. bir daha
hiç hasta olma inşallah" diye yazdım. sonra da "çalışıyor musun?" diye
sordu, o anda çalışmadığım için "yok, beşiktaş'dayım. öyle oturmaca. bir
şey çıkmadığına sevindim" diye yanıt yazdım. O ise "akşam gelebilirim.
ya da bir saate falan" diyordu ve o bunları dediği an da, ben yine
evlilik teklifi hayallerine yelken açmıştım bile.
Güya o
beşiktaş'a gelecek, biz meydan da buluşacağız ve o bi anda kafam kadar
bir yüzüğü bana uzatırken önümde diz çöküp evlilik teklifi edecekti. ben
biraz naz'a çekecektim, ama basit ve ucuz biri olduğum için en fazla
iki saniye sonra "evet evet evet" diye bağırarak kabul etmiş olacaktım.
Ama
tabii tüm bunları şimdilik bana sürpriz yapacağını düşündüğüm için,
onun sürprizini de bozmamak adına hiç konuşmamalıydık ve bu yüzden onun
"akşam gelebilirim. ya da bir saate falan" cümlesine cevap vermeliydim.
ben de cool bir şekilde sürprizden haberim yokmuş gibi "olur, gel" diye yazdım.
Sonra
da yine tatlı hayallerime daldım. O gelecek, bana evlilik teklifi
edecek, sonra biz evlenip hayatımızın sonuna kadar mutlu mesut bir
şekilde yaşayacaktık.
Öyle hayallerime dalıp gitmişken
o da bir kaç saat sonra çıkıp geldi, piç arabasıyla geldiği için
ışıklara kadar ben gitmek zorunda kaldım. Yani bu demektiki evlilik
teklifini meydan da kalabalığın içinde değil, arabada biz baş başayken
yapacaktı. Olsun sonuçta herkes görmese de biz evlenecektik ya, bu
yeterdi.
Arabaya binmeden önce bir yandan da "acaba
onu gördüğüm de eskisi gibi hissedecek miyim? o ne hissedecek. yoksa "amaaaan boş ver gitsin" mi diyeceğim? belki de o benim için "boş ver gitsin" diyecekti" adında pis düşünceler aklımdan flaş flaş flaş olarak geçip
gidiyordu.
Ama arabaya bindiğim an her şeyi unuttum, kapıyı açıp
onu gördüğüm an aklımdaki her olumsuz şey uçtu gitti. Bir anda ışıklarda
bir kaç saniyeliğine öpüştük ve sonrada yola devam ettik.
"Nereye
gidelim" falan filan derken, aç olduğum için "Karaköy'e gidelim" dedim
ve gidip bir yerde yemek yedik. Bu arada ben 10 defa kadar "ee sürprizin
ne" diye sorup durdum. O da her defasında "bir sabırlı ol, burdan çıkalım sonra" deyip durdu. Ben de içimden "hımmmm demek
evlenince evlatlık çocuk da büyütcez" adından yeni yeni düşünceler
geçirmekle meşguldüm.
Yemekten sonra "cezalısın, hesabı
sen öde" dedim ve hesabı ona ödettim, sonra Karaköy'ün yeni açılan
cafe'lerinden birine girip birbirimize sırnaşa sırnaşa bir şeyler içtik
ve o arada artık o sürprizini yapmaya karar vermiş olmalıydı ki,
boğazını hafif hafif temizlemeye başladı.
Ben de kalbim durmasın
diye, çaktırmadan derin derin nefes alıp veriyordum. ama kahrolası burun
deliklerim şişmeden edemiyorlardı ve tam da bu anda "çalıştığım
şirketin Amsterdam ofisinden, yani genel merkezinden iş teklifi aldım,
hayatım boyunca beklediğim iş fırsatı nihayet geldi beni buldu. artık
ceo'luğa sadece iki oda uzağım" dedi.
Evet ilk tanıştığımızda da işinden gücünden, kariyer hedeflerinden falan hep bahsetmişti. Nasıl yükseleceğini, neler yapacağını falan. Ben de kendimce onun için bunu önemsediğimden dolayı cidden çok dikkatli bir şekilde dinlemiştim ve hatta onun, şirket içindeki bir kaç kişiyle olan sürtüşmesini nasıl iyileştirebileceği konusunda fikirler vermiştim. Fikirlerimden birini harfi harfine yaptığında, sürtüştüğü kişiyle arası düzelmişti ve o da diğer fikirleri de hayata geçireceğinden bahsedip, ofis içerisinde anlaşamadığı kişilerle olan ilişkilerini düzelteceğini söyleyip durmuştu..
Ama tüm onları unutmuştum bile. Üstelik teee 1 yıl önce konuşmuşuz. Aklıma iş güç nerden gelsindi ki? Bu yüzden olsa gerek o "çalıştığım şirketin Amsterdam ofisinden, yani genel merkezinden iş teklifi aldım, hayatım boyunca beklediğim iş fırsatı nihayet geldi beni buldu. artık ceo'luğa sadece iki oda uzağım" cümlesini bitirirken gözlerim doldu.
Ben evlilik teklifi beklerken güzel haber
dediği şey meğer bir kaç yıldır beklediği iş teklifiydi. "git anana ver
bu haberi orospu çocuğu" dedim içimden.
Fena halde sinir oldum,
ama bi yandan da "aaaa çok sevindim, harika" demekten kendimi alamadım.
Yüzümdeki gülümseme o kadar içtendiki bi an içimdeki hayalkırıklığını
bile unuttum. O anlatmaya devam etti, hayallerinden, amaçlarından,
ilerde kendini nerede görmek istediğinden falan filan.
Hayallerinin
hiçbirinde ben yoktum. Kendini görmek istediği yer yanım değildi.
Benden çok uzakta, teee ebesinin yanında görüyordu kendini.
dinledim
sessizce. gözlerimin doluluğunu geri çekmeye çalışırken bir yandan da
"çok sevindim" demekten kendimi alamıyordum. İçim kan ağlıyordu, ama
sanki gerçekten sevinmişim ve kalkıp göbek atmamak için kendimi zor
tutuyormuşum gibi bir halim vardı.
Koca penceredeki yansımamızda
bizi yan yana görünce, onun mutluluğunun yüzüne yansımış hali ile benim
mutsuzluğumun yüzüme yansımış halini ayırt edebiliyordum.
güya dışardan bakılınca mutluymuşum sanıyordum ama aslında kendi yansımama bakınca mutsuzluğum çok net görülüyordu.
Bu
yüzden onun konuşmasını kesip "ya aslında biliyor musun. şu hayallerin
falan filan sikimde değil. bana ne ya senin nerden ne iş teklifi alıp
nereye gideceğin. eben yanına kadar da yolun var" deyiverdim ve bu cümleden
sonrada hemen sustum.
Çünkü eğer konuşmaya devam edersem
ağlayacaktım ve ağlayınca çok çirkin olduğum için birilerinin yanında
ağlamamalıydım. Hele bu kalabalık da hiç ağlamamalıydım. Hele onun
yanında hiç ama hiç ağlamamalıydım. Hele böyle bir konuda susmalı ve hiç
konuşmayıp, az önceki hiçbir şeyi sikine takmayan, sebepli sebebsiz
mutlu olmayı becerebilen adam rolüme devam etmeliydim.
ben
susunca onun da yüzünün asıldığını farkettim, sonra bir şey söylemedik.
camın yansımasından bize bakıyordum ve o da artık camdan beni
izliyordu.
sonra bir kaç saniye daha sessiz sessiz durduk. öylece
sadece nefes alıp veriyorduk. üstelik burnumda akmaya başlamıştı. hayır
yani duygusal anlarda insanın burnu niye akarki, o na ne oluyo. üstelik
yanımda peçete falan da yoktu. sümüğüm akarsa ne yapacaktım. şimdi bu
entel dantel cafe de sümüğümü elimle alıp koltuğun orasına burasına
silsem hiç olur mu? hayır olmazdı. o yüzden burnum akmamalıydı.
aklımda
burnum varken o "yine bok ettim her şeyi. değil mi?" deyiverdi. ben de
"yooo ne bileyim ya ben daha başka şeyler düşünmüştüm" diye cevap
verdim, ama o "yok aslında yine bombok ettim" dedi. ben de bunun üzerine
kendimi tutamayıp "ettin tabi. bana ne senin işinden ya. hem bunun bana
haber verilecek tarafı ne ki? sen bir anda ortadan kaybol, sonra tekrar
dön gel ve sana güzel bir haberim var de, ama verdiğin haber de aldığın
iş teklifin olsun. yani bana ne abi senin iş teklifinden. zaten
konuşmuyoruz, etmiyoruz. bana niye bunu söylüyorsunki. ben haber olarak
senin artık milletle yiyişmekten bıktığını ve benimle artık aynı evde
yaşamak istediğini bekliyorum, ben haber olarak "beni sevdiğini" duymak
istiyorum. ama sen bana haber olarak iş teklifinden bahsediyorsun. ya
bana ne senin iş teklifinden. bana ne ya." dedim ve sustuk.
hiçbir şey söylemedik. sonra da ben yine konuşmaya başladım. ama bu
sefer içimde bir şey kalmadığı için "aslında haklısın. belki de bu da
bir haber. ama ne bileyim, işte ben aptal şapşal şeyler düşündüğüm için
başka haberler bekliyordum" dedim.
Sonra bir müddet sustuk
kaldık öylece. Bayaa bir zaman sonra birbirimize bakışmalarımız
sıklaşmaya başlamıştı. Üstelik burnumda akmayacak gibiydi. Kendimi
zorlayıp güldüm, o da güldü. ellerimiz bir ağacın saçma sapan dalları
gibi kendiliğinden birbirine karıştı ve sonrada dudaklarımız birbirini
çektiği için öpüştük bir kaç saniyeliğine.
Dudaklarımız birbirinden ayrılırken o "şu an tam bir film sahnesi gibi oldu her şey" dedi ve ikimizde gülmeye başladık.
Gerizekalı
ya, beni güldürdü ve ben üzüntümü falan filan her şeyimi unuttum. Sonra
yavaş yavaş o pis hava kayboldu. "İçimden geçenleri bil diye söyledim.
Artık tutmak istemiyorum, yanlış da anlamanı istemiyorum. ama içimden
bunlar geçiyordu ben de söyledim" deyiverdim.
"İyi yaptın
söylemekle" dedi ve "sen de gelsene" diye ekleyip güldü. Ben de güldüm
"heee tabi hemen geleyim. Gelemeyeceğimi sen de biliyorsun" diye
ekledim. Sonra bunu gülerek bir kaç defa daha tekrarladı. Ama hani
öylesine espri mahiyetinde söylediğini ikimizde gayet iyi biliyorduk. Bu
yüzden sürekli komik cevaplarla geçiştirmeye çalıştım.
Sonra
da işte bir şeyler daha zıkkımlandık, hesap az geldiği için ben ödedim
ve çıkıp sokakta bir kaç selfie çekerek yürümeye devam ettik. "Ne zaman
gidiyorsun?" diye sormak aklımda gelince, o "şu an toparlanıyorum
aslında. zaten 4 Kasım'da uçağım kalkıyor. Bugünlerde Türkiye'deki resmi
işlerimi falan ayarlıyorum" dedi. "Hımm iyi o zaman" dedim ve öpüşe
koklaşa oto parka gelip arabayı aldık.
Arabada baktım bana
sıcak davranıyor, canı seks yapmak istiyor, ee ben de zaten adamdan
hoşlanıyorum ve bedenlerimiz zaten birbirine fazla tanıdık oldukları için tenler fazlasıyla birbirini arzuluyor "bu gece
bende kalmak ister misin?" dedim hemen atlayıp "evet" dedi hayvan ve bana gelip
sabaha kadar ara ara uyanıp yiyişip durduk. Sabah duşa beraber girdik,
evden beraber çıktık, yolda öpüşe koklaşa gideceğimiz yere gittik ve
sonra da sakince ayrıldık..
şu sıralar evet bence de ; 'yazmak, yaşamaktan bile güzel'
YanıtlaSilçok üzüldüm bee bu hikayeye :( bana göre mutsuz bitmiş...
çok güzeldi. harika bayıldım.
YanıtlaSilhamam eksik kalmis can...
YanıtlaSil